27 Ekim 2012 Cumartesi

Oğuzhan Özyakup Etkisi


Beşiktaş'ın son iki haftada oynadığı iyi oyunu sadece Oğuzhan'a bağlamıyorum ama arslan payını ona veriyorum. Oğuzhan'ın Beşiktaş takımına yaptığı etki çok. Bu tarz etkileri anlamak için sadece asist veya gol istatistiklerine bakan arkadaşları sağ üst köşede yer alan "x" işaretine bakmaya davet ediyorum. Oğuzhan'ın varlığı, Beşiktaş'a hemen alan yaratıyor hem de hücumda aktiflik katıyor. Rakipler Fernandes'e diğer maçlarda olduğu gibi 2-3 kişiyle basamıyor, çünkü yanında hücuma yönlendirebilecek bir adam daha var. Bu durum da herkesin daha rahat oynamasına, daha çok pas almasına imkan sağlıyor. 

Oğuzhan olmasaydı Beşiktaş'ın ikinci golündeki o hücum gelişmezdi. Tam atak bitti derken, sağ sola topu gevelemeyip, bir ver-kaç yaparak pozisyonu kurdu Oğuzhan. Ardından Olcay'ın güzel bir şekilde pas trafiğini devam ettirmesiyle gol geldi. Genç oyun kurucunun oyun zekasını sırf bu pozisyonda bile görebiliyoruz. 

Sevgili Samet Aybaba, sezon başından beri Beşiktaşlı olmamama rağmen ben bile yalvarıyorum Oğuzhan'ı oynat diye, bu kadar geç mi düşmeliydi bu jeton? Daha korkak çıkarttığın takımlar nedeniyle 11.liğe kadar düştü Beşiktaş. Keşke daha önce doğruyu bulsaydın ama bundan sonra Oğuzhan'ı kesmesen bile kafi.

26 Ekim 2012 Cuma

Emre'den "örümcek ağı" temizliği !

Atletico Madrid'deki temsilcilerimizden Emre Belözoğlu, takımının UEFA Avrupa Ligi maçında Academica karşısında öyle bir frikik golü attı ki, söyleyebilecek pek fazla bir şey yok bu golle ilgili. Tabir-i caizse 90'daki örümcek ağlarını sildi süpürdü bu vuruşuyla. Bravo Emre !


24 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray ile Tepilen Fırsatlar Seramonisi, 1 - 1



Son yedi maçında galip gelememiş Cluj Türk Telekom Arena'ya gelirken, tabi ki tek hedef galibiyetti. Olmadı. Alışılmış etkenlerin yanına akıl almaz kötü bir zemin ve Elmander'in sakatlığı eklenince olmadı. Saçma sapan bir anda, Cluj'un bile atmayı beklemediği bir gol yenilince bütün maç bu günahın kefaretini ödemeye çalıştık.

Hamit'in biraz fazla top ezdiğini düşünsem de, ilk yarıda Galatasaray'a hareket getiren ve en önemlisi iyi şut çeken tek isimdi belki de. Burak Yılmaz girerken, Amrabat çıksa daha iyi olurdu diye düşünüyordum ama ikinci yarıda oynadığı oyunla Faslı oyuncu beni yanılttı. Top sürüşleri minimize edip, mükemmele yakın olan orta tekniğini sürekli kullanınca sol kanattan Galatasaray'a hayat verdi.

Elmander'in sakatlığı çok büyük bir kayıp oldu. Hücum hattında ne yaptığını bilen, oyuna pozitif etki eden, kafa toplarında sürekli etkili olan Elmander çıkınca ileride top tutmakta zorlandı Galatasaray. Keza Burak ve Umut stranfor ikilisi olarak kötü bir ikili. Birbirlerinin alanlarına giriyorlar ve birbirlerini tamamlayamıyorlar. (Trabzonsporda Umut varken Burak daha çok sağda oynardı.)

Gelelim Dany'e. Fiziksel özellikleri çok iyi ama IQ'sunu çok merak ediyorum. Yani o yerden sağa sola dönmeye çalışan beyinin nümerik gücü nedir acaba? Bir insan bir hatayı 1 kere, bilemedin 2 kere yapar. Daha fazlası dingillikten başka bir şey değil. Defanstan konu açılmışken belirtmeden geçmeyeyim, o golü Şampiyonlar Liginde başarılı olmak isteyen takım yiyemez. Braga yemez, Cluj bile yemez..

Türk Telekom Arena henüz çok genç bir stad. Çok modern bir stad. O stadın zemininden, direnajından sorumlu olan kimse çıkıp hesap vermeli. Bu stadın zemini, bu olamaz. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Fatih Terim'in maç sonu açıklamasında olduğu gibi, Avrupa'da yağmur sürekli yağıyor adamların zeminleri mis gibi birader. Nasıl oluyor bu iş? Gidin yapın nasıl yapılıyorsa.

Bu zeminde bu kadar denilebilir mi? Denilir ne yazık ki. Galatasaray bugün elinden geleni yaptı ama yeterli olmadı. Peki bu bir mazeret mi? Asla değil. Şampiyonlar Liginde başarılı olmak istiyorsan evinde 70 dakika eksik oynayan Cluj'u yeneceksin. Büyük resim bu ve çok net. 

İşin enteresan tarafı, bu kadar negatiflik ardı ardına eklenmiş, üç maçtan sadece bir puan çıkartılabilmişken, Manchester United'ın kopmaya başlamasıyla gruptan çıkma şansı devam ediyor. Galatasaray başarılı olmak istiyorsa kendi evinde yapamadığını deplasmanda yapmak zorunda. Yine en önemli maç en azından üçüncülüğe tırmanmak için Cluj deplasmanı. Belki Cluj'un zemini, Arena'nınkinden iyiyse az buçuk top oynanabilir.


14 Ekim 2012 Pazar

Sakatlanmayalardı İyiydi...


A Milli Futbol takımımızın üstünde kara bulutlar dolaşıyor ! Zaten evimizde oynadığımız son Romanya maçında mağlup olmamız sonucunda ilk 3 maçta grupta yalnızca 3 puan toplayarak son yılların en kötü başlangıcını yapan Türkiye’nin başı, şimdi de birçok sakat oyuncu ile belada. Romanya maçı öncesinde Hakan Balta, Selçuk İnan ve Burak Yılmaz’ın sakatlıklarına, önce Romanya maçında arka adalesinde yırtık tespit edilen Mehmet Topal, son olarak ise Gökhan Gönül’ün sakatlıkları eklendi.

Gelelim bu sakatlıkların takımımızı nasıl etkileyebileceği sorusuna. Ben açıkçası Selçuk İnan’ın zaten mevcut formuyla ve Abdullah Avcı’nın tercihine göre ilk 11’de başlayacağını düşünmediğim için bu sakatlığın Ay-Yıldızlı ekibimizi olumsuz etkileyeceğini düşünmüyorum. Ancak diğer sakatlar sıkıntı yaratmakta. Zaten elimizdeki forvet sayısı azken, geçen sezonun açık ara gol kralı Burak Yılmaz’ın olmayışı takımı olumsuz etkiliyor. Alternatifi Umut Bulut’un da sezon başındaki müthiş formundan uzaklaştığını belirtelim.

Mehmet Topal’ın sakatlığı ise orta sahanın “defansif” kısmında sıkıntı yaratsa da bu konuda çok karamsar değilim. Romanya mağlubiyetinden sonra her ne kadar deplasman olsa da Macaristan maçından galibiyetle ayrılmamız farz oldu artık. Romanya maçında üretkenlik konusunda da yerlerde süründüğümüzü düşünürsek, orta sahada Topal’ın yokluğunda Nuri Şahin – Emre Belözoğlu – Emre Çolak gibi bir üçlü kurup defansif açıdan sıkıntı yaratma ihtimali olsa da hücumda daha üretken bir takım oluşturulabilir.

Asıl sıkıntı ise sağ bekte. Gökhan Gönül nasıl bir “Müzmin Şanssız”dır ki, ne zaman form tutsa, yükselişe geçse hemen ardından bir sakatlık yaşıyor. Fenerbahçe’nin M’Gladbach ve Beşiktaş maçlarında olağanüstü bir oyun sergileyen, bizlere tam “aha Gökhan sonunda koptu gidiyor” dedirtmişken yine bir sakatlıkla karşı karşıya bu bahtsız insan. Milli Takımda Gökhan’ın sağ bek alternatifi ise sanırım Hamit Altıntop (bekte) olacaktır.


O kadar konuşuyoruz, içerde Romanya banko, kadro konusunda tartışmamıza bile gerek yok diye, fakat her seferinde hüsrana uğruyoruz. Bu iş artık teknik direktörün oyuncu tercihleri, oyuncuların performansı dışında bir şey bence, futbol kültürüyle alakalı. “Biz gelişiyoruz, gümbür gümbür geliyoruz, dünya futbolunda yerimiz olacak” dediğimiz Milli Takımımıza, her rakip puan kazanmak için geliyor ve başarılı oluyorlar çoğunda. Bir türlü belli bir oyun karakterimizi, oyun disiplinini oturtamıyoruz, haldır huldur oynamaktayız şu futbolu. Neyse, dileğimiz, bari Macaristan deplasmanından 3 puanla dönelim ki henüz eleme grubunun başlarında havlu atmayalım…

Not: Arda Turan da ağrıları sebebiyle son antrenmana katılmamış, durumu henüz netlik kazanmamış. Aman, aman diyeyim bari Arda Turan oynayabilsin Macaristan karşısında, onca eksik varken…

12 Ekim 2012 Cuma

Müzmin Sakat Televizyonda, Ligdeki Son Durumlar ve Milli Takım Gündemi

"Arkadaşlar Müzmin Sakat'ın 7. bölümüne hoşgeldiniz" diye başlayıp, konudan konuya zıpladığımız up uzun bir bölümle karşınızdayız. Quaresma'nın durumundan milli takıma, üç büyüklerden Elazığspor'a kadar kapsamlı bir bölüm oldu bu sefer. Bu haftaki çekimimizde şartlar biraz zordu, bu nedenle çekim kalitemiz için bu seferlik affediniz efenim.

http://www.cizirti.tv/


7 Ekim 2012 Pazar

Fenerbahçe 3 - 0 Beşiktaş, Diriliş ve Karanlık



Bu akşam Kadıköy'de İstanbul'un sıkıntı içindeki iki büyük takımı karşı karşıya geldi. Tarihinin en büyük oyuncularından biri olan Alex de Souza ile buruk bir şekilde yolları ayıran Fenerbahçe ve Gaziantepspor ile Sivasspor maçlarından mağlubiyetle gelen mütevazı Beşiktaş. En kısa haliyle bugün "kalite kazandı" diyebiliriz. Ancak bu Beşiktaş daha çok mücadele etti ama olmadı, anlamına gelmesin. Dürüst olalım, hem daha iyi ayaklara sahip olan taraf hem de daha çok mücadele eden ve daha çok isteyen takım Fenerbahçe'ydi.

Alex krizinin ardından belki de sezonun en önemli maçına bir kaç gün önce Almanya'da çıktı Fenerbahçe. O maçta deplasmanda Borussia Mönchengladbach'ı dört golle geçmek, takıma ihtiyacı olan öz güveni sağladı. Bu maçta da daha ne yaptığını bilen bir Fenerbahçe izledik. Söylemesi tuhaf olsa da Alex'in gidişi, başta Baroni olmak üzere takım arkadaşlarını rahatlatmış gibi. Sarı-Lacivertlilerin kafası iki maçtır top oynamaya odaklı.

Maçın Fenerbahçe tarafında fark yaratan isimlerini düşünürsek, ilk başa Gökhan Gönül'ün adını yazmamız lazım. Gökhan fiziksel olarak iyi durumda olduğu zaman gerçekten elit ve dünya çapında bir oyuncu. Bugün de Escude - Uğur Boral ikilisinin savunduğu Beşiktaş'ın solunu param parça etti. Aslında bu onun için bir "hoşgeldin" maçı olmuş gibi görünüyor. Gökhan'ın yanında genel olarak Fenerbahçe'nin iyi oynadığını söyleyebiliriz. Meireles'in her geçen maçta takıma daha adapte bir görüntü çizmesiyle orta saha da kendini topluyor. Milos Krasic'in de zamanla daha iyiye gideceğini düşünürsek, Fener'in hücum zenginliği daha da artacak. Unutmadan, Moussa Sow'un muazzam golünü es geçmeyelim. Senegalli golcü bu vuruşların adamı.


Gelelim Beşiktaş tarafına. Zaman Kartal'ın sene başında almaya yaklaşıp almadığı oyuncuların ceremesini çekme zamanı. Sene başından beri aşikar ki, Beşiktaş'ın sol tarafında sıkıntı var. Escude'yi oraya çekmekle, Uğur Boral'ı oraya çekmekle bu sorunun aşılmayacağını görebiliriz herhalde. Şimdi bir düşünelim lütfen. 300-400 bin euro için Egemen Korkmaz'ın kaybedilmediğini, senelik 1 milyon euroya Royston Drenthe'nin kadroya katıldığını. Bu isimlerin yerine oynayanlar, Escude ve Olcay Şahan. Sizce de bu işten büyük zarar görmedi mi Beşiktaş?

Bu maç aynı zamanda Fernandes'in baskı altında olduğu zaman, ikinci bir oyuncu çıkaramadığının başka bir kanıtı oldu. Maç içinde Beşiktaş'ın üretkenliği o kadar düşük ki, Fernandes her ayağına gelen topta ilk olarak faul alıp, duran toptan tehlike yaratmayı düşündü. Oyun içi sıkıntılar bir yana Veli'nin gördüğü kırmızı kartın da toleransı yok bana göre. Resmen halı saha oyuncusunun yapacağı amatörlükte, "sen beni engelliyorsan, ben de gider tekme atarım" gibi akıl almaz bir düşüncenin cezasını çekti Veli. Daha doğrusu cezayı çeken Veli değil, Beşiktaş. Keza o pozisyonda 10 kişi kalan ve 3. golü yiyen Beşiktaş oldu. Umarım bu durum Hasan Türk'ün önüne açacak bir gelişme olur. Hasan o formayı hak ediyor.


Bu sonuçla beraber Fenerbahçe yaşadığı büyük krizden olabilecek en iyi şekilde kurtulurken, Beşiktaş üst üste üçüncü maçta yenilgiden kurtulamadı. Beşiktaş'ın en büyük sıkıntısı Fenerbahçe'nin tam tersi olarak kalan öz güvenlerini de kaybetmek. Sezonun başlarında bu tarz kriz durumlarından Samet Aybaba'nın nasıl çıkacağını merak ettiğimi ve gerçek sınavın bu olacağını söylemiştim. Şimdi onu göreceğiz. Çünkü bir karanlığın içine girdi Beşiktaş, buradan çıkmak için Aybaba'nın bir şeyler yapması gerek.

Son olarak eklemeden geçmeyeyim. Maçtan önce Alex lehine tezahürat yapacak olan kadın taraftarların tehdit edildiklerini açıklamaları ve maç içinde Alex lehine tezahürat yapılmasının güvenlikler tarafından engellendiğini duydum. Bu Aziz Yıldırım diktatörlüğü kısa vadede takıma pozitif etki etse de uzun vadede Fenerbahçe'ye zarar verecektir.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray - Braga Maçı ve Daha Fazlası




Fikstür çekildiği anda kaynamaya başlamıştı goygoy kazanı. "Braga'yı Braga'da, Cluj'u Cluj'da!" diyordu havaya girmiş optimist taraftarlar. Oysa ki bu platform, hiç bir zaman işlerin kağıt üzerindeki kadar kolay olmadığı bir platform. Bu platform UEFA zaferinin geldiği sene bile gruptan çıkılamamış bir platform. Burası Şampiyonlar Ligi ve şakaya gelmez.

Sinyalleri okuyabilenler için Şampiyonlar Ligi'nin sıkıntılı geçeceği görülebiliyordu. Geçen sezonun şampiyon kadrosunun zaaf bölgelerine ciddi takviyeler yapılmıştı yapılmasına ama bu oyuncuların "uyum" potasında erimesi gerekiyordu. Geçen sene "takım oyunu" ile başarıya ulaşmış olan Galatasaray'da, yeni katılan oyunculardan beklenti fazlaydı. Mevcut iyi performansı sürdürüp, üzerine bu takviyelerle daha yüksek seviyelere çıkması beklenen Galatasaray'da, görüyoruz ki yeni silahlar başarıyı getiren doğruları törpüledi. Neydi bu doğrular? Her şeyden önce savunma ve yardımlaşma.

Yıllar sonra Şampiyonlar Ligine katılan taraftar haklı olarak büyük bir coşku ile Avrupa serüvenine giriş yaptı. Galatasaray da o coşkuya denk düşecek bir mücadelenin sonunda, Old Trafford'dan puansız dönerken, taraftarın umutları sönmek yerine yeşeriyordu. Fakat takım esas darbeyi dün akşam Türk Telekom Arena'da Braga karşısında aldı. Şüphesiz ki, çok önemli bir maçtı. Gruptaki esas rakip olarak görülen Braga'yı yenemiyorsak bile yenilmememiz gerekirdi ama olmadı. 



Bu maçta tekrar görüldü ki, Galatasaray'ın en büyük kabusu kapanan takımları açmak. Manchester United kapanmıyordu ve kora kor mücadele oldu, Braga kapandı, sonuç ortada. Aslında geçen sene de bu sorun vardı ve bir anlamda çözüm için hak ettiğinden fazla bir fiyata Amrabat transfer edildi. Şimdi görüyoruz ki, saman alevi gibi ara sıra parlasa da Amrabat en azından şu an için bu derde derman değil. Kapalı rakip savunmayı açamazken, öte yandan savunmadaki vurdum duymazlığından takıma negatif etki ediyor. Hakkını vereyim, bence muazzam bir orta tekniğine gayet iyi de bir şut tekniğine sahip. Fakat bu yeteneklerini kendi için değil takım için sergilemeye başladığı zaman takdir ederim.

Galatasaray'ın bir başka ciddi zaafı top ile hızlı olamaması. Türkiye sınırları dışında ciddi bir sorun bu. Melo - Selçuk ikilisinin geçen sezonu mumla aratması, pas trafiğindeki ritmi çok aşağılara çekiyor. Top sağdan sola dönene kadar zaten rakip savunma yerleşmiş oluyor. Bu tarz sıkışma anlarında topu alıp sürerek takımı hücuma kaldıracak bir isim lazım. Geçtiğimiz sezon bu işi Melo çok iyi yapıyordu ama bu sezon tek kelimeyle dökülüyor. Hal böyle olunca kağıt üzerinde %65 top Galatasaray'da, icraat? Orası sıkıntı.

Selçuk İnan'a kısa bir paragraf açmam lazım. Geçen seneki oyunuyla beni tek kelimeyle hayran bırakmıştı yıldız oyuncu. Ne yazık ki bu sene bir kaç vites düşük oynuyor. Melo'nun kötü olması Selçuk'u da kötü etkiliyor eyvallah ama takımın saha içindeki kumandanı bu kadar düşmemeli. Geçen sene gördüğü yerden kaleyi döven Selçuk gitmiş, sorumluluk almaktan çekinen bir adam gelmiş. Öte yandan Galatasaray takımı serbest vuruş kazandıysa ve Selçuk İnan sahadaysa, o topu Emre Çolak kullanmamalı. Geçen sene Selçuk'un yan toplarının ne kadar üretken olduğu ortadayken, neden her topun başına Çolak geçer anlamak mümkün değil.



Braga maçına değinmişken Eboue ve Muslera'dan da söz etmeden geçemem. Galatasaray'ın sahada varlık gösteren yegane neferleriydiler. İkisi de bu seviyenin oyuncuları olduğunu kanıtlıyor. Eboue'nin şanssızlığı bu maç önünde bir başka bu seviyenin oyuncusu Hamit'in oynayamamış olması diyebiliriz. Mağlubiyeti Hamit'in yokluğuna bağlamak kolaya kaçmak olur ama o olsaydı Galatasaray'ın daha aktif olabileceğine eminim. 

Aslında tek tek oyuncuların performanslarına bağlı kalmamak lazım. Çünkü Galatasaray dün gerçekten etkisizdi. Ne seyircide o beklediğim coşku patlamasını görebildim, ne de oyuncularda. Fatih Terim'in kenardaki hırsını sahadaki topçularda görmeyi beklerdim açıkçası. Demek değildir ki, sahadakiler mücadele etmedi. Aksine ellerinden geleni yaptılar ama insan yıllar sonra evinde oynanılan ilk Şampiyonlar Ligi maçında dozu daha yüksek bir hırs görmek istiyor.

Unutulmasın ki, Avrupa'da başarı bir süreç işidir. Yetenekli kadroların, bir takım olmayı başarabilmeleriyle gerçekleşir. Bir anlamda yenile yenile yenmeyi öğrenirsin. Galatasaray'ın artık önünde birbirinden önemli iki Cluj maçı var. Galatasaray hatalarından ders çıkartmalı ve kesinlikle çok iyi çalışmalı. Henüz gruptan çıkmak için çok fazla bir şey kaybedilmiş değil. Ancak hata yapma lüksü kalmadı.

1 Ekim 2012 Pazartesi

"Heykeli olan" süresiz kadro dışı !



Fenerbahçe’de uzun zamandır geri sayımı süren saatli bombanın rakamları sonunda 00.00’ı gösterdi ve dananın kuyruğu koptu : Alex de Souza süresiz kadro dışı bırakıldı !

Çok değil daha 2 hafta önce, Yoğurtçu Parkı’na heykeli dikilen, bu sayede Fenerbahçe için ölümsüzleşen bir efsaneden bahsediyoruz. O efsane, şimdi ise kadro dışı, ironik bir tablo... Ancak bu tablonun oluşacağı, Fenerbahçe’de yaşanan gelişmelerden belliydi sanki. Fenerbahçe’nin Marsilya maçında evinde 2-0’dan rakibine beraberliği vermesi, sonrasında evinde oynadığı “facia” bir Trabzonspor maçı, son olarak ise bardağı taşıran maç olarak Kasımpaşa deplasmanında alınan 2-0’lık mağlubiyet ve tabir-i caizse “rezalet” oyun. Bu sonuçlardan sonra 2 ihtimal vardı. Ya Aykut Kocaman istifa edecek, yada Aykut Hoca takım üzerindeki otoritesini sağlayabilmek, takıma “kendinize gelin” mesajı verebilmek için kabağı Alex’in başına patlatacak idi. Fenerbahçe’de yıllardır TEK otorite olan başkan Aziz Yıldırım sayesinde de bu seçeneklerden ikincisi yaşanmış oldu.

Aykut Kocaman’ı ne kadar eleştirdiğimi, kötü bir teknik direktör olduğunu düşündüğümü bilen bilir, ancak Alex’in tavırları da Aykut Hoca’ya malzeme vermiyor değil. Özellikle Kasımpaşa maçının ilk yarı sonunda oyundan çıkarıldığında maçın ikinci yarısını yedek kulübesinde değil, tribünde Stoch ve Serkan Kırıntılı ile sohbet-muhabbet-gırgır içerisinde izlemesi, hoş bir tablo değil.

Yine de şunu sormadan da geçemiyorum : Alex’i kadro dışı bıraktın, Stoch’a para cezası verdin, otorite sağlamaya çalıştın Aykut Hoca. Peki ya beklenilen silkinmeyi yapamazsa Fenerbahçe önümüzdeki maçlarda, kötü oyun devam ederse ? O zaman da Baroni mi kadro dışı kalacak ? Bu işin sonu olmaz, Aykut Kocaman kulüp dışı kalır benden söylemesi…