25 Haziran 2013 Salı

Kartal'ın yeni patronu Slaven Bilic!



Önder Özen'i sportif direktörlüğe getiren ve hoca arayışlarına Özen ile devam eden Beşiktaş, yeni teknik patronunu buldu: Slaven Bilic! Hırvatistan milli takımını çalıştırdığı dönemde tanıdığımız, geçen sezonu ise Rusya'da Lokomotif Moskova'nın başında geçiren Bilic, egzantrik kişiliği ile biliniyor. Beşiktaş için heyecan verici bir tercih olduğu kesin. Hırvat hoca ile yapılan anlaşmanın iki senelik olduğunu belirtelim.

Slaven Bilic Hırvatistan'ın başında iken gösterdiği performans ile takdir toplamıştı. Geçen sezon Rusya'da çok kötü bir sezon geçirmiş olması, onun kötü bir hoca olduğunu göstermez. Keza şahsi düşüncem, 2004'ten 2012'ye kadar Hırvatistan milli takımlarını çalıştıran hocanın daha yoğun tempo olan kulüp hocalığına uyum sağlamakta bocaladığı. Sene başına 5-10 maça çıkarken, bir anda 40-50 maça uyum sağlayabilmek, bütün taktiği stratejiyi o tempoya göre ayarlayabilmek kolay bir iş değil. Bence Lokomotif Moskova, Bilic için muazzam bir tecrübe oldu.

Hırvat teknik adam, çalıştırdığı takımları hücum futboluna adapte etmeye çalışıyor. Moskova'yı çok fazla takip etmemiş olsam da, Hırvatları çalıştırdığı dönemden Bilic'in oyun yapısını biliyoruz. Bilic, takımın formasyonuyla sık sık oynayan, ancak en az 3-4 hücum oyuncusuyla sahada bulunmayı düstür edinmiş bir kişi. Türkiye'de de hücum futbolunun her zaman iş yaptığını düşündüğüm için Bilic'in taktiksel olarak uyum sağlamakta büyük bir sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum.

Genç teknik direktör, Türk oyuncusuna pozitif etki yapan iki özelliğe daha sahip: hırs ve hırçınlık. Beşiktaş'ın genç oyuncu ağırlıklı kadrosunun böyle disiplinli bir figür ile daha iyi performans verebileceğini düşünüyorum. Tam bu noktada şunu da ekleyeyim, muhtemelen Fernandes ile sezonunun bir bölümünde bu disiplin noktasında ters düşecekler ama büyük bir soruna dönüşeceğine inanmıyorum.

Tutkusuyla, hırsıyla, gençliği ve karizmasıyla genç teknik adamın Beşiktaş taraftarının sevgisini kazanacağını tahmin ediyorum. Aynı zamanda bir rock grubunda gitarist olan Bilic'e Türkiye'de başarılar!

Roger Federer'den Çim Saha'da Vole Dersleri !


Roger Federer, ilk gün maçları sonunda Wimbledon'da ikinci tura yükseldi. Victor Hanescu'yu üç sette geçen " ekselansları ", repertuarından bir örnek sundu bizlere. File önünde refleksler ve teknik birleşince bu güzel hareket ortaya çıktı. Oyunu bitiren sayıyı aldıktan sonra Federer'in " peh bu daha bir şey değil " havaları ise dikkat çekti. Karşınızda Roger Federer.




U20 İspanya - Gana Değerlendirmesi!



Fransa - Amerika maçının son düdüğüyle beraber günün prime-time karşılaşması başlamadan önce bir saatimiz vardı. Çıkıp bir şeyler atıştırıp, Fransa maçıyla ilgili tuttuğumuz notları karşılaştıktan sonra tribündeki yerlerimize geri döndük. Batı tribününün alt katında ortanın sağına doğru yabancı görünümlü yaşlıca bir teyzenin yanına geçtik. Amaç şuydu; "bu teyze nasıl olsa bize fazla bulaşmaz, tam konsantrasyon maçı izleriz". Tam olarak öyle oldu diyemeyiz. Yanına oturduğumuz teyze Amerika U20 takımının kalecisi Cody Cropper'ın annesi çıktı. Maçın başlamasına yakın genç oyuncunun babası ve nazar değmeyesice kardeşi de tribünde yanımıza katıldı.

Maçın başlamasına sayılı dakikalar kala, bütün Türk Telekom Arena, Ganalıların sempatikliğine kapılmıştı. Keza ilk düdüğün çalınmasıyla beraber tribünlerin İspanya'yı yuhalaması gerçekten eğlenceliydi. Daha maçın ilk dakikalarında oyunun hakiminin kim olacağını herkes hissedebiliyordu. Bu takımları izledikten sonra İspanya'nın alt yapı eğitimine hayran kalmamak mümkün değil, keza hangi yaş grubuyla sahaya çıkarlarsa çıksınlar oynamaya çalıştıkları şablon bir ressam tarafından çizilmiş gibi. Bu kadar genç oyuncuların bile, sıkışık pozisyonlarda bile sakinliklerini koruyabilip, doğru pası vermeye özen göstermeleri muazzam. Elbette ara sıra yaşlarına yenik düşüp, beklenmedik hatalar yapabiliyorlar ama biliyorsunuz işte, kadı kızı meselesi.

Kronometre 10. dakikayı gösterdiğinde Gana tribünleri davullarla takımına destek vermeye ve yanımızdaki  teyzeyi de alkışla eşlik ettirmeye başlamışlardı ki muazzam bir organizasyon ile İspanya ilk golü yazdırdı. Bu golle skora da yansıyan üstünlüğün ilk otuz dakika boyunca dominasyon şeklinde olduğunu söylesek yalan olmaz. Bu mutlak hakimiyeti yaratan en büyük etkenlerden biri de, İspanya'nın Gana'nın büyük fiziksel gücüne karşılık verebilip, hiç bir ikili mücadelede geri adım atmamasıydı. Lakin, maçın sonuna kadar kazın ayağı öyle olmadı.


Otuzuncu dakikadan itibaren oyunda dengeyi sağlayan ve fiziksel üstünlüğü ile teknik dezavantajını dengeleyen bir Gana milli takımı izledik. Gana adına not alınması gereken bir unsur, taktik disiplinden çabuk çıkabiliyor olmaları. Bir şeyler yapmak istiyorlar, çabalıyorlar ama bu yoğun efor çoğu zaman doğru kararı vermelerini engelliyor. Amiyane tabirle çabuk gaza geliyorlar diyebiliriz. Maçın ikinci yarısı karşılıklı ataklarla geçse de İspanyollar kaliteli ayakları sayesinde maçı istedikleri skorda tutmayı başardı ve üç puanı ikinci yarı zorlansa da hanesine yazdırmayı bildi.

Gelelim kişisel performanslara. Müzmin Sakat ekibi olarak 90 dakika boyunca hayranlıkla izlediğimiz büyük bir yıldız adayı var İspanya'da; Oliver Torres. Atletico Madrid'in 19 yaşındaki genç yıldızı orta sahanın ortasında veya 10 numara olarak tanımlayabileceğimiz bölgede görev alıyor. Torres'in kalitesi topu ayağına alır almaz hissediliyor. Topa ilk dokunuşu olsun, top ve oyun hakimiyeti olsun, uzun veya ara pasları olsun, müthiş oyun görüşü olsun, bir oyun kurucuda aranabilecek her özelliğe sahip. Dezavantajları ise fiziksel olarak kendi yaş grubunun dışında oynarken güçsüz kalacaktır ve gol bölgesinde kendisini sıklıkla göremiyoruz. Kendisinin David Silva mı, Sergio Canales mi olacağını merakla takip edeceğim.


İspanya'nın oyun kimliği nedeniyle sürekli öne çıkan bir oyuncusu olmuyor ama takımın iki yıldızından da bahsetmeden geçmeyelim. Barcelona'nın genç yıldızı Gerard Deulofeu ve Real Madrid alt yapısının ürünü Jese. Deulofeu, tipik bir kanat forvetinin karakteristik özelliklerini taşıyor. Top hakimiyeti oldukça iyi ve çok çabuk. Jese ise golü koklayan tarzda bir forvet. Gol anında nerede olması gerektiğini hissedebiliyor. Önümüzdeki dönemde bu iki ismi de sıklıkla duyacağız.

Gana'da ise gözümüze takılan iki oyuncu oldu. Birincisi 20 numaralı formasıyla Richmond Boakye ve 4 numaralı formasıyla Joseph Attamah Larweh. Maçtan sonra Boakye'nin geçtiğimiz sezon Genoa'dan Juventus'a transfer olduğunu ve sezonu kirada Sassuolo forması giyerek geçirdiğini öğrendik. Yani genç yıldız keşfedilmiş durumda. Boakye fiziğini oldukça iyi kullanıyor ve tam anlamıyla yıpratıcı bir santrfor. Yaptığı koşular ve enerjisiyle savunmayı çok rahatsız ediyor. Bitiriciliğini de geliştirebilirse çok önemli bir santrfora dönüşebilir. Ligimizde de çok ama çok iş yapabileceğini düşünüyorum. Juventus satmayı düşünürse başta Bursaspor'a duyurulur. İkinci isim ise Larweh. Bu çocukla ilgili enteresan durum ise Transfermarkt'da 24 yaşında görünüyor olması. Sanırım ortada bir yaş küçültme veya bir dezenformasyon var. Neyse, Larweh stoper olarak görev yapıyor ve ayağı yere sağlam basan bir isim. Hamleli stoper dediğimiz türden ama tekniğini de fena bulmadık açıkçası. Larweh'i de ligimizde görmeyi isterdim, maliyeti de ne kadar yüksek olabilir ki...

Oliver Torres'i tanıyalım;

U20 (Fransa - ABD) : Adam olacak çocuklar !


Ülkemizde düzenlenen U20 Dünya Kupası A grubu 2. maçlarında, Fransa ile ABD, Türk Telekom Arena'dan 1-1'lik skorla beraberlikle ayrılırken, bizler de Müzmin Sakat Blog ekibi olarak tribünün en önlerinde, ellerimizde not defterleri ile :) yer aldık. İzlenimlerimizi aktaralım, haydi buyurun:

Öncelikle maçı izlemeden skora bakan bir kişi maçın kafa kafaya gittiğini düşünebilir. Ancak maça şöyle bir bakıldığında, Fransız oyuncuların ABD'lilerden fizik olarak 2 gömlek üstün olmalarının yanı sıra, bireysel olarak da takım olarak da daha yetenekli olduklarını gördük. Elimizde topla oynama istatistikleri ne yazık ki olmasa da, Fransa'nın tahmini %65-35 gibi bir topla oynama üstünlüğünden bahsetmek mümkün idi. Oyunu yönlendiren, hükmeden taraf tamamen Fransa iken, ABD buna karşılık önde basıp rakibini bozmaya çalışan hevesliler grubundan öteye geçemedi çoğu zaman. Bunun yanında gözüme çarpan bir diğer özellik, ABD'li oyuncularının "first touch" yani topa ilk dokunuş, top kontrolü özelliklerinin oldukça zayıf olduğuydu. Eh fiziksel olarak da zayıfsınız rakibinizden, haliyle işiniz zor oluyor. Hele ki rakipte yaşına göre "üstad" bir adam, Pogba var ise.. Neyse ondan daha sonra bahsedeceğiz.

Peki sırf Fransa'nın mı atakları vardı ? Hayır, ancak ABD'nın cılız kontra denemeleri, son paslardaki becerisizlik yüzünden pozisyona bile dönüşmedi çoğu zaman, özellikle ilk yarıda. Öyle ki Fransa kalecisi Areola'nın eline değen ilk top, dakikalar 37'yi gösterirken, o da kornerden rahat bir top olarak geldi.


Gelelim U20 maçlarının en merak edilen köşesine : Hangi oyuncu sivrildi, hangisinden gelecekte yıldız olur ? Burada ele alacağımız 1 numaralı adam, zaten turnuvanın da Wonderkid'leri arasında gösterilen, Fransa'nın gelecekteki Yaya Toure'si, Pogba'dır. Sahadaki tüm oyuncular arasında ciddi anlamda fark yarattığını, kalite farkını anında anlayabiliyorsunuz. Hakim oldukları maç sırasında dahi Didier Deschamps ile pozisyon icabı girdiği bir tartışma, takımının lideri olduğunu gösteriyor zaten kaptan Pogba'nın. Eh bu yaşında İtalyan şampiyonu Juventus'da 20 civarı maçta forma giymiş bir gençten bahsediyoruz. Top çalıyor, ayağında top saklıyor, oyunu açıyor.. Kısacası bir defansif orta sahanın yapması gereken her şeyi yapıyor. Kendini daha da geliştireceğini düşünürsek, bu çocuğun ismini çok daha sık duyacağız gibi.

Fransa'dan bir diğer gözümüze batan oyuncu ise 20 numaralı formasıyla Thauvin oldu. Genç solak, sol kanatta oynarken süratli ve etkili bir biçimde çizgiye inip orta kesebilirken, ters kanada geçtiğinde de bir nevi genç Robben etkisi göstermesi, oldukça etkili bir özellik. Zaten teknik direktörleri ikinci yarıya Thauvin'i kenara alarak başladığında oyun tempoları ilk yarıya göre düşmüştü. Sonradan öğrendik ki Thauvin'i sarı kart sınırında olduğu için kritik İspanya maçına saklamak istemiş teknik direktör Deschamps.

Ve yıllardır Football Manager efsanesi olan, şimdilerde Arsenal'in yolunu tutacak olan Yaya Sanogo'ya. İlk yarıda sırtı dönük top alışı, hava toplarındaki hakimiyeti ile bizlere "inanılmaz bir Target Man geliyor!", "durdurulması güç!" dedirten Sanogo, ikinci yarıda, rezalet bir vuruşla dahi olsa penaltı golü atmasına rağmen, mental olarak kendi kendini durdurdu ve maçın geri kalanında oldukça ham bir görüntü sergiledi.

Hazır penaltı demişken, Fransa adına Yaya Sanogo'nun sonucu gol olsa da oldukça kötü bir penaltı vuruşu yapması ve ABD adına Gil'in penaltıyı kaçırması, "penaltı tecrübe işidir arkadaş, ihtiyarlar daha iyi atarlar" hipotezine destek verir bir görüntü çizdi bugün.


Geçelim Birleşik Devletler gençlerine.. Açıkçası çok sivrilen ve göze batan bir oyuncu söyleyebilmek mümkün olmasa da, yine de öne çıkan bazı gençlerden bahsetmeden geçmeyelim. Her ne kadar penaltı vuruşundan yararlanamasa da, takımın 10 numarası Gil, tekniğiyle arkadaşlarından daha ön plana çıktı. Ayrıca etkili kanat bindirmeleriyle, üstelik bu maçta henüz 2. kez milli formayı giyen takımın sağ beki Yedlin'in de gelecek için umut vaat ettiği söylenebilir. Ancak tüm bu oyuncuların yanında, maçın ABD adına en başarılı isminin Southampton forması giyen Cody Cropper olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar kurtarabileceği bir penaltıyı yemiş olsa da, maçın genelinde başarılı bir performans gösterdi bu oyuncu.

İşin geyik kısmına gelecek olursak ise, ABD'de sonradan oyuna giren Cuevas'ın tam anlamıyla Amerikan futbolundan global futbola yatay geçiş yapmış bir bücür olduğunu, ancak attığı gol ile takımına kazandırdığı 1 puan sonrasında da, Amerikan futbolunun meşhur "Cheerleader" yani ponpon kızları arasında popülaritesinin artmış olabileceği yönünde duyumlar almaktayız. Hadi yine iyisin Cuevas !


Yazımızı bitirmeden önce, MüzminSakatBlog ekibi olarak 55 bin kişilik koskoca TT Arena Stadı'nda gidip ABD kalecisi Crobber'ın ailesinin yanına, ABD koçunun ise önüne oturmuş olmamız bizim için büyük bir şans unsuruydu. Peder Bey ile yaptığımız sohbette bir çok detay öğrenme fırsatı bulduk kendilerinden. Müzmin Sakat'tan Crobber ailesine selam olsun.

" Kazanmak için doğru bir gün değildi "


Daha 2-3 gün önce yazdığım Wimbledon yazısının neredeyse bütün manasının kaybolmasına neden oldu Rafael Nadal. Çeyrek finalde Federer, Yarı finalde Murray, Finalde ise Djokovic'i yenerek şampiyon olmasını beklediğim Nadal, ilk turda Steve Darcis'e üç sette yenilerek turnuvaya veda etti. Maç sonrası "Kazanmak için doğru bir gün değildi " diyen Rafa, kariyerinde ilk defa bir Grand Slam'de ilk turda elenmiş oldu. Geçtiğimiz sene de ikinci turda Rosol'a yenilerek elenen ve daha sonra uzun bir tedavi dönemine giren İspanyol, o sakatlıktan gayet iyi dönmüp Roland Garros'u kazanmıştı.

Her sporcunun illa her maçı kazanmasını beklemek bencillik tabii ki. Nadal, Federer, Djoker, Murray, Tsonga, Ferrer, Del Potro vs gibi isimlerin birbirleri dışında, daha düşük seviye kişilere yenilmesi insanı ister istemez şaşırtıyor. Ne diyelim. Teşekkürler Nadal. Uzun süre sonra yazdığım ilk yazıda favori seni gösterdiğim ve beni turnuvanın ilk gününden yanılttığın için.

23 Haziran 2013 Pazar

Danke schön Fabian Ernst


Beşiktaş taraftarının taktığı lakaba göre "Üstün Alman teknolojisi", kimine göre Alman panzeri, kimine göre ise parlak kafalı bir beyefendi. Evet tüm bu yakıştırmaları bir arada toplayan isim, Fabian Ernst, geçtiğimiz günlerde aktif futbol yaşamına son noktayı koyduğunu açıkladı.
Futbola 1996 yılında Almanya'da Hannover 96 takımında başlayan Ernst, sırasıyla ülkesinde Hamburg, Werder Bremen ve Schalke 04 formalarını giydikten sonra 2008/2009 sezonunun ara transfer döneminde ilk defa Almanya dışında bir ülkede futbol oynayacağı Beşiktaş'a transfer olmuştu. Ve bu adam, "Devre arasında alınan oyuncular ülke ve takıma adapte olamıyor, başarılı olmuyor devre arası transferleri" tandeminin en büyük anti-tezi olarak karşımızda bulunmakta. Öyle ki ilk yarıyı çok da iyi geçirmeyen Beşiktaş, o sezon devre arasında gelen Fabian Ernst ve Yusuf Şimşek gibi "ihtiyar"ların müthiş katkısıyla çifte kupalı şampiyonluğa ulaşmıştı.

Peki gerçekten onlarca devre arası  transferi gerçekten beklenilen katkıyı veremiyorken, Ernst bunu nasıl başardı ? Bunu ben büyük ölçüde oyun disiplinine sadık kalarak oynamasına, çok ekstra işler yapmadan "işini yapmasına" ve meşhur Alman disiplinine bağlamaktayım. Hani derler ya "futbolcu Alman olsun çöp olsun" diye, hakikaten Alman oyuncular oyun disiplinine müthiş sadık oluyorlar. Ernst de istatistiklere bakıldığında, hatta maçların özet görüntüleri seyredildiğinde çok aman aman iş yapmış gibi gözükmese de Beşiktaş'ta ve son yılını geçirdiği Kasımpaşa'da, hep belirli bir çizgisini korudu ve maç içinde görünmeyen (pozisyon alma, oyunu yönlendirme gibi) işleri çoğunlukla başarıyla gerçekleştirdi.

Kendisini tam 4,5 sezon Türkiye'de izleme fırsatı bulduk. Ben Ernst'in ne kimseyle laf dalaşına girdiğini, ne de gerginlik yarattığını inanın hatırlamıyorum, yanlışım varsa düzeltirsiniz. Ancak bu efendi ve işini yapan adamın, taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin saygısını kazandığını ve Türk futboluna önemli katkıları olduğunu düşünmekteyim. Her şey için Danke schön Fabian Ernst

Bayanlar Baylar; Karşınızda: WIMBLEDON 2013



Dünya Tenis tarihinin en prestijli turnuvası olan Wimbledon 2013, yarından itibaren seyircilerle buluşacak. Gözler tabiiki Dünya bir numarası Djokovic, iki numarası Andy Murray, yedi kez bu turnuvayı kazanan ve geçtiğimiz yılın şampiyonu Roger Federer, geçtiğimiz haftalarda kariyerindeki ilk Grand Slam finalini oynayan David Ferrer ve uzun sakatlık dönemininin ardından tekrar sağlığına kavuştuğunu, Roland Garros'u kazanıp tarihe geçerek gösteren Rafael Nadal'ın üstünde olacak. Turnuvada kuralar da çekildi ve hakikaten ilginç bir kura oldu. Birazdan hepsine değineceğim.

Kadınlarda ise favoriler net çizgilerle belli. Serena hanımefendiyi durduramıyoruz malum. Diğer "favorimsi" isimlerde " acaba Serena birşeylere kızar, kafayı dağıtır bize ekmek çıkar mı ? " ümidiyle final için ellerinden geleni yapacaklar.



KURALAR-ERKEKLER

Bu seneki kura bize ilginç şeyler seyrettirecek bundan emin olabilirsiniz. Öte yandan Djoker'in kurası da bir o kadar ballar kaymaklar kıvamında.

Dünya bir numarası Djokovic, turnuvaya Florian Mayer ile başlayacak. Eğer bir sıkıntı yaşamazsa çeyrek finale kadar set kaybetmeden, çok rahat maçlar çıkararak gelmesini bekliyorum. Çeyrek finalde ise, Roland Garros'ta küllerinden doğan Monfils'e boyun eğerek ilk turda elenen Tomas Berdych ile karşılaşması olası. 2010 yılında final oynayan Çek raket Djokovic'e zorluk çıkartabilir ama kendisine pek şans vermiyorum. Görünen köy kılavuz istemez. Seri başları arasında en " balık " kurayı Djokovic'in çektiğini söyleyebiliriz.


Gelelim geçen senenin finalisti Andy Murray. Uzun yıllardır atlayamadığı o eşiği geçtiğimiz sene atlayabilmişti Murray. Wimbledon'da final oynadıktan sonra, Olimpiyatlarda Altın madalyayı kazanmıştı. Roland Garros'tan sakatlığı sebebiyle çekilen ve tamamen Wimbledon'a konsantre olan bir Murray var karşımızda. Turnuvaya Alman Benjamin Becker ile başlayacak Britanyalı sporcu. Son 16'da Janko Tipsarevic ile karşılaşması muhtemel. Çeyrek finalde ise, kendi evindeki turnuvada yarı final oynayarak dikkatleri üzerine çeken, Wimbledon'da bizlere heyecanlı maçlar izlettiren Jo-Wilfried Tsonga ile karşılaşması muhtemel.



Şahsi fikrimi söylemek istiyorum, Nadal ve Federer'in finalde karşılaşmasını isterdim açıkçası. Ama yukarıda Djokovic için bahsettiğim " balık " kuranın sebebi burada. Federer artık yaşının da ilerlemesinden dolayı gittikçe artan sırt ağrıları ve çeşitli sakatlıklar sebebiyle formunu kaybetmiş gözükse de, Wimbledon öncesi böyle tahminlerde bulunmak pek mantıklı değil. Çünkü karşımızda Nadal gerçeği varken, RG'dan fazla birşey beklememekte lazım. Ekselansları, RG'de Çeyrek Final'de elenmiş olsa da, Wimbledon öncesi hazırlık turnuvası olan Halle'de altıncı şampiyonluğunu kazanarak geliyor ve evet; burası oynamayı en çok sevdiği yer. 

Nadal, kortlardan uzun süre ayrı kalmasına sebep olan diz sakatlığından muhteşem döndü ve son sekiz yılda yedinci kez RG'u kazandı. Turnuvaya Belçikalı Steve Darcis ile başlayacak. Son 16'da ise, Stanislas Wawrinka, John Isner ve Lleyton Hewitt ile karşılaşma ihtimali bulunuyor. Her açıdan şanslı bir kura çektiğini söyleyemeyiz. ( Bu arada Hewitt geçtiğimiz sene ilk turda Tsonga ile eşleşmişti. Bu sene de Wawrinka ile eşleşti. Pek şanslı olduğunu söyleyemeyiz fakat yedi setlik maçlar bizi bekliyor olabilir. )

Son olarak David Ferrer'den de bahsetmek gerek. 31 yaşındaki İspanyol, kariyerinin ilk Grand Slam finalini birkaç hafta önce Fransa'da oynadı ve vatandaşı Nadal'a kaybetti. İlk turda Martin Alund ile karşılaşacak. Çeyrek finale kadar onu en çok zorlayacak isim ise Milos Raonic gibi gözüküyor ki son 16'da karşılaşma ihtimalleri yüksek. Ferrer'in çeyrek finaldeki muhtemel rakibi ise 8 numaralı seri başı Arjantinli Juan Martin Del Potro. Sakatlığı sebebiyle RG'dan çekilen nazik dev'in Wimbledon karnesi pek iyi değil. En iyi derecesi 2011 ve 2012'de dördüncü tur. Üçüncü tur'da Bulgar Dimitrov, son 16'da ise Kei Nishikori ile eşleşmesi muhtemel Del Potro'nun.

Uzun lafın kısası kuralar sebebiyle Yarı Finale kadar yorulmadan gelecek Djokovic favori. Zira Yarı Finalde karşılaşacağı muhtemel en zor rakip David Ferrer. Yarı Finalin diğer tarafı daha dikenli yollardan oluşmakta. Nadal veya Federer'den birinin yer almayacağı da kesin. O tarafta yarı finali Nadal-Murray oynar diye düşünüyorum. Finali ise Nadal-Djokovic, Şampiyonluğu ise Nadal alır diye düşünüyorum ( istiyorum )

KURALAR-KADINLAR

Lafı çok uzatmamak gerek aslında. Serena Williams'ın Finale çıkana kadar önüne çıkanı devireceğini düşünüyorum. Çeyrek finalde büyük ihtimalle, Kerber ile karşılaşacak. Yarı finalde ise, geçen seneki finalin rövanşını almak isteyecek kadar naif bir insan olan Agnieszka Radwanska ile karşılaşır. Yarı finalin diğer ayağında ise festival havası hakim. Zira finale kadar Serena ile eşleşmemek bulunmaz bir nimet.



Sharapova, RG finalinde Serena karşısında gayet iyi iş çıkardı ve beni umutlandırdı açıkçası. Çünkü çim kortta oynamayı her zaman seven Maria, benim gözümde finalde Serena'nın rakibi olacak diye düşünüyorum. Çeyrek Finalde, İtalyan Sara Errani ile karşılaşması muhtemel. Diğer tarafta ise Azarenka final için elinden geleni yapacak. Çeyrek Finalde, Kvitova veya Ivanovic ile karşılaşması muhtemel olan Belaruslu raket, yarı finalde kozlarını Sharapova ile paylaşacak gibi duruyor.

Yarı Final; Serena-Radwanska, Sharapova-Azarenka
Final; Serena-Sharapova
Şampiyon; Sharapova

( Zaten Serena'nın sakatlık yaşamaz ise kazanacağını biliyoruz, bari gönlümüzden geçeni söyleyelim )

Nani veya Farfan'a ihtiyaç var mı?



Galatasaray'da seçim süreci dün sonuçlandı ve Ünal Aysal üç sene için de yetkilendirildi. Artık gündem transfer. Daha önceden temasa geçilen ancak gerek seçim süreci gerekse yabancı oyuncu sınırlaması nedeniyle resmiyete kavuşmayan bazı oyuncularla daha somut adımlar atılacak. Bu isimlerin başında gelenler; Felipe Melo, Carlinhos, Farfan, Nani ve dahası. Bizim sorumuz şu: "Galatasaray'ın Farfan veya Nani'ye ihtiyacı var mı?"

Sistem ve teori açılarından düşünecek olursak, cevabımız böyle bir kanat oyuncusuna gerek yok olacaktır. Ancak futbol da diğer takım sporları gibi bir momentum oyunudur. Maç içerisinde akışı değiştiren oyuncular bu açıdan çok önemlidir. Mesela Amrabat'ın da transferi sırasında Fatih Terim'in önem verdiği bir konuydu bu. İşte Nani veya Farfan bu tipte ve fark yaratacak oyuncular. Şu da bir gerçek ki, bu kadar efektif kanat oyuncularını herkes kadrosunda ister.

Transferler genelde iki şekilde yapılır. Ya güçsüz olduğunuz bölgeyi güçlendirmek için bir oyuncu transfer edersiniz, ya da güçlü olduğunuz bölgeyi keskinleştirmek için oyuncu alırsınız. Galatasaray'ın Nani ve Farfan türünde silahları yok. Kabul edelim ki, üst düzey bir takımın en iyi kanat oyuncusu Amrabat olmamalı. Fatih Terim de bunun farkında. Bu nedenle mevcut sistemin oyuncuları olmasalar da hücum zenginliği yaratmak açısından böyle isimler lazım. 

Yabancı kısıtlaması, maliyet gibi unsurları da göz önüne alınca bu transferle ilgili ne karar çıkacak göreceğiz. Ancak bu oyunculara yönelinmesi şunu gösteriyor ki, bu transfer döneminde Galatasaray savunmasını güçlendirmeye ve hücumuna çeşitlilik katacak oyunculara yönelmiş durumda.

22 Haziran 2013 Cumartesi

U20 Dünya Kupası Başladı, Geleceğin Yıldızları Türkiye'de


Merak ve hevesle beklediğimiz 20 yaş altı dünya kupası sonunda başladı. Dün başlayan serüvende şu ana kadar A ve B gruplarında toplam 4 maç yapıldı. İlk maçlar itibariyle favori takımların galip geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. A grubunda Fransa, Gana'yı 3-1'le geçerken, İspanya'nın gençleri Amerika'yı 4-1 ile mağlup etti. B grubunda ise Portekiz, Nijerya'ya kafa kafaya geçen maçta 3-2 ile üstün gelirken, Güney Kore Küba'yı 2-1'le mağlup etti. 

Çiçeği burnunda Arsenal'li ve aynı zamanda bir FM efsanesi olan Yaya Sanogo, turnuvanın ilk maçında Gana'ya karşı golünü yazdırmayı başardı. Kendisi geçtiğimiz dönemde yaptığı açıklamada Arsene Wenger ile çalışma fırsatının Arsenal'e gelmesinde etkili olduğunu söylemişti. Belli ki, genç yıldız bu turnuvayı yeni teknik direktörünü etkilemek için bir fırsat olarak görüyor. İspanya'da ise gol yükünü Barcelona ve Real Madrid alt yapılarının ürünleri olan Jese ve Deulofeu çekti. İki yıldız da Amerika'ya karşı duble yapmayı başardı. 

Genç Millilerimiz de bugün El Salvador'a karşı sahne alacak. Salih'li, Kerim Frei'lı, Okay'lı kadromuza tabi ki güvenimiz tam. Umarız genç yıldızlarımız, kendi ülkemizde gerçekleşen bu büyük organizasyonda büyük başarılar elde edecektir.  

3 Haziran 2013 Pazartesi

Kafanızı Kuma Gömmeyin Beyler



Türkiye tarihi bir dönemden geçiyor. Yakın tarihimizde ardı ardına her kesimde yaşayan travmalar sonucu susmuş ve ürkek bir halka dönüşen Türk Milleti kabuk değiştiriyor. İster destekleyin, ister desteklemeyin ama kabul edin, tarihi günler yaşıyoruz ve değişiyoruz. Bugün Papazın Çayırı'nın Twitter'dan yazdıkları üzerine ben de düşündüklerimi kaleme almaya karar verdim. 

Arkadaşlar, Türkiye'de tribün terörünü bitiren polis terörü olmuştur. Bundan daha bir kaç ay önce kendi stadında biber gazına maruz kalan taraftarlara rakipleri "oh olsun" çekiyordu. Şimdi o gençler, omuz omuza kol kola göğüslüyor o insanlık dışı müdahaleyi. Galatasaraylı Fenerbahçelinin alnındaki kanı siliyor, Beşiktaşlı Fenerbahçeliyi omuzlarına alıyor, Karşıyakalılar Göztepelilerle aynı safta yer alıyor. Biz öğrendik beyler, yan yana gelebilmeyi tekrar öğrendik. Bu demek değil ki birbirimize aşık olup, akşamları saçlarımızı tarıyoruz. Hayır, biz rengimiz ne olursa olsun, tek amaç ile bir araya gelebilmeyi öğrendik. Daha büyük sorunlar baş gösterdiğinde, sırf farklı renkte forma giyiyor diye kan dökmenin gereksizliğini gördük. 

Sıra sizde beyler. Galatasaray yönetimi, Beşiktaş yönetimi, Fenerbahçe yönetimi.. Ne halk, ne tarih bu dönemde kafasını kuma gömenleri affetmeyecek. Fikriniz ne olursa olsun, istediğiniz tarafı tutun, istediğiniz açıklamayı yapın, AMA susmayın beyler. Bu yönetim kademesinde yarattığınız düşmanlığı bitirin. Kafanızı kuma gömmeyin beyler. Sizin yaşınızın yarısından bile genç olan adamların becerebildiğini en azından deneyin.