31 Aralık 2012 Pazartesi

Atsan Ceketini Sırtına, Elveda Desen..




Fantezi liglerinde fikstürlerin yarısını tamamlamaya yaklaştığımız şu günlerde bazı oyuncuların takas yolu gözleniyor. Al Jefferson - Paul Millsap ikilisinden Pau Gasol'e, Andrea Bargnani'den Demarcus Cousins'a bir çok oyuncu topun ağzında ama o topların fitili bir türlü ateşlenemedi gitti. Tabi ki takım sahipleri olarak biz de yaşanan gelişmeleri ağzımızın suyu akarak takip ediyoruz.

Utah'ın sezon sonu serbest kalacak olan bu iki pota altı yıldızını elinde tutması çok zor. Zaten tutmaya ihtiyaçları da yok. "Kulübe"de Enes Kanter ve Derrick Favors adında fişek gibi iki delikanlı bulunurken, daha arızalı olan gard bölgesine (Mo'nun sakatlığı sonrası 1 numara da olur, 2 de) takviye yapılması daha mantıklı olacak. Şahsi fikrim bu yolda harcanan her haftanın zarar hanesine yazıldığı yönünde. Millsap veya Al-Jeff, hangisi olursa olsun, bir takasa gidilmesi şart. Keza Al Jeff'in takası bence daha hayırlı olur. Yedek subaylar Enes ve Favors'ın orta mesafede çok başarılı oyuncular olmadığını göz önünde bulundurursak yokluğu halinde Millsap'in hareketli oyunu aranacaktır. Öte yandan atletizmiyle göz korkutan Favors için pivot pozisyonu, uzun forvet mevkisine göre daha iyi olabilir. Öyle ya da böyle, açın şu gençlerin önünü, insanın canını sıkmayın yahu. (Gereksiz bilgi: Utah Jazz forumlarında Al Jefferson'a edilen küfürlerin hesabı yok)



Bargnani ile Pau Gasol de bir takas paketinin iki unsuru olarak konuşuluyor. Şu bir gerçek ki Gasol, Mr.Pringles'ın sistemine uyan bir adam değil. Ayrıca kendisi artık 5 numarada oynamak istiyor. Dwight canavarının vuku bulduğu bir takımda bu hayaller gerçekleşmeyeceği için Gasol pek huzurlu değil. Diğer elimizde de Amerika sınırının kuzey tarafında umut kesilenlerden Bargnani var. Neredeyse 2.10 boyu olan adamın 4-5 rebound ortalamasını benim vicdanım kabul etmiyor sayın seyirciler. İnsanda biraz yüz olur, insaf olur. Neyse, Bargnani Lakers için güzel bir parça olur. Dış şut tehdidi yaratılarak Dwight'a spacing sağlanır. Her ne kadar Artest dört numarada çok iyi iş çıkartsa da, uzun vadede o bölgenin esas oğlanı olarak ne kadar yeterli, tartışılır. Bu takasın Lakers için daha da önemli kısmı garnitür olarak konuşulan Jose Calderon ve Linas Kleiza. Bench'te ciddi sıkıntısı olan ve Nash'i yedeklemekte güçlük çeken Pringles için hiç fena parçalar değil. Toronto ise Kyle Lowry'i Calderon sıkıntısından kurtarmak ve Bargniani'yi postalamak isterken pota altına iyi bir oyuncu almak istiyor. Eh, Gasol mantıklı gözüküyor böyle bakınca ama insana demezler mi "senelik 20 milyon dolar kazanan ve 2 yıl kontratı olan bu "yumuşak" İspanyol'u alınca takım nereye kadar gidebilecek?". Kısmet.

Cousins ise atsan atılmaz satsan satılmaz. Evlat olsa reddedilir, yüzüne bakılmaz. Ancak evlat dediğinin üretim maliyeti yok, öz kaynak sistemi sonuçta. Cousins öyle de değil yıllık para veriyorsun ve potansiyeli çok üst düzey. N'apsak, N'apsak diye saatlerce süren üst düzey toplantıların ardından takas için topun ağzına geldi Cousins. Sacramento'ya herşey müstahak onu da belirteyim. Hani çizgi filmlerde yolda yürürken kafasına düşen karakter vardır ya, umarım Kings organizasyonunu yönetenler olur o karakterler. Maaş dengesine bakınca önümüzdeki sezonun sonuna kadar Kings'in ipotekli olduğunu görüyoruz. Cousins'ı elden çıkartınca gelecek parçaların da çok "Franchise" oyuncusu olmayacağını düşünürsek, güzelinden bir uzun hava patlatıp göbek atma iyanesiyle streslerden arınmak daha faydalı olabilir. Neyse, Cousins'ın en büyük talibi Celtics ama yeşillerin pek eşleyecek parçaları yok. Kağıt üzerinde baktığımızda Avery Bradley, Courtney Lee ve Jeff Green'in olağan şüpheliler olduğunu görüyoruz ama anlaşma sağlanır mı bilinmez.

25 Aralık 2012 Salı

Mustafa Denizli'nin Yardımcıları Belli Oldu !


Mustafa Denizli'nin bana göre sürpriz bir şekilde Çaykur Rizespor ile anlaşmasının ardından, bugün yardımcıları da belli oldu. Eski öğrencileri Yusuf Şimşek ve İbrahim Üzülmez'i yedek kulübesinde yanına alan Denizli, ayrıca Stefano Morreno'yu da ekibine kattı. Kendi anlaşmasında olduğu gibi bu üç isimlede 1.5 senelik sözleşme imzalandı. Şahsen Türk futboluna çok şeyler katmış, şampiyonluk görmüş Şimşek ve Üzülmez için teknik direktörlük kariyeri düşünüyorlarsa eğer, Denizli'nin yanında çalışmak onlar için büyük bir fırsat olacaktır diye düşünüyorum. Umarım Denizli ve ekibi Rize'de özlenen başarıyı yakalarlar ve öncelikle Süper Lig'e çıkmak olan hedeflerini gerçekleştirebilirler.



20 Aralık 2012 Perşembe

Galatasaray'ın Rakibi Schalke 04 !



Galatasaray, Şampiyonlar Ligi'nde Almanya'nın Schalke 04 takımı ile eşleşti. Kendi grubunu Arsenal, Montpellier ve Olympiakos'un önünde birinci bitiren ve seribaşı olarak kuraya katılan Schalke, temsilcimizin belki de en çok istediği rakipti.

Gelsenkirchen temsilcisi, hafta içinde Almanya kupasından elendi ve ligde son zamanlarda aldığı başarısız sonuçlar yüzünden zor bir dönemden geçmekte. Teknik direktör Huub Stevens'ın görevine son verilen ve yerine sezon sonuna kadar teknik adamlık deneyimi çok az olan Jens Keller'i getiren Schalke, tüm bu olumsuzluklara rağmen çok tehlikeli bir takım. Kadrosunda takımdan ayrılacağı konuşulan Klaas-Jan Huntelaar, Afellay, Farfan, Holtby, Höwedes, Papadopoulos, Barnetta ve Draxler gibi yıldızlara sahip. Kurada Schalke'nin çıkmasını istemek doğal ama zayıf bir takım olduğunu düşünürsek yanılırız. Maçlarını 61.482 kişilik Veltins Arena'da oynayan mavi beyazlı ekiple ilk maçımızı İstanbul'da oynaycak olmamız bir avantaj. Çünkü ilk maçta alacağımız bir galibiyet, deplasmanda problemli Schalke defansının bize çok boş alan bırakmasını sağlayabilir. Şu anda her ne kadar formsuz ve kötü bir görüntü versede, Almanya'da devre arasına girilmesi takımın yeniden toparlanmasına yardım edecektir. Belki yapacakları transferlerde buna katkı sağlayacaktır. Tabii bu Galatasaray için de geçerli. Pazar günkü Trabzonspor maçından sonra devre arasına girecek ve Fatih Terim'in raporu doğrultusunda transfer çalışmaları başlatılacak. Şampiyonlar Ligi'nde bu turu atlamak istiyorsak transfer şart. Hem Ünal Aysal, hem Abdürrahim Albayrak bu transferlin yapılacağını söylesede, hangi bölgeye kimlerin düşünüldüğü konusunda ser verip sır vermediler.

Galatasaray'ın çekebileceği en güzel kurayı çektiğini düşünüyorum ve son sekiz takım arasına kalmamız işten bile değil. Başarılar Galatasaray !

19 Aralık 2012 Çarşamba

İyilik Meleği Meireles



"Yapmış olduğum bir şey vardır ve bunu kabul ederdim. Cezama katlanırdım ama burada olmayan hayal ürünü suçlamalarla karşı karşıyayım.''



"Hakemin beyanları benim kişilik haklarıma ve imajıma saldırı niteliğinde ve ben bunu aklamak istiyorum."

Cuk Oturacak Transfer: Reto Ziegler


Başkan Fikret Orman'ın da açıkladığı üzere Beşiktaş'ın Reto Ziegler'e karşı ciddi bir ilgisi var. Ziegler de Beşiktaş'ta oynamaya sıcak bakıyor ki görüşmelerin iyi geçtiği haberleri geliyor. İsviçreli oyuncu Beşiktaş için çok doğru bir tercih olacaktır. Keza Kartal'ın en sıkıntılı bölgesinin sol bek olduğunu düşünürsek, o bölgede fark yaratacak bir isim olur. Belki normal şartlarda çok "fark yaratacak" bir oyuncu değil Ziegler ama Uğur Boral'ın bek olarak değerlendirildiği ortamda sınıf atlatır.

Ziegler, Fenerbahçe'de oynadığı bir sene boyunca düzgün karakteri ve oynadığı formaya duyduğu saygıyla takdir toplamış bir adam. Beşiktaş'ın bu seneki başarısının da temelini takım kimyası ve mücadele oluşturuyorken, Ziegler gayet güzel bir katkı olur.

Mevcut kadroda Uğur Boral'ın savunma yetersizliği Beşiktaş'a ciddi zarar veriyor. Ziegler'in varlığı bölgede önlü arkalı bir rahatlık yaratacaktır. İsviçreli oyuncunun maliyetinin de uygun olacağını ve takım içinde soruna yol açmayacağını düşünüyorum. Keza takıma seviye atlatma potansiyeli olan oyuncular için küçük pürüzlere göz yumulmalı.

Umarım bu transfer gerçekleşir. İki taraf için de hayırlı olacak bir anlaşma gibi gözüküyor. Bu arada yukarıda yazdıklarımın hemen hemen tam tersini Nene için düşünüyorum. Nene son derece kaliteli bir adam ama Beşiktaş şu an doğru adres değil.

Az Laf Çok İş, Burak Yılmaz Avrupa'nın Zirvesinde


Bir büyük kulüpte başarısız olduktan sonra bir diğerinde tutunup başarılı olan oyuncuların düşmanları çok olur. Hele ki, Türkiye'nin dört büyük kulübünün hepsini turlayıp en sonunda yerini bulmuş bir oyuncunun. Düşmanı da çok olur, çekemeyeni de... 

Sene başında Burak Yılmaz transferi için "nokta atış" derken, Trabzon civarlarında kendisinin maketleri asılıp yakılıyordu. Burak o dönemden bu yana "Trabzonspor" kelimesini ne zaman ağzına alsa saygıda kusur etmedi. Lakin öfke kendisine olan öfke dinmedi. Yine dedik ki, öfkenin hedefi Burak değil, Burak'ı takımda tutamayan Trabzonspor yönetimi olmalı. Ne emek hırsızlığı kaldı, ne şerefsizliği...

Şimdi Fatih Terim'in yol göstericiliği ile daha da farklı bir boyuta yükselen Burak Yılmaz'ı izliyoruz. UEFA tarafından Şampiyonlar Ligi'nde grup aşamasının en değerli oyuncusu seçilen Burak Yılmaz'ı izliyoruz. Demek ki, bazı şeyler hariçten gazel okumak ile olmuyor. Demek ki, az konuşup çok iş yapmak gerekiyor.

Burak'ın yükselişi Trabzonspor'da Şenol Güneş ile çalışma şansı yakalamasıyla başladı. Kafasını futbola verdiğinde neler yapabileceğini orada gösterdi. Fatih Terim'in hocalığında şu dönemde hem futbolunu geliştiriyor hem de futbola bakış açısını. Burak'ın geçen senelerdeki kadar kendini atmaya yönelik oynadığını söyleyebilir misiniz? Veya topu ayağına beklediğini ve mücadele etmediğini? Kafa atmayı bilmiyor dediğimiz Burak'ın Şampiyonlar Ligi'nde kafayla attığı kaç tane gol var? Bunlar hep gelişim, bunlar hep evrim. Bunlar hep...

UEFA'nın bu onuru Burak'a bahşetmesinin altında "takımını taşımak" yatıyor. Galatasaray Şampiyonlar Ligi'nde yedi gole imza atarken, bunların altı tanesinde onun adı yazıyor. NBA'de de bu böyledir, MVP seçimleri oyuncunun takımını nereye taşıdığı kıstasıyla yapılır. Şu da bir gerçek ki, Burak Yılmaz Avrupa'da Galatasaray'ı sırtladı ve ikinci tura çıkarttı.

Sevilir, sevilmez ama bir oyuncunun hakkını yememek lazım. Burak şu an Türkiye'nin en iyi santrforu ve Avrupa'da da göz önünde olan bir oyuncu. Bu adamın futbolunu değişik şekillerde aşağılamaya kalkmak sadece kendini kandırmak ve pişmanlıktır.

17 Aralık 2012 Pazartesi

Takımın sol bekinin attığı gole gel (video)

Geçen günkü Barcelona - Atletico Madrid maçında Adriano'nun attığı şahane gol. 


http://www.youtube.com/watch?v=alyfWQK-26o

16 Aralık 2012 Pazar

Galatasaray - Fenerbahçe, Zıt Kutupların Denk Güçleri


Derbiye saatler kala maçın kısaca bir değerlendirmesine yapmak istiyorum. Şöyle son birkaç sezona baktığımda kağıt üzerinde bana en denk gelen derbilerden biri oynanacak bu akşam. Savunma konusunda sıkıntı yaşayan iki kodamanın karşılaşmasının gollü geçeceğini sanıyorum ve umuyorum. Keza ev sahibinde özellikle Burak Yılmaz'ın Arena'da boş geçmeyen tavrı ve misafir ekipte Moussa Sow'un müthiş formu bu tezimi destekler nitelikte. Ancak Fenerbahçe oyunu tutup, savunma ağırlıklı bir anlayış güderse beklediğimizden çok daha kısır bir maç da izleyebiliriz. Çünkü Galatasaray'ın bu tarz kalabalık bir şekilde savunma yapan takımlara karşı pozisyon bulmakta zorluk yaşadığını defalarca gördük. Maç saatlerinde şiddetli sayılabilecek bir yağmurun etkili olması bekleniyor ama en azından o Cluj maçındaki zemin fiyaskosunu yaşayacağımızı zannetmiyorum.



Galatasaray'ın bugün sonuca gitmesi için orta saha hattından ekstra verim alması gerekiyor, çünkü karşılarında oldukça kalabalık ve dirençli bir hat olacak. Amrabat - Melo - Selçuk - Hamit dörtlüsüyle sahaya çıkılacağını tahmin ediyorum. Amrabat'ın savunma konusunda zaaf yaratacağı şüphesiz ama bence kesinlikle ilk 11'de yer almalı. Çünkü Amrabat'ın orada olması Gökhan Gönül'ün de hücuma vereceği desteğe bir set çekecektir. Melo'nun da görevi tartışmasız bir şekilde çok kritik. Bu akşam yine gereksiz yere top ezen, hamlelerinde geç kalan ve kötü oynayan bir Melo sahada olursa Meireles'in yönettiği Fener orta sahası oyunun hakimiyetini eline alır, ki Fatih Terim'in tercih ettiği bir durum olmaz. Ayrıca bence bu maç Galatasaray'ın formda ve fiziksel olarak güçlü olduğu bir Elmander'e çok ihtiyacı vardı. Keza Elmander'in orta sahaya vereceği desteği sağlayacak biri yok şu an takımda. Çünkü yine hatırlatmak lazım, orta saha karakterli forvetlerden (Necati - Elmander) santrfor karakterli (Burak - Umut) forvetlere yapılan geçiş de Galatasaray bu sene orta sahada yaşadığı sıkıntının nedenlerinden biri. Unutmadan ekleyeyim, Hamit Altıntop artık oynayacaksa bu maç oynamalı, zaten bu maçlarda fark yaratsın diye kendisine yatırım yapıldı.

Fenerbahçe ise orta sahada sahip olarak oyunu oynayan bir takım. Takımın saha içi lideri ve takımın tamamen şeklini şemalini değiştiren isim Raul Meireles. Portekizli yıldız, oyunu gerçekten doğru oynayan son derece değerli bir oyuncu. Meireles'in yanına koyulan Mehmet Topal ve Baroni ile oluşturulan orta saha üçlüsüyle topa sahip olmayı başarıyorlar. Bu hattın zaafı ise oyunun sıkıştığı anlarda ortaya çıkıyor. Zira yaratıcılığı yüksek bir trio değil. Fenerbahçe'nin orta sahada kalabalık olması kesinlikle Galatasaray'ın hücum efektifliğini düşürecektir ama kendi hücum zenginliklerine bu kadar mücadele gücü yüksek bir maçta ne katacağı benim açımdan merak konusu. Bu akşam da kesinlikle oyunun sıkıştığı anlar olacak, Fenerbahçe'nin o anlarda gizli silahını kullanması gerekir. O da şut tehdidi. Çünkü saydığımız oyuncular hücum yaratıcılıkları düşük olsa da, oldukça şutör oyuncular. Bu arada "Baroni'nin de mi yaratıcılığı düşük?" deniliyorsa, doğrusu ben onu ideal bir oyun kurucu olarak görmüyorum.



Savunma - Forvet karşılaşmalarına gelirsek, bu sefer Galatasaray'ın avantajlı olduğunu düşünüyorum. İki takım da savunma hattında sorun yaşıyor ama Fenerbahçe'nin stoper tandemi iki formda santrforla savaş verecekken, Semih - Dany ikilisi son derece formda bir Sow'u savunmaya çalışacaklar. Sow'un ileride yalnız kalmamasını sağlamak için Dirk Kuyt vereceği destek önemli. Keza Albert Riera, arkasına atılan toplara yetişmekte sıkıntı yaşıyor. Fenerbahçe'nin orta sahadan gelecek uzun toplarla Galatasaray savunmasının bu zaafını işlemeye çalışacağını düşünüyorum.

İki kalede iki önemli kaleci. Biri sakat sakat çıktığı Braga maçında önemli işler yapan Uruguay kedisi Fernando Muslera, diğeri oynadığı derbide maça damgasını vurmuş kaos ve gerilimle büyüyen Volkan Demirel. Bu akşam yenilecek gollerde kalecilerden çok savunmaların hata yapacağını düşünüyorum. Fileler emin ellerde.

İki takım da Avrupa sarhoşluğunu sonunda bu akşam üzerinden atacaktır. Keza Edirne'nin dışında kazanılan o güzel başarılardan sonra kafaların Türkiye'ye dönme süresinin biraz uzadığını düşünüyorum. Artık sayılı saatler kaldı, bakalım sahada ne ile karşılaşacağız.

12 Aralık 2012 Çarşamba

Galatasaray'da Fiyaka Bozuldu, İstikamet Transfer Ocak Ayı



Fatih Terim'in kupa hezimetinden sonra yaptığı açıklamaları bugün okudum. Önümüzdeki kısa bir süre sonra girilecek olan yeni transfer döneminde birkaç oyuncu ile yolların ayrılacağı zaten aşikardı ama bu son mağlubiyet bazı kararları netleştirdi. Tartışmasız ki, Galatasaray'ın kadrosu güçlendirilmeli ve verim almayı bırak, oynadığında zarar veren oyuncularla yollar ayrılmalı.

Öncelikle bir konuya değinmek istiyorum. Terim'in sahaya yedek ağırlıklı bir kadroyla çıkması eleştiriliyor, ki bence haklı bir eleştiri değil. Galatasaray, 5 Aralıkta Braga maçı ile oldukça zor ve sıkışık bir sürece girdi. Braga maçından başlayan ve 23 Aralıkta Trabzon deplasmanıyla son bulacak olan bu süreçte Galatasaray ikisi derbi biri Şampiyonlar Ligi olmak üzere beş maç oynamış olacak. Kusura bakılmasın da, eğer o kadroda bulunan yedek oyuncular şimdi değerlendirilmeyecekse hiç bir zaman değerlendirilmeyecek demektir. Hamit, Emre, Engin ve Elmander gibi düzenli olarak forma giyen ama form durumu düşük oyuncuları oynatarak yedek ağırlıklı bir kadro çıkartmak bence doğruydu. Sorun sahaya çıkan kadronun kalitesinden çok kafalarda. Hala Braga maçının sarhoşluğu ve hafta sonu oynanacak Fenerbahçe derbisi...

Futbolculuk bir iştir ve profesyonellik gereği formayı sırtına geçirip sahaya çıkan her oyuncu elinden geleni ardına koymamalıdır. Bu onun hem para aldığı kulübe borcudur, hem de o kulübün taraftarlarına. Birkaç ayda bir forma şansı bulan oyuncunun sahaya çıkıp ciğerleri acıyana kadar koşup mücadele etmemesini ben anlayamıyorum. Hırsı, hedefleri geçen baharda kalmış olan oyuncularla yola devam etmemek gerek. Böylesine takımcana çok kötü oynanılan bir maç sonrası günah keçisi ilan etmek yanlış olur ama Çağlar Birinci ve Ceyhun Gülselam'ın bu takımda artık işi olduğuna inanmıyorum. Öte yandan Cris'in formunun yükseleceğine hiç inanmıyorum. Son dakikada yapılmak zorunda kalınan bir transfer olduğu için çok fazla eleştirmiyorum ama kötü tercih olduğu aşikar. 

Uzun lafın kısası 1461 Trabzon tokat gibi bir cevap verdi Galatasaray'a. Fatih Terim'e de kim kalsın kim gitsin yarışması için yol göstermiş oldular. Son olarak, Hamit Altıntop'u yuhalayarak hiç bir şey elde edilemez. Form tutamadı diye, elinden geleni yapmaya çalışan değerli bir oyuncuyu kaybetmek kimin işine gelir? Galatasaray'ın işine geleceğini sanmıyorum.

9 Aralık 2012 Pazar

Galatasaray'ın SWOT Analizi


SWOT analizi şirketlerin durum değerlendirmesi yapmak ve bu doğrultuda şirketi etkileyebilecek olan iç ve dış faktörleri saptamak adına kullandığı bir yöntemdir. Ligimizde ilk yarının bitmesine 2 hafta kala, bir SWOT analizi yapmanın Galatasaray’ın ne olup ne olmadığıyla ilgili bir resim ortaya koyacağını düşünüyorum.

Strengths (Güçlü yanlar): Yerli çekirdek, Fatih Terim, bireysel olarak kaliteli oyuncular,
Weaknesses(Zayıf yanlar): Savunma, takım oyunu, yabancıların formsuzluğu,
Opportunities(Fırsatlar): Şampiyonlar Ligi etkisinde transfer
Treaths(Tehlikeler): Sakatlıklar, yanlış transfer, lig şampiyonluğunun kaybedilmesi,

Güçlü Yanlar

“Galatasaray’ın güçlü olduğu noktalar” başlığı altında konuşuyorsak en yukarı yazılacak iki madde çok net; Yerli çekirdeğin sağlamlığı ve Fatih Terim. Galatasaray, 2000’li yılların ortalarından itibaren yerli oyuncu kalitesinde ciddi bir sıkıntı yaşamaya başladı. Altyapıdan gelen oyuncuların, gerek yeterli düzeyde olmaması gerekse yeterli şans alamamaları sonucunda öz kaynaklardan bir katkı gelmedi. Öte yandan Fenerbahçe, değerlerinden daha da fazlasını verme pahasına piyasadaki kalburüstü Türkleri kadrosuna katmaktan çekinmedi. Hal böyle olunca Galatasaray kadrosuna ne kadar kaliteli yabancılar da katılsa, takım olarak bir seviyenin üstüne çıkılamadı. Şu an geldiğimiz noktada ise Türk oyuncu kalitesi olarak ziyadesiyle iyi bir Galatasaray görüyoruz. Yarısı Trabzonspor orijinli olan bu çekirdek Galatasaray’ın esas gücünü oluşturuyor. Düşünün ki, Türkiye’de bir şampiyonluk adayından bahsederken hücumun üç güç merkezi (Selçuk-Umut-Burak) Türk olarak yazılabiliyor. Sadece bu üçlü de değil. Orta sahada Hamit’in varlığı, Engin ve diğer rotasyon oyuncularının iş yapması, savunmada ise Semih Kaya’nın varlığı çok değerli.

Galatasaray’ın en büyük artılarından biri de tabi ki Fatih Terim. Onu uzun uzadıya tekrar anlatmaya gerek olduğunu düşünmüyorum fakat büyük bir lider olduğunu tekrar tekrar not düşmek lazım. Gerektiği zaman riskin en büyüğünü almaktan çekinmeyen, gerektiği zaman ise oyuncusuna fırçanın alasını atan ve ateşleyen bir teknik adamın varlığı izleyenleri rahatlatıyor. Galatasaray’ın ezeli rakiplerinin de teknik direktörlerden sıkıntı yaşadığı şu zamanlarda Terim’in önemi daha da anlaşılıyor.

Galatasaray birçok alanda sıkıntı yaşıyor. Ancak şu an hala lider ise bunun iki nedeni var; rakiplerin anlamsız birçok puan kaybetmesi ve bireysel olarak kaliteli oyunculara sahip olmak. Yani Galatasaray, çok kötü de oynasa bir anda oluşan bir pozisyon neticesinde gole ulaşabiliyor. Amrabat tel tel dökülse de muazzam bir orta kesiyor, biri çıkıp topa dokunuyor ve gol oluyor. Orta sahadan uzun bir top geliyor, forvetlerden koşu geliyor ve yine gol bulunabiliyor. Bu oldukça değerli bir özellik ama aslında bir o kadar da tehlikeli.

Zayıflıklar

En yukarı, en en yukarı yazalım savunma diye. Geçen sezon Galatasaray’ın başarısının anahtarlarından biri takım savunmasıydı. Birkaç ay içinde bir takımın savunmasının bu kadar düşmesi enteresan ama nedenleri de gözümüzün önünde aslında. En temel nedenler; geçen sene oynanan 4 orta sahalı anlayıştan vazgeçilmesi ve Tomas Ujfalusi’nin sakatlığı. Hemen “Galatasaray, bu sene de dört orta sahayla oynuyor yea” demiş olabilirsiniz, haklısınız da, ama geçen sene oynanan anlayış net orta saha karakterli dört oyuncuyla o bölgeyi kalabalık tutmak üzerineydi. Bu sene ise kanatlar daha çok ofansif olarak görev alıyor. Hele ki Amrabat oynuyorsa sol kanat savunmasını unut. Bu durumun dengesini tutturmak gerekiyor. Hamit’in geçen seneki Engin’e kıyasla daha az yırtıcı olması ve Amrabat’ın savunmayı arka planda tutması şu an için bu dengeyi sağlamakta sıkıntı yaratıyor. Buraya kadarki kısım işin “takım savunması” kısmıydı. Bir de savunma dörtlüsü sıkıntısı var ki, bu sorunu tamamen Ujfa’nın sakatlığına bağlayabiliriz. O tartışmasız olarak savunmanın beyni ve koordinatörüydü. O olmayınca savunma hattı bireysel olarak önemli oyuncular olsa da birlikte oynadıklarında “çaylak” bir görüntü çizen Semih – Dany ikilisine kaldı. Güven vermiyor.

Bir kez daha geçen seneye dem vuralım, takım oyununda bu iki sezonu kıyaslarsak ciddi bir uçurum var. Bunun nedeni de geçen seneki kolektif anlayıştan kopulmuş olması. Neden? Orta saha karakterli forvetler yerine santrfor karakterli oyunculara dönüş yapılması ve bir kez daha kanatlar. Necati ve Elmander’in orta sahaya verdiği katkıyı bu sene Umut ve Burak’ta göremiyoruz. Top Galatasaray’dayken çoğunlukla Umut / Burak ikilisinin rakip savunmanın çizgisinde, arkaya kaçmak için hareketlendiğini görüyoruz. Bu durum başlı başına bir gol tehdidi yaratırken, diğer yandan orta sahanın efektifliğini düşürüyor ve Selçuk’un yardımlaşacağı oyuncu sayısını azaltıyor. Bu işin de dengesi tutturulmalı.

Son olarak da yabancı oyuncuların formsuzluğundan bahsetmek gerekiyor. Genellikle şampiyonluklar güçlü bir yerli çekirdeğin üzerine kaliteli yabancıların monte edilmesi ve iyi bir teknik adamın varlığıyla gelir. Geçtiğimiz sezon şampiyonluğa ulaşılırken Galatasaray bütün yabancılarından maksimum verim almıştı. Ancak bu sezon başını Melo’nun, Amrabat’ın Eboue’nin çektiği yabancıların formsuzluğu söz konusu. Bu formsuzluk ortamında Riera’nın küllerinden doğduğuna şahitlik etsek de lig maratonunda bu şekilde gitmek zor. Kesinlikle yabancı oyuncuların vites yükseltmesi gerekiyor, hatta ve hatta yabancı transferi de gerekiyor.

Fırsatlar

Galatasaray’ın çok önemli bir kadrosu var. Sadece birkaç bariz eksik göze çarpıyor. Bu noksanları da mantıklı iki-üç transfer hamlesi yaparak kapatmak mümkün. Hele ki, Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkma başarısının yakalandığı şu dönemde. Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkmak demek hem lokum gibi para demek, hem de prestij demek. Bu başarı, transfer piyasasına girecek olan Galatasaray’ın elini oldukça rahatlatacak.

Peki, hangi bölgelere takviye yapmak gerekiyor? Savunma hattı listenin yukarılarında. Hatta sol bek ve stoper alternatifi olmak üzere bence iki takviye gerekiyor ama en azından bir takviye kesinlikle yapılacaktır diye tahmin ediyorum. Ujfalusi’nin sol ayaklısı? Ön tarafa geçecek olursak, demin bahsettiğim eksikliklerden dolayı, orta saha hattıyla hücum hattını bağlayacak bir oyun kurucu eksikliği hissediliyor. Ancak bu transfere bir “10 numara” gözüyle bakıyorsak çok ama çok dikkatli olmak gerekiyor. İşin ucunda vezir olmak da var, rezil olmak da. Rezil olurken de büyük bir maddi külfete girme tehlikesi var. Kısacası konu 10 numara transferiyse, üzerinde ekstra kafa yorulmalı. Benim tercihim Diego tarzında bir oyuncu yerine Sneijder tarzında bir oyuncu olurdu. Tarzında diyorum, Sneijder demiyorum. O iş çok zor. Son olarak da bir kanat oyuncusu rica ediyorum. Hatta bu rica için önerim de hazır; Kerim Frei. Zaten ilgileniliyor, gidip alınsın temiz temiz.

Tehlikeler

Şampiyonlar Ligi’nden elenmeyi bir tehdit olarak görmüyorum keza bana kalırsa bu aşamadan sonra normal sonuç olur. Galatasaray’ın henüz bu seviyede başarılı olabileceğini düşünmüyorum. Ancak kazın ayağı Türkiye’de öyle değil. Meireles transferiyle turnayı gözünden vuran Fenerbahçe’nin, bu transfer döneminde de aktif olacağını tahmin etmek zor değil. Beşiktaş da öte yandan Oğuzhan Özyakup’un yükselişiyle puan tablosunda tepelere tırmandı. Yani ikinci sömestrde emek olmadan yemek olmayacak.

Transfer ihtiyacından bahsettik, lakin bu ihtiyacın geçmiş yıllarda önemli transfer fiyaskolarına dönüştüğünü de tecrübe ettik. Bu ihtiyaç da önemli bir tehlike yaratıyor. İnce eleyip sık dokumak, takıma en uygun en çok verim verecek oyuncuyu seçmek gerekiyor. Şampiyonlar Ligi’nden güzel para geldi diye, har vurup harman savrulursa (Ünal Aysal gibi bir iş adamının bu hataya düşeceğine hiç inanmıyorum o ayrı) düşüş kaçınılmaz olur.

Son olarak da her futbol takımının kaçınılmaz tehlikesi, sakatlıklar. İnsan ister istemez düşünüyor, Semih’in ya da Burak’ın sakatlandığını. Planlar böyle bir durumda ister istemez ciddi sıkıntıya girer.

3 Aralık 2012 Pazartesi

Wesley Sneijder'in İhtimali Bile Fantastik



Şu son günlerde Fenerbahçe ile adı sıklıkla yan yana gelen bir yıldız, Wesley Sneijder. Şahsen benim de çok beğendiğim ve özel bir yetenek olarak gördüğüm bir adam. Kalitesiyle ilgili çok fazla yazıp çizmeye gerek yok aslında. Keza yıllardır İnter'de orta sahanın beyni görevini görüyor. Ondan öncesinde de Real Madrid ve Ajax gibi diğer devlerde forma giymiş bir isim. Gerçekleşmesini oldukça zor gördüğüm ama gerçekleşmesi halinde bir çok kişiye küçük dilini yutturacak bir transfer olur.

Wesley Sneijder yeni ve daha hızlı oynamaya çalışan Fenerbahçe için biçilmiş kaftan. Mehmet Topal ve Raul Meireles'in yerinin garanti olduğu "yeni nesil Fenerbahçe"nin takım içi lideri olur. Pas trafiğinin maestrosu, hücumun çilingiri olur. Yılların üst düzey futbol tecrübesiyle, ne zaman ne yapması gerektiğini bilen bir akıl olur. Keza Sneijder demin de dediğim gibi Fenerbahçe'nin tam ihtiyaç duyduğu bir oyuncu tarzı. Belki Alex kadar gol atıp, asist yapmaz ama işin hücum aklı kısmında onun kaybettirdiklerini takıma kadar, hem de bunu yaparken orta sahada mücadele etmeyi bırakmayarak.

Öte yandan Hollandalı yıldızın şu anki kontratı yıllık 6 milyon avro değerinde. İnter'in son teklifi senelik 4 milyon civarında ve kabul görmedi. Yani bu da demek oluyor ki, Fenerbahçe'nin 4 milyondan fazla bir miktarla kapıyı çalması gerekiyor. Benim için tartışmasız çok yüksek bir miktar, keza sanıyorum ki şu anda Fenerbahçe kadrosunda maksimum kontrat senelik 2.8 milyon avro civarlarında. Yani bahsettiğimiz miktarlar takım içi ekonomik düzenin de bozulması anlamına gelir. 

Sneijder Fenerbahçe forması giyer mi, giymez mi bilmem ama isminin bile çok heyecan verici olduğunu söyleyebiliriz. Bakalım Fenerbahçe maddi olarak fedakarlık yapıp, Sow gibi, Meireles gibi, Kuyt gibi kaliteli yabancılarına bir yıldız daha ekleyebilecek mi...

25 Kasım 2012 Pazar

Vatandaş Şaşkın, Elazığ'da Uçan Pitbull!



Bu tarz maçların önemi, kağıt üzerinde göründüğünden çok daha fazladır. Derbi maçlar öyle değil mesela, onlar motivasyonunu kendi yaratan maçlardır. Oyuncuya hiç bir şey denmese bile, o karşılaşmanın önemini  ve ağırlığını herkes hisseder. Esas dikkat edilmesi gereken uzun maratondaki küçük tümsekler. İşte Elazığspor da o tümseklerden biriydi ve Galatasaray bu engeli aşmayı başardı. Daha da önemlisi bu maçtan bir hikaye yaratarak çıktı. Bu maçtan bir adamı kazanarak çıkmayı başardı. Manchester United karşısında kıpırdanan Felipe Melo'yu.

Bu tarz hikayeler şampiyonluk hikayeleridir. Sezon sonunda yapılan foto-romanlarda bir tam sayfa fotoğrafı basılıp, methiyeler düzerek anlatılan hikayelerdir. Felipe Melo da bu hikayenin baş rolüne kuruldu. Ki onun gibi gazla çalışan bir oyuncu için son derece önemli ve eşsiz bir durum bu. O penaltıyı kurtarmak, senenin devamında da Melo'dan alınacak olan verimi fersah fersah arttırdı. Önümüzdeki maçlarda bunu çok daha net göreceğiz.

Bu arada Taffarel'in etkisini Muslera da, Ufuk Ceylan'da görüyorduk da, az zorlasa Melo'dan da kaleci çıkartır gibi görünüyor. Taffarel gibi bir değere sahip olmak da çok hoş gerçekten.

18 Kasım 2012 Pazar

(ANKET) Sizce ligimizin en iyi yabancı oyuncusu kim ?

Müzmin Sakat merak ediyor ve sizlere soruyor : 2012/2013 sezonunda Spor Toto Süper Lig'de top koşturan yabancı oyunculardan sizce hangisi, "en iyi yabancı oyuncu" ?


Sayfanın sağ tarafından cevabınızı işaretleyip anketimize katılabilirsiniz


15 Kasım 2012 Perşembe

Ibrahimovic kafayı yedi !


Sıradışı gollerin adamı, Zlatan Ibrahimovic, bu sefer hakikaten "Zlattı" ! Yok böyle gol ! Buyrun izleyin efendim...

11 Kasım 2012 Pazar

Şampiyonlar Liginin Kefareti, 1-1



Uzun zamandır yazamıyorduk, vize haftasının arifesinde bir Galatasaray yazısı karalayayım dedim. Hafta içinde Cluj deplasmanına gidip, kazanması gereken 3 puanı kazanıp geri dönen Terim'in ekibi, bu akşam Romanya deplasmanının kefaretini ödedi. Konsantrasyonun düşük olduğunu, hırsın azmin beklentileri karşılamadığı bir akşamdı. Bu nedenlerin üzerinde çok fazla takılmamak lazım, çünkü bu iş dünyanın her yerinde böyle. Barcelona bile Şampiyonlar Ligi'nin önünde arkasında beklenmedik puan kayıpları yaşayabiliyor.

Galatasaray hücumu düşündüğü, pozisyon kovaladığı zaman iyi bir takım. Geçen sezon bu görüntünün aksine, skoru yakaladığı maçlarda maçı tutabilen bir ekip vardı ama bu sezon bu çehre değişti. Takım savunmasının zaman zaman sıkıntı yaşatabildiğini not etmek gerekir. Dediğim gibi, bu maçta yaşanılan sıkıntının geçerli bir nedeni var fakat şampiyonluk yolunda bu tarz maçlar ileride baş ağrıtabilir. 

Hamit'i maçın genelinde beğendiğimi belirteyim. Pozisyonundan bağımsız olarak takımın her bölgesine yardımcı olması ve hücumda ritm kazanması oldukça olumlu ama ikinci yarı takımın geneliyle beraber o da düştü. Yenilen golde, Nobre'nin o kadar rahat bir kafa vurmasına izin vermek elbette kabul edilemez. Hele ki, Mersin İdman Yurdu'nun fazla gol silahı olmadığını düşünürsek, hiç kabul edilebilir gibi değil. Riera'dan bahsetmeden de geçmeyeyim. Hiç beklemediğim kadar iyi oturdu İspanyol sol beke. Demek ki, takımda kalmayı çok istiyormuş, emeğine sağlık.

Sezon başından beri beklediğim fakat bir türlü göremediğim bir diziliş var Galatasaray'da. O da, Hamit - Selçuk ve Melo'nun (Yekta) oluşturacağı bir orta sahanın besleyeceği iki kanat ve uç forvet. En azından maç içlerinde bu şekle dönülmesi bence ekstra güç kaynağı olacaktır. Skoru yakalayıp, maçı tutmak istenildiği zamanlarda da bu üçlü orta sahanın çok daha verimli olacağı kanaatindeyim.

Engin Baytar'ın cezası bu maçla beraber sona erdi. Açıkçası onun katkılarına da fazlasıyla ihtiyaç var. Özellikle yedekten gelenlerin yaptığı katkının incir çekirdeğini doldurmadığı bu zamanlarda. Umarım yokluğu sırasında kişisel idmanlarını aksatmamış ve fiziksel olarak düşmemiştir. Maç ritmini kaybetmemesi beklenemez ama masaya getireceği anlık parlamalar bile, fark yaratacaktır.

27 Ekim 2012 Cumartesi

Oğuzhan Özyakup Etkisi


Beşiktaş'ın son iki haftada oynadığı iyi oyunu sadece Oğuzhan'a bağlamıyorum ama arslan payını ona veriyorum. Oğuzhan'ın Beşiktaş takımına yaptığı etki çok. Bu tarz etkileri anlamak için sadece asist veya gol istatistiklerine bakan arkadaşları sağ üst köşede yer alan "x" işaretine bakmaya davet ediyorum. Oğuzhan'ın varlığı, Beşiktaş'a hemen alan yaratıyor hem de hücumda aktiflik katıyor. Rakipler Fernandes'e diğer maçlarda olduğu gibi 2-3 kişiyle basamıyor, çünkü yanında hücuma yönlendirebilecek bir adam daha var. Bu durum da herkesin daha rahat oynamasına, daha çok pas almasına imkan sağlıyor. 

Oğuzhan olmasaydı Beşiktaş'ın ikinci golündeki o hücum gelişmezdi. Tam atak bitti derken, sağ sola topu gevelemeyip, bir ver-kaç yaparak pozisyonu kurdu Oğuzhan. Ardından Olcay'ın güzel bir şekilde pas trafiğini devam ettirmesiyle gol geldi. Genç oyun kurucunun oyun zekasını sırf bu pozisyonda bile görebiliyoruz. 

Sevgili Samet Aybaba, sezon başından beri Beşiktaşlı olmamama rağmen ben bile yalvarıyorum Oğuzhan'ı oynat diye, bu kadar geç mi düşmeliydi bu jeton? Daha korkak çıkarttığın takımlar nedeniyle 11.liğe kadar düştü Beşiktaş. Keşke daha önce doğruyu bulsaydın ama bundan sonra Oğuzhan'ı kesmesen bile kafi.

26 Ekim 2012 Cuma

Emre'den "örümcek ağı" temizliği !

Atletico Madrid'deki temsilcilerimizden Emre Belözoğlu, takımının UEFA Avrupa Ligi maçında Academica karşısında öyle bir frikik golü attı ki, söyleyebilecek pek fazla bir şey yok bu golle ilgili. Tabir-i caizse 90'daki örümcek ağlarını sildi süpürdü bu vuruşuyla. Bravo Emre !


24 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray ile Tepilen Fırsatlar Seramonisi, 1 - 1



Son yedi maçında galip gelememiş Cluj Türk Telekom Arena'ya gelirken, tabi ki tek hedef galibiyetti. Olmadı. Alışılmış etkenlerin yanına akıl almaz kötü bir zemin ve Elmander'in sakatlığı eklenince olmadı. Saçma sapan bir anda, Cluj'un bile atmayı beklemediği bir gol yenilince bütün maç bu günahın kefaretini ödemeye çalıştık.

Hamit'in biraz fazla top ezdiğini düşünsem de, ilk yarıda Galatasaray'a hareket getiren ve en önemlisi iyi şut çeken tek isimdi belki de. Burak Yılmaz girerken, Amrabat çıksa daha iyi olurdu diye düşünüyordum ama ikinci yarıda oynadığı oyunla Faslı oyuncu beni yanılttı. Top sürüşleri minimize edip, mükemmele yakın olan orta tekniğini sürekli kullanınca sol kanattan Galatasaray'a hayat verdi.

Elmander'in sakatlığı çok büyük bir kayıp oldu. Hücum hattında ne yaptığını bilen, oyuna pozitif etki eden, kafa toplarında sürekli etkili olan Elmander çıkınca ileride top tutmakta zorlandı Galatasaray. Keza Burak ve Umut stranfor ikilisi olarak kötü bir ikili. Birbirlerinin alanlarına giriyorlar ve birbirlerini tamamlayamıyorlar. (Trabzonsporda Umut varken Burak daha çok sağda oynardı.)

Gelelim Dany'e. Fiziksel özellikleri çok iyi ama IQ'sunu çok merak ediyorum. Yani o yerden sağa sola dönmeye çalışan beyinin nümerik gücü nedir acaba? Bir insan bir hatayı 1 kere, bilemedin 2 kere yapar. Daha fazlası dingillikten başka bir şey değil. Defanstan konu açılmışken belirtmeden geçmeyeyim, o golü Şampiyonlar Liginde başarılı olmak isteyen takım yiyemez. Braga yemez, Cluj bile yemez..

Türk Telekom Arena henüz çok genç bir stad. Çok modern bir stad. O stadın zemininden, direnajından sorumlu olan kimse çıkıp hesap vermeli. Bu stadın zemini, bu olamaz. Ayıptır, yazıktır, günahtır. Fatih Terim'in maç sonu açıklamasında olduğu gibi, Avrupa'da yağmur sürekli yağıyor adamların zeminleri mis gibi birader. Nasıl oluyor bu iş? Gidin yapın nasıl yapılıyorsa.

Bu zeminde bu kadar denilebilir mi? Denilir ne yazık ki. Galatasaray bugün elinden geleni yaptı ama yeterli olmadı. Peki bu bir mazeret mi? Asla değil. Şampiyonlar Liginde başarılı olmak istiyorsan evinde 70 dakika eksik oynayan Cluj'u yeneceksin. Büyük resim bu ve çok net. 

İşin enteresan tarafı, bu kadar negatiflik ardı ardına eklenmiş, üç maçtan sadece bir puan çıkartılabilmişken, Manchester United'ın kopmaya başlamasıyla gruptan çıkma şansı devam ediyor. Galatasaray başarılı olmak istiyorsa kendi evinde yapamadığını deplasmanda yapmak zorunda. Yine en önemli maç en azından üçüncülüğe tırmanmak için Cluj deplasmanı. Belki Cluj'un zemini, Arena'nınkinden iyiyse az buçuk top oynanabilir.


14 Ekim 2012 Pazar

Sakatlanmayalardı İyiydi...


A Milli Futbol takımımızın üstünde kara bulutlar dolaşıyor ! Zaten evimizde oynadığımız son Romanya maçında mağlup olmamız sonucunda ilk 3 maçta grupta yalnızca 3 puan toplayarak son yılların en kötü başlangıcını yapan Türkiye’nin başı, şimdi de birçok sakat oyuncu ile belada. Romanya maçı öncesinde Hakan Balta, Selçuk İnan ve Burak Yılmaz’ın sakatlıklarına, önce Romanya maçında arka adalesinde yırtık tespit edilen Mehmet Topal, son olarak ise Gökhan Gönül’ün sakatlıkları eklendi.

Gelelim bu sakatlıkların takımımızı nasıl etkileyebileceği sorusuna. Ben açıkçası Selçuk İnan’ın zaten mevcut formuyla ve Abdullah Avcı’nın tercihine göre ilk 11’de başlayacağını düşünmediğim için bu sakatlığın Ay-Yıldızlı ekibimizi olumsuz etkileyeceğini düşünmüyorum. Ancak diğer sakatlar sıkıntı yaratmakta. Zaten elimizdeki forvet sayısı azken, geçen sezonun açık ara gol kralı Burak Yılmaz’ın olmayışı takımı olumsuz etkiliyor. Alternatifi Umut Bulut’un da sezon başındaki müthiş formundan uzaklaştığını belirtelim.

Mehmet Topal’ın sakatlığı ise orta sahanın “defansif” kısmında sıkıntı yaratsa da bu konuda çok karamsar değilim. Romanya mağlubiyetinden sonra her ne kadar deplasman olsa da Macaristan maçından galibiyetle ayrılmamız farz oldu artık. Romanya maçında üretkenlik konusunda da yerlerde süründüğümüzü düşünürsek, orta sahada Topal’ın yokluğunda Nuri Şahin – Emre Belözoğlu – Emre Çolak gibi bir üçlü kurup defansif açıdan sıkıntı yaratma ihtimali olsa da hücumda daha üretken bir takım oluşturulabilir.

Asıl sıkıntı ise sağ bekte. Gökhan Gönül nasıl bir “Müzmin Şanssız”dır ki, ne zaman form tutsa, yükselişe geçse hemen ardından bir sakatlık yaşıyor. Fenerbahçe’nin M’Gladbach ve Beşiktaş maçlarında olağanüstü bir oyun sergileyen, bizlere tam “aha Gökhan sonunda koptu gidiyor” dedirtmişken yine bir sakatlıkla karşı karşıya bu bahtsız insan. Milli Takımda Gökhan’ın sağ bek alternatifi ise sanırım Hamit Altıntop (bekte) olacaktır.


O kadar konuşuyoruz, içerde Romanya banko, kadro konusunda tartışmamıza bile gerek yok diye, fakat her seferinde hüsrana uğruyoruz. Bu iş artık teknik direktörün oyuncu tercihleri, oyuncuların performansı dışında bir şey bence, futbol kültürüyle alakalı. “Biz gelişiyoruz, gümbür gümbür geliyoruz, dünya futbolunda yerimiz olacak” dediğimiz Milli Takımımıza, her rakip puan kazanmak için geliyor ve başarılı oluyorlar çoğunda. Bir türlü belli bir oyun karakterimizi, oyun disiplinini oturtamıyoruz, haldır huldur oynamaktayız şu futbolu. Neyse, dileğimiz, bari Macaristan deplasmanından 3 puanla dönelim ki henüz eleme grubunun başlarında havlu atmayalım…

Not: Arda Turan da ağrıları sebebiyle son antrenmana katılmamış, durumu henüz netlik kazanmamış. Aman, aman diyeyim bari Arda Turan oynayabilsin Macaristan karşısında, onca eksik varken…

12 Ekim 2012 Cuma

Müzmin Sakat Televizyonda, Ligdeki Son Durumlar ve Milli Takım Gündemi

"Arkadaşlar Müzmin Sakat'ın 7. bölümüne hoşgeldiniz" diye başlayıp, konudan konuya zıpladığımız up uzun bir bölümle karşınızdayız. Quaresma'nın durumundan milli takıma, üç büyüklerden Elazığspor'a kadar kapsamlı bir bölüm oldu bu sefer. Bu haftaki çekimimizde şartlar biraz zordu, bu nedenle çekim kalitemiz için bu seferlik affediniz efenim.

http://www.cizirti.tv/


7 Ekim 2012 Pazar

Fenerbahçe 3 - 0 Beşiktaş, Diriliş ve Karanlık



Bu akşam Kadıköy'de İstanbul'un sıkıntı içindeki iki büyük takımı karşı karşıya geldi. Tarihinin en büyük oyuncularından biri olan Alex de Souza ile buruk bir şekilde yolları ayıran Fenerbahçe ve Gaziantepspor ile Sivasspor maçlarından mağlubiyetle gelen mütevazı Beşiktaş. En kısa haliyle bugün "kalite kazandı" diyebiliriz. Ancak bu Beşiktaş daha çok mücadele etti ama olmadı, anlamına gelmesin. Dürüst olalım, hem daha iyi ayaklara sahip olan taraf hem de daha çok mücadele eden ve daha çok isteyen takım Fenerbahçe'ydi.

Alex krizinin ardından belki de sezonun en önemli maçına bir kaç gün önce Almanya'da çıktı Fenerbahçe. O maçta deplasmanda Borussia Mönchengladbach'ı dört golle geçmek, takıma ihtiyacı olan öz güveni sağladı. Bu maçta da daha ne yaptığını bilen bir Fenerbahçe izledik. Söylemesi tuhaf olsa da Alex'in gidişi, başta Baroni olmak üzere takım arkadaşlarını rahatlatmış gibi. Sarı-Lacivertlilerin kafası iki maçtır top oynamaya odaklı.

Maçın Fenerbahçe tarafında fark yaratan isimlerini düşünürsek, ilk başa Gökhan Gönül'ün adını yazmamız lazım. Gökhan fiziksel olarak iyi durumda olduğu zaman gerçekten elit ve dünya çapında bir oyuncu. Bugün de Escude - Uğur Boral ikilisinin savunduğu Beşiktaş'ın solunu param parça etti. Aslında bu onun için bir "hoşgeldin" maçı olmuş gibi görünüyor. Gökhan'ın yanında genel olarak Fenerbahçe'nin iyi oynadığını söyleyebiliriz. Meireles'in her geçen maçta takıma daha adapte bir görüntü çizmesiyle orta saha da kendini topluyor. Milos Krasic'in de zamanla daha iyiye gideceğini düşünürsek, Fener'in hücum zenginliği daha da artacak. Unutmadan, Moussa Sow'un muazzam golünü es geçmeyelim. Senegalli golcü bu vuruşların adamı.


Gelelim Beşiktaş tarafına. Zaman Kartal'ın sene başında almaya yaklaşıp almadığı oyuncuların ceremesini çekme zamanı. Sene başından beri aşikar ki, Beşiktaş'ın sol tarafında sıkıntı var. Escude'yi oraya çekmekle, Uğur Boral'ı oraya çekmekle bu sorunun aşılmayacağını görebiliriz herhalde. Şimdi bir düşünelim lütfen. 300-400 bin euro için Egemen Korkmaz'ın kaybedilmediğini, senelik 1 milyon euroya Royston Drenthe'nin kadroya katıldığını. Bu isimlerin yerine oynayanlar, Escude ve Olcay Şahan. Sizce de bu işten büyük zarar görmedi mi Beşiktaş?

Bu maç aynı zamanda Fernandes'in baskı altında olduğu zaman, ikinci bir oyuncu çıkaramadığının başka bir kanıtı oldu. Maç içinde Beşiktaş'ın üretkenliği o kadar düşük ki, Fernandes her ayağına gelen topta ilk olarak faul alıp, duran toptan tehlike yaratmayı düşündü. Oyun içi sıkıntılar bir yana Veli'nin gördüğü kırmızı kartın da toleransı yok bana göre. Resmen halı saha oyuncusunun yapacağı amatörlükte, "sen beni engelliyorsan, ben de gider tekme atarım" gibi akıl almaz bir düşüncenin cezasını çekti Veli. Daha doğrusu cezayı çeken Veli değil, Beşiktaş. Keza o pozisyonda 10 kişi kalan ve 3. golü yiyen Beşiktaş oldu. Umarım bu durum Hasan Türk'ün önüne açacak bir gelişme olur. Hasan o formayı hak ediyor.


Bu sonuçla beraber Fenerbahçe yaşadığı büyük krizden olabilecek en iyi şekilde kurtulurken, Beşiktaş üst üste üçüncü maçta yenilgiden kurtulamadı. Beşiktaş'ın en büyük sıkıntısı Fenerbahçe'nin tam tersi olarak kalan öz güvenlerini de kaybetmek. Sezonun başlarında bu tarz kriz durumlarından Samet Aybaba'nın nasıl çıkacağını merak ettiğimi ve gerçek sınavın bu olacağını söylemiştim. Şimdi onu göreceğiz. Çünkü bir karanlığın içine girdi Beşiktaş, buradan çıkmak için Aybaba'nın bir şeyler yapması gerek.

Son olarak eklemeden geçmeyeyim. Maçtan önce Alex lehine tezahürat yapacak olan kadın taraftarların tehdit edildiklerini açıklamaları ve maç içinde Alex lehine tezahürat yapılmasının güvenlikler tarafından engellendiğini duydum. Bu Aziz Yıldırım diktatörlüğü kısa vadede takıma pozitif etki etse de uzun vadede Fenerbahçe'ye zarar verecektir.

3 Ekim 2012 Çarşamba

Galatasaray - Braga Maçı ve Daha Fazlası




Fikstür çekildiği anda kaynamaya başlamıştı goygoy kazanı. "Braga'yı Braga'da, Cluj'u Cluj'da!" diyordu havaya girmiş optimist taraftarlar. Oysa ki bu platform, hiç bir zaman işlerin kağıt üzerindeki kadar kolay olmadığı bir platform. Bu platform UEFA zaferinin geldiği sene bile gruptan çıkılamamış bir platform. Burası Şampiyonlar Ligi ve şakaya gelmez.

Sinyalleri okuyabilenler için Şampiyonlar Ligi'nin sıkıntılı geçeceği görülebiliyordu. Geçen sezonun şampiyon kadrosunun zaaf bölgelerine ciddi takviyeler yapılmıştı yapılmasına ama bu oyuncuların "uyum" potasında erimesi gerekiyordu. Geçen sene "takım oyunu" ile başarıya ulaşmış olan Galatasaray'da, yeni katılan oyunculardan beklenti fazlaydı. Mevcut iyi performansı sürdürüp, üzerine bu takviyelerle daha yüksek seviyelere çıkması beklenen Galatasaray'da, görüyoruz ki yeni silahlar başarıyı getiren doğruları törpüledi. Neydi bu doğrular? Her şeyden önce savunma ve yardımlaşma.

Yıllar sonra Şampiyonlar Ligine katılan taraftar haklı olarak büyük bir coşku ile Avrupa serüvenine giriş yaptı. Galatasaray da o coşkuya denk düşecek bir mücadelenin sonunda, Old Trafford'dan puansız dönerken, taraftarın umutları sönmek yerine yeşeriyordu. Fakat takım esas darbeyi dün akşam Türk Telekom Arena'da Braga karşısında aldı. Şüphesiz ki, çok önemli bir maçtı. Gruptaki esas rakip olarak görülen Braga'yı yenemiyorsak bile yenilmememiz gerekirdi ama olmadı. 



Bu maçta tekrar görüldü ki, Galatasaray'ın en büyük kabusu kapanan takımları açmak. Manchester United kapanmıyordu ve kora kor mücadele oldu, Braga kapandı, sonuç ortada. Aslında geçen sene de bu sorun vardı ve bir anlamda çözüm için hak ettiğinden fazla bir fiyata Amrabat transfer edildi. Şimdi görüyoruz ki, saman alevi gibi ara sıra parlasa da Amrabat en azından şu an için bu derde derman değil. Kapalı rakip savunmayı açamazken, öte yandan savunmadaki vurdum duymazlığından takıma negatif etki ediyor. Hakkını vereyim, bence muazzam bir orta tekniğine gayet iyi de bir şut tekniğine sahip. Fakat bu yeteneklerini kendi için değil takım için sergilemeye başladığı zaman takdir ederim.

Galatasaray'ın bir başka ciddi zaafı top ile hızlı olamaması. Türkiye sınırları dışında ciddi bir sorun bu. Melo - Selçuk ikilisinin geçen sezonu mumla aratması, pas trafiğindeki ritmi çok aşağılara çekiyor. Top sağdan sola dönene kadar zaten rakip savunma yerleşmiş oluyor. Bu tarz sıkışma anlarında topu alıp sürerek takımı hücuma kaldıracak bir isim lazım. Geçtiğimiz sezon bu işi Melo çok iyi yapıyordu ama bu sezon tek kelimeyle dökülüyor. Hal böyle olunca kağıt üzerinde %65 top Galatasaray'da, icraat? Orası sıkıntı.

Selçuk İnan'a kısa bir paragraf açmam lazım. Geçen seneki oyunuyla beni tek kelimeyle hayran bırakmıştı yıldız oyuncu. Ne yazık ki bu sene bir kaç vites düşük oynuyor. Melo'nun kötü olması Selçuk'u da kötü etkiliyor eyvallah ama takımın saha içindeki kumandanı bu kadar düşmemeli. Geçen sene gördüğü yerden kaleyi döven Selçuk gitmiş, sorumluluk almaktan çekinen bir adam gelmiş. Öte yandan Galatasaray takımı serbest vuruş kazandıysa ve Selçuk İnan sahadaysa, o topu Emre Çolak kullanmamalı. Geçen sene Selçuk'un yan toplarının ne kadar üretken olduğu ortadayken, neden her topun başına Çolak geçer anlamak mümkün değil.



Braga maçına değinmişken Eboue ve Muslera'dan da söz etmeden geçemem. Galatasaray'ın sahada varlık gösteren yegane neferleriydiler. İkisi de bu seviyenin oyuncuları olduğunu kanıtlıyor. Eboue'nin şanssızlığı bu maç önünde bir başka bu seviyenin oyuncusu Hamit'in oynayamamış olması diyebiliriz. Mağlubiyeti Hamit'in yokluğuna bağlamak kolaya kaçmak olur ama o olsaydı Galatasaray'ın daha aktif olabileceğine eminim. 

Aslında tek tek oyuncuların performanslarına bağlı kalmamak lazım. Çünkü Galatasaray dün gerçekten etkisizdi. Ne seyircide o beklediğim coşku patlamasını görebildim, ne de oyuncularda. Fatih Terim'in kenardaki hırsını sahadaki topçularda görmeyi beklerdim açıkçası. Demek değildir ki, sahadakiler mücadele etmedi. Aksine ellerinden geleni yaptılar ama insan yıllar sonra evinde oynanılan ilk Şampiyonlar Ligi maçında dozu daha yüksek bir hırs görmek istiyor.

Unutulmasın ki, Avrupa'da başarı bir süreç işidir. Yetenekli kadroların, bir takım olmayı başarabilmeleriyle gerçekleşir. Bir anlamda yenile yenile yenmeyi öğrenirsin. Galatasaray'ın artık önünde birbirinden önemli iki Cluj maçı var. Galatasaray hatalarından ders çıkartmalı ve kesinlikle çok iyi çalışmalı. Henüz gruptan çıkmak için çok fazla bir şey kaybedilmiş değil. Ancak hata yapma lüksü kalmadı.

1 Ekim 2012 Pazartesi

"Heykeli olan" süresiz kadro dışı !



Fenerbahçe’de uzun zamandır geri sayımı süren saatli bombanın rakamları sonunda 00.00’ı gösterdi ve dananın kuyruğu koptu : Alex de Souza süresiz kadro dışı bırakıldı !

Çok değil daha 2 hafta önce, Yoğurtçu Parkı’na heykeli dikilen, bu sayede Fenerbahçe için ölümsüzleşen bir efsaneden bahsediyoruz. O efsane, şimdi ise kadro dışı, ironik bir tablo... Ancak bu tablonun oluşacağı, Fenerbahçe’de yaşanan gelişmelerden belliydi sanki. Fenerbahçe’nin Marsilya maçında evinde 2-0’dan rakibine beraberliği vermesi, sonrasında evinde oynadığı “facia” bir Trabzonspor maçı, son olarak ise bardağı taşıran maç olarak Kasımpaşa deplasmanında alınan 2-0’lık mağlubiyet ve tabir-i caizse “rezalet” oyun. Bu sonuçlardan sonra 2 ihtimal vardı. Ya Aykut Kocaman istifa edecek, yada Aykut Hoca takım üzerindeki otoritesini sağlayabilmek, takıma “kendinize gelin” mesajı verebilmek için kabağı Alex’in başına patlatacak idi. Fenerbahçe’de yıllardır TEK otorite olan başkan Aziz Yıldırım sayesinde de bu seçeneklerden ikincisi yaşanmış oldu.

Aykut Kocaman’ı ne kadar eleştirdiğimi, kötü bir teknik direktör olduğunu düşündüğümü bilen bilir, ancak Alex’in tavırları da Aykut Hoca’ya malzeme vermiyor değil. Özellikle Kasımpaşa maçının ilk yarı sonunda oyundan çıkarıldığında maçın ikinci yarısını yedek kulübesinde değil, tribünde Stoch ve Serkan Kırıntılı ile sohbet-muhabbet-gırgır içerisinde izlemesi, hoş bir tablo değil.

Yine de şunu sormadan da geçemiyorum : Alex’i kadro dışı bıraktın, Stoch’a para cezası verdin, otorite sağlamaya çalıştın Aykut Hoca. Peki ya beklenilen silkinmeyi yapamazsa Fenerbahçe önümüzdeki maçlarda, kötü oyun devam ederse ? O zaman da Baroni mi kadro dışı kalacak ? Bu işin sonu olmaz, Aykut Kocaman kulüp dışı kalır benden söylemesi…

30 Eylül 2012 Pazar

Barcelona ile Son 10 Dakika


Barcelona son iki haftadır maçları daha da zevkli hale getirmeye başladı. bunu rakipleri ilk yirmi dakikada üç'e dört'e bağlayarak değil, son on dakikaya yenik durumda girip, maçı çevirmesiyle yapmakta! Geçtiğimiz hafta Granada duvarını Xavi ile kıran Barça bu akşam ise 2-0 geriye düşmelerine rağmen kilidi Fabregas açtı. Hem farkı bire indiren golü attı hem de İspanyolların klasikleşen kendilerini yere atma geleneğini sürdürerek rakibini on kişi bıraktırdı.

Barcelona'ya karşı on kişi kalınca haliyle maç daha da zor bir hale bürünüyor. Zaten " son on dakika" da bunu gördük. Palop'un koruduğu kalenin önüne set çeken Sevilla'lı oyuncular ile kedi fare oynarcasına pas yaptılar. En sonunda da önce Fabregas, sonrasında da tartışmalı bir hakem kararı sonucu devam eden pozisyonda David Villa maça noktayı koydu. Barça son iki haftadır yenilmez ünvanını kılpayı korumayı başarıyor. Takımda savunma anlamında ciddi sorun olduğunu, bunun da Puyol ve Pique'nin sakatlıkları sonucu olduğunu düşünmekteyim. Çünkü takıma ön libero olarak alınanlar stoper oynamak zorunda kalıyor!

Uzun lafın kısası Barcelona bu sezon " Barcelona maçlarından keyif alma " anlayışını farklı bir boyuta taşımış durumda. Ama takımda İniesta, Pique, Puyol gibi eksiklerin bulunduğunu da dikkate almak gerek. Maç sonlarında ise Granada ve Sevilla'lı futbolcuların üzgün hallerini gördükten sonra şu düşünce içerisindeyim. Açık'ta oynasan kapansan da olmuyor arkadaş!

29 Eylül 2012 Cumartesi

"Paşa Paşa" puan kayıpları



Bir tarafta son birkaç maçtır ciddi bir kaosta bulunan, futbol adına sahaya pek bir şey koyamayan Fenerbahçe, diğer tarafta ise Süper Lig’e yeni yükselmesine rağmen yaptığı şaşırtıcı transferler ve topladığı puanlarla Kasımpaşa. Form durumları her ne kadar böyle olsa da, Fenerbahçe’nin Kasımpaşa’ya 2-0 kaybetmesi (+ Kasımpaşa’nın 2 direği var) kabul edilebilir şey değil, hele ki bu oyunla…


Hadi diyelim ki maçta 10 tane gol pozisyonuna girer atamazsınız, rakibiniz 2 kontrada bulduğu 2 golle kazanır, ona eyvallah, futbol şansıdır, atamayana atarlar prensibidir. Ancak Süper Lig’e yeni yükselmiş rakibinizin kalecisi, maç boyunca neredeyse çimlerle bile buluşamıyorsa, pozisyon bulamıyor, pas yapamıyor, kısaca hiçbir şey yapamıyorsa bu şampiyonluğa oynayan Türkiye’nin 3 büyük takımından birisi, sıkıntı “Kocaman” değil mi sizce de ?! Hele ki 80. dakikalarda Kasımpaşa tribünlerinin, takımları top çevirip oyunun hakimiyken “Oley” çekmeleri, çileden çıkartıyordur Fenerbahçe taraftarını, haklılar da, yazık gerçekten…


Sezon öncesi yaptığı transferler sonrası birçok kesimin düşündüğü, bu sezonki Fenerbahçe’nin, son birkaç yılın kadro olarak en iyi Fenerbahçe’si olduğu idi. Benim de görüşüm bu şekildeydi. Ama gelin görün ki, ilk birkaç hafta Kuyt’ın üstün çabalarının getirdiği puanlar sonrası, ne zaman Kuyt sakatlandı, takke düştü kel göründü misali ardı ardına puan kayıpları başladı. Kimseye tek tek kızamıyoruz aslında, çünkü kimse iyi oynamıyor ki Fenerbahçe’de.. Alex deseniz sahada yok. Stoch deseniz bitmiş sanki. Sow garibim ilerde tek başına çırpınıyor ama nafile. Kadro değeri, dünyaca ünlü “transfermarkt” sitesine göre 156 milyon Euro olan Fenerbahçe takımının bu şekilde oynaması, birkaç oyuncunun formsuzluğundan öte bir şey artık, sistemsizlik mi diyelim, teknik direktör zaafı mı diyelim, oyuncuların inançsızlığı ruhsuzluğu mu diyelim, ben bilemedim, karar sizlerin…


Marsilya maçının ardından bir yorumda bulunmuştum. “Fenerbahçe’nin önünde zorlu bir fikstür var (Ts, Bjk derbileri). Buralarda alınacak kötü sonuçlar, Aykut Kocaman’a sonsuz desteğiyle bilinen Aziz Yıldırım’ı bile zor duruma sokabilir” diye. Bu tepkiler de ne yazık ki oluşmaya başladı artık Fenerbahçe taraftarında. Takım ciddi bir kaosa doğru sürükleniyor. Bu kaostan kurtulabilmeleri için ateşleyici bir unsura ihtiyaçları var, o da iyi futbolla ardı ardına alınacak seri galibiyetler. Ancak şu tablo içerisinde bu nasıl gerçekleşecek ? Zor görünüyor.


Hep Fenerbahçe’yi konuştuk. Ama “yiğidi öldür hakkını yeme” demişler. Kasımpaşa, Süper Lig’e yeni yükselmesine rağmen, seçilen yeni yönetimin sıradan bir Anadolu kulüp yöneticilerine oranla ciddi bir ekonomik güce sahip olması, Ernst-Isaksson-Uche gibi bomba transferler yapmaları, puanları ve göze hoş gelen futbolu da getirdi. Her ne kadar iyi giderken Metin Diyadin ile yolları ayırmaları etik açıdan oldukça tepki çekse de, bir ManU efsanesi Roy Keane ile prensip anlaşmasına vardıkları konuşulmakta şu son günlerde. Enteresan işler oluyor Kasımpaşa’da, ancak Paşa’nın şuana kadar keyfi yerinde.


Dün Orduspor, bugün ise Kasımpaşa. Süper Lig’in flaş Anadolu kulüpleri olarak öne çıktılar bu hafta ve şuana kadar. Bakalım bu ivmeyi ne kadar sürdürebilecekler ?

Cris'te Sıkıntı Var


Ne yazık ki Cris konusunda iyimser değilim. Tamam Şampiyonlar Ligi tecrübesi çok büyük ama ihtiyar sağından soluna dönemiyor. Defansın arkasına gönderilen toplarda reaksiyon vermekte geç kalıyor ve kaçırdığı adama yetişemiyor. Denilebilir ki, bir tek maçla mı böyle oldu. Durum şu ki, bunları söylemek için on maç izlemeye gerek yok.

Bu hafta Orduspor karşısında benim beklentim Dany - Semih tandemiyle Galatasaray'ı izlemekti. Çünkü Dany'nin oynadıkça uyum sağlayacağı ve taktiksel olarak kendini geliştireceği aşikar. Keza sol stoperden sağ beke kadar açılıp bölgesini boşaltmak gibi ciddi taktiksel hatalar yapıyor çılgın çocuk. Ancak Fatih Hoca tercihini Cris'ten yana kullandı. Elbette Cris'i de hazırlamak, onu da kullanabileceği duruma getirmek istiyor ama hele Şampiyonlar Liginde bu kadar ağır bir oyuncudan ne kadar verim alınabileceği soru işareti.

Şöyle bir gerçek de var ki, Cris sol stoperde oynayınca bir anlamda Semih'le olduğu kadar Hakan Balta'yla da partner oluyor. Başlı başına bir kabus diyebiliriz. Hakan'ın da kendi çevresi etrafında bir tam turu yaklaşık iki günde gerçekleştirdiğini düşünürsek sıkıntının büyüklüğünü anlayabiliriz. Keza Terim Şampiyonlar Ligi'nde bu tehlikeyi görerek Antonio Valencia'nın karşısına Balta'nın yanında Dany ile çıkmıştı.

Sözün özü, Cris'in elbette iyi oynayacağı ve defansı toparlayacağı maçlar olacaktır ama Galatasaray'ın sisteminde bu oldukça zor. Çünkü Galatasaray oyunu ileride oynayıp, savunma oyuncularını orta sahaya yakın kullanmak isteyen bir ekip. Böyle bir sistemin riski de rakibin hızlı forvetlerinin ağır savunma oyuncularınızı darmaduman etme şansının olması. Belki kapanarak oynayan bir takımda Cris daha verimli olabilirdi ama bu şablonda işler zor. He bir de savunmayı konuşuyorken eklemeden geçmeyeyim.. Semih Kaya iyi de oynasa, kötü de oynasa Galatasaray'ın en büyük kazancıdır.

27 Eylül 2012 Perşembe

Müzmin Sakat'tan Manchester ve Marsilya Muhabbeti (video)

Cızırtı TV'deki videolarımız uzuncana bir süreden sonra yayına başladı. Avrupa maçları için biraz geç kaldık ama yapmadan geçmeyelim dedik. Önümüzdeki haftadan itibaren daha düzenli bir şekilde karşınızda olacağız. Görüşmek üzere.

http://www.cizirti.tv/2012/09/muzmin-sakat-6-geri-donduk-avrupadaki-ilk-maclarimiz/


Yürüyedur Nuri Şahin


"Bizim çocuk" Nuri Şahin. Mourinho ile görüşmeye gittiğinde "oturduk Mourinho ile çay içtik" diyebilecek kadar içimizden biri. Almanya'nın en iyi genç yeteneklerinden biri olarak gösterilirken, milli takımımızı seçerek de gönüllerimizi fethetmiş bir yıldız Nuri. Hal böyle olunca o dünyanın en büyük futbol arenalarında başarılı olurken, biz de buralardan onunla gurur duyuyoruz.

Nuri sıkıntılı geçen Real Madrid macerasının ardından Liverpool'a geçtiğinde hepimizin keyfi yerine geldi. (Dört gözle takımlarına gelmesini bekleyen Arsenal sempatizanı arkadaşları tenzih ediyorum.) Liverpool formasıyla çıktığı maçların 1-2 tanesini yarım yamalak izleyebildim ve görülen şey çok netti. Nuri'nin tek eksiği tekrardan maç temposu kazanarak formunu yükseltmek ve daha çok sorumluluk almak. Çünkü Nuri çok meziyetli ve kendine çok güvenen bir adam. Dolayısıyla insan ondan daha çok oyunun merkezinde olmasını, takımın orta sahadaki işlemcisi olmasını bekliyor. 

Bu yüzden Nuri'nin dün gece West Bromwich karşısında attığı iki gole çok sevindim. Liverpool yedek oyuncularla kurulmuş bir kadro ile sahadayken, sorumluluk alıp takımını bir üst tura taşımış. İlk golünde 30-35 metrelik bir mesafeden direğin dibine yolluyor topu, ikinci golünde ise arka direğe koşu yapıp kanattan gelen pasta golü yapıyor. İlk golde top ve şut tekniğini, ikinci golde ise pozisyon bilgisini gözler önüne seriyor. Daha da iyi olacağından hiç bir şüphem yok. Ayağına kuvvet.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Galatasaray'ın Rotasyon Sınavı ve Burak Yılmaz


Rotasyon yapmak birden çok kulvarda mücadele eden takımlar için olmazsa olmaz. Fakat takımın ritmini bozmadan belli oyuncuları dinlendirerek, yedeklere forma vermek de maharet işi. Galatasaray'ın şansı, rotasyon zamanı geldiğinde kendi evinde kendisinden çok daha hafif siklet bir rakiple karşılaşmış olması. Şampiyonlar Ligi'ne çıkmadan Antalya deplasmanında gelen rahat bir galibiyet, dönünce de Arena'da Akhisar Belediye ile oynamak fikstürün bir cilvesi oldu. Akhisar maçını Aslan'ın rotasyon vizesi olarak değerlendirebiliriz ama vakit ilerleyip final dönemi kapıya dayanınca, Galatasaray'ın rotasyonu asıl sınavını vermek zorunda kalacak.

Esas sıkıntı herkesin gördüğü üzere Melo'da. Onun fark yaratan özelliği, topla beraber hücuma katılabilmesi, oyunun iki yönünde de aktif olabilmesiydi. Bu seneki Melo'nun ileriye katkısı şimdiye kadar çok zayıf. Fiziksel olarak da geçen seneyi mumla aratıyor. İşin aslı Melo'nun yaptığı 2-3 aylık tatili ben bile yapmadım bu yaz. Bu durum da doğal olarak Selçuk'un formunu geri çekiyor. Yine de form durumları ne olursa olsun, bu ikilinin Galatasaray'da alternatifsiz olduğunu düşünüyorum. Yeri gelip bu ikiliden birisinin dinlendirilmesi gerektiğinde Galatasaray'ın nasıl performans vereceği benim için en büyük soru işaretlerinden biri. Malum Selçuk dediğimiz adam da biyonik değil, fiziksel olarak düşeceği zamanlar gelecek. Keza kafa olarak da Selçuk'un milli takım döneminde fazlaca yorulduğunu düşünüyorum, bir gol atması bence kendisini rahatlatacaktır.

Bunun yanında Burak Yılmaz'ın değişimini gözden kaçırmamak lazım. Burak aldığı yoğun eleştirilerin ardından tutumunu değiştirmiş durumda. Geçen hafta Antalya maçında kaleciden temas almasına rağmen kendini bırakmaması da bu hafta karşı karşıya pozisyonda golü Sercan'a attırması da bunun göstergeleri. Burak çok ciddi meziyetlere sahip bir forvet. Hızlı, güçlü ve hepsinden önemlisi topa çok iyi vuruyor. Eğer eleştiri toplayan kendini yere bırakması ve bencillik gibi alanlarını da geliştirirse, değerine değer katar. Ben Terim'in yönetimindeki bir Burak'ın sürekli daha iyiye gideceğini düşünüyorum.

20 Eylül 2012 Perşembe

Kocaman bir YAZIK !



Fenerbahçe, düştüğü dişli sayılabilecek UEFA Avrupa Ligi C Grubunun ilk maçında, kendisi ile birlikte grubun favorilerinden gösterilen Marsilya’yı evinde ağırladı. Maçın son 10 dakikasına dahi 2-0’lık skor avantajıyla girmesine rağmen temsilcimiz, yediği gollerle sahadan 2-2’lik beraberlikle ayrılmak zorunda kalmış oldu.

Evet belki  maçın 3/4lük periyodundaki oyuna bakarsak, 2-0 Fenerbahçe leyhine çok net bir skor gibi görünebilir ancak Marsilya’nın bulduğu pozisyonlar da azımsanacak seviyede değil. Zaten fizik gücü oldukça yüksek, bu sezona fırtına gibi bir giriş yapan Marsilya’dan bahsediyoruz. Yani maç kafa kafaya diyebiliriz o dakikalar için. Ancak, ne olursa olsun, isterseniz sizin 2 şutunuz, rakibin 52 şutu olsun, kendi evinizde son 10 dakikaya 2-0 önde giriyorsanız, bu skoru koruyabilmeniz gerekiyor. Fenerbahçe’nin bu “öne geçtikten sonra otomatik olarak geriye yaslanma ve rakipten baskı yeme” hastalığı son birkaç yıldır devam etmekte. Bu kabul edilemez bir durum benim için. Milyon dolarlık, dünya çapında kulüpsünüz, Avrupa arenasındasınız ancak 5-6 pas yapıp topa sahip olarak oyunu soğutamıyor, hala defansınız baskı yer yemez gelişigüzel ileriye doğru vuruyor, her vurduğu top duvardan döner gibi yeni bir tehlike olarak Fenerbahçe kalesine dönüyorsa, ciddi sıkıntı var yahu !


Ciddi sıkıntı var dedik, asıl sıkıntı tahmin edebileceğiniz üzere Aykut Kocaman… Bence maça isabetli bir kadroyla başladı Aykut Hoca, ancak hep o bahsettiğimiz, o kritik oyunun son bölümlerinde yaptığı değişiklikler ciddi tartışma konusu. Alex iyi oynuyordu eyvallah, ancak orta sahayı daha dirençli hale getirmek için Baroni’nin girmesini anlayabilirim. Ama fizik olarak hala iyi durumda olduğunu düşündüğüm Sow’un yerine, Elazığspor’un forvetine koysanız bile oynayamayacak durumda olan Bienvenü’nün girmesi olacak şey değil. Ki Bienvenü’nün çok etkili bir kontrada müsait pozisyondaki Caner’i göremeyip topu ayağına dolaması, pozisyonu da yüzüne gözüne bulaştırması sonucu dönen topun Marsilya’yı ümitlendiren, skoru 2-1’e taşıyan golü getirdiğini hatırlatalım. Aykut Hoca açıklıyordu, Semih antrenmanlarda çok başarılı, çok iyi çalışıyor diye. Eee, hani nerede Semih, madem Sow çıkacak neden Bienvenü gibi “balon” bir oyuncuya muhtaç kalıyorsun ?

Maçtan çok Aykut Kocaman konuştuk sanırım. Ancak taraftar ile Aykut Kocaman arasındaki zaten gerilmekte olan ilişkilerin iyice inceldiğini görmekteyiz artık. Maç sonunda “Aykut İstifa” sesleri de bunun göstergesi. Önünde seyircisiz Trabzonspor ve Beşiktaş derbileri olan takım için oldukça kritik bir durum. Bu maçlarda alınacak puan kayıpları, Aykut Kocaman’a sonsuz desteği ile bilinen Aziz Yıldırım’ı bile zor durumda bırakabilir benden söylemesi…

O değil de, çok değil birkaç yıl önce Inter’e, Chelsea’ye kafa tutan Fenerbahçe’den, son 9 Avrupa maçında yalnızca tek galibiyet alabilen (o da Vaslui deplasmanında, yani Kadıköy’de 3 puan yok) bir Fenerbahçe’ye. Nereden nereye, üzülüyor insan... Neyse, dileriz ki bu kaybedilen kritik 2 puanı, ilerde aramayız grup maçları süresince, en büyük dileğimiz budur.

Old Trafford'dan Puan Değil Umut Çıktı



Göreve gelirken "Kaybederken bile gurur duyulacak bir takım yaratmak" hedefiyle yola çıkmıştı Fatih Terim. Daha sadece bir sene önce dibe vurmuş bir Galatasaray'ın, bugün Manchester deplasmanında "çatır çatır oynayacak" bir duruma geldiğini görüyoruz. İlk olarak bunu not etmek gerekir. Ondan sonra da şunu söyleyebiliriz ki, yazık oldu. Her ne kadar Manchester United'ın da pozisyonları ve verilmeyen penaltıları olduğu kabul etsem de, maçın başından sonuna kadar kafa kafaya mücadele eden, geri adım atmayan bir takım vardı sahada. İlk dakikada Umut'un, son dakikada Aydın Yılmaz'ın verilmeyen penaltılarından biri çalınsaydı veya Amrabat'ın, Selçuk'un, Hamit'in vuruşlarından biri o üç direğin arasından geçebilseydi çok daha keyifli bir gece olacaktı. Olmadı.. Fakat Manchester'dan diğer ülkelere, "biz yeniden buradayız" mesajını ilettiğimizi düşünüyorum.

Maça beklediğimizden farklı bir 11 ile başladı Fatih Terim. Cris'in yerine Dany'i görmek başta şaşırtsa da, maçın oynandığı tempoyu görünce hak verdim. Tecrübeyi bir kenara bırakarak, hız ve atletizme yönelen Terim, Antonio Valencia'nın Hakan Balta'yı param parça etmesini biraz olsun engellemek istemişti. Dany de fena maç çıkartmadı. Kritik yerlerde doğru hamleler yaptı. Yalnız Dany'nin çok ciddi pozisyon hataları yaptığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Taktik anlayışında, pozisyon bilgisinde önemli eksikleri var Kamerunlunun. Yenilen gole de Dany'nin hatasının sebebiyet verdiğini düşünüyorum. Öte yandan biri şu adama topu taca atabileceğini hatırlatsın lütfen. Gereksiz yere zorladığı pozisyonlar, başlı başlına hastalık sebebi.

Hamit ve Melo.. Maçın yıldızı ve maçın hayal kırıklığı. Umarım herkes Hamit'ten neden şüphe edilmemesi gerektiğini görmüştür. Selçuk'un verimli olamadığı, Melo'nun ciğerlerinin dışarı çıktığı bu maçta takımın liderliğini üstlendi Hamit. Buraların oyuncusu olduğunu, neden Bayern'de yıllarca top oynadığı, neden Madrid'in onu istediğini gösterdi. 12 km koşarak maçın en çok koşan oyuncusu da oldu. Daha da iyiye gideceğinden şüphem yok. Madalyonun diğer yüzünde ise istediklerini bir türlü başaramayan bir Melo izledik. Yaptığı hamlelerde topa ulaşamayan, ileri çıkışlarında ise topu verimli kullanamayan bir Melo vardı. Alternatifinin olmaması da böyle bir maçta elimizi, kolumuzu bağlayan durum oldu. Melo'yu kenara alsan, sağ kanat Aydın'a kalıyor işte, ki Şampiyonlar Ligi'nde mücadele ediyorsan çok yetersiz kalıyor.

Semih - Muslera ikilisine de gönülden tebriklerimi iletiyorum. Muslera zaten çok önemli bir kaleci, bunu dünya çapında göstermiş bir adam ama Semih'in bu denli iyi bir maç çıkartması şahsen bir Galatasaraylı olarak beni gururlandırdı. Van Persie'ye kabus gibi çöktü 21 yaşındaki aslan parçası. Ali Dürüst'ün açıklamasına göre Manchester scoutları maç bittikten sonra bu ikilinin bonservislerini sormuşlar. Sorsunlar, güzel bir şey tabi ki ama bu ikili uzun yıllar bizimle kalsın.

Artık önümüzdeki Braga maçına odaklanacağız. Braga'nın Cluj'a yenilmesinin ardından buradaki maç daha da önemli oldu. İçeride bu maçı alarak Braga'yı bir anlamda sonunculuğa demirlemek lazım. Öyle yada böyle ben oynanılan oyundan son derece memnun ve umutluyum. Avrupanın yer tarafından Manchester'a gelen Galatasaray taraftarını da tebrik etmeden geçmemek lazım. He son olarak da, aşağıda paylaştığım fotoğrafı çektiren Manchesterlı biraderlerimiz, muhtemelen Türkiye'de ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Büyüklerine "cehennem nedir" diye sormalarını öneririm.



19 Eylül 2012 Çarşamba

Şampiyonların Düellosunda Kazanan Real Madrid


İspanya şampiyonu Real Madrid ile İngiltere şampiyonu Manchester City'i karşı karşıya getiren güzel bir akşamı geride bıraktık. Liglerine kötü giriş yapan bu iki güç merkezinin Şampiyonlar Ligi'nde ne yapacağı merak konusuydu elbette. İlk yarısı olaysız geçen maçta, aksiyon 69. dakikadan Dzeko'nun golü bulmasıyla başladı. Bundan sonrası karşılıklı gollerle müthiş bir tempoda geçen maçın sonucu 3-2 Real Madrid lehine oldu.

Mourinho lig performansının ardından takımının ruhsuzluğunu eleştirmişti. Jose'nin bugünkü tercihi ise orta sahayı mücadeleci, pres gücü yüksek ve yıpratıcı üç oyuncudan Essien, Xabi Alonso ve Khedira'dan kurmuş. Bunun bir sonucu olarak ilk yarıda top Madrid'in ayağında kalsa da sonuca gidecek işleri yapamadılar. Bunda Manchester City'nin 8 ila 10 kişi arası değişen savunma hattının da etkisi var elbette. Rakibinin kapanacağını ön gören Mourinho, "shoot on sight" emrini vermiş zaten. CR7'nin başını çektiği gördüğün yerden çak taktiği de Joe Hart'ın gününde olması nedeniyle sonuca ulaşmadı. City tarafında ise Yaya Toure'nin uzun mesafeli topla çıkışları elbette bizi mest etti ama son topları atamamak onların da etkisini törpülemiş oldu.

Maçta gol bekleyen milyonlarca gözün aradığı pozisyon 69. dakikada gerçekleşti ve Dzeko reis, City'i öne geçirdi. Bundan sonrası artık Şam'da kayısıydı. Real Madrid sağlı sollu saldırırken skoru yapan sağ plasesiyle Marcelo oldu. Sonrasında Kolarov, Benzema, Ronaldo, noluyoruz ulan derken maç bitti be kardeşim. Maçın geneline yayılmasa da son 30 dakika gerçek bir ziyafet oldu.

Bu galibiyetin önemi Real Madrid için çok büyük. Mourinho'nun Ronaldo'nun golündeki sevinci durumu özetledi zaten. Maçtan sonra yaptığı açıklama; "Takımın DNA'sı geri döndü.". İşte Madrid'in tam da bu reaksiyonu vermesi gerekiyordu. Hem de tam da bu maçta..

17 Eylül 2012 Pazartesi

Manchester United'ın Kolu Bozuk (video)

Muhtemelen Manchester'ın oynadığı kolda bir bozukluk olmuş. Baya baya pres tuşu basılı kalmış gibi bir halleri var. Çarşamba'ya kadar biri yeni kol alsın şu çocuklara...


Heykeli Dikilen Adam de Souza




Türkiye gibi futbolcular için hem cennet hem de cehennem olabilecek bir ülkede, bir yabancı futbolcu gelip 350 civarı maça çıkıyor 170 tane gol atıp 140 civarı asist yapıyorsa, ilk olarak saygı duymak gerekir. Az buz bir olay değil bu. Kellelerin çok kolay bir şekilde alınabildiği bu futbol topraklarında Alex de Souza sekiz senedir üst düzey performans sergiliyor. Hatta Fenerbahçe gibi bir takımı kaç senedir sırtında taşıyor desek, yanlış olmaz. İşte Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en önemli futbolcularından biri olan bu adam geçtiğimiz günlerde ölümsüzleştirildi. Artık Lefter’e komşu oldu Alex.

Bu heykel mevzusu kimi kesimler tarafından eleştirildi. Yok efendim o kadar ciddi başka şeyler olurken, Alex’in heykeli çok mu gerekliymiş. Alex’in heykelini dikmek ya da dikmemek elbet tartışılabilir. Fakat sapla samanı da karıştırmamak lazım. O zaman futbol da oynamayalım? Nasıl olsa daha önemli başka şeyler var..  Bu heykelin tartışma konusu Alex’in bu mertebede olup olmadığıyla ilgili olabilir. Buna cevabım da şu. Bir gün bizim jenerasyonumuzdan bir Fenerbahçeli, çocuğuyla veya torunuyla dolaşırken ona gençliğinde izlediği Fenerbahçe’yi anlatacak ve adım gibi eminim ki şunu söylemekten büyük bir keyif alacak. “Ben Alex’i canlı izleyebildim.” Ee, daha ne…

İyi futbolcular gelir, iyi futbolcular gider. Büyük futbolcular ender gelir, çoğu fazla kalmaz. İşte o büyük futbolculardan, takım için efsane olanlar samanlıkta iğne aramak gibidir. Bu efsanelerle yolları ayırmak da her zaman çok sancılı olur. Galatasaray’ın Hakan Şükür, Real Madrid’in Raul örneklerini gözümüzün önüne getirelim. Alex artık Fenerbahçe’de futbolcu olarak son yıllarını, muhtemelen de yılını yaşıyor. Alex de Souza ile buruk ayrılmamak lazım. Ona yakışır bir biçimde, takımın da menfaatleri doğrultusunda zamanı geldiğinde vedalaşmayı bilmek lazım. Futbol dünyası küçük, Alex ile Fenerbahçe’nin yolları elbet tekrar kesişir, bunu da unutmamak lazım…

16 Eylül 2012 Pazar

Zavallı Pintos ve "Top toplayıcı Çocuk"



Tarih: 16 Eylül öğleden sonra civarları
Yer: Kasımpaşa Tayyip Erdoğan Stadı

Olay: Maçın son dakikalarında gol atan Kasımpaşalı Pintos gol sevinci sırasında formasını çıkartır.. Bunu gören kimilerine göre "top toplayıcı çocuk" kimilerine göre ise "bir taraftar" kod adlı şahıs sinsice Pintos'a yaklaşır. Olanca karizması ve artistliğiyle tribünlere hava basan Pintos olan bitenden habersizdir. İşte tam o nahoş anda "top toplayıcı çocuk" veya "bir taraftar" hareketini yapar ve zavallı Pintos'un formasını araklar. Başta Pintos olmak üzere kimse bir süre için ne olduğuna anlam veremez. Bu yarattığı şaşkınlık anından yararlanan "top toplayıcı çocuk" tribünlere doğru koşar ve formayı fırlatır. Zavallı Pintos çıplak kalır.

Vay arkadaş, bunu da gördük.

http://s7.directupload.net/images/120915/p7eefsio.swf