31 Mart 2012 Cumartesi

Oynamasak ne olur, futbol da neymiş!



Yazmayayım yazmayayım dedim ama artık dayanamadım ve sınavlarıma iki gün kala bir şeyler yazmazsam rahat edemeyeceğim. Türk futbolunun geldiği ve gittiği yolun hüznünü yaşamak bir yana, her geçen gün çıkan yeni saçmalıklara insanın sinir sisteminin dayanması çok zor. Geçtiğimiz günlerde İstanbul'da gerçekleşen UEFA kongresi, bizim cephemizden bir UEFA kongresinden çok şike gündemine nasıl bakıldığını anlamaya yönelik bir fırsattı. Buradan çıkacak mesajlarla kendimize dersler çıkarabileceğimizi ve bu veriler ışığında yol haritamızı belirlememizi umut ediyordum. Ancak güzel ülkemde çoğu defa olduğu gibi bu sefer de umutlarım boşa çıkacak gibi gözüküyor. Çünkü görünen o ki, hala adamları dinlemek yerine (çok açık bir şekilde uyarılarını yaptılar) karşı çıkmak niyetindeyiz. Ki bunu Avrupa'ya karşı aşağıda kalmamak olarak gören acınası bir zihniyetin futbolumuzu yönetmesi başlı başlına bir fiyasko. Üzülüyorum ki, hala etrafta UEFA / FIFA konusu gündeme geldiğinde "bir şey yapmazlar yeaa" düşüncesinde olan insanlar var.

Bu son günlerde bahsi geçen "thatcher" modeli şu anlama geliyor: Biz kendi isteğimizle 5 sene Avrupa'ya gitmiyoruz arkadaş! Bu ağza bile alınmaması gereken lafı, ciddi anlamda düşünen bir Türkiye Futbol Federasyonu başkanımız var. Keza bunu aday olduğu dönemde de saklamadı ve futbol kulüplerimizin birbirinden başarılı yöneticileri de ardı ardına bu adaya desteklerini verdiler. Bu da yetmez gibi bir de başbakan çıkıp: "Gerekirse gitmeyi veririz Avrupa'ya, bak İngiltere'ye nasıl geri döndüler" diyor. Yahu futbol bazında İngiltere ve biz bir miyiz! Haydi onu geçtim, Allah aşkına İngiltere'nin o zaman içinde bulunduğu durum ile bizim şimdi yaşadığımız durum aynı mı? Bilmeyenler için İngiltere neden Avrupa'ya 5 sene gitmeme kararı aldı anlatayım: 1985 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası finali Liverpool ve Juventus arasında oynanıyor. Bu maçtan önce İngiliz holiganlar (Liverpool taraftarı) Juventus taraftarlarına saldırıyor. Oluşan kaos ortamında bir duvar çöküyor ve İtalyan taraftarlar tellere sıkışıyor. Bu olay sonucunda 39 kişi hayatını kaybediyor. Siz kimsiniz ki böyle büyük bir trajediyle, birkaç kulübün şikeye, teşvik yada teşebbüse bulaşmasını bir tutuyorsunuz? Siz kimsiniz ki birkaç kulübün hukuk dışı davranışları şüphesiyle yargılanmasını, bütün bir ülkenin futbol geleceğine mal ediyorsunuz.

Thatcher modelini uygulamanın başka bir anlamı da şu: "Evet biz suçumuzu kabul ediyoruz ve kendi cezamızı kendimiz veriyoruz." Peki iyi de arkadaş, sen bunun doğuracağı sonuçları hiç mi göz önünde bulundurmuyorsun? 5 sene Avrupa kupalarına gitmemek demek kulüplerimizin bütçelerine geri dönülmesi neredeyse imkansız hasarlar vermek demek. Şimdi ben ardı ardına bir çok şey sormak istiyorum, bu süreç bağladığında "futbol ekonomisi" lafını ağzından eksik etmeyenler, bu nedenle ceza verilmesinin önünde duranlar şimdi bu mevzular yüksek sesle konuşulurken nerelerde? Bir veya birkaç kulübün küme düşmesiyle kıyaslanamayacak bir ceza söz konusu şuan. Zaten ardı ardına berbat bilançolar açıklayan futbol kulüplerimiz 5 sene boyunca Avrupa'dan 5 kuruş almadan yaşamını sürdürebilir mi? Sürdürse ne hallerde sürdürür? Digitürk en son ihalede yaptığı gibi bir kez daha ligimizin kalitesinin 3 katında bir para teklif eder mi? Hangi kaliteli yabancı oyuncu, Avrupa piyasasında takip edilme şansı olmadan bu lige adımını atar? Ne olacak peki, bu şekilde kaliteli Türk oyuncular mı yetiştireceğiz? Bu şekilde kısıtlamalarla, kaliteli hiç bir şeye ulaşılamaz. Bu çok net. Kaliteyi arttıracak tek bir şey varsa o da rekabettir. Allah aşkına kaç tane Türk oyuncu ulaştığı yerden daha fazlasını istediği için yoğun bir çalışmaya girmiş. Böyle kaliteli yabancı oyuncuların da olmadığı bir durumda yerli oyuncuların yerlerinin garanti olacağı ve kalitelerinin daha da geriye gideceğini görmek çok zor değil.



Peki 5 sene boyunca Avrupa'ya gitmedik. Hadi bu süreçte de futbolumuz sadece ağır yara aldı ama ölmedi. Sanıyor musunuz ki, şimdi bıraktığımız yerden Avrupa'da devam edeceğiz. Avrupa'da takımların ve ülkelerin sıralamaları son 5 sezonda topladıkları puanlarla belirlenir. Yani biz ülkecek en alt sıraya düşeceğiz. Bunun meali de şu: Şampiyonlar Ligi'ne, UEFA Avrupa Ligi'ne girdiğimiz zaman San Marino takımlarından bile fazla ön eleme oynayacağız. Üstelik bunları da seri başı takımlarına karşı oynayacağız. Seri başı olmayan takımlarla oynarken bile, takımlarımızın bu eleme maçlarında ne büyük sıkıntılar yaşadığını biliyoruz. Bir de ardı ardına Tottenham, Valencia gibi takımlarla oynadığımızı düşünün. Muhtemelen ülke olarak Şampiyonlar Ligine bir süre de o şekilde katılamayacağız.

Demin "bütün bir ülkenin futbol geleceği" dedim. Bu kavramın içine giren unsurlardan birinin de milli takım olduğunun farkında mıyız acaba? Yani biz şikeyi ülke olarak kabul ettiğimiz ve kendi kendimizi Avrupa'da oynamaya layık görmediğimiz zaman, Avrupa bizi milli takım düzeyinde turnuvalara dahil edecek mi? Bütün bir milletin heyecanıdır, milli maçlar. Milletleri bir araya getiren bir tutkudur bu heyecanlar. Muhtemelen böyle bir yola adımımızı attığımız zaman, bu heyecandan da yoksun kalacağız. Bunların yanında düzenlemek istediğimiz EURO 2020'yi falan da unutalım şimdiden daha iyi. Euro 2016'ya adaylığımız sürecinde yaptığımız presantasyonlar şu fikri temel alıyordu: It's time for Turkey! Gerçekten de bizim zamanımız gelmiş..

Başından beri korktuğumuz şey başımıza gelmez umarım ama endişe verici açıklamaların sayısı artmaya başladı. Prestij kaybı, para kaybı her şey bir yana bütün bir millet olarak çok sevdiğimiz, hayatımızın bir parçası yaptığımız "futbol"u kaybetme tehlikesi var karşımızda. Avrupa arenasına çıkmadıkça, esas başarıyı orada yakalama amacı olmadıktan sonra burada oynanılacak ligin mahalle liginden ne farkı kalacak ki?

30 Mart 2012 Cuma

Dibe vurup yükselenler: Raymond Felton ve Wesley Matthews



Nba sağolsun bu sezon uzadıkça uzayan lanet bir lokavtın sonucu olarak, bir çok sürprize tanıklık ettik. Benim adıma sezonun en büyük hayal kırıklığı ise Portland Trail-Blazers. Portland'a oyuncu özelinde bakarsak ise listede en tepeye Raymond Felton'ı yazarım arkasına da Wesley Matthews'u koyarım. Oyun sistemi zart zurt her şey neden olarak ardı ardına sıralanabilir, sıralanmalıdır da, keza Portland yazımda sıraladım da. Ancak belli bir seviyenin üzerindeki bir oyuncu iseniz veya o seviyeye adaysanız,bu bahsettiğimiz standardın altına pek düşmemek gerekiyor. İşte bu iki delikanlı bu sezon beklentilerin(beklentilerimin) çok altında oynadılar aylarca. Ta ki Nate McMillan kovulana kadar.

Yazıya başladığım anda gözümün önüne bir tablo geliyor. Bir yanda ayıboğan Servet, diğer yanda Frank Rijkaard. Tek eksik olan ise "Neayskenss" hocamız diye çığırtıp, programdan programa çıkan bir tercüman. He belki Trail-Blazers staffında da böyle bir keltoş vardır belki onu bilemem. Ancak bu iki, yüksek potansiyelli gördüğüm oyuncuların Nate McMillan ile / McMillan sonrası performansları arasında uçurum var. Felton sezon boyunca 31 dakika sahada kalıp %39 ile 10 sayı 6 asist ortalaması yakalamışken, McMillan gittiğinden beri %50 gibi bir yüzdeyle 16 civarı sayı kaydedip yanına 8-9 asist yapıyor. Özellikle şut yüzdesinde muazzam bir yükseliş var. Az sonra bu konuya tekrardan değineceğim. Matthews ise sezon boyunca %41 ile 12 sayı 3 rebound ortalarken, son iki hafta içerisinde yine %41 ile atmasına rağmen sayı ortalamasını 17'ye yükseltip maç başına attığı üçlük sayısını 3.5'a çıkarttı. Neyse çok fazla istatistiklere boğulmayalım.

İstatistikler mini etek giymiş çekici bir hatuna benzer. Görmenize izin verdiği bir çok şey vardır ve aklınızda bir şeyler oluşturmaya bayılır. Ancak bu hatun her şeyi söylemez ve bazı şeyleri görmek için istatistiklere bakmak yetmez. Farzı misal, bu yazımın konusu olan iki adamın kafalarındaki rahatlık. Şut yüzdesi dediğimiz olayın yüksek olması, büyük oranda kendine güvenmeye ve kafanın basketbol dışında bir şeylerde olmamasına bağlıdır. Özellikle Felton'a bakacak olursak takas süresinin bitmesinden önceki ruh hali ve takımda kalmasından sonraki ruh halinin istatistiklerine nasıl yansıdığını görebiliyoruz. "Oh be yırttık" şeklinde bir silkinip, kafayı "ulan yarın sabah yollanır mıyım acaba" düşüncesinden sıyırıp basketbola konsantre olmanın ne kadar önemli olduğunun yaşayan bir kanıtı şu an Raymond Felton.

Wesley Matthews da Raymond Felton da kurulmuş Portland takımı için değerli parçalardı. Sonuçta bu adamlar da salak değil, takımın kötü gidişatının ardından birilerine tek yönlük biletlerin yollanacağını biliyorlardı. Şimdi ise sadece ilk engeli aştıklarının farkındalar. Bu sezonu kurtardılar ama şimdi de iyi oynamak zorundalar ki, önümüzdeki sezon için de yerlerini ayırtabilsinler. Becerebilirler mi, beceremezler mi onu şimdilik kestirmek zor ama bence onları da yollamaktan çekinmeyecektir Portland yönetimi. Malum köprüleri yakıp bir yola girdiler artık. Felton'ın kontratının bu sezon sona ermesi de onun performansı için ayrı bir konu tabi. Sezon sonuna gelirken iyice etekleri tutuşmuş durumda, ki çok normal. Kontrat senesinin büyük bölümünde %39'la atan bir adam sonuçta..

26 Mart 2012 Pazartesi

Shipp'in boşluğuna Nihad Dedovic..



Evet basketbolda bu hafta artık bir kaç transfer olmasını bekliyordum ki, ilk hamle Galatasaray Medical Park'tan geldi. Keza takımın görünmez kahramanı Josh Shipp'in ayak bileğinin kırılmasıyla beraber zarüri olan transfer gerçekleşti ve Lottomatica Roma forması giyen 1990 doğumlu boşnak oyuncu Nihad Dedovic Galatasaray'lı oldu. Ne kadar tanıyorsun dersen, adını ilk defa duydum bu arkadaşın. Ancak biraz okuyup, dinleyerek bir fikir oluştu kafamda.

Transfer gerçekten zor iş. Sanıyorum ki Dedovic Galatasaray'ın 4. 5. tercihi falandı ama listenin üst sıralarındaki oyuncularla anlaşılamayınca rota boşnak oyuncuya döndü. Yani biraz Songaila'nın ayrılmasından sonraki Savovic'in transferine benziyor bu durum. Savovic'ten pek beklediğini bulamayan Galatasaray Dedovic'ten istediği katkıyı alabilecek mi göreceğiz. Öncelikle görünen o ki, Shipp'in boşluğunu direkt olarak doldurabilecek bir isim değil. Shipp gibi sürekli ihtiyaç duyulan pis işleri kovalayan, görünmeyen katkıları yapan bir isimden daha çok alıştığımız anlamda bir 2 numara kıvamında bu delikanlı. Boy olarak Shipp'le hemen hemen aynı boydalar ve muhtemelen Shipp gibi 2.5 numara kıvamında kullanılacaktır.

Dedovic belki Shipp kıvamında yan istatistikleri veremeyebilir ama muhtemelen ondan daha yüzdeli bir şekilde ceza şutlarını kesebilecektir. Yani savunma konusunda bir Shipp olmasa da hücumda ve özellikle şut kısmında daha efektif olabilecek gibi geliyor bana.

Aranılan oyuncu mu? Sanmıyorum. Bence şu içinde bulunduğumuz süreç içerisinde daha "olmuş" ve net katkı verebilecek bir isim tercih edilmeliydi ama görünen o ki o adamla anlaşılamamış. Durum böyle olunca pek diyebilecek bir şey kalmıyor. Hayırlı olsun..

24 Mart 2012 Cumartesi

" Sevinsem mi Üzülsem mi ? " Allen Iverson





O bir efsane. Çoğu genç için bir idol, onun crossoverlarını başlı başına basketbola başlamak için bir neden. Örgülü saçları, lise yıllarında bir efsane olmaya başlamışken, bir bowling salonunda karıştığı söylenen kavgayla daha o zamanlar ülkenin gündeminde kendini göstermiş, siyahların Amerika’da ki haklarını savunmasında bir nebze örnek ve öncü olmuş, NBA kariyeri boyunca attığı sayılar, kazandığı MVP ödülleri, kırdığı rekorlar, tutuklanmaları, özel yaşamındaki olaylar vs vs. Bahsetmek istediğim kişi Allen Iverson. Kendisi benim basketbol’a başlama sebebimdir. Ne mutlu bana ki daha 11 yaşındayken bu Video Recorderlar varmış ki, o meşhur 20 sayıdan geri geldikleri Doğu Konferansı’nın Batı’yı yendiği maçı kadetmiş bnim babam. O Iverson aşkı daha da kabarmıştı o All-Star’dan sonra. Ha bir de o sezon takımım Philly finallere çıkmış, Iverson normal sezon MVP’si olmuş fakat 90’larda nice NBA yıldızının ( Karl Malone, Gary Payton vs.) şampiyonluk kazanmasına engel olmuş o Chicago Bulls takımı gibi bir hanedanlıkta Batı yakasında kurmuş olan Phil Jackson, Iverson’ın yüzük hayallerini suya düşürmüştü. O yaşlarda gece kalkıp maç izleme hayallerimin içine çoğu ebeveyn gibi benim ailem de çomak sokuyordu. Allahtan final serisinde bu Amerika’da ki saat farkı zımbırtısından dolayı sabah okula gitmek için kalktığımda maç hala yayında oluyordu, biz de o sayade az biraz Iverson seyrediyorduk. Hala niye olduğunu anlayamadım bir şekilde bölesine epik bir oyuncuyu takas etti Philly. O günden beridir de belini doğrultamadılar işin doğrusu. Allahtan geçtğimiz sezon Doug Collins geldi de taş gibi bir takım yarattı. Onu ilerleyen yazılarımda anlatacağım zaten. Iverson, Melo’yla beraber çok iyi oynadı, yine iyi istatistikler yaptı ve maalesef yine şampiyon olamadı ve 2. senesinin sonunda Detroit’e takas edildi ve kariyeri burdan itibaren düşüşe geçti. Bir sezon Detroit, sonraki sezon Memphis’le 3 maç oynadı, koçuyla sorunlar yaşadı ve basketbolu bıraktığını açıkladı. Ama bu kararından geri döndü ve 25 maç için tekrar yuvaya döndü ve Philly’de oynadı. Ama orada sezonu tamamlayamadı kişisel sorunlarından dolayı.

Iverson’ın NBA macerası malesef kötü bir şekilde sonlandı. Tabii şimdilik. 2010 sezonunda ülkemize de geldi. Beşiktaş Milangaz formasıyla, seyrettik onu. Müthiş bir keyifti ama buradaki macerası da hüzünlü bitti ve ciddi bir sakatlık yüzünden sezon ortasında takımdan ayrıldı. Ayrıldığından beri kendisini pek öyle ortalarda görmüyoruz. Bu yazıyı yazmamın nedeni ise birazdan bahsedeceğim bir haber. Iverson gibi bir efsanenin biyografisinin hele de benim tarafımdan bu kadar kısa yazılmasını kimse beklemesin. Hatta biyografiyi bu kadar kısa tutmamın nedeni, çok uzun tutup asıl haberi unutturmak istememem diyebiliriz.

Dün kendi kendime “sevinsem mi üzülsem mi” dediğim bi haber okudum sanalalemde. Allen Iverson’ın, Dominik Cumhuriyeti Basketbol ligi’nde bir takımla anlaştığını söylüyorlardı. NBA’de nice vasıfsız, hem vasıfsız hem yaşlı adamlar kadrolara girebiliyor ve süre alabiliyorlarken, Iverson’ın gidip taa Dominik’te bir takımla anlaşmasına gerçekten çok üzüldüm. Sonra kendi kendime düşündüm, belki haberlerinde birkaç istatistik haberi görürüz AI’yla ilgili ne bileyim elinde basketbol topu, üstünde bir forma, tam crossover yapacakken bir resim veya bir video görmek hakikaten beni baya da mutlu edebilirdi. Ama sanırım üzgün kısmım daha ağır basıyordu. Bugünde NBA’in resmi sayfasında okuduğuma göre, Iverson bu teklifi duyduğuna çok şaşırmış. Menejerinin dediğine göre ve AI çalışmalarına kendisi devam ediyormuş ve NBA’den gelecek bir fırsat bekliyormuş. Düşünüyorumda dizleri elinde bir Arenas’ın, 25 dakika’nın üstünde süre alması durumunda dizlerinden herhangi birini, kendi potasına koşarken yolda kaybedebilecek bir Jermaine O’Neal, artık dede olup evde torunlarıyla barbekü keyfi yaşaması gerekn Jerry Stackhouse bile arada girip iki şut atabiliyorsa, Iverson’ın da birşeyler yapabileceğini düşünüyorum. Tabii ki gelip her maç 30-40 sayı atmasını beklemiyorum ama her ne kadar yeni bir yapılanmadan geçse de ve Curry sakat olduğundan mütevellit ilk 5 başlasa da, Nate Robinson gibi sorumsuz, gevşek arkadaşlar 20-30 dakika süre alabiliyor iken Iverson’ın Robinson’dan kötü oynamasını beklemiyorum açıkçası.

Yazının başında da belirttiğim gibi bendeki Iverson hayranlığı psikopatlık boyutlarında. Yazının özellikle son kısmında fazla duygusal yazmış olabilirm ama yinede bir düşünün. Bence çatır çatır oynar ya.

22 Mart 2012 Perşembe

Yalnız ve güzel takım: Portland Trail Blazers



Şahsen nereden kaynaklandığını bilmediğim, özel bir sempati beslediğim, gece kahvemi hazırlarken "güzelinden bir Porland maçı olsa da izlesem" diye iç geçirdiğim yalnız ve güzel takım Portland Trail Blazers artık yeni bir ufka yelken açıyor. Nba'de bir takım sahibi olsanız (Allah mı söyletiyor ne?) en istemeyeceğiniz yer orta sıra takımı olmak olur. Yani sürekli orta sıralarda gezineceğinize 2 sene en dipte olun, oradan fırlamak daha muhtemeldir. Portland cemiyeti bu orta sıranın bir kafa yukarısında ama elit kategoriye ulaşamayacak bir seviyedeydi ki erken davrandılar ve geleceklerinin takımını kurmaya karar verdiler. Takasın son gününde yaptıkları hamlelere tekrar bir dönüp bakınca bu amaç çok net bir biçimde görülebiliyor. İyi ki de bu yola saptılar, keza benim adıma bu senenin takım bazında en büyük hayal kırıklığına dönüştüler. Aslında fena da bir takım kurulmamıştı ama kimi zaman yapmaya çalıştığınız iş tutmayabiliyor.

Tartışmasız olan bir gerçek var ki, şanssızlıkların dibine vurmuş bir takım Trail Blazers. Dwight Howard sonrasında gençlik dönemlerini göz önüne aldığımız zaman en spektaküler uzun olan dev adam Greg Oden gözümüzün önünde eriyip gitti bir kaç sene içinde. Bu saatten sonra da basketbol oynaması gerçekten zor. Ah şu diz sakatlıkları yok mu, çok kahpeler vesselam. Greg Oden ve Portland cephesinin yollarının kesiştiği 2007'nin draft günü de muhtemelen Trail Blazers için hiç bir zaman unutulmayacak bir gündür. Malum 1 numaradan Oden'ı seçiyorsunuz, adam neredeyse basketbol oynayamıyor; 2 numaradan giden isim ise Kevin Durant. Başka bir Portland draft talihsizliği görmek isteyenleri 1984 yılına davet ediyorum. 1 numaradan giden Hakeem Olajuwan, 2 numaradan Portland'ın seçimi Sam Bowie ve 3 numaradan giden delikanlı Michael Jordan. Neyse geçmiş yaraları deşmeyerek günümüze dönelim ve Portland'ın Oden'dan sonra kaybettiği Brandon Roy'un yüreklerimizde açtığı yaradan bahsedelim. Nba'in en "saf skorer"lerinden ve en yetenekli oyuncularından biriydi Brandon Roy. Çok yazık oldu çok. Düşünsenize bir kaç sene içerisinde süper yıldızınızı ve çok şey beklediğiniz pivotunuzu kaybediyorsunuz. Eh kim yeni bir başlangıç yapmak istemez ki?

Bu sene kurulan takımın kimyası bir türlü oturmadı ve başarısızlığa götüren baş sebeplerden biri de bu oldu. Sene başında kadroya dahil edilen ve önemli bir katkı yapması beklenilen Jamal Crawford ile koç Nate McMillan'ın yıldızları bir türlü barışmadı. Takımın oyun kurucusu Raymond Felton ise tam anlamıyla sapır sapır döküldü bu sene. Aslında Felton Charlotte Bobcats formasıyla yavaş tempoya uygun olmadığını gözümüze sokmuştu ama Portland performansı da bunu cilalattı diyelim. Halbuki hızlı tempoda çok da verimli bir isim, yazık oluyor bence. Şöyle bir bakınca yeni kurulacak geleceğin hali hazırdaki yıldız Lamarcus Aldridge ve yükselen yıldız adayı Nicolas Batum'un üzerine olacağını tahmin edebiliyoruz. Yeni bir başlangıç yapmak için fena bir ikili de değil aslında.



Sezon sonu ise tam bir yaprak dökümü yaşanacak Portland civarlarında. Raymond Felton, Hasheem Thabeet ve Jamal Crawford gibi mali yükü yüksek kontratlarından kurtulacaklar. He takımın yeni koçu hızlı tempo basketbola dönmek isterse Felton tutulabilir ama onu o zaman görürüz. Bu adamların gitmesiyle beraber bütçelerini rahatlatmış olacaklar ve sezon sonu boşta kalacak oyuncuların içinden bir hamle yapmak için şansları doğacak. Bu hamlenin bir oyun kurucu olmasının iyi olacağını düşünüyorum. Şimdiye kadar güzel konuşuyoruz ama esas şansları; Nba tarihinin en güçlü ve derin draftlarından biri olması beklenilen 2012 draftına iki tane birinci tur seçim hakkıyla girmeleri. Dahası bu hakların muhtemelen ikisi birden TOP10'dan çıkacak. Birisi kendi takımlarının hakları ki iyi durumda değiller, diğeri ise yaptıkları hamlelerle kıpırdanmaya çalışsalar da çok bir yere varamayacak olan New Jersey Nets. Peki bu iki seçim nereye takviye yapacak? Öncelikle 2012 draftının ilk 5'inde çok ciddi potansiyel taşıyan uzunlar bulunuyor (bknz. Anthony Davis, Andre Drummond, Jared Sullinger..). Denk gelip de hakları ilk 5'ten veya 6'dan çıkarsa, çok değerli oyunculardan 1 tanesini takıma katabilirler.

Nate McMillan'ın kovulması ise bence biraz aceleci bir karar. Eyvallah çok kötü bir sene geçiriyor ve takımın düşüşüne karşı koyamadı. Ancak bu kendi beceriksizliğinden çok oyuncuların uyumsuzluğuyla ve takımdaki atmosferin bozulmasıyla alakalı diye düşünüyorum. Keza geçtiğimiz sezonlarda gayet başarılı sezonlar da geçirmişti. "Neden kovuldu, böyle saçmalık mı olur!" kafasında değilim ama bence biraz daha beklenilebilirdi. Belki de Portland yönetimi oturdu "ulan en iyi olduğumuz zamanda bile playoff'un ilk turunda eleniyoruz" diye düşünüp toptan bir değişime gitme kararı aldı. Buna da çok karşı çıkamam.

Portland Trail Blazers bir kaç sene içinde gayet iyi ve ilgi çekici bir takıma dönüşebilir. Bu dönüşümün temellerini atmaya çalışıyorlar. Bu potansiyellerini ise kağıt üzerinde düşünüyor, kafamda canlandırıyor ve "neden olmasın?" diyorum. İtirazı olan varsa şimdi konuşsun, yada sonsuza dek sussun! Haydi hayırlısı.

20 Mart 2012 Salı

Yorgun Aslan, Mücadeleci Sivas ve Abitevladı



Bundan iki gün önce oynanan Fenerbahçe derbisinin etkisi daha her şeyin hepimizin üzerindeydi ki, bu arada bir kupa maçı oynandı. Oynayan taraf yine Galatasaray, rakip ise Sivasspor'du. Hepimizin aklı hala derbideydi diyorum ya, gün içinde belli olan Fenerbahçe'nin seyircisiz oynama cezasının muhabbetleri falan yapılıyordu hala maça sayılı dakikalar kala. İşte ben de bu kafadaydım ki, Fatih Terim'in bugün çıkartacağı 11'i görüp şaşırdım. İnsanoğlu olarak lige o kadar yoğun konsantre olmuşuz ki, "kupayı da kazanalım lan" düşüncesi aklıma gelmiyordu bile. Ancak Terim as oyuncularının çoğuna bu maçta da görev verdi. Bu "kazanmak istiyorum" un sinyaliydi. Tabi ki çıkan kadro doğru mu yanlış mı tartışılır. Malum cumartesi günü müthiş bir efor sarf eden oyuncuların çoğunun sapır sapır oyundan düştüğüne tanıklık ettik. Sivasspor ise Galatasaray'ın düşmesiyle beraber daha da inanmaya başladı tura ve gayretini hep üst seviyede tuttu.

Galatasaray'da bir kaç oyuncudan tek tek bahsetmezsem akşam rahat uyuyamam. Aksayanlar listesinin en üstteki yerine hiç efor sarfetmeden yazacağım isim Albert Riera. İyi oynadığı zaman hakkını veriyorum ama eleştirim yine değişmiyor, kötü oynadığında ise gerçekten çekilmez bir oyuncu. Çünkü Riera bir tek top ayağındayken etkili olan bir adam. Ki o da iyi günündeyse. Kötü günündeki bir Riera'nın ise kaybettiği topların haddi hesabı yok. Zaten hantal kanat oyuncusu sevmem, iyice her hamlesi batmaya başlıyor bana. İyi oynadığı maçlar yok değil, yedekten gelip güzel katkı verdiği oyunlarını hatırlıyoruz ama benim için bu takımın oyuncusu değil ve olamayacak. Riera'nın altına yazacaklarım da tabi ki belli: Sabri ve Sercan. Sercan için umutlu olan saf insanlardanmışım bunu fark ediyorum şimdi. Tekniğinin zayıf olduğunu kabul etmemin yanında geliştirilebilir olduğunu (özellikle de gol vuruşlarının), hızının da avantaj olarak kalacağını düşünüyordum. Ama olmuyor be abi. Adamın kapasitesi buymuş meğer. 4 sene önce de bu kadardı hala da 2 cm ilerletemedi beyefendi oyununu. Kendisi için çok üzücü bir durum. Hani Galatasaray'a 3 milyonluk bir kazık olur en fazla ama kendisi burada tutunamazsa serbest düşüşün içinde bulur kendisini. Sabri'ye artık analiz yapmaya falan gerek yok. Bildiğimiz Sabri işte. Takımdan yollanmasına karşıyım, çünkü artık Galatasaray'ın yerleşmiş isimlerinden biri haline geldi. Kadroda tutulmalı ama 3. alternatif olarak görülmeli diye düşünüyorum. Daha fazlasını veremeyeceğini defalarca gösterdi bize. Son olarak Baros'u kıl payıyla bu listeye eklememeye karar verdim, çünkü çok ama çok şanssız 2 maçtır. Hani Fenerbahçe maçında son saniyede kaçan top girse, bugün de direği yalayan toplarından biri girse yine golcüydü. Şanssızlığını kırar mı, son haftalarda ne yapar bilmem ama bence önümüzdeki sezona daha etkili ve sağlam bir santrfor ile girmeli Galatasaray.

Bugünkü maçta Galatasaray'ın performansındaki düşüşün iki ana nedeni var; yorgunluk ve önemli 2 oyuncunun sahada olmayışı. Yorgunluğun etkilerini en net bir biçimde Necati, Eboue ve maç boyunca Eneramo ile savaşan Ujfalusi'de gördük. Ki çok da normal. Yalnız Aydın'ın neden çıktığını hiç anlamadım onu unutmadan ekleyeyim. İlginçtir ki takımın en iyilerinden biriydi. Umarım sakatlığı falan yoktur. Diğer performansı düşüren etken ise Elmander / Melo ikilisinin olmayışı. Şöyle ki; bu iki savaşçı hem hücumun hem de savunmanın bel kemikleri. Onlardan eksik mücadele eden Galatasaray'ın aksadığını çok net gördük bugün. Arkasında oynayan savunmayı muazzam bir şekilde rahatlatan Felipe Melo'dan eksik olunca çok daha fazla adam kaçırdığını gördük Ujfalusi-Semih tandeminin. Hücumda ise Elmander'in yaptığı işi (hücum pres) yapabilecek bir isim daha yok zaten.

Veee son olarak Mustafa ABİTEVLADI! Ligin en kötü hakemlerinden biri, kesin ve de kesinkes. Bunu son dakikada penaltısını vermediği Galatasaray'ın penceresinden bakarak söylemiyorum, genel bakarak söylüyorum ki adam çok kötü. İki taraf için de futbol için de çok kötü olan bu Abitevladımız aynı zamanda eyyamcı da. Buradaki eyyamcıyı açalım ve diyelim ki; Mesela kritik bir pozisyon oldu ve ev sahibi takımın aleyhine. Bu pozisyonda ev sahibini kollayıp, ertesi 2-3 küçük pozisyonda diğer tarafa yaranmaya çalışan adamdır eyyamcı. Abitoğlu bunların Master'larından biri işte. Çok da fazla bir şey söylemeye gerek yok.

19 Mart 2012 Pazartesi

Nba'de kontratı bitecek oyuncular


(B: bağımlı serbest , O: oyuncu opsiyonu, T: takım opsiyonu)

Oyun kurucular!

Elit kesim: Deron Williams - New Jersey Nets (O), Steve Nash - Pheonix Suns,

İhtiyar heyeti: Jason Kidd - Dallas Mavericks, Chauncey Billups - LA Clippers, Jason Terry - Dallas Mavericks, Andre Miller - Denver Nuggets

Fırsat oyuncuları: Raymond Felton - Portland Trail Blazers, Aaron Brooks - Pheonix Suns (bağımlı), Goran Dragic - Houston Rockets, George Hill - Indiana Pacers (bağımlı), JEREMY LIN

Diğers öne çıkanlars: Kirk Hinrich - Atlanta Hawks, Jameer Nelson - Orlando Magic, D.J Augustin - Charlotte Bobcats, Mo Williams - LA Clippers (O), Beno Udrih -Milwaukee Bucks (O), Ramon Sessions - LA Lakers (O)
------------------------



Şutör gardlar!

Elit kesim: Eric Gordon - New Orleans Hornets (B)

İhtiyar heyeti: Ray Allen - Boston Celtics

Fırsat oyuncular: Louis Williams - Philadelphia 76ers, O.J Mayo - Memphis Grizzlies (B), Jamal Crawford - Portland Trail Blazers (O)

Diğers öne çıkanlars: Landry Fields -New York Knicks, Rudy Fernandez - Denver Nuggets (B), Carlos Delfino - Milwaukee Bucks, Nick Young - LA Clippers
----------------------------



Kısa forvetler!

Elit kesim: Gerald Wallace - New Jersey Nets (O)

İhtiyar heyeti: Grant Hill - Phoenix Suns

Fırsat oyuncular: Nicolas Batum - Portland Trail Blazers (B), Wilson Chandler - Denver Nuggets (B)

Diğers öne çıkanlars: Chase Budinger - Houston Rockets (T), Jeff Green -Boston Celtic (B)
----------------------------



Uzun forvetler!

Elit kesim / İhtiyar heyeti: Kevin Garnett - Boston Celtics, Tim Duncan -San Antonio Spurs

Fırsat oyuncular:
Ryan Anderson - Orlando Magic (B), Ersan İlyasova - Milwaukee Bucks, Kris Humphries - New Jersey Nets

Diğers öne çıkanlars:
Michael Beasley - Minnesota Timberwolves (B), Brandon Bass - Boston Celtics (O)
----------------------------



Pivotlar!

Elit kesim: Roy Hibbert - Indiana Pacers (B), Andrew Bynum - LA Lakers (T)

İhtiyar heyeti: Marcus Camby - Houston Rockets, Jermaine O'Neal - Boston Celtics, Ben Wallace - Detroit Pistons

Fırsat oyuncuları: Spencer Hawes - Philadelphia 76ers, Chris Kaman - New Orleans Hornets, Brook Lopez -New Jersey Nets (B)

Diğers öne çıkanlars: Ömer Aşık - Chicago Bulls, Javale Mcgee - Denver Nuggets (B)

(Oyuncu bilgileri "www.hoopsworld.com" sitesinden alınmıştır)

18 Mart 2012 Pazar

Fener'in umutları "balta"landı


Ligin haftalardır merakla beklenen derbisi, hatta dünyanın sayılı derbilerinden olan bir maç oynandı dün akşam : Fenerbahçe – Galatasaray. Bu iki ezeli rakibin maçları, takımlar ligden kopmuş olsalar dahi her zaman büyük bir taraftar ve saha içi rekabetine yol açmıştır. Bu son derbide de durum değişmedi. Maçtan önceki gece 2 takım taraftarının birbirlerinin tesislerini meşalelerle “basmaları” bunun bir göstergesiydi bizlere. Hele ki, Galatasaray’ın 9 puan gerisinde kalmış, yıllardır Saraçoğlu’nda rakibine ezici üstünlüğü bulunan Fenerbahçe için puan farkını 6’ya indirip play-off’a daha avantajlı girmek için bulunmaz bir fırsattı ve maçın önemini kat kat arttırmakta idi. Ancak maç 2-2 beraberlikle sonuçlandı ve bu derbiden avantajlı skorla çıkan taraf Sarı-Kırmızılılar olmuş oldu.

Aslına bakarsanız maç, tam da benim beklentilerim doğrultusunda başladı ve gelişti. Fenerbahçe’nin, yukarda bahsettiğim sebepten dolayı, seyircinin de büyük coşkusuyla beraber Galatasaray’a karşı ilk 20-25 dakika ciddi bir baskı kurmasını bekliyordum, aynen de öyle oldu. Bu 20 dakikalık periyotta Fenerbahçe, alışkın olmadığımız derecede hücuma çabuk ve organize çıkan, rakibe basarak top kaybına zorlayan bir görüntü çizdi. Bu oyunun getirisi olarak da henüz dakikalar 15’i gösterirken biri Moussa Sow’un rövaşatası, diğeri ise Alex’in uzaktan füzesi olmak üzere 2 spektaküler gol bulması oldu. Öyle goller ki, ligimizin en iyi kalecisi olduğunu düşündüğüm Muslera’nın bu pozisyonlarda yapabileceği hiçbir şey yoktu.


Oyunun kırılma anını ise, Fenerbahçe’nin 2-0’ı bulduktan sonra Miroslav Stoch’un değerlendiremediği pozisyon olarak görüyorum. Eğer 3’ü bulmuş olsaydı Sarı-Lacivertliler, geri dönüşü çok zor bir yola sokacaktı rakibini. Ancak bu pozisyon sonrası, yine maç öncesinde tahmin ettiğim gibi, kontrol tam anlamıyla Galatasaray’a geçti ve maçın son anına kadar da kontrolü ellerinde tutan takım tartışmasız Galatasaray’dı. Eğer ki Sarı-Kırmızılılar, ilk 20 dakikalık baskı yedikleri periyottan gol yemeden çıkabilmiş olsalardı, maç sonucunun kendi leyhlerine galibiyetle sonuçlanması işten bile değildi, ki 2-0’dan geri dönmelerine rağmen galibiyeti kaçıran tarafın Galatasaray olduğunu düşünmekteyim, bakınız 90+4 Milan Baros’un direkten dönen topu…

Dolayısıyla maçı tam anlamıyla ikiye ayırabiliriz : ilk 20 dakika ve geriye kalan 70 dakika. Galatasaray, oyunun kontrolünü, deplasmanda olmasına ve 2-0 geriye düşmesine rağmen rakibinden daha uzun süre ve maç geneline yayarak kontrol edince Fenerbahçe açısından alınan bu olumsuz sonuç kaçınılmaz olmuş oldu ve Fener’in puan farkını indirme umutları “balta”lanmış oldu.

Maçın başarılı isimleri olarak Fenerbahçe adına Reto Ziegler’i ve çok kötü bir Cristian Baroni’ye rağmen sahanın her yerinde olan, mücadele eden Emre Belözoğlu’yu gösterebilirim. Galatasaray adına bireysel olarak çok ön plana çıkan bir oyuncusu olmamasına, takım halinde iyi mücadele etmelerine rağmen Johan Elmander’in birazcık daha ön plana çıktığını söyleyebiliriz.


Biraz da teknik direktör Aykut Kocaman ve hamlelerinden bahsetmek isterim. Kendisi evet çok iyi bir Fenerbahçeli, beyefendi bir adam. Ancak ben 2 sezondur kendisinin oyuna müdahale konusunda ciddi zaafları olduğunu düşünmekteyim. Takımı devreye 2-1 önde girmiş ancak oyunun kontrolünü rakibe kaptırmış. Tek ümidi, Galatasaray üzerine geldikçe kontra ile gol aramak. Ancak yaptığı ilk oyuncu değişikliğine bakıyoruz, Miroslav Stoch kenara geliyor ve oyuna giren isim Selçuk Şahin. Evet orta saha da çok fazla top kaybı yapmaktaydı Fenerbahçe, bu düşünce ile bu değişikliği yapmış olabilir. Ancak bu değişiklik sonrası Sow sol açığa geçmek durumunda kaldı, bu da Eboue’nin çılgınlar gibi hücuma çıkmasına katkıda bulundu, yani bir nebze Cimbom’u daha da üstüne çekti kanatlardan Aykut Kocaman.

Son olarak bir de ilginç istatistik verelim. 2 takımın da bu sezon ciddi paralar ödeyerek aldıkları oyuncular, dün kadroya bile giremediler. Örneğin, Fenerbahçe’ye 3.750m’a mal olan Orhan Şam formsuz, 2.750m’a transfer olan Sezer Öztürk ise MÜZMİNSAKAT olma yolunda hızla ilerlemekte. Galatasaray’da da durum hiç de farklı değil. Sezon başında 3m’a gelen Sercan Yıldırım ve devre arasında 2.5m’a transfer edilen Yiğit Gökoğlan da formsuzlukları nedeniyle 18 kişilik kadroya bile giremediler. Bu tablo bizlere, Türk oyuncu piyasasının ne kadar balon olduğunu göstermekte ne yazıkki.

Sonuç olarak, play-off sistemi olmasa bu sonuçla ezeli rakibinin sahasında şampiyonluğunu ilan edecek bir Galatasaray olacaktı. Ancak bu beraberlik de play-off için çok anlam ifade ediyor Sarı-Kırmızılılar adına. Fenerbahçe’nin ise kendi elindeki çok büyük bir fırsatı teperek, rakibinin önümüzdeki haftalarda puan kaybetmesini ummaktan başka bir çaresi kalmadı.

16 Mart 2012 Cuma

Javale McGee'nin efsane videosu..

Arkadaşlar biraz geç kaldık belki bu efsane vidyoyu paylaşmak için ama, izlemeyen kalmasın derim. Basketbol IQ'su bir yana reel IQ'su yerlerde gezen bir adamın hikayesi bu video. Karşınızda Javale Mcgee'nin karşı konulamaz denyolukları..

Halı Saha takımı gibi bir Beşiktaş


UEFA Avrupa Ligi’nde ülkemiz adına elimizde tek kalan temsilcimiz Beşiktaş, 3-1’lik deplasman mağlubiyetinin rövanşında evinde de Atletico Madrid’e 3-0 yenilerek belki de elinde sezon içinde kalan tek hedefine de (Türkiye Kupası’nı hedef olarak görmüyorum) elveda demiş oldu.

İlk 20 dakikalık bölümde gerek seyirciyle gerekse oyunu rakip yarı alana yıkıp baskı oluşturmayı deneyen Beşiktaş, bu bölümde gol bulamayınca sonrasında defansta yapılan bir anlık konsantrasyon eksikliğiyle golü kalesinde gördü. Bu gol açıkçası turun gittiğini belirten, Beşiktaş’ın bütün ümidini, oynama isteğini yok eden bir gol olmuş oldu ve maçın kaderini tayin etti. Öyle ki, 90 değil 900 dakika daha oynansa maç, Beşiktaş’ın gol bulma ihtimali yine de çok düşük olurdu.

Defalarca söyledim yine söylüyorum, Beşiktaş’ın bu oyun anlayışıyla başarılı olması çok zor. Özellikle ilk yarıda takım hücuma çıkarken defansta birkaç hazırlık pası, sonra rakipten gelen ufak bir baskıyla Almeida’ya şişirilen, onun indirdiği toplarla hücumda çoğalmaya çalışan bir Beşiktaş gözlemledik. Hele ki orta sahasının göbeğinde Veli ve İbrahim Toraman oynayınca çok fazla top kaybı yaptı Beşiktaş, ve hücuma kalkarken kaybettiği bu tip toplar kalesine gol pozisyonu olarak dönüyor çoğunlukla Beşiktaş’ın. İkinci yarıdan hiç bahsetmiyorum bile, tamamen şuursuz bir oyun anlayışı hakimdi Siyah-Beyazlılara.

Atletico Madrid ise futbolu o kadar basit ve doğru oynadı ki, Beşiktaşlı oyunculardan çok daha az efor sarfetmelerine rağmen, maçın büyük bölümünü rölantide oynamalarına rağmen turu rahatlıkla elde ettiler. Atletico takımında maç içinde kimin nerde duracağı belli, kim nereye pas vermesi gerektiğini çok iyi biliyor. Günümüz futbol endüstrisinde bu denli yüksek rakamlar dönerken, günümüz futbolu bu kadar gelişmişken, Beşiktaş gibi Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birinin bu basit oyun anlayışını başaramaması, gözümüzün içine soka soka gösterdikleri üzere Avrupa futbolu ile aramızdaki uçurum, bir Türk futbolsever olarak beni ziyadesiyle üzmekte.

Tamam Atletico Madrid’in yetenekli ayakları var, kabul. Ama alın Beşiktaş’tan Manuel Fernandes’i Hugo Almeida’yı, koyun Atletico Madrid’e, iyi bir taktik ve sistemli bir futbol anlayışıyla iş yapacaklarını düşünürüm. Ancak Beşiktaş’ta… Ayrıca futbolda her şey oyuncu kalitesi değil, bunu çok iyi biliyoruz. Hemen bir örnek verelim, bugün evinde Standard Liege’i 4-0’lık skorla geçip çeyrek finale yükselen Hannover 96, oyuncu kalitesi olarak Beşiktaş’tan çok daha iyi mi ? Tabi ki hayır. Ancak Alman disiplinin futbollarına yansıması, herkesin basit ve doğru işleri yapması, bakın turu getirdi bu vasat Alman takımına.

Peki Beşiktaş için bunun ilacı ne olabilir diye bakacak olursak, yeni seçilecek yönetimin sezon sonunda kaliteli, taktik bilgisi yüksek ve disiplinli bir teknik ekiple anlaşması ve önümüzdeki sezon için birkaç nokta transfer ile iyi bir sezon öncesi dönem geçirmesi olacaktır. Anlaşılan o ki bu teknik ekiple, özellikle Carlos Carvalhal ile tüm bu bahsettiğim şeyler yalnızca bir hayal…

Son bir parantez açayım, evet Cenk’in yediği 2. golü bir amatör kaleci olarak belirtiyorum ki ben halısaha maçında yemezdim. Böyle rezillik olmaz ! Ancak bu mağlubiyeti tamamen Cenk’e yıkmak tek kelime ile “ayıp” olacaktır, çünkü bir Beşiktaşlı olarak söylüyorum ki Beşiktaş, takım olarak halı saha takımı gibiydi. Yine de unutmamak gerekir ki, Türk takımları içerisinde bu sezon Avrupa’daki en başarılı temsilcimiz olan Beşiktaş, UEFA’da son 16’ya kalma başarısını gösterdi. Dolayısıyla kazandırdığı ülke puanları için kendilerine teşekkür ediyoruz, buraya kadarmış…

15 Mart 2012 Perşembe

Bu da oldu..Derek Fisher Houston Rockets'a!



Vay be, bu da oldu sonunda. Yılların Derek Fisher'ı Los Angeles Lakers'dan ayrılıyor! "Hani herkes giden bir o kalır" klişesi vardır ya, Fisher öyleydi benim gözümde gerçekten de. Ancak Lakers yönetimi Luke Walton'dan sonra bu yaşlı kurdun da gözünün yaşına bakmadı ve Houston Rockets'a gönderdi.

Derek Fisher + Dallas'ın 2012 1.Tur draft hakkı = Jordan Hill

Lakers açısından iyi bir hamle daha. Luke Walton'ın kontratından kurtulduktan sonra, Fisher'ı da okutacak bir takım bulmuşlar. Bu 3.5 milyon dolarlık kontratın karşılığında da Houston Rockets'ın yedek uzunlarından Hill'i takıma getirmek mantıklı bir hareket. Malum Lakers en değerli oyuncularından biri olan Lamar Odom'ı takımdan yolladığından beri uzun rotasyonunda sıkıntı yaşıyordu. Hiçbir katkı vermese size'ıyla o bölgeyi kapatmakta belli bir iş yapar. Bu hamle Lakers adına Steve Blake'in de kadroda tutulacağının sinyali diyebiliriz, ki en zayıf oldukları 1 numara pozisyonunun efektifliği bu yeni değişikliklerle beraber ciddi ölçüde artacaktır. Keza geçen yılların sonucu iyice göt-göbek hale gelen Fisher'ın hem hücumda hiç bir şey yapamadığını, hem de savunmada iyice kağnıya dönen ayakları yüzünden kuklaya döndüğünü cümle alem biliyor artık. Houston ne mantıkla böyle bir takasa girdi pek anlamadım ama %99 "en azından bir pick daha alıyoruz hacı!" düşüncesiyle hareket etmişlerdir.

Bir takas daha! Lakers oyun kurucusunu buldu..



Los Angeles Lakers ve Cleveland Cavaliers’dan karşınızda son takas!

Luke Walton ve 2012 1. Tur hakkı (lotarya korumalı) = Ramon Sessions ve Eyenga!

Bana kalırsa Cleveland açısından son derece saçma ve gereksiz bir takas hamlesi olması bir yanda, Lakers için cuk oturan bir hamle oldu bu iş. Derek Fisher fenomeninin harcadığı Lakers oyun kurucu pozisyonu her ne kadar Steve Blake’in artan formuyla biraz kendine geldiyse de, kesinlikle takviyeye ihtiyaç duyuyordu. Ramon Sessions ise en ideal ayalardan biriydi bu pozisyon için ve eninde sonunda bu birliktelik gerçekleşmiş oldu. Ortalama / Ortalamanın üzeri bir oyun kurucu olan Sessions’ı pek bir dış şut tehdidi olarak göremeyiz ancak enerji getireceği kesin. Gerçi Luke Walton olmadan Kobe'nin ne kadar başarılı olabileceği konusunda ciddi tartışmalar çıkmaya başlamış durumda. Lakers bu hamleden sonra Steve Blake ile Michael Beasley’e sulanabilir. Keza masaya oturmuşlar var, her an bittiği haberi gelebilir bu takasın da. Biz de bugün sıkı çalışıp size ulaştırmaya çalışıyoruz bu gelişmeleri..

Cavs için ise son derece manasız bir takas bence. Hani Salary Cap (bütçe) boşaltıyorlar desek, bir tek Sessions mı battı yani? Gayet güzel bir yedek oluyordu ki Lakers’ın arka sıralardan çıkacak olan draft hakkıyla özel bir hamle mi yapmak istiyorlar tam anlamadım. Muhtemelen sezon sonu boşta kalan oyunculara yeltenecekler ama buradan ne kopartabilirler emin değilim. Haydi bakalım..

Mehmet Okur takas oldu! Gerald Wallace Brooklyn'e!



Takasın son gününde sular durulmak bilmiyor! Son çıkan takasın (an itibariyle resmileşmemiş) kahramanları New Jersey Nets ve Portland Trail Blazers. Anlaşmanın esas aktörü ise şahsen genel olarak çok beğendiğim bir adam olan Gerald Wallace.

Gerald Wallace = Mehmet Okur + Shawne Williams + 2012 1. Tur hakkı (ilk 3 sıra korumalı)

Öncelikle New Jersey tarafından bakarsak takasa; elindeki esas rotasyon oyuncularını kaybetmeden eksik olduğu 3 numaraya bir allstar oyuncu takviyesi yapması çok sağlam bir hamle. Şöyle bir göz atınca Deron Williams – MarShon Brooks – Gerald Wallace – Kris Humpfries – Brook Lopez tarzında bir ideal ve hiç de fena olmayan bir 5 yakalanmış durumda. Tabi ki Lopez’in sakatlığında sırtlarının yerden kalkması zor o ayrı. Bir başka güzel nokta ise bu takviyeye rağmen sene sonunda hala bir hamle yapacak yerlerinin kalmış olması. Ayrıca sene sonunda takas masasına oturulduğu zaman öne sürebileceği bir kozu daha da olmuş oldu. Gerald Wallace için de bence iyi olacak bir takas çünkü, şuan Portland’ın içinde olduğu durum son derece kötü. Bu kaos ortamında pek de bir katkı veremiyordu ve bu yeni evinde kafası daha rahat olacaktır.

Gelelim Portland köşesine.. Senenin en büyük hayal kırıklığı benim için. Bu kadar kötü duruma (20 galibiyet 23 mağlubiyet) gelmiş olmaları benim için çok şaşırtıcı. Böyle bir başarısızlığın ardından yeniden yapılanma yolunu tercih etmişler muhtemelen. New Jersey’den iki tane biten kontrat aldılar (Mehmet Okur’un biten kontrattan fazla bir değerinin olmaması üzücü) ve yanında genç bir yetenek anlamına gelen draft pick’ini koydurttular. Şimdii, şöyle bir bakıyorum da sezon sonu takımdan ayrılacak oyuncularla birlikte bütçede ciddi bir yer açıyor Portland. Lamarcus Aldridge’in önderliğinde, sezon sonu kovalanacak bir iyi oyuncu daha + drafttan gelecek potansiyelli bir genç ile yeni bir yapı kuracaklar. Hayırlısı olsun diyelim.

Dwight Howard ve Takas



Her Nba takipçisinin şu son zamanlarda aklını en çok kurcalayan soru herhalde "Dwight nereye gidecek?". Ki bu sorunun kesin cevabını süpermen'in kendisini yakalayıp sorsak bile alamazdık. En azından şu sıralar kesinleşen bir şey var ki, bu senenin kalan kısmında da Howard beyefendi ikametgahını Orlando mahalle muhtarlığından alacak.

Sene başında kurulan yeni ve kapasitesi belli olan Orlando takımın yüksek hedefli bir yerlere varamayacağını anlaması ve yönetimden kendisinin takas edilmesini istemesiyle başladı senaryolar. Oraya gidecek dendi, buraya gidecek dendi.. Bir hafta Lakers'a gitmesi an meselesi derken, diğer hafta köpeğini Brooklyn'de bir eğitim merkezine kaydettirdiği ve artık Nets'e çok yakın söylendi. Lafların ardı arkası kesilmedi. Keza çok da normal aslında ki bahsettiğimiz adam NBA'in en dominant 2-3 oyuncusundan biri. Oyuncu böyle bir oyuncu olduğu zaman, bir de takımdan ayrılmak istediğini cümle aleme duyurduğu zaman; bütün takım sahiplerinin ağzı sulanmaya başlıyor.

Sezon başından beri Orlando'nun oynadığı rol tam bir "tok satıcı" tarzındaydı. Dwight'ı takımda tutmak için büyük uğraş vereceklerini her fırsatta dillendirdiler. Ancak yine de takas döneminin bitişine yakın (ve muhtemelen son günlerinde) bir anlaşmanın çıkması bekleniyordu. Olmadı. Neden olmadı? Öncelikle sezon sonunda serbest kalacak olan Dwight'tan "sözleşme uzatma sözü" almadan kimse çok uçuk teklifler veremedi. Düşünün süperman'i almak için takımınızın 1 veya 2 en iyi oyuncusunu verip üzerine belki draft haklarınızı falan vermeniz gerekiyor, sonra da sezon bittiğinde Dwight yok arkadaş ben beğenmedim bu takımı diyerek çekip gidecek. Adeta 3 aylık kiralamak için takımın çökmesi demek oluyor bu anlaşma. Hal böyle olduğu zaman da hiç bir takım bu transferi gerçekleştiremedi.

İşin Dwight Howard cephesinde de tavır biraz değişti. Öncelikle şöyle bir durum var ki, Dwight bütün NBA oyuncuları içerisinde en sempatik olan adamlardan biri. Takımını daha fazla takasa zorlaması veya profesyonellikten ödün vererek düşük viteste top oynaması, yıllardır güler yüzü ve eğlenceli tavırlarıyla yarattığı bu olumlu imajı paramparça edebilirdi. Bunun üzerine yıllardır gönül bağı kurduğu ve aslında şehir bazında çok mutlu olduğu Orlando'da bir süre için daha devam etme kararı aldı. Yalnız aynı zamanda şunu da belirtmeliyim ki, daha büyük bir riskin de ister istemez altına girmiş oldu devasa delikanlı. Tamam sezon bittikten sonra opsiyonunu kullanıp 1 yıl daha Orlando'da kalmayı seçebilir, ancak bu şekilde Orlando yönetimine göz kırptıktan sonra o senenin sonunda takımdan ayrılmayı seçerse bu sefer "kötü çocuk" imajı yakasına yapışabilir. Bir Lebron James sendromu kadar olmaz belki (çünkü Lebron tv şovları falan derken artık işin bokunu çıkartmıştı) ama yine de pek hoş gözükmeyeceği aşikar. He öyle bir şey yaparsa da Otis Smith'e oh olsun derim, başka da bir şey demem o da ayrı. Aslında diyebilirim de yahu, ama şimdi değil.

Bakalım şu geride kalan dönem Dwight'ı mental olarak yormuşa benziyor. Bunu saha içi performanslarından çok demeçlerinden anlayabiliyoruz. Ancak sonunda bir karara varmasıyla beraber artık biraz kafası rahatlayabilir. Bu arada bu karara en çok üzülenler de Nets cephesindekiler olmuştur. Bütün planlarını Dwight üzerine kuran Nets, bu son gelişmelerden sonra değişik stratejiler üretmek zorunda kalabilir. Neyse o başka bir konu, Dwight son açıklamasında, taraftarlarından özür dilemeyi bir borç bildiğini bir kaç kere söyledikten sonra demiş ki vatandaş: " Orlando taraftarı daha iyi bir kahramanı hak ediyor ve ben de onlara bunu vereceğim." Yürü be.

NBA'deki ilk ciddi takas gerçekleşti !




NBA’de şu ana kadar herkesin en azından bir yorumda bulunduğu, en çok konuşulan takas senaryolarında adı geçen Dwight Howard, Pau Gasol’ın takasları henüz(!) gerçekleşmedi. Fakat bu senaryolarda adı geçen bu isimler olmasaydı, sezonun en büyük ve en dikkat çekici takası olarak nitelendirebileceğimiz bir takas gerçekleştirdi. Golden State Warriors ile Milwaukee Bucks arasında gerçekleşti bu takas. Golden State, takımın yıldızı Monta Ellis’i, yanına Ekpe Udoh gibi potansiyelli uzunu ve biten kontratıyla Kwame Brown’u Milwaukee’ye yolladı. Milwaukee’de bunun karşılığında vakti zamanında draftın 1 numarasından seçtiği Andrew Bogut ve bu sezon başında takasla kadrosuna kattığı ama takım kimyasına hiç alışamayan ve takıma zarar verdiği için her geçen gün dakikaları düşen ve en sonunda kadro dışı kala Stephen Jackson’ı Golden State’e yolladı.


Bu takası her iki takım için de yorumlamak istedim çünkü hem iyi hem de kötü noktaları olduğunu düşünüyorum. Öncelikle Ersan’ın takımı Bucks’tan başlamak istiyorum. Andrew Bogut gerçekten sakatlıklardan çok çekti ama bunlar kronik cinsten sakatlıklar değil aslında. Birinde maç esnasında smaç’a giderken yapılan faul sonrası kolunun üstüne düştü ve başta dirseği olmak üzere kolunda kırıklar oluştu. Daha önce basketbol oynamamış bile olsanız sadece şut atarken bile dirseğin ne kadar önemli olduğunu bilirsiniz. İşte bu yüzden Bogut sahalardan ciddi miktarda uzak kaldı. Geçtiğimiz sezon sakatlıktan döndü fakat dirseğinin hala eski rahatlıkta olmadığını kendisi de söylemişti. Bu diresek probleminden dolayı, faul atışlarında ciddi problemler yaşadı ve yüzdesi %44’e kadar düştü. Bu arada belirtmeliyim, Bogut zaten hiçbir zaman iyi bir serbest atıcı olmamıştır ama özellikle dirseğini bükmekte sorunlar yaşadığı için yüzdesi bu kadar düştü. Ve bir diğer bilgiyi de vermeden geçmek istemiyorum, Bogut sadece çaylak sezonunda 82 maçın tamamında forma giyebildi. Sürekli şanssız sakatlıklar geçirdi ve bu sakatlıklar onu parkelerden çok uzak tuttu. Çaylak sezonu haricinde en çok maç 78. ( ki bu da üçüncü sezonuna tekabül ediyor. Bogut bu sezon NBA’de ki 7. Sezonu. ) Bogut bahsettiğim dirsek sakatlığından sonra hücumda ki etkinliğini de kaybetti. Kendisi bir uzuna göre muhteşem bir pasör aslında ve iyi bir bitiriciydi. Fakat hücumda sağ elini neredeyse hiç kullanmamaya özen gösterdi belki de çekindi. Zira pota altında genellikle sol eliyle bitirmeye çalıştı. Yarım hook, baby hook tarzı atışları sol eliyle yaptı. Bu sezonda önce ailevi sebeplerden ötürü ülkesi Avusturalya’ya gitmek zorunda kaldı ve birçok maç kaçırdı ve sonrasında da ayak bileğinden yine şanssız bir şekilde sakatlandı. ( ayak bileğinde kırık var ve bu sezon sadece 12 maçta oynadı ). Bu sebeplerden ötürü Milwaukee’nin de sabrı kalmadığını düşünüyorum. Bu takasla kadroya Monta Ellis gibi belki de NBA’in şu anda en iyi 5 bitiricisinden birisini kadroya kattılar. Ve Bogut sakatlandığından beri ilk 5’te şaşırtıcı derecede iyi performans gösteren Drew Gooden’ın arkasına potansiyelli ve son maçlarda çok iyi performans gösteren Ekpe Udoh gibi bir savunmacı uzunu kadrolarına kattılar. Kwame Brown’unda biten kontratını aldılar. Aslında Kwame de sağlıklı olduğunda pota altında gerekli sertliği verebilecek bir oyuncu. Milwaukee bu takasla play-off ümitlerini arttırdığını düşünüyorum. Beni Milwaukee açısından tek düşündüren konu, Ellis ile Jennings’in gerekli kimyayı tutturup tutturamayacağı. Çünkü hem Jennings hem de Ellis top kullanmayı seven adamlar. Jennings bir point guard’tan beklenen “takımı oynatma” yetisinden çok uzakta bir oyuncu. Ama o kimyayı tutturabilirlerse müthiş bir guard ikilisi olacakları kesin.

Gelelim Golden State cephesine. Golden State sezona yeni koçuyla fena bir giriş yapmadı, ama batı konferansı tam bir kurtlar sofrası ve onlar şu anlık playoff potasından uzaktalar. Takımın point guardı Stephen Curry sezonun en şanssız isimlerinden biri. Çünkü lokavt nedeniyle geç başlayan sezon öncesi hazırlık maçlarında sağ ayak bileğinden sakatlandı. Ve bu yetmezmiş gibi, nasıl bir şanssızlıksa artık bu sakatlıktan döndükten hemen sonra ya bir maç ya üç maç sonra aynı ayağını tekrar sakatladı. Sezon öncesinde yaşadığı o sakatlıktan beri bir türlü düzelemedi, hatta son birkaç maçta ilk 5’te başlamadı, önlem amaçlı olarak. Takas dışında bütün bu Curry meselesine şu yüzden girdim, çünkü yaptığı bu takasla Bogut’tan hemen katkı alamayacaklarını Golden State yönetimi de farkında. En skorer oyuncularını da takasla gönderdiler. Golden State yönetimi bu takasla sezonu erken kapatma yoluna gitmiş olabilir çünkü NBA’de dolaşan haberlerde Golden State yönetiminin, Curry’i sezon boyunca oynatmayacağı ve önümüzdeki sezona bu sakatlığı atlatarak tamamen sağlıklı bir şekilde girmesini istediği yönünde. Golden State aslında senelerdir aradıkları pivot pozisyonunu Bogut’la doldurdu. Curry de hakikaten çok değerli ve yetenekli bir guard. Bir sonraki sezona tamamen sağlıklı bir şekilde girebilirlerse ( ve üstlerindeki lanetten kurtulabilirlerse ) çok tehlikeli bir takım olabilirler ve bu onları çok özledikleri playoff’a taşıyabilir.

14 Mart 2012 Çarşamba

New York Knicks sorunsalı




Sene başından beri performansını yakından takip ettiğim takımların başında geliyor New York Knicks. Taraftarları da büyük beklentilerle ve pohpohlamalarla girilen bu lokavt sezonunda ortaya koyulacak oyunu büyük bir iştahla bekliyordu ki şu zamana kadar pek mutlu olmadıkları kesin. Hatta geçen sezon padişahlar gibi karşılanan süper yıldız Carmelo Anthony bile Madison Square Garden’ın tutku dolu tepkilerine maruz kaldı. Melo’nun yuhalanmasına katılmasam da taraftarın koyduğu tepkiye de hak vermek gerekiyor. Büyük meblağlar harcanarak kurulan ( kafadan iki süper yıldız + T.Chandler var bir kere) Amerika’nın goygoy başkentinin bu takımı için doğu finali hayalleri kurulurken, şu sıralar playofflara kalıp kalamayacakları bile tartışma konusu. Böyle bir sonuç en kısa tanımıyla “fiyasko” olur. Bu karşılaşılan başarısızlıkta ilk sorumlu tutulan kişiler tabi ki koç Mike D’Antoni ve takımın yıldız isimleri. Ancak esasen şu an gelinen durumu tek bir nedene bağlamak yanlış olur, çünkü artık iç içe geçmiş bir sorun zinciri var karşımızda.


Arslan payını koç Mike D’Antoni’ye vererek değerlendirmeme başlayayım. Gerçekten sene başından beri parke üzerinde yaşanılan kaosun baş sorumlusu işte bu “Pringles Guy”. Ancak öncelikle kabul etmemiz gereken bir nokta var ki, aslında bu kadar kötü bir koçtan bahsetmiyoruz. D’antoni spacing sistemine dayalı yüksek tempolu hücum sisteminin önderlerinden biri. Bu sistemi oynatabilmek için de doğru oyuncularla çalışması gerekiyor. Ancak elindeki kadro ve özellikle de esas yıldız Carmelo Anthony bu sistemin adamı değil. Aynı D’Antoni’nin daha geçen sezon Felton, Fields, Chandler, Gallinari ve Amare’den oluşan 5’le nasıl keyifli bir basketbol izlettiğini unutmayalım. Ancak bu denli hayal kırıklıklarıyla geçen bir sezonda eleştirilmesi kadar doğal bir şey de yok. İşin hücum yönündeki meziyetleriyle öne çıkan, yetenekli ve değerli oyunculara sahip bir takımın; bu kadar kötü ve verimsiz hücum etmesi olacak iş değil. Sene başında esas sıkıntının savunma tarafında yaşanacağını düşünüyorduk ama görünen o ki yanılmışız. Knicks hücumlarının %90’ı hiçbir set oynanamadan, tamamen kişisel zorlamaların üzerinden dönüyor. Oturup iki maç izleseniz edindiğiniz izlenip aşağı yukarı “Bu heriflerin hiç biri ne yapması gerektiğini bilmiyor” oluyor. Sonuçta bu takımın oyuncuları da geri zekalı değil ve bu kötü gidişatın sonucu medya tarafından ateşe atılacaklarını biliyorlar. Onları bu noktaya getiren koçları Mike D’antoni’ye olan saygıları ve yaptığı işe olan inançları da oldukça azalmış durumda. Ancak bu noktada esas kızmaları gereken yerin koçlarının da üzerindeki kodamanlar olması gerekiyor o ayrı. Neyse, D’antoni de bu huzursuzluğun farkındadır muhtemelen ancak şimdiye kadar bu soruna bir çözüm üretebilmiş değil. Allah aşkına kafa kafaya giden bir maçta, kalan son 3-4 dakikada hem Melo’nun hem de Amare’nin kenarda oturması olacak iş mi? Bu tabloya bu sene birkaç kez şahit oldum. Hani işin daha hüzünlü olan kısmı ise takımın bu iki yıldızı oynuyor olsa da olmasa da yakın seviyede bir hücum performansı ortaya koyması. Başta Melo olmak üzere oyuncular da bu durumdan gayet mutsuz.


Madem o kadar lafı geçti Carmelo Anthony sorunundan devam edelim. Sezonun başlarına doğru yazdığım bir değerlendirmede Melo’dan performans almanın Amare kadar zor olmadığını ve kişisel oyunu sayesinde hangi takımda olursa olsun belli seviyede performans verebileceğine değinmiştim. Doğru ama aslında tek taraflı bir değerlendirme olmuş. Evet, Melo kendi kendine istediği kadar skoru üretebilir ama madalyonun öteki yanında uygun bir sistemde oynamıyorsa takımın hücum efektifliğine de ciddi zarar verebilir. Carmelo kariyeri boyunca top elindeyken daha başarılı olan bir oyuncu oldu ve en iyi yaptığı iş de isolation veya post-up üzerinden kendi şutunu yaratmak. Mike D’antoni’nin bu kendisine yeni gelen sisminde ise rolü daha farklı. Bu sistemde koçu onu biraz daha Gallinari misali, dip üçlüğe açılıp spacing verecek bir şekilde oynatmak istiyor. Carmelo’nun da maç içinde biraz daha içeriye doğru gelip post-up oyunu bulmaya çalışması, spacingin olmazsa olmaz olduğu bir hücum sistemini tek kelimeyle çökertiyor. Şimdi burada suçlu kim? Oyuncudan yıllarca oynadığı rolün dışında farklı bir şey yapmasını bekleyen (ki son derece normal bir hak) koç mu? Yoksa sol açıkta başarılı olamadığı için oynamak istemeyen Misimovic mi? Melo ile ilgili bir diğer eleştiri konusu ise savunması. D’antoni’nin sistemi zaten savunma ağırlıklı bir sistem değildir ve ayrıca Carmelo’nun diğer hemen hemen bütün hücumda topların çoğunu kullanan süper yıldızda olduğu gibi savunmada aktif dinlenmeye çekilme hakkı var. Ancak savunmada normalde gösterebileceği gayretin 5’te 1’ini gösteriyorsa da sıkıntı var demektir. 104-99 yenildikleri Chicago Bulls maçından sonra yaptığı açıklamada “Artık bir araya gelip, şu maçları kazanmamız gerekiyor.” demiş. Muhtemelen bu kaos ortamından bezmiş durumda Melo da. Ancak işin aslı şu ki, Mike D’antoni ve Carmelo Anthony evliliğininden bir ürün çıkması zor görünüyor. Kısır bir çift oluşturdular, şiddetli geçimsizlik var. Yalnız bu tarz durumlarda genellikle kellesi giden taraf takım elbiseli taraf oluyor. Muhtemelen Knicks’te de eninde sonunda D’antoni ile yollar ayrılıp, Melo ile devam edilecek.



Peki, Knicks’te sorunlar bu kadar mı? Hiç olur mu yahu. Takımın bir diğer yıldız ismi Amare Stoudemire da gerçekten çok kötü bir sezon yaşıyor. Efektif kullanılmasını geçtim, adeta orta mesafeden ara sıra şut sokan (genellikle kaçıran) vasıfsız bir oyuncu gibi kullanılıyor uzun süredir. Kendisi de bu sergilediği kötü oyunun farkında ve aslında daha çok mücadele ederek bu teraziyi dengelemek istiyor. Peki yapabiliyor mu? Tartışılır. Hücumda daha aktif olarak mücadele etmesi ve potayı daha çok zorlaması olumlu bir gelişme. Çünkü sadece öylesine şutlar sallayan Stoudemire hiç tercih edilesi bir adam değil. Potaya giderek hem bitirme yüzdesi artıyor hem de faul aldırma şansı doğuyor. Keza ilk adımının bir uzuna göre ne kadar muazzam olduğunu söylememe gerek yok. Kısacası bu şekilde savunulması zor bir isim. Öteki yandan Amare kariyerinin hiçbir döneminde üst düzey bir savunma oyuncusu olmadı. Bu sene ise savunmada efor sarf etmiyor dersek ayıp etmiş oluruz. Ancak bu alandaki zayıf pozisyon bilgisi bu ortaya koyduğu mücadeleye rağmen hatalar yapmasına neden oluyor. Tyson Chandler’ın varlığı işin savunma kısmında Amare’nin de biraz pisliğini örtüyor dersek çok da yanlış olmaz sanırım.



Ve son olarak da Jeremy Lin fenomeni + diğer parçalara bir bakmak lazım. Jeremy Lin’in bundan birkaç hafta önce yarattığı atmosfer gerçekten inanılmazdı. Aslında masalsıydı desek, daha doğru olur. Şimdi ise biraz daha normal standartlarda bir oyun oynuyor. Lin’in bu takıma saha içinde kattığı en büyük artı biraz daha derli toplu hücum etmekti. Onun yıldızlaştığı dönemde ne Amare ne Melo oynuyordu ve bunun da etkisiyle daha mantıklı hücum eden bir takıma dönüşmüştü New York Knicks. Şu günlerde ise bu özelliklerini tekrardan yitirmiş durumdalar. Lin’in Knicks’te en çok kullandığı oyuncu Tyson Chandler. Yani şu şekilde bir tablo var karşımızda; Chandler’a pick&roll oynatacak, kendisi biraz şut kullanacak, Carmelo’ya istediği topları verecek ve Amare’yi de oyunun içinde tutacak. Keza bu saçmalık derecesindeki ağır yükün altından kalkamadı genç oyuncu. Yine de fena performans vermiyor ve ilk 5’teki yerini koruyor. He ara sıra istediği topları alamayınca Melo’nun hoşnutsuzluğunu kazanıyor ama o kadar da olacak artık. Bu bahsettiğim oyunculardan sonra gelen iki isim ise tam panayırlık. Baron Davis ve J.R Smith. Son derece yüzdesiz ve bir o kadar da fütursuzca şut çeken iki isim. Baron Davis’in asist katkısı verdiğini inkar edemem ancak son derece kötü şut yolluyor. Bu arzu edilenin altında kalan performansına rağmen bir de daha fazla oynatılması yönünde Mike D’antoni’ye istekte bulunmuş. Durduk yerde böyle bir sıkıntı çıktı yani bir de. J.R Smith ise kendisinden beklenen katkıyı hiç ama hiç sahaya yansıtabilmiş değil. Bu iki oyuncu da an itibariyle son derece istikrarsız ve güvenilmez durumdalar diyeceğim ama bu adamlar ne zaman istikrarlı ve güvenilir oldular ki zaten?

İşte Amerika’nın göz bebeği New York’un Knicklerinin sorunları bir hayli fazla. Tercih edecekleri çözüm kağıt üzerinde Mike D’antoni’yi kovmak gibi gözüküyor. Eğer böyle bir karara varılacaksa, çok bekletilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Çünkü takım şu sıralar kimliğini kaybetmiş durumda. Bu arada bu yazıyı yazarken Carmelo Anthony’nin takasını istediği yönünde dedikodular yükselmeye başladı. Daha bir sene önce buraya gelmek için yaptığı kapris kalmayan Melo iyice canından bezmiş demek ki. Çünkü şu anda yapılmak istenen sistemin kendisine uymadığı aşikar. (EDIT: Son haber de koçun istifa ettiği yönünde, arkadaş az yavaş olun yetişemedik :) )

13 Mart 2012 Salı

Diğer çaylaklar; Kawhi Leonard ve Kenneth Faried



Spotların Ricky Rubio ve Kyrie Irving gibi isimlerin üzerine çevrildiği bu çaylak sınıfının iki değerli ismi Leonard ve Faried. İki delikanlı da takımlarının kendilerine ihtiyaç duyduğu dönemlerde beklenilenin üzerinde katkı vererek değerli bir kazanç olabileceklerini kanıtladılar. Özellikle gençliklerinin körüklediği enerjileri Greg Popovich'in de George Karl'ın da dikkatini çekmiştir. Hele ki, Popovich'in başında olduğu takımın ihtiyarların hüküm sürdüğü bir takım olduğunu düşünürsek Kawhi Leonard daha bir parlak görünmüştür. Madem Kawhi Leonard dedik, ondan devam edelim.

San Antonio Spurs'ün kendisini ne kadar istediğini benim aslında yanlış bulduğum George Hill takasından anlayabiliyoruz. Ancak Kawhi Leonard'ın şu zamana kadar ortaya koyduğu performans Spurs yönetiminin bir bakıma haklı olduğunu kanıtlıyor. San Antonio benim için NBA'in Manchester United'ıdır. Hiç bir zaman dışına çıkmadıkları sistemlerinin içinde kim oynarsa oynasan pozitif yönde değişim yaşar. Kahwi Leonard'ın şansı da böyle bir takımda kariyerine başlamış olmak belki de. Aslında Greg Popovich'in gözüne girmek bir çaylak veya genç oyuncu için kolay değildir. Ancak Kawhi Leonard bunu başarmış durumda. Genç oyuncunun esas katkısı işin defans ve rebound alanlarında kendini gösteriyor. Enerjisi, atletizmi ve ortaya koyduğu mücadeleyle takıma ciddi katkı veriyor. Hücumda da az ama öz (yüzdeli) skor üretimi var. Kendisinin lakabı "the human avatar". Sanıyorum ki Spurs taraftarı da kendisini şimdiden çok sevmiş durumda.

Diğer bir atletik delikanlı ise Kenneth Faried. Nene Hilario'nun sakatlığıyla beraber bir anda çıkış yapan Faried hemen hemen herkesin beğenisini kazanmış durumda. Onun performansı da Kawhi Leonard gibi aslında. Atletizmi ve enerjisiyle Denver'ın yüksek tempolu sisteminde güzel bir yer edindi kendi Faried. 2.03'lük boyu 4 numara oynamak için biraz dezavantaj yaratıyor da olsa, bunu fiziksel özellikleriyle kapatmasını biliyor. Nene'nin iyileşmesiyle beraber George Karl, pota altını Nene ve Faried'le kuruyor. Muhtemelen böyle devam edecektir ve Koufos yedekten takılacaktır.

Sahibinden takaslık uzunlar; Dwight Howard, Josh Smith, Pau Gasol, Chris Kaman



Perşembe günü NBA’de takas periyodu sona eriyor. Bu nedenle şu önümüzdeki birkaç gün tam bir cadı kazanı olacak. Bu dönemde takas isteyen oyuncular öyle bir denk geldi ki, bir birinden kaliteli uzunlar tezgahlara ardı ardına dizildi. Hangisi kime hangi takıma yar olur bilinmez ama kesin olan bir şey var ki önümüzdeki günlerde NBA’in önde gelen uzunlarının bir ya da birkaçı şehir değiştirecek.

Şüphesiz ki istisnasız her takımın kadrosunda olmasını isteyeceği bir süper yıldız Dwight Howard. Bu nedenle en büyük yarış da onu kapmak için yapılıyor. Orlando’nun senenin başında takasını isteyen süpermen’le ilgili stratejisi geçen sezon Nuggets’ın Melo’da tutunduğu tavıra benziyor. Tok satıcıyı oynuyorlar ve olabilecek en iyi teklifi bekliyorlar. Takasın son günlerinde Dwight ile ilgili şanslarını zorlayan takımlar New Jersey Nets, LA Lakers ve Golden State Warriors. NBA’in ağır toplarından Lakers senenin başından beri Dwight ile dirsek temasında bulunuyor ve kadrosuna katmaya çalışıyor. Pau Gasol’lü ve ya Andrew Bynum’lu takas seçenekleriyle Orlando’nun kapısını birden fazla kere çaldılar. Lamar Odom’u da hatta bu şekilde Paul veya Dwight’tan birini getirmek uğruna kaybettiler desek yalan olmaz sanırım. Ancak Orlando’nun Shaq’dan kaynaklanan Lakers “sempatisi” bu takasın biraz önüne geçiyor. Nets ise Brook Lopez, Marshon Brooks ve 1. tur seçimleriyle kombine edilmiş bir paketle Orlando’ya gelmeyi düşünüyor ki, bence hiç az buz bir teklif değil. Muhtemelen de Orlando’nun alacağı en iyi tekliflerden biri olacaktır. Şu sıralar konuşulan son aday ise Warriors. Onların teklifi Monta Ellis ve David Lee’nin kombinasyonu. Yalnız bu teklifi Orlando reddetti. Başka bir varyasyonla teklif sunarlar mı bilmem ama son durum böyle.

Pau Gasol’ün durumuna ise resmen üzülüyorum. Sen yıllar boyu bir takım için mücadele et, şampiyonluklar kazan sonra seni yollayacak kapı arasınlar. Ancak yapacak bir şey yok sonuçta bu bir “iş”. Gasol’ün de profesyonellikten ödün vermeyerek elinden geleni sahada yapıyor olmasını saygıyla karşılıyorum. Çünkü resmen aylardır evinin neresi olacağını bilmeden yaşıyor İspanyol oyuncu. İlerleyen yaşından dolayı takas değerinin düşmesini anlarım ama bana kalırsa şuan için NBA’in en iyi 2-3 uzun forvetinden numaralarından biri.m Şu an için onunla ilgili öne çıkmış olan takım Houston Rockets gibi görünüyor. Luis Scola, Kevin Martin ve Dragic gibi oyuncuların kullanılacağı bir takas teklifiyle Gasol’ü kadroya katmak istiyor Texas ekibi. Bana fena bir takas da olmaz gibi geliyor. Yalnız yine de Gasol – Orlando Magic ilişkisinin ihtimalini göz ardı etmeyelim. He bir şeyler olur da Gasol'lü Rondo'lu bir takas olursa da sağlam bir "öööh" çekerim o da ayrı.



Geçen hafta çıkan haber ise Josh Smith’in takas istediği yönünde. Her ne kadar Atlanta Hawks yönetimi kendisini takımda tutmak istese de bu işin nasıl sonuçlanacağını bilemeyiz. Bir sürü takım bu sene allstar olmayı hak eden Josh Smith’i kadrosuna katmak isteyecektir. Hawks’ın bu kısa sürede istediği ölçüde bir teklif alabileceğinden emin değilim. Belki de Lakers takası olur kim bilir?

Chris Kaman da NBA yönetiminin elinde olan New Orleans Hornets’ın sahibini bekleyen pota altı oyuncusu. Kaman ofansif özellikleri değerli olan, önemli bir uzun bence. Bir diğer yandan 10 milyon civarı biten bir kontratın sahibi. Yani takas değeri hiç fena değil. Ancak NBA yönetimi devrede olunca işler biraz değişiyor. Yani Kaman gibi bir oyuncuya Derrick Rose’u falan isteseler şaşırmam artık. Tutkulu bir şekilde Kaman’ı pazarlayarak olabilecek maksimum teklifi almak istiyorlar ama zaman da azaldı. Horford’un sakatlanmasıyla beraber uzun ihtiyacı doğan Hawks’ın Kaman için adım atması beklenebilir. Ancak yine de bu saatten sonra nereye gideceği belli olmaz..

12 Mart 2012 Pazartesi

Ersan İlyasova çılgınlığı




Nba’deki temsilcilerimizin içinde açık ara en iyi performansı veren oyuncumuz Ersan İlyasova. Biz zaten kendisini yakından takip ediyorduk ama şu an oynadığı seviyede artık bütün Amerika’nın da gözü önünde. Abartma yok, son 1 aydır falan Allstar kıvamında top oynuyor Ersan. Takımı için büyük oynuyor, başkalarının hatalarını kapatıyor. Her şeyden öte çok doğru oynuyor. Pozisyon alma bilgisi ve rebound özellikleri en üst düzeyde. Şu sıralar müthiş yaptığı ve istatistiklerinin delirmesine sebep olan durum ise bitiriciliği. İçeriden/dışarıdan bulduğu pozisyonları çok yüksek yüzdeyle tamamlıyor. İstatistikler demişken Ersan’ın son 13 maçlık ortalama performansını sizinle paylaşayım; 13 maç, 20 sayı, 11 rebound %54 şut ve %45 üçlük.. Gerçekten de allstar performansı..

Ersan’ın bu sene bu seviyeye çıkmış olması ayrıca sevindirici, çünkü kendisinin kontrat senesi. Şuan bütün takım sahiplerinin gözüne gözüne sokarak gösterdiği kalibiyetlerine muhtemelen dolgun bir değer biçilecektir. Yalnız alacağı paradan daha da önemli olan Ersan’ın kendisine uygun bir takımla anlaşması. “Takım” anlayışının yüksek olduğu bir şehire giderse önümüzdeki süreç onun adına çok keyifli geçebilir. Keza Milwaukee’nin kişisel oyun anlayışının biraz değişmesiyle Ersan’ın yaptığı atılımı görüyoruz.

Yürüyedur Ersan.. Sana güvenenlerin haksız olmadığını kanıtladın. Maçı dinlerken Toronto’lu spikerlerden falan senin övülmeni dinlemek de bizi mutlu ediyor. Bir daha düşündüm de, yürümeyi bırak Ersan koşadur..

11 Mart 2012 Pazar

Beşiktaş nereye gidiyor ?!


Beşiktaş, bugün deplasmanda Orduspor’la zar zor 1-1 berabere kalarak ligde son 8 haftada topladığı puan sayısını 5’e yükseltmiş oldu. Yani Türkiye’nin 3 büyük kulübünden biri olan Beşiktaş, son 8 haftaya göre puan tablosu yapılsa, küme düşecek. Buna ek olarak, UEFA’da Braga’ya karşı zor geçilen tur ve ilk maçta Atletico deplasmanında Beşiktaş’ın belki de tarihi bir farktan kurtulması… Peki bu Beşiktaş nereye gidiyor ?!

Hiç iyiye gitmiyor. Lider Galatasaray’ın tamı tamına 19 puan gerisinde kalan Siyah-Beyazlıların, UEFA da yoluna devam etme ihtimali ise bence mucizelere bağlı. Futbolda asla erken konuşmamalısınız, fakat haftalardır Beşiktaş’ın oynadığı futbolu izleyip de tur için inançlı olmak gerçekten çok güç. Umarım yanılırım…

Beşiktaş’ın son birkaç maçını değerlendirdiğimizde (özellikle son 2 haftaki Trabzon ve Ordu maçları) takımın hiçbir şekilde hücum yapamadığını görüyoruz. Gerçekten çok enteresan. Kendi alanında düşük tempoda top çeviren Beşiktaşlı oyuncular, rakip yarı alana topu taşıyamıyor, taşısa da yalnızca birkaç saniye topu rakip yarı alanda tutabiliyor ve özellikle, kendi yarı alanından çıkmaya çalışırken rakipten gelen bir baskıyla çok fazla top kaybedebiliyorlar. Böyle olunca da bırakın gol bulmayı, gol pozisyonuna girmekte hatta kaleye isabetli şut çekmekte bile güçlük çekiyorlar. Ufak bir hatırlatma yapmamız gerekirse, Cenk’in devleştiği maçta Beşiktaş Trabzonspor’a 2-1 yenilmiş, kaleyi bulan ilk ve tek isabetli şutu gol olmuştu Siyah-Beyazlıların. Orduspor maçında da senaryo pek de farklı değildi.

Özellikle bugünkü Orduspor maçı boyunca çoğu zaman toplu oyuncuyu değil, topsuz alandaki Beşiktaşlı oyunculara dikkat ettim. Bir oyuncu topla buluştuğunda, diğer hiçbir oyuncu topsuz koşu yapmıyor, topu almaya gelen hiç kimseyi göremiyorsunuz. Barcelona’nın bu konuda dünyada bir numara olduğu, oyuncuların pozisyonlarına kilitli kalmayıp, sık sık yer değiştirip birbirleriyle pas trafiğinde bulunma durumu (oyun akıcılığı) Beşiktaş’ta hiç yok, sıfır ! Bunu az da olsa başaramadan hücumda başarılı olmak imkansız gibi. Dolayısıyla Beşiktaş’ın en büyük gol silahı, bu işleri yapamadığı için duran toplar.

Bu denli geniş ve Türkiye için iyi bir kadrosu bulunan Beşiktaş’ın, bu denli ümitsiz oyunu, tek gol ümidinin sanki 2.lig takımıymış gibi duran toplar olması, Beşiktaş taraftarını gün geçtikçe daha çok kahretmekte. Peki ya sormak isterim, bu takım antrenman yapmıyor mu ? Antrenman boyunca sadece düz koşu ve duran top mu çalışıyor bu takım ? Yada Carlos Carvalhal takıma hiçbir taktik vermiyor da çıkın oynayın mı diyor ? Neden bunları soruyorum, çünkü sahaya yansıyan bunlar. Bu yorgunluk yada formsuzluk değil, bambaşka bir durum…

Başarısızlığın en büyük sorumlularından biri olarak gördüğüm Carlos Carvalhal ile ilgili yakında apayrı bir yazı ile kendisini değerlendireceğiz. Diğer faktörlerden azıcık bahsetmek gerekirse, şüphesiz ilk söyleyeceğimiz şeyler Beşiktaş’ın yaşadığı ekonomik problem, eski başkan Yıldırım Demirören ve yönetiminin gerek sportif gerek mali her konuda sınıfta kalmış olmaları, kısacası Beşiktaş’ın hiç iyi yönetilememiş olmasıdır. Bunlara ek olarak ise (tüm takımı bunun içinde tutamam ancak) birçok oyuncunun sorumsuz davranışları gelmekte. Hiçbir oyuncu Beşiktaş’tan üstün değildir ve oynadıkları takıma terlerinin son damlasına kadar hizmet etmek zorundadırlar (ekonomik sıkıntılar yüzünden paralarını alamasalar bile), ancak özellikle Quaresma ve Sidnei başta olmak üzere bazı oyuncular bunun bilincine varamamışlar hala…

Her ne kadar play-off olsa da, ben Beşiktaş’ın bulunduğu şu konumda ve çektiği sıkıntılar yüzünden lige havlu attığını düşünüyorum artık. UEFA’da ise işler mucizeye kaldı. Bu sezon da böyle heba olup geçecek gibi. Mart sonlarına doğru seçilecek yeni başkan ve yönetiminin Beşiktaş’ın önümüzdeki sezon ve sezonlarda gidişatında önemli payı olacak. Çünkü Beşiktaş'ın geçmişte yapılan hatalardan ders çıkarıp kısa vadeli başarı hedefi değil, uzun vadede hedeflerini çizmesi gerekiyor, bu iş de yeni yönetime düşüyor...

Quaresma süresiz kadro dışı..




Ligimizin en heyecan verici oyuncularından biri, doğru! Dünyanın yetenek bazında sayılı oyuncularından biri, doğru! Oynadığı zaman tek başına maçı alabilir, doğru! Ancak bir takım için en yanlış işlerden biri bir oyuncu oynayacak diye beklemek. İşin aslı şu ki, Quaresma’nın Beşiktaş’a, Beşiktaş’ın ona olduğundan daha çok ihtiyacı var. “Oynamıyorsan çeker gidersin” demek şarttı, bu kadro dışı bırakma eylemi de bir nevi bunun sinyali. Quaresma’yı artık katar falan gibi çöp öğütücü ülkeler dışında alacak takım bulmak zor. Bence artık ya ülkesine döner, ya da Rusya’ya, Katar’a falan gider.

Benim eleştireceğim noktalardan biri de Quaresma’ya kaptanlık bandının taktırılması. Aynı şeyi birkaç sezon önce Galatasaray Lincoln’de yaptığında da deli olmuştum, bu sene Quaresma o bandı taktığında da hiç yakıştıramadım. Arkadaş kaptan sahadaki en yetenekli oyuncu demek değildir ki. Bir oyuncuyu kazanmak ve gönlünü hoş etmek için kaptanlık verilen bir takımda huzurun sağlanabileceğini düşünmüyorum. Keza aynı hatayı Beşiktaş Guti’de de yapmıştı. Artık bu yanlıştan vazgeçmeliler ve oyuncu kazanmak için kaptanlık vermeyi bırakmalılar.

Artık Beşiktaş’ın şampiyonluk şansı bana göre çok düşük. Bu saatten sonra da Quaresma’nın oynatılmasının benim bakış açıma göre hiç ama hiçbir anlamı yok. Kimi oyuncular vardır, yollar ayrılacak da olsa piyasasını arttırmak için oynatmanız gerekir. Q7’de böyle bir yolu denemenin de manası yok. Zaten fark olmuş maç fazlasıyla 20 puan, koy Burak Kaplan’ı oynasın. Ne kaybedebilirsin ki? Tutarsa bir genç oyuncuyu kazanmış olursun ve önümüzdeki seneler için ciddi bir kazanç olabilir. Carvalhal’ın bu konuda çok kötü bir hoca olduğunu söylemem gerekiyor. Kör değneğini bellemiş misali, her maç aynı formsuz adamlardan vazgeçmiyor. Belki bu son gelişmeden sonra değişik oyuncuları da görebiliriz. Şahsen ben merak ediyorum Simao’nun Quaresma’nın yerine kanatlarda Veli – Burak ikilisinin, göbekte Ernst (Necip) – Fernandes ikilisinin ve ileri hatta ise Mustafa ile Almeida’nın beraber mücadele ettiği bir Beşiktaş şimdiki tablodan kötü mü olurdu? Hiç ama hiç sanmıyorum.

Gerald Green: Are You Kidding Me?!

Gerald Green'in kafayı yemesinden mütevellit gözlerimizin bebeklerini kaydıran bir smaç ortaya çıkmış. İzlememiş olan kaçırmasın.. Bu arada Chase Bundinger'ın benchteki beklemediği anda tokat yemiş gibi tepkisi şahsen çok hoşuma gitti.

Orta saha’nın lideri; Selçuk İnan




Sene başında “Bir Selçuk İnan yorumu” adlı bir yazı yazmıştım ve bu senenin Selçuk için ne kadar önemli olduğundan bahsetmeye çalışmıştım. Yeni kurulan Galatasaray yapısı içerisinde liderlik rolünün kendisine biçilmesi gerektiğini söylemiştim ve “Bakalım Alex’in “Türkiye Ligi’ndeki en beğendiğim oyuncu” dediği Selçuk, Avrupa’da üst düzey denebilecek bir orta saha oyuncusuna dönüşebilecek mi?” diyerek yazımı bitirmiştim. Bu sezonun son haftalarını yaşadığımız şu günlerde Selçuk İnan’ın elit bir oyuncuya dönüştüğünü söylersek yanlış olmaz sanırım. Takımın iyi oyuncusu kimliğini değil, takımı ileriye taşıyan oyuncu kimliğini benimsedi ve bu yükü de son derece başarılı taşıyor. Bu gelişimin, başarının temel nedeni de her zaman olduğu gibi çalışmak. Bildiğim ve duyduğum kadarıyla hemen hemen her antrenmandan sonra kişisel olarak oturup gerekli gördüğü yönlerine çalışıyor. Keza frikiklerini şöyle bir aklımıza getirirsek, ne kadar çalıştığını daha net anlayabiliriz. Selçuk İnan her zaman iyi bir frikikçiydi ama bu sezon farklı bir boyutta. 20-25 metre arası kaleyi cepheden gören bir bölgede faul olduğu zaman artık insanlar “Selçuk buradan atar” diye düşünüyor ve o da atıyor zaten..

Fatih Terim ve Selçuk İnan.. Birbirlerine son derece uyan iki futbol adamı. Biri saha içi lideri, diğeri Türk futbolunun liderliğinde gelinmiş son nokta. Selçuk İnan’ın bu atılımı yapmasında baş etkenlerden biri de tereddütsüz olarak Fatih Terim. Ofansif hücum anlayışı ve orta saha oyuncularının sürekli ileri çıkmasını zorunlu tutan sistemiyle Fatih Terim adeta Selçuk İnan’ın zincirlerini kırmış oldu. Ancak bu ofansif katkıların yanında defansif olarak da 90 dakika mücadele ediyor “yerli Xavi”.

İstatistikleri de gerçekten muazzam. Ligde oynanılan 29 maçta 9 gol ve 12 asist üretmiş Selçuk İnan. 12 asist zaten çok iyi ve formda bir Selçuk’tan beklenilen performans denebilir. Ancak orta sahada oynayan bir oyuncudan gelen 10 gol, takım olarak sizi ileriye götürür. Keza Galatasaray’da bundan Felipe Melo adında bir tane daha var. Resmen hazine. Geçtiğimiz senelere kıyasla gol sayısında büyük uçurum var Selçuk’un. Ortalama 2-3 gol ile seneyi bitirirken bu sene bu performansıyla istatistiklerini 3’e 4’e katladı.

Hem Galatasaray, hem de milli takım çok çok değerli bir oyuncuya sahip artık. Yani gözünüzü kapatıp kadroya ilk yazacağınız isimlerden birine dönüştü Selçuk. 27 yaşında olmasının oyununa verdiği olgunluk ve ortaya koyduğu karakter kendisini benim için iki takımda da kaptanlığın bir numaralı adayı haline getirdi. Şu anda Avrupa’nın hangi takımına koysanız o takımda oynayacak kalibrede bir oyuncu Selçuk. Tamam Barça hariç.

Lütfen bu golde sırasıyla; topu alış, vücudu koyarak rakibi ekarte etme, açı ve görüş alanını ayarlamak, plase vuruşun kalitesi’ne dikkat ediniz. Bunlara dikkat ederken de sırasıyla; teknik, fiziksel, mental ve yeniden teknik özelliklere baktığınızı unutmayınız. Malum hepsini bir arada izlemeye çok faz nail olunamıyor.

5 Mart 2012 Pazartesi

Spor dünyasında öne çıkan gelişmeler..




Karşınızda İsmail Abi’nin ağzıyla atıştırmalık “olaylar olaylar”..

1. Lakers – Miami
2. Deron Williams & Rajon Rondo
3. Galatasaray M.P lider
4. Curtis Jerrels gitti
5. Andre Villas-Boas kovuldu
6. Trabzonspor ve Fenerbahçe galibiyet



1) Nba arenasının “en büyük rekabeti” sıfatını yıllardır Lakers – Boston ikilisinin taşımasına alışmıştık. Keza Nba’in koca oğlanları bu iki takım. Ancak yeşil beyaz formalı delikanlıların fazlasıyla yaşlanmasıyla beraber Miami o koltuğa oturdu diyebiliriz. Geçen gece de bu “yeni büyük rekabet”in bu sezonki 2. Perdesi oynandı. Staples Center’da Kobe’nin 1. ve 4. çeyreklerde devleşmesiyle Lakers Miami’yi mağlup etti. Enteresan olan ise Kobe’nin bu maçtaki en büyük yardımcısı Metta World Peace nam-ı diğer Ron Artest oldu. Metta’nın bu sezon rezalet olduğunu söylemeye bile gerek yok belki ama dün gece 17 sayı 7 rebound 4 asist ve 4 top çalma üretti ve hepimizin ağzını açık bıraktı. Miami cephesinde ise Bosh’ın yokluğu çok şiddetli hissedildi. Orta mesafe şutlarında çok başarısız olmaları ve Wade’in kötü bir gün yaşaması onları yenilgiye götüren temel etkenlerdi.



2) Deron Williams ve Rajon Rondo.. Dün gece muhtemelen içkiyi falan fazla kaçırmışlar. Çünkü normal insan performansı değildi ikisininki de. Deron Williams aldı karşısına Charlotte Bobcats’i ve şunları yaptı; 57 SAYI, 7 asist, 6 rebound ve.. 22’de 22 serbest atış. Arkadaş karşında bob kedisi buldun diye bu kadar çıldırılmaz ki.. Rondo da az malın gözü değil ki.. Onunki hem de New York Knicks’e karşı. 18 sayı, 20 asist! ve 17 rebound.. 18 sayıyı geç de, 20 asist nedir yahu. Hadi Rondo 20 asist yapabilir de 17 rebound nerden çıktı ki?



3) Galatasaray M.P deplasmanda Anadolu Efes’i 9 sayıyla mağlup etti ve lig liderliğine kuruldu. Jamon Gordon’ın makinistliğinde basketbolunu çok iyi bir seviyeye yükselten Galatasaray, bana göre hak ettiği yeri yakaladı. Tebrik ederiz. Anadolu Efes ise yeni koçu Zouros ile biraz daha farklı bir basketbol oynamaya çalışıyorlar. Ancak başarılı olmaları için zamana ihtiyaçları var. Seneye de daha verimli bir takım mimarisi kullanmalılar.



4) Fenerbahçe Ülker’in Amerikalı gardı Curtis Jerrels İspanya’ya transfer oldu. Zaten geldiğinden beri hiçbir zaman ısınamamıştım kendisine. Zira takımı oynatamayan gardlara genel olarak sıcak bakmıyorum. Curtis de bir günü diğerini tutmayan, takımı yönetemeyen bir oyuncuydu ve bu nedenle yollar ayrıldı. Yalnız Fenerbahçe’nin kötü performansının günah keçisi Jerrels oldu gibi. Bu son derece yanlış bir düşünce olur onu da belirteyim.



5) Chelsea sene başında 15m Euro gibi bir tazminat bedeli ödeyerek Porto’dan koparttığı Andre Villas-Boas’ı daha ilk sezonunu tamamlamadan kovdu. Villas-Boas’a kesinlikle başarılı oldu diyemeyiz. Yeni Mourinho lansmanının yarattığı baskı genç teknik adamın sonuna giden yolu açtı belki de. Şöyle de bir durum var ki, Villas-Boas’ın İngiltere macerası biraz erken başlamıştı. Belki 1-2 sene daha Porto’da geçirseydi ve ekleyeceği tecrübeleri de çantasına atıp Londra’nın yolunu tutsaydı, bence çok daha başarılı olabilirdi. İşe kulüp perspektifinden bakarsak bence Chelsea’nin yaptığı iş çok saçma. Çünkü Villas-Boas kendi sistemini kurup onun üzerinden başarılı olan bir adam. Bu sistemi tam olarak yerleştirmesi için de en az 1, 1.5 seneye ihtiyaç duyar. Yani Villas-Boas’ı getirmek bir projedir. Hani madem kısa vadeli başarısızlığa göz yummayacaktınız, neden Boas tercihinde bulundunuz?



6) Trabzonspor ve Fenerbahçe’nin galibiyetleri bana göre bir diğer önemli ve göz atılması gereken konu. Fenerbahçe’nin son haftalardaki futbolu haklı olarak eleştiriliyordu ve playoff’un yaklaştığı şu günlerde neredeyse Galatasaray şampiyon olmuş imajı yaratılıyordu. Ancak kendi evinde Gençlerbirliği’ne 6 attı Fenerbahçe. Hiç az buz bir galibiyet değil. Gençlerbirliği’nin de çok iyi oynadığını söyleyemeyiz ama Fenerbahçe’nin bu farklı galibiyeti moralleri yerine getirmek açısından da önemli. Son olarak Stoch’un hamit vari attığı golün muhteşem olduğunu ekleyeyim. Trabzonspor ise İnönü’de Beşiktaş’ı yenerek 3.lüğe kuruldu. 2-1’lik bir galibiyet aldılar ama Burak Yılmaz’ın kaçırdıklarının yarısı girse çok daha farklı bir galibiyet alabilirlerdi. Bu sonuçla beraber Karadeniz ekibinin playoff’ta yukarıları yakalamak için hevesi de arttı. Bakalım önümüzdeki haftalar playoff öncesi durumları değiştirebilir.