24 Mayıs 2012 Perşembe

Transferde Büyük Fırsat: Bonservisi Elinde Olan Oyuncular



Takımlarımızın ekonomik durumları hepimizin malumu. Galatasaray karanlık ve derin bir kuyunun dibinden bu sene yaptığı atılımlarla çıktı, Beşiktaş o kuyunun dibine iki kürek daha attı ve Fenerbahçe "malum" sürecin sonucunda milyonlarca eurodan oldu. Bu tarz durumlarda transfer dönemleri daha da kritik bir hal alıyor. Çünkü param yok diye transferde cimri davranırsanız, batarsınız. Bir an önce düzeleyim diye kalan üç kuruş paranızı har vurup harman savurursanız da, batarsınız. Yani nokta atışı hamleler yaparak, efektif oyuncuları seçmek zorundasınız. Bu noktada da Avrupa'da kontratı biten kaliteli oyuncular, büyük bir fırsat kapısı olarak karşımıza çıkıyor. Şampiyonlar Ligi'nde, Avrupa Ligi'nde final oynayan oyuncuları iki hafta sonra bonservisi elinde olarak, kulüp ararken bulabiliyorsunuz. Ziyadesiyle burun kıvırılamayacak bir fırsat bu. "O kadar iyi olsalardı, zaten kulüpleri bırakmazdı." bu mantık işte bizim kulüplerimizi yerin dibine sokacak olan mantıktır. Bu mantık işte Stancu'ya 5 milyon, Tabata'ya 8 milyon ve Mehmet Topuz'a 10 milyon euro verdirten mantıktır. Yani standart bir Türk futbolsever olarak kontratı bitmiş futbolcuları, kulüplerimize layık görmemeyi bırakıp, doğru ve akılcı yatırımlar yapmamız lazım. (Bknz: Selçuk İnan, Elmander..)Aslında bu oyuncularla ilgili çalışmalara 3-4 ay öncesinden başlamak gerekiyor. Ancak Türkiye'de bu kadar anti-sistematik transfer yöntemleri varken bu girişimlere o zamanlardan başlanıldığını sanmıyorum. Yine de kontratı biten oyuncular havuzu hala çok ciddi potansiyel vaat ediyor. Bu havuzdan öne çıkan oyuncuları inceleyelim..

21 Mayıs 2012 Pazartesi

İşte yeni Emre Belözoğlu!



Evet Sabri! Geçtiğimiz günlerde twitter’da rastladığım bu yıllar öncesinden fotoğrafı paylaşmadan geçemedim. Özellikle şu bölüm müthiş; Sabri için ortak görüş “müthiş bir yetenek!”. Neyse yeteneği, kariyeri Emre gibi değil belki ama en azından huyu benzememiş.

"Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyorum!"



"Dünyanın en büyük kulübünde oynuyorum, gittiği yere kadar. En büyük hayalim Real Madrid gibi bir kulüpte oynamaktı, hayalimi yaşıyorum. Türkiye'ye dönmeyi düşünmüyorum."

Evet, bu sözler Galatasaray'ın ciddi bir şekilde ilgilendiği Nuri Şahin'e ait. Transferde rotasını kaliteli yerli oyuncuları kadrosuna katmak, doğrultusunda çizen Galatasaray için en zor hedef zaten bu genç delikanlıydı. Her ne kadar bu sene pek forma giyememiş olsa da, hemen gözden çıkartılmak için fazla kaliteli bir oyuncu Nuri. Haydi gözden çıkartılmaya karar verildi diyelim, yine de gideceği takım Türkiye'de olmazdı. Her zaman kendisini Milan'a yakıştırmışımdır ama kısmet.

20 Mayıs 2012 Pazar

Havutçu'ya bir kez daha veda..


Beşiktaş’ta teknik direktör değişikliği bitmiyor ! Yarın, başkan Fikret Orman ile ortak bir basın toplantısı düzenleyecek olan Tayfur Havutçu’nun, Beşiktaş’taki sözleşmesinin karşılıklı olarak feshedildiğini ve Beşiktaş’tan ayrıldığını duyurması bekleniyor. (Ben bu yazıyı yazarken kulüpten yapılan açıklamaya göre sözleşme karşılıklı olarak feshedilmiş ve basın toplantısı iptal edilmiş)

Bu gelişme çok da sürpriz olmadı Beşiktaş gündemini yakından takip edenler için. Başkan Fikret Orman, katıldığı her televizyon programında, her röportajda, bu konuda gelen sorulara verdiği cevaplarda, Tayfur Havutçu’nun çok iyi bir insan ve çok iyi bir Beşiktaşlı olduğunu, ancak Beşiktaş’ın menfaatine yönelik hareket edeceklerini söyleyerek adeta bu durumu ima ediyordu.

Çok değil, geçen sezonu hatırlayalım. Berndt Schuster lig bitimine 9 hafta kala istifasını sunmuş, yerine takımın başına Tayfur Havutçu getirilmişti. Bu sezon öncesi kampı sırasında patlak veren şike soruşturması kapsamında hapse girmesi, Carlos Carvalhal’in acilen teknik direktörlüğe getirilmesine sebep olmuştu. Ve son olarak lig bitimine yalnızca birkaç hafta Carvalhal’e güle güle deyip Tayfur’u takımın başına getiren yönetim, şimdi de Tayfur ile yolların ayrılması için çaba sarf ediyor. Eh o zaman akıllara gelen ortak soru şu : Madem Tayfur ile uzun vadeli düşünülmüyor, sezon sonuna kadar Carvalhal ile devam edilemez miydi? Bu şekilde yolların ayrılması Tayfur Havutçu'nun da onurunu kırmıyor mu ? Yorum sizlerin…

Beşiktaş’a artık teknik direktör konusunda ciddi bir istikrar gerekiyor. Zaten bildiğimiz üzere eski başkan Yıldırım Demirören, tam anlamıyla bir “teknik direktör öğütücüsü” gibiydi. Evet Tayfur Havutçu, müthiş bir Beşiktaşlı olsa da teknik direktörlük için yetersiz bir isim, ancak bu denli çok teknik direktör değişikliği artık beni rahatsız etmeye başladı.

Gündemdeki isimler olarak Ralf Rangnick ve Marcelo Bielsa konuşulmakta. Ben ise Atletico Bilbao’nun oldukça genç kadrosunu UEFA finaline çıkarmış Bielsa’nın Beşiktaş’a ne yazık ki oldukça uzak olduğunu, Ralf Rangnick’in daha muhtemel olduğunu düşünüyorum. Bakalım Siyah-Beyazlı takımın teknik patronu kim olacak ?

Manuel Fernandes Kalacak mı, Gidecek mi?




Fikret Orman’ın başa geçmesiyle beraber, Beşiktaş genel bir küçülme politikasını başlatacak düğmeye bastı. Daha önce bu küçülmenin nasıl olması gerektiği konusundaki düşüncelerimi belirtmiştim. Bu doğrultuda verilecek en kilit karar belki de Manuel Fernandes’in kalıp kalmayacağı kararı. Süper Final’de sakat olduğunu öne sürüp memleketine kaçmış olması, şüphe yok ki herkesin kafasını bulandırdı. Sonradan denildi ki, ödemelerinde aksaklık olduğu için gitmiş Portekizli. Bu durumu, Beşiktaş yönetimini Fernandes’i satma konusunda teşvik edici olarak değerlendiriyorum.

Ancak net bir karara varılmamış olunması bir yana, son günlerde yaşanan önemli bir gelişme benim için Fernandes’in Beşiktaş’ta kalma ihtimalini arttırıyor. Fernandes Portekiz milli takımının Euro 2012 kadrosuna davet edilmedi. Bu da iyi bir teklif alınması durumunda bavulunu toplaması söylenecek olan Fernandes’in piyasasını düşürecek bir durum. Euro 2012’de iyi bir performans sergilemesi kendisine 10-12m civarlarında bir teklif getireceğini tahmin ediyordum ama bu son gelişmeyle beraber bu miktarları görmek bana göre imkansız.

Başkan Orman, bugün yaptığı açıklamada Manuel Fernandes’in tatmin edici bir teklif gelirse gönderilebileceğini ama çok da gönüllü olmadıklarını belirtti. Bunu zaten biliyorduk gerçi. Bakalım, Fernandes’in durumu bence biraz karmaşık olacak. Kısa vadede çözülecek bir durum gibi gözükmüyor.

NE YAPTIN FALCAO ?!



  Atletico Madrid'in golcüsü Radamel Falcao, öyle bir gol attı ki...Golü tekrar tekrar seyredesi geliyor insanın. Kelimelerin kifayetsiz kaldığı gollerden biri. Karşınızda Radamel Falcao.



Bu kez Almanlar kazanmadı, Şampiyonlar Ligi Chelsea'nin!



Maç tam bir Chelsea maçı oldu. Di Matteo'nun takımı alıştığımız üzere rakibinin üzerine gelmesine izin verdi ve sağlam savunma anlayışıyla pozisyon vermemeye çalıştı. Ancak maçın kontrolü tamamen ev sahibi Bayern Münih'in elindeydi ve bu yüzden maç sonunda başlayacak olan "Futbol 90 dakika süren ve almanların kazandığı bir oyundur" goygoyuna ve takiben gelecek "Almanlar kazanınca biz de kazanmış sayıldık mı?" geyiklerine kendimizi hazırlıyorduk ki, sonuç bir kez daha farklı cereyan etti. Bitime dakikalar kala Münih'in genç yıldızı Müller'in kafayla attığı gole, Chelsea yıllanmış şarap Drogba ile karşılık verdi ve maçı uzatmaya götürdü. Robben'in bir kez daha kaçırdığı penaltı ile damga vurduğu maçın kahramanı ise tabi ki Drogba. Gerçi Neuer'e de helal olsun, adam penaltıyı kurtarıp kendi penaltı atıyor ama yine de yetmiyor. Neyse Alman futbolunun Ediz Hun'u Neuer'e başarılar dileriz, adam büyük bir kaleci.

Resultante İmportante demiş Fatih Terim. Ne olursa olsun, futbol sonuç oyunudur. Hoşumuza gider, gitmez o ayrı konu ama Chelsea yıllardır bu oynadıkları sistem ile başarılı oluyor. Sezon başında Villas-Boas hareketiyle oyun anlayışlarını değiştirmek istedilerse de, başarısız oldular. Çok sabırsız davrandılar bence o ayrı ama adamlar Şampiyonlar Ligi'ni kazanıyorsa da bana susmak düşer.

Dünkü sonuç çoğumuza sürpriz oldu. Eksikleriyle darbe almış Chelsea'nin kendi evinde oynayacağı Bayern Münih'i yenmesi hiç bir istatistiğe sığmıyordu. Maç penaltıya gittiğinde bile şöyle bir istatistik karşımıza çıkıyordu: Bayern penaltılarda 3 maçta 3 galibiyet alırken, Chelsea 2 maçta galibiyet görememişti. Bir kez daha gördük ki futbol aslında istatistiklerin o kadar da geçerli olduğu bir oyun değil. Tebrikler Chelsea, tebrikler Di Matteo..

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Değeri henüz anlaşılmayan adam: Moussa Sow




10 milyon Euro gibi çok ciddi bir bonservis bedeli karşılığında, sezon arası transfer döneminde Fenerbahçe’ye katılmıştı Senegal’li. Çok önemli bir transfer olduğunu düşünüyorduk, ki bizleri yanıltmayacak gibi. Bu tuhaf sene oynanan tuhaf ligde 10 maça çıkıp 6 gol 3 asist üretti Sow. Daha önemlisi onun sahada olması, Fenerbahçe adına Bienvenu ve Semih’ten alamadığı başka katkıları alması anlamına geliyor. Sow bu iki oyuncudan çok daha efektif ve rakip savunmayı yıpratan tarzda bir santrfor.

Ancak ben şu an için Moussa Sow’un değerinin anlaşılmadığını düşünüyorum. Takıma katılır katılmaz, skora direkt olarak etki edebilmiş olması bir yana, onunla beraber Fenerbahçe’nin farklı bir takıma dönüşmesi önemli. Bitiriciliği çok üst düzeyde bir oyuncu değil Sow, keza bu nedenle kimi kesimlerden anında eleştiri almayı ihmal etmedi, ama fazla pozisyona girmesiyle bu açığını da kapatıyor. Sezon başında transfer edilmiş olsa saha içinde yaşanılan sorunların bir kısmının yaşanmayacak olduğu aşikar.

Fenerbahçe bu kriz döneminden eğer ki ceza almadan çıkarsa ve önümüzdeki senenin takımını düzgün bir şekilde kurabilirse, Sow’un değerinin ve etkisinin çok daha net anlaşılacağını düşünüyorum. Daha etkili bir orta saha ve kendisini iyi besleyen kanat oyuncularıyla beraber önümüzdeki sezon 20 gol barajını aşabileceğini düşünüyorum.

18 Mayıs 2012 Cuma

Müzmin Sakat artık Futbol blogudur!



Evet, arkadaşlar.. Bir kaç gün önce bahsettiğim değişiklik yarın resmileşiyor. Geçtiğimiz sene Ağustos ayında yayına başlayan naçizane köşemiz bugün itibariyle basketbol yazılarını bırakıyor. Artık Müzmin Sakat'ımızı futbola kanalize ediyoruz. Basketbol yazılarımız www.totalbasket.net sitesinde yoluna devam edecektir. Takip etmeye devam ediniz arkadaşlar. Ara sıra, tenis ve diğer dallarla ilgili söyleyecek sözümüz olduğu zaman onları da sizlerle paylaşmaktan tabi ki geri kalmayacağız..

Bu arada önümüzdeki süreçte, sizlere çok güzel sürprizler sunacağımızı da belirteyim. Çok keyifli projeler içerisindeyiz (Hepsinde Tugay Güntekin'in büyük katkıları var) ve şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Müzmin Sakat Blog ilerleyen süreçte değişik yapımlarıyla sizlerle olacak..

17 Mayıs 2012 Perşembe

29 Yılın Acısı Çıktı !



Fenerbahçe, çok değil birkaç gün önce şampiyonluk maçında evinde Galatasaray ile berabere kalarak son maçta şampiyonluğu kaybetmişti hatırlayacağınız üzere. Bunun şokunu atma fırsatı bulamadan, yalnızca 4 gün sonra çıkacağı kupa finalinde Bursaspor’a karşı zorlanması bekleniyordu Fenerbahçe’nin. Hele ki Fenerbahçe’li futbolcuların üzerinde oluşan o “yıllardır kupayı alamamanın her yıl arttırdığı baskı”, işi daha zor kılacak diye düşünülmekteydi.

Tüm bu tahminleri yapanlar ise dün ters köşeye yattılar. Fenerbahçeli oyuncular, üzerlerindeki o şoku ve baskıyı çok iyi atıp belki de sezonun en istekli oyunlarından birini oynayarak, Bursaspor’u final maçında 4-0 gibi çok net bir skorla geçerek kupaya uzanmış oldular. Fenerbahçe’nin kazandığı bu kupa, 50. Türkiye Kupası’ydı. Fenerbahçe de bu kupayı tamı tamına 29 yıl sonra ilk kez kazanmış oldu, eh daha fazla bunun önemini belirtecek bir şeyler yazmama gerek yoktur herhalde.

Fenerbahçe iyiydi, hırslıydı, inanmıştı, etkili futbol oynuyordu, hepsine evet. Ancak maçın bu denli Fenerbahçe açısından rahat geçmesi, Bursaspor’a tek bir pozisyon dahi vermemeleri ve skorun bu denli farklı olmasının başlıca bir sebebi olduğunu düşünüyorum : Caner Erkin’in maçın hemen başlarında gelen golü. Bu gol Fenerbahçe’yi maça 1-0 önde başlattı adeta ve Ertuğrul Sağlam’ın da dün söylediği gibi, Bursaspor’un bütün dengesini bozarak rüzgarın Fenerbahçe’nin arkasından esmesine yardımcı oldu. Bu gol sonrası Bursaspor, geliştirdiği 1-2 cılız atak haricinde maç boyunca toparlanamadı ve kalesinde sayısız pozisyon, nihayetinde de 4 gol görmüş oldu.


Olaya Fenerbahçe açısından baktık, etkililerdi dedik, evet Caner’in maçın başındaki golü de büyük avantaj oldu dedik, eyvallah. Ancak hiç kimse bu kadar kötü bir Bursaspor beklemiyordu sahada. Sonuçta, Türkiye Kupası finalisti olmuş takım… Bırakın pozisyon üretmeyi, Fenerbahçe’nin ataklarına en ufak bir direnç bile gösteremedi dün Yeşil-Beyazlı ekip. Peki neden ? Bana kalırsa, Bursaspor’un finale yükselerek zaten UEFA’ya gitmeyi garantilemesi (kurallara göre diğer finalist eğer Avrupa kupalarına gitmeyi garantilemişse, kupayı alamasanız dahi Avrupa’ya gitmeye hak kazanıyorsunuz), Süper Final Avrupa Grubu’nda hedeflediği seviye olan 5.lik ile ligi bitirmeleri, bence oyuncuların “Kupayı almalıyız!” düşüncesini ciddi anlamda baltalamış. Mental anlamda sezonu bu maç öncesi bitirmiş Bursaspor, dün çok net bunu gördük.

Maçın kahramanı ise, şüphesiz ki Alex de Souza. Zaten onun ne denli bir istatistik rekortmeni olduğunu yıllardır biliyoruz. Bu maçtaki istatistiği ise 1 gol 3 asist. Tek kelime söyleyebilirim : Olağanüstü !


Sonuç olarak, Fenerbahçe’yi tebrik ediyoruz, 30 yaş altı taraftarları kupayı ilk defa görüyorlar. Bu tarz geyikler sanırım bir süre daha devam edecek. Neyse şaka bir yana, belirtmek istediğim özel bir şey, dünkü maçta görülen Fair-play örnekleridir. Çok ufak maç içi gerilimler dışında en ufak bir olay yaşanmadı, oyuncular maç sonunda birbirlerine sarılarak tebrik ettiler birbirlerini. Taraftarlar 2 takım futbolcularını da alkışladılar. Tüm kalbimle söylüyorum, özledim böyle görüntüleri görmeyi, futbolun güzelliklerini… Bütün sezon maç içi olaylar, çirkin görüntüler futbolun önüne geçmişti, en azından son maçı iyi bitirdik..

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Eden Hazard Manchester City'de !!



Football Manager oynayanların yıllardır yakından tanıdığı, ancak son 2-3 yıldır Avrupa futbolunu takip edenlerin de adını çok sık duyduğu, Belçikalı kanat Eden Hazard... Müthiş bilekleri, çalımları ve sürati sayesinde, artık Lille’de kalmasını ben de dahil çoğu kişinin imkansız gördüğü (çok bile kaldı sanki) bu genç oyuncu, çok daha büyük bir kulübe gidecek, orası kesin. Ama nereye ?

Çok değil, birkaç hafta önce, Eden Hazard, gelecek sezon forma rengi mavi olan bir takıma gideceğini itiraf etmişti. Mavi forma denince akla direkt olarak 2 takım gelmekte. Birincisi Chelsea, ikincisi ise Manchester City. Ben bu takımın Chelsea olacağını düşünmüştüm. Bu sezon işler pek de istediği gibi gitmeyen Chelsea, önümüzdeki yıl için Hazard takviyesiyle yeni sezona iddialı girmek ister diye… Bir de diğer ihtimal Manchester City için “yok artık daha neler” dediğim için Chelsea ihtimali daha yakın gelmekteydi.

Ancaaak, işler beklediğim gibi gitmedi açıkçası. Eden Hazard, yaptığı son açıklamada takım adı belirtmemiş ancak önümüzdeki sene Manchester şehrinde olacağını belirtmiş. Mavi forma + Manchester şehri denklemi bize çok net bir sonucu vermekte : Eden Hazard Manchester City’de ! Bu transfer, City açısından PES dedirtecek bir transfer olacak. Yahu kadrosunda David Silva, Samir Nasri, Sergio Agüero, Carlos Tevez, Edin Dzeko, Mario Balotelli gibi hücum silahları bulunan bir takımın bunların üstüne Eden Hazard transferi yapması olacak iş değil, bence de biraz açgözlülük orayı da belirteyim. Ama düşünsenize, rotasyon yapacak olsanız böyle bir takımla, herhalde hiç ama hiç zorlanmazsınız. Elinizin altındaki isimlere bakın, bu nasıl bir hücum gücüdür, diyecek bir şey bulamıyorum !

Bu sezonun son maçında Agüero’nun 90+4’te attığı gol ile çok uzun bir aradan sonra taraftarlarına şampiyonluk sevinci yaşatan Manchester City, önümüzdeki yıla da inanılması güç bir kadroyla girmeye hazırlanıyor anlaşılan. Bu transfer için konuşulan bonservis bedeli ise yaklaşık 30-35 milyon Euro, bunu da belirtmeden bitirmeyelim yazıyı. Eh ne diyelim, hayırlısı olsun bakalım.

Not : Transfer henüz resmiyet kazanmamıştır ve resim amatör bir photoshop ürünüdür :)

Carvalhal İBB'ye mi geliyor ??



Beşiktaş’ın eski teknik direktörü Carlos Carvalhal’ın İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile görüştüğü haberleri şu sıralar gündemde kendine yer bulmuş durumda. Hele ki İBB yönetiminin, Arif Erdem ile karşılıklı olarak sözleşmeyi feshettiklerini açıklamaları, bu söylentiyi daha da güçlendirdi.

Geçtiğimiz günlerde Portekiz basınına açıklamalarda bulunan Carvalhal, kendisi ile 3 Türk takımının ilgilendiğini ve kendisinin de birkaç yıl daha Türkiye’de çalışmak istediğini belirtmiş. Bu duruma şaşırmadığımı belirteyim, çünkü her fırsatta Türkiye’yi ve insanlarını çok sevdiğini belirten, sürekli Türkçe kelimeler öğrenmeye çalışan, adeta bizden biri gibi olan Carlos’un Türkiye’de kalmak istemesi çok da anormal bir durum olmasa gerek.

Bakalım Carvalhal-İBB birlikteliği gerçekleşecek mi ? Eğer gerçekleşirse de, geçmişte Beşiktaş’ta yıldızı, “yıldız” oyuncularla (Quaresma, Guti, Fernandes gibi) bir türlü barışamayan Carlos Carvalhal, düşük bütçeli ve tam bir sistem takımı olan İBB’de gelecekte neler yapacak, bekleyip göreceğiz…

Oktay Mahmuti 2+2 sene daha Galatasaray'da



Galatasaray ve Oktay Mahmuti arasındaki görüşmeler olumlu sonuçlanmış ve bugün itibariyle yapılan açıklamada Mahmuti ile 2+2 senelik yeni bir sözleşme yapıldığı belirtildi. Olmazsa olmaz bir hamleydi bu sarı-kırmızılılar için. 2 sene önce çizilen yolda, sürekli olarak yükselerek amaca yürüyen Galatasaray M.P takımı için olabilecek en büyük olumsuzluk Oktay Mahmuti'yi kaybetmek olurdu. Çünkü herkesin yeri bir şekilde dolar ama hem karakter hem teknik olarak takıma boyut değiştirten Oktay Hoca'nın bir alternatifini bulmak çok ama çok zor. O'nun kadar takımda hakimiyet kuracak bir ismi getirmek gerçekten kolay iş değil.

Bu senenin başında da Mahmuti'nin koçluk görevini bırakması ve CEO olarak işine devam etmesi söz konusu olmuştu, ki bu da büyük bir yanlış olurdu. Koç ile uzun vadeli bir anlaşmaya varılmış olması bana onun parkelerden ayrılmayacağını anlatıyor. Kısacası Galatasaray M.P'ın istikrarlı gelişimini devam ettirmesi için hayati bir hamle olan Mahmuti ile kontrat yenilenmesi, bugün gerçekleştirilmiş oldu.

Arkadaşlar bu girdiğim yazı, Blogumuzda girilmiş son basketbol yazısıdır. İlerleyen günlerde bununla ilgili bir açıklama yapacağız. Ancak şu an için şunu söyleyebiliriz ki, kısa bir zaman sonra basketbol yazılarımız başka bir platformda yayınlanmaya başlayacak ve Müzmin Sakat Blog'u tamamen futbola kanalize edeceğiz.

Kuzeyden gelen savaşçı: Johan Elmander!



Güneşin yine doğudan yükseldiği bir sabah, Galatasaray taraftarı uyandığı zaman kap’a açıklanmış
olan yeni bir transferle karşılaştılar. Ünal Aysal’ın bir gün önce televizyonda adını zikrettiği bir
isimdi; Johan Elmander. Türk futbol ailesinin çok yakından tanımadığı, ama kulakların da çok yabancı olmadığı bir isimdi bu. Elimizde done olarak İşveç milli takımında Zlatan İbrahimovic’in partneri olması ve İngiltere’de ortaya koyduğu performanslar vardı. Ancak önümüzdeki süreç içerisinde kendisi daha yakından tanımanın ne kadar keyifli olacağını, o zamanlar bilmiyorduk.

Sene başında yine bir “Galatasaray’a gelen İsveç’li” sendromuyla sakatlık yaşadı. Hem de standart
bir sakatlık değil; ayak tabanı yırtıldı. Heh dedik, “İsveç’li ya, başladık yine”.. Ancak kuzeyden gelen
savaşçı bize kendini sevdirmeye kararlıydı. Sezonun ilerlemesiyle beraber takımın değişilmez
oyuncusu oldu Johan. Kral Hakan Şükür’den beri görmediğimiz bir hücum pres yapıyordu. Karşısına
çıkmaya cüret eden savunmacılara yaptığı baskı, onlara hayatı zindan ediyordu. Böylelikle bir anda kanımız uyuştu İşveç’liyle. O Galatasaray’da olmaktan mutlu, biz de ona sahip olmaktan.

Yeni golcümüz normal sezonda oynanan 6 derbi maçında 5 gol kaydetti. Küçük maçların büyük
oyuncusu değildi yani. Kritik anlarda kendisini gösterdi ve takımına puanlar kazandırdı. Sistem’in bir
parçası olmak bir yana, sistemin üzerine kurulduğu oyuncuya dönüştü. Öyle ki, yokluğunda geçen
birkaç maçta Fatih Terim’in bütün sistemi sekteye uğradı. Yerine kullanılabilecek bir alternatif yoktu,
keza Milan Baros ve Necati’nin form düşüklüğü, kendisini daha da değerli yaptı.

Takıma her yeni gelen oyuncuya bu kadar sevilmek nasip olmaz. Hele ki, büyük bir isim taşımıyorsa.
İşte böyle oyuncular, taraftarlarının bu sevgisini tırnaklarıyla kazıyarak kazanırlar. Kendisine aylar
boyu; “Çok çalışıyor, çok mücadele ediyor, pas veriyor, şut çekiyor.. ama yetenekleri sınırlı!” denildi.
Bazıları için bunları yapmak bir oyuncuyu iyi oyuncu yapmaya yetmiyor diye düşünürken, zaman
içinde herkes Elmander’in sahada yaptıklarına saygı duymaya başladı.

Hoş geldin kuzeyden gelen savaşçı. Önümüzdeki sene yanında daha da kendisini tamamlayacak bir
partnerle beraber yeteneklerini Şampiyonlar Ligi seviyesine taşıyacak. Umarım uzun yıllar bu formayı başarıyla terletirsin Johan. Çünkü Galatasaray karakteri ile senin bizlere gösterdiklerin birbirine çok uyuyor. Biz seni sevdik, yolun açık olsun.



Florya’nın mezunları: Emre Çolak ve Semih Kaya




Geçen yıllar içerisinde birçok genç oyuncuya “geleceğin yıldızı” sıfatı layık görüldü. Aydın Yılmaz, Sabri Sarıoğlu, Cafercan Aksu.. Örnekler çoğaltılabilir.. Çeşitli nedenlerle bu oyuncuların bir kısmı beklentilerin çok altında oyunculara dönüştüler, bir kısmının ise kariyeri neredeyse başlamadan çöküşe geçti. Bunun en önemli sebeplerinden biri, teknik direktörlerin ve alt yapı sorumlularının bu genç çocuklar için yeterince emek sarf etmemesiydi. İşte Fatih Terim’in yuvasına dönmesi, Galatasaray taraftarı için yeni bir umut ışığının yanmasına sebep oldu.

Bu umut ışığının sebepsiz olmadığını arkamızda bıraktığımız sezonun ardından daha net bir şekilde görebiliyoruz. Genç oyuncularda yaşanmakta olan bu devrimin ilk temsilcileri de Emre Çolak ve Semih Kaya oldu. Emre son 2-3 yıldır A takımla birlikte çalışıyor olmasına rağmen, arpa boyu yol kat edememesiyle taraftarı hayal kırıklığına uğratırken, Semih Kaya Uefa maçında yerine Harry Kewell’ın stoper oynamasıyla adını hatırlatıyordu. Ancak şuanda geldiğimiz noktada, bu iki delikanlı şampiyon bir takımın ilk 11 oyuncuları sıfatını taşıyorlar.

İlk olarak Semih Kaya diyelim. Bana kalırsa sezonun en büyük hikayelerinden biri. Servet Çetin ve Gökhan Zan gibi milli takım oyuncularının olduğu ve Hakan Balta ve Ceyhun Gülselam’ın bile stoper alternatifi olarak değerlendirildiği bir havuzda, zamanla kendisini kanıtlayarak Tomas Ujfalusi’nin yanındaki yerine kuruldu. Gösterdiği performans ve genç yaşında sahip olduğu soğukkanlılık ile objektif olan herkesin beğenisini kazandı genç oyuncu. En büyük avantajı da yanında oynadığı tecrübe abidesinin yol göstericiliği oldu kesinlikle. Eksikleri yok mu? Tabi ki var. Ancak bu yönlerini geliştireceğine hiçbir şüphem yok, bu genç yüreğin. Fatih Terim’in sayesinde hem Galatasaray hem Türk milli takımı çok değerli bir savunmacıya kavuştu. Çalışmayı bırakma aslan.

Ve Emre Çolak. Ne yalan söyleyeyim, bir türlü beklenilen gelişmeyi kaydetmemesiyle beraber umudum kırılmaya başlamıştı. Fiziksel olarak çok zayıf kaldığı ve bu şekilde devam ederse bir yere varamayacağı aşikardı. Ancak Amerika’dan ithal kondisyoner Scott Piri’nin faydasını en çok gören oyuncu oldu bana göre. Ayağını yere daha sağlam basmasıyla beraber, oyundaki etkinliği de artmaya başladı. Kanatta oynamasına rağmen orta saha verdiği destek ile Fatih Terim’in gözüne girdi. Önümüzdeki sene muhtemelen onun bölgesine bir oyuncu transfer edilecek, ki bu da Emre için yeni bir mücadelenin başlayacağı anlamına geliyor. Florya’nın kendisine sunduğu bir ürün olarak Fatih Terim’in gözünde çok büyük bir kredisi ve kariyerine ışık tutmak için çok değerli bir fırsatı var Emre’nin. Artık Şampiyonlar Ligi’nde Avrupa’nın gözü önüne çıkacak. Haydi bakalım Emre, yükselerek yoluna devam..

13 Mayıs 2012 Pazar

Adam gibi adam: Alex de Souza



Kimi sporcular vardır, onlara duyulan saygının rengi olmaz. Seversiniz, sevmezsiniz o ayrı konu. Kimse kimseyi sevmek zorunda değil. Ancak ortaya koyduğu düzgün karakterle, oynadığı futbolla bazı oyuncular bu "renksiz" saygıyı hak ederler. Harry Kewell gibi, Pierre Van Hooijdonk gibi, Alex de Souza gibi. Bir Galatasaray'lı olarak bir çok maçta Alex canımı yakmıştır ama bu takdir etmemi engellemiyor.

Yabancı oyuncunun düzgün karakterlisini bulmak kolay değil. Hem düzgün karakterlisini, hem de 100'den fazla gol atıp 100'den fazla asist yapanını bulmak 1000'de 1 denk gelir. Fenerbahçe bu şansa nail olmuş bir kulüp. Alex dün şampiyonluğu kaçırmanın travmasını yaşarken, bütün o biber gazı hengamelerinin arasından Galatasaray soyunma odasına gidip Fatih Terim ve takımını tebrik etmiş. Bravo Alex. Örnek sporcusun, örnek bir karaktersin. Kaptanlığa yakışan bir adamsın. Belki Türkiye'deki kariyerinin sonlarına yaklaşıyorsun ama ülkene dönsen de burada saygı ve takdirle hatırlanacaksın.

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Ve ŞAMPİYON GALATASARAY



Spor Toto Süper Lig’in normal sezonunu, yani 34 haftayı tam 9 puan farkla lider olarak tamamlayan Galatasaray, normal şartlarda oldukça rahat bir şekilde şampiyonluğa ulaşacaktı. Ancak o kadar tuhaf bir sezon yaşıyoruz ki, bu tuhaflıkların en başlıcası olduğunu düşündüğüm Play-off sistemi, ligin tüm kaderinin ilk 4’teki takımların birbirleri arasında oynayacağı maçlara bırakmaktaydı.

Play-off maçlarına ise bariz bir şekilde Fenerbahçe’nin damga vurduğunu görmekteydik. Sarı-Lacivertliler, play-off’ta bugüne kadar oynadığı 5 maçta 4 galibiyet 1 mağlubiyet almıştı. Bu durum da şampiyonluk maçının bugünkü son maça, Şükrü Saraçoğlu’ndaki Süper Final’in “final” maçına kalmasına yol açmıştı. İşte o maçta, ligin son, şampiyonluk maçında Galatasaray, Fenerbahçe ile 0-0 berabere kalarak sonunda haftalardır beklediği şampiyonluğa bu sefer ulaşmış oldu !


Bu denli önemli bir maçı aslında paragraflara sığdırabilmek hiç de kolay değil, ancak haydi başlayalım… Maç öncesinde sahaya çıkan 11’lere baktığımızda; Galatasaray’ın ideale yakın bir kadro ile sahaya çıktığını, Fenerbahçe’de ise bazı sürprizler olduğunu gördük. Evet, Alex’in yarı-sakat olduğunu, büyük ihtimalle 11’de başlamayıp 2. yarı oyuna dahil olabileceğini tahmin ediyorduk, ancak bir diğer yarı-sakat olmasına rağmen bu tip durumlara çok alışkın olan Gökhan Gönül’ün Orhan Şam yerine 11 başlamasını bekliyordum açıkçası. Ve son olarak, son maçlarda ciddi anlamda yükselen form grafiği ile Henri Bienvenü, Semih’e göre daha doğru bir tercih olabilir miydi acaba Fenerbahçe açısından ?

Biliyorsunuz ki, Fenerbahçe’nin şampiyon olabilmesi için mutlaka galip gelmesi gerekmekte, Galatasaray’ın ise yenilmemesi yeterli olmaktaydı. Bu durum ise, maçın gidişatı açısından direkt etkili oldu. Fenerbahçe, maç boyunca topa daha çok sahip olan, oyunu daha çok kontrol eden, zaman zaman rakibi baskı altına alan taraf iken, Galatasaray ise büyük çoğunlukla kendisi için akıllıca olan, oyunun temposunu düşüren, tabir-i caizse beraberliğe yatan bir oyun anlayışını benimsedi ve başarılı da oldular.

Galatasaray penceresinden maça bakarsak, beklenildiği üzere, oyunun temposunun yükselmesi rakibinin işine gelecek olan Sarı-Kırmızılılar, yapmaları gerektiği üzere tempoyu düşürdüler. Öyle ki, Fenerbahçe kalecisi Volkan Demirel’in eline top dahi değmedi (ki kendisi FB-GS maçlarının kahramanı olur çoğunlukla). Ek olarak, maçın ilk dakikalarından son dakikalarına kadar, oyun her durduktan sonra oldukça ağır hareketlerde bulunarak oyunu yavaşlattılar. Bunlar göze hoş gelen futbolun önüne geçse de, sezon boyunca göze en hoş gelen, en akıcı futbolu oynayan Galatasaray’ı bu konuda eleştiremiyorum, çünkü zaten yıllardır Saraçoğlu’nda galibiyeti bulunmayan Cimbom, bu maçta da öyle yüksek bir tempoyla oynasa, istediği sonucu alamayacaktı.


Galatasaray’da Elmander’in sakatlığı, Fenerbahçe’nin oyununu ciddi anlamda olumlu etkiledi. Neden mi ? Elmander, Galatasaray için hem önemli bir hücum silahı, hem de daha önemlisi yaptığı hücum pres ile defansı sürekli rahatsız eden, hazırlık paslarını rahat yaptırtmayan tip bir santrafor. Dolayısıyla Elmander’in oyundan çıkışı, Fenerbahçe’nin çok daha rahat hazırlık pası yapmasına, daha rahat hücuma çıkmasına sebep oldu. Cristian – Emre – Selçuk üçlüsünün de, Melo – Selçuk ikilisine bir üstünlük sağlaması, topun daha çok Fenerbahçe’de kalmasına neden oldu. Ancak buna rağmen, oyunun hakimi Fenerbahçe olmasına rağmen, zaman zaman bunu başarmış olsa da, maçın genelinde Galatasaray’ı ciddi baskı altına almayı, rakibini boğmayı çok da başaramadı. Bu da bizlere, beklentileri çok dışında golsüz, pozisyon açısından kıt bir maç izletti.

Bir diğer beklentim, maçın çok daha gergin geçmesiydi. Zaman zaman gerginlikler yaşansa da (ki bunlar çok normal, şampiyonluk maçı, gergin bir sezon vs.) saha içinde çok da büyümedi olaylar. Ancak ne yazıkki, maçın son düdüğü çalındıktan, Galatasaray’lı oyuncular soyunma odasına girdikten hemen sonra çıkan olaylar oldukça üzücü. Taraftarlar ellerinde koltuklarla sahaya giriyor, polise saldırıyorlar, polis geri çekilmek zorunda kalıyor. Ve öyle bir sahne var ki, TV’de izlediğimde gerçekten ürperdim. Stadın hemen dışında, bir benzinci önünde 2 adet polis arabası taraftarlar tarafından devrilmiş, ters dönmüş. O araçlar alev alsaymış benzin istasyonunun hemen önünde, nasıl bir facia olurmuş düşünmek bile istemiyorum. Yazık, bu ne öfke ?!


Şampiyonluk kupasının nerede verileceği hala belli olmamış, çünkü bütün stat biber gazıyla dolmuş ve güvenlik tam anlamıyla sağlanabilmiş değil. Şuanda futbol yorumu mu yazıyorum yoksa Suriye’deki bir isyanı mı anlatıyorum kafam karışmış durumda. Nerdeyse tüm Süper Final maçlarında çıktığını gördüğümüz olaylar (sahaya çakı atmalar, taraftarın sahaya girmesi, küfürler, kavgalar) gerçekten bıktırdı beni.

Şunu içtenlikle söylüyorum, tebrikler şampiyon Galatasaray, bence şampiyonluğu fazlasıyla hak ettiler bu sezon ! Tebrikler Fenerbahçe, şike soruşturması sonrası bu denli ayakta kalmaları ve sonuna kadar getirmeleri büyük başarı ! Ancak en önemlisi şu bence : olayların boyutu ciddi can kayıplarına ulaşmadan İYİ Kİ LİG BİTTİ ARTIK !


Euroleague Final-Four 2013'te Londra'da



An itibariyle Ntvspor'dan naklen yayınlanan basın toplantısında, önümüzdeki sene bu organizasyonun Ada'ya taşınacağı açıklandı. Bu sene bizler bu keyifi tatma fırsatını yakaladık ama biletlerin çok pahalı olması nedeniyle gerekli ilgiyi gösteremedik diye düşünüyorum. Önümüzdeki sene ingilizlerin ilgisi ne düzeyde olur merak konusu.

Londra tercihi tabi ki stratejik bir tercih. Basketbol kültürü oluşmamış ve yerleşmemiş olan güzide ada topraklarına bu sporu taşıma amacı üzerine çalışılıyor. Gerek Nba kulüplerinin sezon öncesi veya tatillerde İngiltere'de yaptığı hazırlık karşılaşmaları, gerekse Euroleague'in final-four'u Londra'ya taşıma kararı bu amaca hizmet ediyor. Ancak dini imanı futbol olan ingilizlerin bu sporu ne kadar kucaklayıp, benimseyecekleri tartışmaya açık. Ancak yine de pazar ve potansiyel olarak değerlendirildiğinde yatırım yapmanın mantıklı olduğu bir bölge Birleşik Krallık.

Süper Final'in Final'inin süper analizi



İşler kızıştı.. Heyecan yaratsın diye, beklenmedik bir şekilde peydahlanan ÜBER FİNAL!'in son maçına geldik. Şans bu ya, şampiyonluğun kaderi de bu maça bağlandı. Türk "Classico"suna Şükrü Saraçoğlu'nda tanıklık edilecek, Galatasaray'ın çifte şans hali şampiyonluğa ulaşırken, Fenerbahçe evinde galip gelirse kupaya uzanacak. Buraya kadar bahsettiğim kısım maçın hikayesi. Benim ne kadar esas konuşmak istediğim kısım saha içinde karşımıza gelecek olanlar. Gereğinden uzun süren ve artık bitmesinin hepimiz için daha hayırlı olacağı bir sezonun son maçında son bir teknik / taktik değerlendirmesi yapalım.



Galatasaray'dan başlıyorum. Sittin (doğru mu yazdım acaba?) senedir kazanamadığı bir stada şampiyonluk amacıyla gitmek kolay değil. Hele ki, böyle bir atmosfer ver stres altında Kadıköy'de oluşacak atmosferde top oynamak kolay değil. Bu yolda alınan en büyük darbelerden biri benim açımdan Fatih Terim'in saha kenarındaki yerini alamayacak olmasıydı. Ancak eyyam kokan bir kararın neticesinde Terim takımının başında olabilecek. Bu çok önemli. Çünkü saha içi ve tribünlerden oluşacak bir gerginlik karşısında oyuncularını sakin tutmayı başarmalı Fatih Terim. Tabi ki önce kendisinin sakin kalması lazım o ayrı. Gerekli yerlerde oyuncularına müdahale etmesi, bir basketbol koçu gibi yönetmesi lazım bu maçı.

Gelelim sarı-kırmızılı oyunculara ve taktik dizilişe. Ben ki, her zaman ama her zaman Türkiye'deki büyük takımların çift forvet oynaması gerektiğini savunurum, yarınki maç özelinde Galatasaray ile ilgili bu fikrimi değiştiriyorum. Ben olsam fiziksel gücü bana göre son bir kaç haftadır düşmekte olan Necati veya ne yazık ki pili bitmiş bir Milan Baros yerine kesinlikle Riera ile başlanmalı ve Emre Çolak orta sahanın ortasına kaydırılmalı. Fenerbahçe'nin olası 11'ini düşündüğümüz zaman orta sahanın Cristian-Emre-Selçuk üçlüsüyle kurulacağını tahmin edebiliyoruz. Melo - Selçuk ikilisinin işin özellikle pres kısmında yetersiz kalabileceğini ve bu yüzden orta saha hakimiyetinin kaybedilmemesinin ortayı üçlemeye bağlı olduğunu düşünüyorum. Galatasaray'ın normal oyununda ileride oynayan iki oyuncunun orta sahaya verdiği destek çok önemli. Ancak bunu sağlamak için güçlü bir fiziksel kondisyon şart. Mevcut durumda Elmander'e bu görevde destek olabilecek bir partner göremiyorum.

Göbeğe üçüncü orta saha özellikli oyuncuyu çekmek mücadele gücünü arttırmak açısından oldukça önemli ama hücum gücü için de ciddi bir risk. Emre Çolak'ın bu pozisyonda oynadığı maçlarda yeterince ileri uca gerekli desteği sağlayamadığını gördük. Bu noktada iki pozisyonun yapacağı ekstra işler kritik. Birisi şüphe yok ki, Riera'nın kanadı olur. İspanyol oyuncu geldiğinden beri haklı olarak çok eleştirildi ama son haftalarda fazla sırıtmıyor. Bu maçta oynarsa çizgisinin üzerine çıkması gerekiyor. Kanadı etkili kullanmak, aynı zamanda Gökhan Gönül'ün de hücuma vereceği desteği azaltmak anlamına geliyor. Diğer pozisyon ise, Melo ve Selçuk'dan oluşacak olan orta saha hattı. Önlerinde oynayacak olan oyuncu benim idealimdeki gibi Emre de olsa Fatih Hoca'nın standart sistemindeki Necati de olsa, hücuma verecekleri destek maçın belirleyicilerinden olacak. Özellikle bu hattan gelecek olan uzaktan şutlar, hücum repertuarının çeşitlenmesi için değerli. Hücum repertuarını genişletecek diğer bir unsur da beklerin katkısı. İlk maçta Eboue'nin katkısı müthişti. Ancak o maçta Aykut Kocaman'ın büyük bir hatası vardı; o da Stoch'u yedek oturtmak. Eboue'ye karşı üzerine fazla gelmeyen bir oyuncuyu oynatırsanız, sağ kulvarda at koşturur Fildişi'li. Eboue bu maçta, ilk maçtaki kadar rahat olamayacak ve savunmayı ikinci plana atma şansını bulamayacak.

Savunma hattında ise son haftalarda yaşanan düşüş görmezden gelinemez. Yarınki maç özelinde Ujfalusi'nin hatasız oyununa ve savunma hattını komuta etmesine çok ihtiyacı var Galatasaray'ın. Acemice yapılan hataları  affetmeyen Stoch gibi, Alex gibi ayakları var Fenerbahçe'nin. Bu nedenle hatasıza yakın bir oyun sergilemek şart. Maçın en ağır rollerini üstlenecek olan Melo ve Selçuk'un oyunun bu tarafında da etkili olması şart. Orta sahayı geçtikten sonra Fenerbahçe'nin rahat pas yapmasına izin vermek, gole davetiye çıkartmak olur. Çünkü Stoch ve Cristian'ın bu sene uzaktan bulduğu goller Fenerbahçe'nin hücum gücünün ciddi bir bölümünü oluşturuyor. Bu nedenle o alanı kapatmak da orta saha oyuncularına düşüyor. Son tandem ise Muslera. Muslera ile ilgili çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Çünkü bu maçın kalecileri dünya standardında önemli kaleciler ve maçın kaderine damga vurabilirler. 



Gelelim ev sahibi Fenerbahçe'ye. Sarı-lacivertliler için en büyük soru tabi ki Alex'in ilk 11 başlayıp başlamayacağı. Benim tercihim Alex'i yedek oturtup, maçın gidişatına göre sonradan değerlendirmek olurdu. Sakatlıktan yeni çıkmış ve fiziksel durumu yeterli seviyede olmayan bir Alex'in Fenerbahçe'ye çok fazla bir katkısı olmuyor. Öte yandan Alex'siz Fenerbahçe iki kanatta Stoch ve Dia'yı kullandığı zaman, hücumuna ciddi bir hız ve efektiflik katmış oluyor. İki kanattan birden etkili olabilen bir takımın rakibi de kolay kolay hücuma çıkamıyor doğal olarak. Bekleri sürekli savunma ağırlıklı oynatmanız gerekiyor ve hücumda takım yalnız kalıyor. Bu nedenle hazır olmayan Alex'in yedek oturacağını tahmin ediyorum. Ancak sağ kanatta tercih Mehmet Topuz'dan yana kullanılacaktır. Aykut Kocaman'ın ciddi bir şansı Bienvenu'nün yükselen formu. Geldiği zaman ne kadar eleştiri konusu olduysa da, şu sıralar katkı vermediğini söylemek yalan olur. Semih Kaya'nın da özellikle böyle hareketli oyuncuları savunmada sıkıntı yaşadığını düşünecek olursak, Bienvenu'nün yeri benim için yarın garanti. Stoch ve Bienvenu başlıca gol silahları olacak gibi gözüküyor.

Cristian'ın bu sene yaptığı atılımı takdir etmek gerekiyor. Gerçekten iyi top oynuyor. İyi pas dağıtmasının yanında, şutlarıyla ekstradan katkı sağlıyor ve bunları yaparken savunma görevlerini de ihmal etmiyor. Onun yüksek formuna eşlik eden Emre gibi bir oyuncu da olunca, orta sahada ciddi bir üstünlük sağlayabiliyor Fenerbahçe. Bu maçta da takımın omurgasını bu iki oyuncu oluşturacak. Galatasaray'da Selçuk ve Melo'nun işi ne kadar önemliyse, burada da Cristian Baroni ve Emre'nin yapacakları o kadar önemli. Selçuk Şahin orta sahanın zayıf halkası ama yanındaki arkadaşları iyi top oynadıkça onun da sorumlulukları o ölçüde azalıyor. Ayrıca Selçuk'un Galatasaray maçlarındaki şansını da hepimiz biliyoruz..

Her zaman olduğu gibi bu maçta da Gökhan Gönül'ün performansı Fenerbahçe'ye ekstra güç sağlayabilir. Hakan Balta ne kadar geçen senekine göre çok daha iyi olsa da, Gökhan ve Topuz'un (Dia) üzerine oynamasıyla dağılabilir. Çünkü, hareketli oyuncuları savunmakta her zaman sıkıntı yaşamıştır. Telekom Arena'da oynanılan maçta ilk golün Ziegler'den gelmesi de beklerin ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Eğer ki, Ziegler o maçta o desteği vermeseydi Fenerbahçe'nin galibiyetle dönmesi çok daha zor olurdu.

Gelelim savunmaya. Fenerbahçe'nin takım savunmasını üst düzeyde tutması gerekiyor. Ne kadar zaman zaman iyi maçlar çıkartsalar da Yobo - Bekir ikilisi bana güven vermiyor. O yüzden esas yapılması gereken, topun o bölgeye taşınmasına engel olmak. Fenerbahçe'nin bu ikilisinin performansını biraz da Galatasaray'ın oynayacağı oyun belirleyecek bence. Eğer ki, Elmander tek forvet çıkar ve arkasındakilerden gerekli desteği alamaz ise, Fenerbahçe savunması beklediğinden daha rahat bir maç çıkartabilir. Ancak Galatasaray istediği tempoyu yakalar ve takım halinde oyunu Fener yarı sahasına yıkmayı başarırsa, bu bölgeden hatalar gelebileceğini düşünüyorum. Ancak bu hatalar gol olur mu olmaz mı onu bilemem. Çünkü kalede her Galatasaray maçında daha da büyüyen bir Volkan Demirel var. Her kaostan, kavgadan daha iyi bir performans göstererek çıkıyor ve yemek istemediği zaman ona gol atmak gerçekten çok zor.



Son olarak maçın hakemi Cüneyt Çakır ile ilgili bir kaç bir şey söyleyeyim. Avrupa'da ne kadar iyi yönetimler çıkarıyorsa da, Türkiye Ligi'nde yönettiği maçlarda eyyam kokuları burnumuza geliyor. Kadıköy'de 90 dakika boyunca maça olan hakimiyetini yitirmemeli. Keza bu konuda çok sorun yaşayacağını düşünmüyorum. Ancak telafi düdüklerini çalmamalı, ki bu konuda geçmişi kabarık. Her ne kadar Fırat Aydınus'un daha iyi ve formda bir hakem olduğunu düşünsem de, Şampiyonlar Ligi'nde yarı final yöneten bir hakemin varsa, onu bu maça verirsin arkadaş. Buna da karşı çıkmak zor. Saha içi tansiyonu yüksek geçmeye aday olan bir maçın altından kalkabilecek mi bakalım göreceğiz.

Rezil Final'in süper finaline saatler kaldı. Çoğumuzun futboldan soğumasına neden olan olaylar yaşadığımız bu sezonun güzel bir şekilde bitmesi tek temennim. Umarım sahada centilmence bir mücadele geçer ve hak eden taraf kupaya ulaşır. Galatasaray ve Fenerbahçe cephelerinde heyecan oldukça yüksek tabi, ancak gerilim dozu standart bir Fenerbahçe - Galatasaray maçına göre daha az. En azından iki tarafın yöneticileri ortamı yumuşatmak adına ardı ardına açıklamalar yapıyor. Yapmaları da lazım zaten. Tekrar altını çiziyorum, umarım hak eden kazanır ve son gecenin ardından olaysız dağılırız.

10 Mayıs 2012 Perşembe

Beko Basketbol Ligi'nde yarı final beklentileri

İlk tur eşleşmelerinin hepsinin 2-0 son bulmasıyla beraber, yarı final programları şekillendi. Bu turda Galatasaray ile Beşiktaş karşı karşıya gelirken, diğer cephede Anadolu  Efes'in rakibi Banvit olacak.

15 Mayıs Salı 20.00: Galatasaray Medical Park - Beşiktaş Milangaz
16 Mayıs Çarşamba 18.00: Banvit - Anadolu Efes




Galatasaray Medical Park - Beşiktaş Milangaz                                          Tahmin: (3-1)

Bu seviyede artık yarı final dört takım için de oldukça zorlu geçecek. Galatasaray ve Beşiktaş da büyük ihtimalle oldukça yıpratıcı ve mücadele dozu çok yüksek bir seri oynayacaklar. Ersin Dağlı'nın sakatlanmasıyla Türk oyuncu rotasyonunda büyük sıkıntıya düşen Beşiktaş için, Fenerbahçe Ülker gibi son yıllarda ligi domine etmiş bir takımı 2-0 geçmek çok önemli bir başarı. Fenerbahçe ne kadar dağınık bir durumda da olsa kadro derinliği olarak kıyaslanacak durumda değil iki takım. Bu yüzden Beşiktaş'ın başarısı büyük. Seriyi iki maçta sona erdirmeleri de kendileri için ayrı bir avantaj, çünkü zaten kısıtlı bir rotasyon ile mücadele ediyorlar ve olabildiğince az yıpranmaları gerekiyor. İki kupanın ardından playofflarda da yarı finali görmeleri özgüvenlerini tavan yaptırmış durumda. Başarının büyük pay sahiplerinden biri olan Ergin Ataman bugün hedefi şampiyonluk kupası olarak gösterdi. Bunu başarabilecekler mi, yoksa rotasyonlarına yenik mi düşecekler göreceğiz. Bana kalırsa ligdeki belli bir seviyenin üzerindeki takımlar arasındaki en yetersiz yerli rotasyonuna sahipler ama madalyonun diğer tarafında ligin açık ara en kaliteli yabancılarını barındırıyorlar. Serhat Çetin ise sağlam ve içten bir helal olsun'u hak ediyor. Beşiktaş için üstlendiği rol son derece kritik. Son olarak bu seride Beşiktaş'ın maçlarını Sinan Erdem'de oynayacağını belirtelim.

Ve lider Galatasaray. Sezonun ortalarında Philadelphia 76'ers benzetmesi yaparken, bu dönemde bu benzetmemi Chicago Bulls olarak değiştiriyorum. Sezon boyunca tam performans sergilemiş ve başarısını buna borçlu bir takım olan Galatasaray playofflar yaklaşırken ciddi bir form düşüklüğü yaşıyordu. İlk turda Tofaş ile eşleşmeleri tekrardan vites yükseltmeleri açısından kendileri için ciddi bir şanstı bana göre. Bir anlamda gerçek playoff öncesi sıkı bir hazırlık dönemi olarak değerlendirilecekti ilk tur. Burada ne kadar form tuttuklarını bu seride net bir şekilde göreceğiz. Serinin favorisi tabi ki lider Galatasaray. Ancak bu sezon 3 kere karşılaşan iki ekipten, Galatasaray 2 kez parkeden mağlup ayrıldı. Yani Beşiktaş kesinlikle zor ve ters gelen bir rakip. Pops'u olabildiğince potadan uzakta savunup, Serhat Çetin'in üçlüklerine her defasında el gösterilmesi gerekiyor. Galatasaray için bu serinin anahtarı savunma. Hücumda Beşiktaş karşısında çok fazla sıkıntı çekmeyeceklerini düşünmem ile beraber, özellikle Kartal Özmızrak (ortaya koyduğu yürek saygıdeğer) savunmada ciddi dezavantaj yaratıyor. Eğer ki, Galatasaray maçlara sıkı başlayabilip Beşiktaş'ın ritmini bozarsa, süre ilerleyip rotasyon devreye girdikçe elleri rahatlayacaktır. Beko Basketbol Ligi'nin Jason Terry'si Jaka Lakovic'in ve Preston Shumpert'ın bu anlamda yedekten verecekleri katkılar Galatasaray için oldukça önemli.



Banvit - Anadolu Efes                                                                                   (2-2 atan kazanır)

Alt olur baba. Anadolu Efes ilk turda beklentime paralel bir şekilde zorlanmadan Karşıyaka engelini aştı. Karşıyaka sıkı ve ters bir takım ama tecrübe ve kadro kalitesi olarak Efes ile kıyas tutulacak durumda değil. Anadolu Efes de yapması gerekeni yaparak seriyi ortalama 15 sayı fark civarıyla 2-0 bitirdi. Ciddi problemler yaşayan bir takım olmasının ve önümüzdeki sezon büyük bir revizyona gidecek olmalarının yanında Anadolu Efes'in Türk oyuncularının karakter koyması bu sezon başarı için şart. Bu yolda en önemli isim tartışmasız Kerem Tunçeri. Anadolu Efes hücumlarının komutanı ve saha içi lideri olan Kerem iyi bir ilk tur oynadı ve takımını rahat bir şekilde üst tura taşıdı. Ancak şimdi karşısında daha zorlu bir savunma hattı olacak. Yani daha zor bir görev onu bekliyor desek yanlış olmaz. Anadolu Efes'in daha çok bir savunma takımı olduğunu söyleyebiliriz ama bence bu eşleşmede onlar için belirleyici olacak olan taraf hücum. İki takımda savunma sertliklerini olabilecek en üst seviyeye çıkartacaklardır ve bu süreçte hücumda fark yaratan taraf öne çıkacaktır. Anadolu Efes için savunmanın lideri de diğer bir Türk Sinan Güler olmalı. Benim için Sinan Güler'in en önemli görevi Barış Ermiş'i yavaşlatmak ve kitlemek olacaktır.  

Banvit ise ilk turda Aliağa'ya set vermeden işini halletti. Ben de 2-0 bekliyordum ama açıkçası deplasmanda oynadıkları maçta Aliağa'nın daha çok kafa tutabileceğini düşünüyordum. Bu konuda yanıldım, Toolson'ın beklenilen düzeylere yükselememesiyle ve tecrübesizliklerinin sonucu olarak Banvit'i çok fazla rahatsız edemediler. Şimdi oynayacakları yarı final karşılaşmalarında, Aliağa'ya karşı koydukları performansın üzerine çıkmaları bence şart. Olmazsa olmaz katkı almaları gereken oyuncular kesinlikle; Chuck Davis ve Barış Ermiş. Bu iki kilit oyuncunun yanında, ilk turda olduğu gibi yarı finalde de rotasyonundaki her oyuncudan verim alması gerekiyor Orhun Ene'nin. Galatasaray Medical Park ile beraber Türkiye'de sistemini en iyi oturtmuş iki takımdan biri olan Banvit, bu seride de hiç bir zaman oyun disiplininden kopmamalılar. 




Eyyam Alarmı: Fatih Terim yedek kulubesine..



Son derece eyyamcı bir karar. Aman heyecan kaçmasın diye kuyrukları sıkışan yöneticilerin, ekstradan gelecek tepkileri engellemek uğruna önlerine çektiği eyyam kalkanından başka bir şey değil. Galatasaray için Fatih Terim'in takımın başında olması önemli. O'nun orada bulunması, oyuncusuyla göz temasında bile olması yeter. Hukuksal yönden hiç bir bilgim yok ama sanırım hukuk olarak da olanaklı değilmiş aslında. İyi de bu ülkede hukuk mu var ki?

Arda Turan ve Radamel Falcao, sonra Atletico Madrid..



Şu geçtiğimiz dönemde Atletico Madrid sempatisinin Türkiye'de büyümesinin başlıca sebebi tabi ki bizim çocuk. Evladımız Arda Turan. Elbette temsilcilerimizin oynadığı takımlara daha bir farklı sempati besliyoruz. Ancak Atletico Madrid'i diğer takımlardan daha farklı bir yere koyan bir unsur var. O unsur da işte bu Kolombiya'lı çatlak adam: Radamel Falcao. Nba'de bazı adamlar vardır, farklı bir sempati beslersiniz ve hangi takıma gitse onu takip edersiniz. Falcao da bu tarz bir adam. Saha içinde yaptıklarıyla, dünyanın en iyi forvetlerinden biri olduğunu gösterdi. Dünden beri her dile dolaşan anlatımıyla; 40 milyon euroluk adam olduğunu kanıtladı. Müthiş bir golcü ve bitirici ama bu elit özelliklerinin yanında son derece üst düzey bir fiziksel gücü ve hırsa da sahip. Golün her türlüsüne imza atabilen tarzda bir oyuncu. Yani tam bir "complete forward"..

İşte bu iki sempati kaynağının bir arada olduğu Atletico Madrid dün gece UEFA kupasına uzandı. Türkiye'den takip edenlerin büyük bir bölümü de onların bu coşkusuna iştirak etti. Bielsa'nın bu sene futbol tutkunlarının gönlüne taht kuran ekibinin yenilmesi işin hoş olmayan tarafıydı ama futbolda bir taraf her zaman üzülür. Türkiye'den bizim ilgimizi yoğunlaştırdığımız isimler üstte bahsettiğim iki delikanlı ama diğer yetenekleri de es geçmeyelim. Diego tamam neyse de, iki adam var ki keyifle yakından takip ediyorum. Biri Adrian, diğeri Courtouis.. Özellikle Courtois'nın hak ettiği yere sahip olmadığını düşünüyorum. Adam 19 yaşında Uefa kupasını kaldırdı, kolay iş mi.. Biz burada 23-24 yaşında kalecilere "genç bu çocuk nasıl olsa gelişecek" derken, adam 19'unda kupayı kaldırıyor. Çok başarılı bir kariyerinin olacağını hissediyorum, bakalım. Manchester'ın De Gea'sına bakıyorum, Chelsea'nin geçen sene kapattığı Courtois'ya bakıyorum, Chelsea kaleci konusunda bir adım önde bence. Adrian da aynı şekilde çok değerli bir oyuncu. Hatta İspanyolların Atletico'daki en sevdiği oyuncu..

Simione'nin gelişiyle beraber hepimiz bu takımın daha bir derli toplu oynamaya başladığını gördük, keza Manzano ile yola devam edilmesi halinde buralara gelinemezdi bence. Arda'nın bu teknik direktör değişikliğinden kötü etkilenmediğini ve aksine büyüyerek yoluna devam ettiğini görmek çok güzel. Disiplinli bir şekilde görevini hakkıyla yerine getiriyor. Üzerindeki "yıldız" baskısını İspanya'da daha az hissetmesinin sonucuyla, çok daha kafası rahat bir şekilde takım oyununa katkı veriyor koca kafa. Yıllarca Galatasaray'da bu kupanın hayaliyle yaşadıktan sonra, ihraç edildiği ilk sene ipi göğüslemeleri de ayrı bir ilginç nokta. Bu saatten sonra yapması gereken şey oyununun skorer yönünü geliştirmek. Oynadığı bölge için ligde 33 maçta 3 gol 5 asist üretmesi biraz az. Bu istatistiklerini 8 gol 12 asistlere çektiği zaman, işte o zaman çok çok daha değerli bir oyuncu olacak.

9 Mayıs 2012 Çarşamba

Bülent Korkmaz ve Karabükspor neden ayrıldı ki?



Bugünün sportif olarak aldığımız en önemli haberdi bu. Şaşırtıcı ve beklenmedik bir gelişme. Detaylı bir açıklama yapılmadığı ve tarafları dinlemediğimiz için şu an sadece tahmin yürütebiliriz. Anadolu takımlarında (aslında bütün takımlarda) istikrarın ve sistemin oluşmasının ne kadar önemli olduğunu her fırsatta konuşuyoruz. Ne yazık ki, bu tarz haberler geldiğinde de üzülmemek elde değil. Defalarca bu tarz ayrılıkların takımları geriye götürdüğünü, gelişimlerinin sekteye uğradığını gördük. E biz gördük de, bu kulüpleri yönetenler görmedi mi? Herhalde görmüşlerdir, peki Karabükspor ve Bülent Korkmaz neden yollarını ayırmaya karar verdi ki..?

Karabükspor'dan bugün gelen açıklama:
''Yapılan bu görüşme sonrasında, sözleşmemizde yer alan önümüzdeki sezon opsiyonunun kullanılmayacağı belirtilmiş, vermiş olduğu hizmetlerinden dolayı kendisine teşekkür edilmiştir.''

Unutmamak gerekir ki, anlaşmalar çift taraflı yapılıyor. Yani bu opsiyonun kullanılıp, Bülent Korkmaz ile devam edebilmek için iki tarafın da anlaşmaya varması gerekiyor. Böyle bir durumda benim için tek seçenek Bülent Hoca'nın ayrılmak istemesi olarak kalıyor. Karabükspor 11. Haftada göreve geldiğinde 8 puanı olan bir takımı 44 puanla ligin 12. si olarak bitiren hocasıyla neden devam etmek istemesin ki? Mantıksız geliyor. O zaman geriye kalan seçenek, Bülent Korkmaz'ın ayrılmak istemesi.

Büyük ihtimalle Bülent Korkmaz ve Karabükspor yönetimi geçtiğimiz günlerde bir araya geldi ve önümüzdeki sezonun durumunu konuştu. Tabi ki, baş gündem maddesi gelecek-gidecek oyuncular ve transfer bütçesi olmuştur. Bu sezon Ankaragücü'nün yaşadığı kaostan en çok yarar gören takımlardan biri Karabükspor. Önümüzdeki sezon böyle bir şansları olmayacağı için transfere daha çok para harcamaları ve gerekli takviyeleri yapmaları şart. Muhtemelen sezon bütçesi konusunda ayrıma düştü iki taraf. Bülent Hoca da istediği imkanları elde edemeyeceğini anlayınca ayrılmak istemiş olabilir. Hatta bir adım öne götüreyim, şu ardımızda bıraktığımız süreçte Bülent Korkmaz'a başka bir takımdan teklif gelmiş olabilir. İmkanları daha geniş bir takımda devam etmek tabi ki, çoğu teknik adam için daha cazip bir durum.

Kısacası mayası tutmuş, güzel bir birlikteliğe yazık oldu bence. Perşembe günü Bülent Korkmaz'ın basın açıklamasında neler söyleyeceği önemli. İki taraf için de bundan sonra hayırlısı olsun.

6 Mayıs 2012 Pazar

Yemişim Süper Final'i, olimpiyatlardayız !


Bugün Süper Final’in sondan ikinci haftasını geride bıraktık. Şunu içtenlikle söylüyorum ki, bizim millete Süper Final falan fazla, gerçekten. Neredeyse her maç bir taraftar kalp krizinden yaşamını yitirir oldu. Hele ki bu akşam Avni Aker’deki maçta sahaya yağan yabancı maddeler, kötü tezahüratlar, oyuncuları ellerine geçirseler öldürecek derecede yükselmiş bir öfke… Ne oluyor yahu ?!

Bir de hakem faktörleri var tabii. Bu organizasyonun adını “Süper Final” koymuşsun ama senin bırakın süperi, vasatı aşan hakem sayın bir elin parmağını geçmez. Buna ek olarak da, bu kadar gergin geçeceği zaten öngörülen bir maça Mustafa Kamil Abitoğlu gibi kanaatimce ligin en kötü hakemlerinden biri verilmesi, olayları körükledi. Zokora’yı o pozisyondan sonra nasıl atmazsın, nasıl bir mantık onun sarı kart olduğunu düşünür ve olayların büyümesine dolaylı yoldan sebep olur ?! Bülent Yıldırım’ın da Galatasaray-Beşiktaş maçında sarı kartını nerdeyse cebine koymaya zamanı olmayacak kadar kart göstermesi… Yok arkadaş, boşverelim bunları, ben daha fazla bu “Rezil Final” hakkında konuşmak istemiyorum, zaten yazımın ana fikri bu değildi.


Ülkemizde ana gündem maddesi her zaman olduğu ve bundan sonra da olacağı gibi futbol. Ama bugün öyle bir şey yaşandı ki, Türk spor tarihinde bir ilk ! Filenin Sultanları, rüya değil gerçek, 2012 Londra Olimpiyatları’na katılma hakkı kazandı. Bu çok ama çok büyük bir olay. Öyle ki, olimpiyatlar tarihinde İLK defa ülkemiz, bir takım sporu alanında temsil edilecek.

Filenin Sultanları, gerçekten takdirleri sonuna kadar hak eden bir takım olmuş. Yarı finalde 3-1 devirdikleri Rusya’nın ne kadar önemli bir voleybol ekolü olduğunu, voleybol tarihi boyunca ne denli “World Class” oyuncuları olduğunu söylememe hiç gerek yok. Keza finalde 3-0 devirdiğimiz Polonya da çok önemli bir voleybol ekolü, Avrupa’nın en iyilerinden. Ama şu da var ki artık, Türkiye, dünya voleybolunda gerçekten hatırı sayılır bir yerde, hatta şöyle diyeyim : en üst seviyede. Gerek kulüplerimizin doğru planlama ve yapılanma sonucu yıllardır Avrupa arenasındaki ciddi başarıları, gerekse Milli Takımımızın aldığı başarılar…


Yöneticisinden teknik ekibine, federasyonundan oyunculara kadar; Helal olsun Filenin Sultanları ! Bir diğer deyişle : Türkiye sizinle gurur duyuyor (her ne kadar Süper Final’e yoğunlaşmış gibi gözükülse de…)

Akatlar'da gülen taraf "Kartal"



Türkiye Basketbol Ligi'nde playoffların şimdiye kadarki en güzel maçını bugün izledik. Akatlar'da Fenerbahçe'nin Beşiktaş'a konuk olduğu karşılaşmada, gülen taraf müthiş mücadelesiyle siyah-beyazlı ekip oldu. Uzatmaya giden maçın sonucu 96-94.

Avrupa'dan ülkemize ikinci erkek basketbol kupasını getiren Beşiktaş, Ersin Dağlı gibi yerini dolduramayacağı bir oyuncusunu kaybetmesine rağmen, muazzam bir efor göstererek serinin ilk maçını kazandı. Ülker Arena'da Fenerbahçe'ye konuk olacakları için bu maçı kaybetmeleri, büyük ihtimalle seriyi kaybetmeleri anlamına gelecekti. Bu açıdan bu playoff'ta biz de varız demeleri için bulunmaz bir fırsattı.

İki takımda da sakatlıklardan dolayı ciddi eksikler bulunuyordu. Ayrıca maç içinde yaşanan faul problemleri de koçların başını çok ağrıttı. Ersin Dağlı'nın sakatlığından dolayı Türk rotasyonunda ligde görülmemiş bir sıkıntı yaşayan Beşiktaş bir yanda, Oğuz, Mirsad ve Tomas gibi önemli oyuncularından noksan ve maç içinde uzunları faul problemine giren Fenerbahçe bir yanda.. Ömer Onan'ın müthiş bir karakter koyarak takımını maçın içinde tuttuğu ve neredeyse galibiyeti de getirdiği maçı çeviren, uzatmaya götüren üçlüğü yollayan Carlos Arroyo oldu.

Maç içerisinde neredeyse 25 tane faul kaçıran, faul ortalaması %50 civarlarında seyreden bir Beşiktaş'ın bugün galip geliyor olması kendileri adına çok değerli. Fenerbahçe ise James Gist ve Ömer Onan'ı iyi kullanarak hücumunu şekillendirdi. Roko Ukic'in serbest atış çizgisinden yüzdeli bir şekilde isabet bulması da uzun süre maçı önde götürmelerine olanak sağladı.

Taraftarının yarattığı çılgın atmosferde uzatma periyoduna iyi başlayan taraf ev sahibi oldu. Bu bölümde maçın belki de en önemli şutu, sahadaki 16 yaşındaki genç bir delikanlıdan geldi. Skorun kitlendiği, iki tarafın da birbirine diş geçiremediği bir dakikada Kartal Özmızrak üçlüğü yollayarak, bir daha geri düşmeyecek olan takımını skor olarak ileri fırlattı.

Mücadele seviyesi çok yüksek, hemen her atakta faulün çıktığı bir maç izledik. Kim kazansa hak eden taraf olacaktı. Kazanan ve yarı final için kapıyı çalan takım, ev sahibi Beşiktaş oldu. Şimdi ikinci maçı bekliyoruz..

4 Mayıs 2012 Cuma

Fatih Terim'e 3 maç ceza



Özür dilerim, ben artık bir şey söylemiyorum. Bravo! Delikanlı Futbol Federasyonu. Adamlar disiplini sağlıyor beyler.

OKC Thunder ve Miami işi bitirdi sayılır



Nba'in yüzüğe en yakın diyebileceğimiz 4 takımdan ikisi olan Oklahoma City ve Miami ilk tur eşleşmelerinde, 3 maçta 3 galibiyet yaparak şimdiden işi bitirdi sayılır. Aslında bu iki kodaman takımın rakiplerine bakınca, serilerin bu kadar kolay geçmesini beklemiyordum. Oklahoma'nın son şampiyon ihtiyar delikanlılar Dallas Mavericks'e deplasmanda da ilk maçı vermemesi, kendileri adına çok önemli. En kötü ihtimalle 4-1 bitirecekler ki, maç kaybetmeden seriyi geçme ihtimalleri de hiç az değil. Her ne kadar Dallas'ın iyi bir sene geçirmediği gerçeği de olsa, ilk turda son şampiyona karşı "set" vermeden ilerlemek OKC gibi genç bir yapıya sahip olan takım için oldukça değerli olur.

Öteki yakada ise Miami eski büyük rakibi New York Knicks'i param parça etmiş durumda. İlk tur karşılaşmaları içinde en büyük hayal kırıklığını bir kez daha Knicks'in yaşattığını söyleyebiliriz. Miami'nin yükselttiği vitese hiç cevap veremeyip, dağıldıkça dağıldı goygoycular takımı. Takımın kısalarındaki iktidarsızlık, olayı buraya getiren en büyük etken bence. Amare'nin yaptığı ise "sözüm meclisten dışarı" tam bir dingillik. Zaten kötü oynuyorsun ama böyle anti-profesyonel bir şekilde takımı sensiz bırakmak maksimum kontrat alan biri için kabul edilemez. Bence seneye takas edilmesi lazım, kafası buralarda değil.

Bu iki kalın enseli takımın ardından, San Antonio Spurs de kısa bir süre sonra 3-0'ı yakalayacak gibi. Hatta en net bir şekilde 4-0 bitecek seri olarak karşımızda duruyor. Lakers da şu anda 2-0 önde ama Lakers diğer bahsettiğim seriler kadar rahat devam etmeyecektir. Şimdi Rocky Mountains'a gidiyorlar ve evinde oynayacak olan Denver'ın en az 1 maç alacağını düşünüyorum. Hele ki (sanmıyorum) denk gelir de iki maçı kazanabilirlerse çok şenlikli devam eder kalan maçlar. 

Jose Mourinho: Yenilmeyenleri Yenen Adam



O kesinlikle özel bir adam. Kendi betimlemesiyle "Mavi güzel bir koltuk, Şampiyonlar Ligi Kupası tanrı ve ben". Nereye gitse, hangi mücadeleye girse başarıyı bavulunda taşıyan bir fenomen. O'nu en iyi tanımlayan kelime bu sanırım: Fenomen. Gerek futbol dehası, gerekse saha dışındaki tavırlarıyla, kendine has bir adam.

Mourinho şu anda Barcelona'ya 7 puan fark atarak son iki haftaya liderliği garantileyerek giren bir takımın lideri. Şaka değil, Barça gibi bir takıma 7 puan fark. 30 Galibiyet, 4 beraberlik ve sadece 2 mağlubiyet. 36 maçta 115 gol atmış ve sadece 30 gol yemiş. İnanılmaz bir performans.. Kariyerinde Manchester United, Juventus - Milan gibi devleri geride bırakıp çok kupa kaldırmıştı Mourinho ama tahmin ediyorum ki bu sefer onun için de çok farklı. Yenilmez diye tabir edilen, uzay takımı Barcelona'ya koltuğuna kurulmuş bir şekilde dikiz aynasından bakıyor Portekizli.

Geçtiğimiz dönemde Real Madrid'de kalmak ve kulübün tarihinde önemli bir yere sahip olmak istediğini açıklamıştı. Bununla beraber onun Ada'ya döneceğine yönelik söylentiler de son buldu. Çok sıkılıp, haydi artık "yeni bir maceraya atılma zamanı" diye düşünmezse zaten daha Madrid'de yapacağı çok iş var. Ne diyelim, yürüyedur Mourinho.

3 Mayıs 2012 Perşembe

Selam 3 puan, ben Beşiktaş !



Süper Final’in sonlarına doğru yaklaşmaktayız. Artık puan kayıplarının telafisi olmadığı bir sürece girmiş bulunmakta tüm takımlar. Böyle bir dönemde dün Galatasaray’ın evinde Trabzonspor’a puan kaybetmesi, acaba zirve kızışacak mı sorularını akıllara getiriyordu illa ki. Ancak dünkü sürpriz sonrası bugün Beşiktaş’ın Fenerbahçe’yi evinde 1-0 yenmesinin de ayrı bir sürpriz sonuç olduğunu ve zirve yarışında geçen haftaya nazaran çok da bir şey değişmemesini sağladığını belirtelim.

Beşiktaş, belki de tarihinin en başarısız lig 2. yarısını oynadıktan sonra, Play-Off’ta performansını yükseltmesi ve en azından Avrupa’yı garantilemesi bekleniyordu. Aslına bakarsak Beşiktaş’ın performansı nispeten arttı, ancak gerek Galatasaray maçında, gerek geçen hafta oynanan Fenerbahçe maçında belki şanssızlık belki de beceriksizlik, puan bile almasını engelledi Siyah-Beyazlıların. Ta ki bu maça kadar.

Beşiktaş’a bugün maçı getiren en önemli özelliğin ise, takım savunmasını iyi yapması olarak görüyorum. Bloklar olarak çok iyi kayan, birbirlerinin açıklarını iyi kapatan Beşiktaşlı futbolcular, özellikle merkezi (bekleri değil orta bölümü) çok iyi savununca bu sonuç kaçınılmaz oldu. Bu bahsettiğim özellikte ön plana çıkanlar ise, kesinlikle Egemen Korkmaz’ın kusursuza yakın, İbrahim Toraman’ın uzun zamandır görmediğimiz şekilde yanındaki stoperle uyumlu ve sakin, Ernst’in o bölgedeki oyuncuları kilitleyen oyunu olarak söylenebilir.


Fenerbahçe’yi ise oldukça durgun gördüğümü belirtmem gerekiyor. Şampiyonluk yolundaki rakibinin önceki akşam puan kaybetmesiyle beraber maça coşkulu başlayan Sarı-Lacivertliler, dakikalar geçtikçe temposunu kaybetti. Ve özellikle ikinci yarıda sahada yoklardı diyeceğim nerdeyse. Açıkçası Fenerbahçe’nin maçtan bu kadar rahat kopacağını düşünmüyordum, ancak yanıldım. Özellikle son 15-20 dakika inanılmaz dağınık oynadı Sarı Kanaryalar. Bunda hangi etkenler etkili olabilir ? Bence Alex’in sakatlıktan yeni çıkmış olması ve bariz bir şekilde çekingen ve kendini çok riske atmayarak oynayışı, bu durumda baş rolü üstlenen faktör oldu. Bir diğer faktörün ise, Beşiktaşlı futbolcuların, Fenerbahçeli futbolculara nazaran çok daha mücadeleci oyun anlayışını benimsemeleri ve fiziksel olarak daha diri gözükmeleri olarak gösterilebilir.

Bu skorla Süper Final’de Fenerbahçe ilk mağlubiyetini almış oldu. Artık büyük ölçüde belli oldu ki, dananın kuyruğu son haftada, Şükrü Saraçoğlu’da oynanacak Fenerbahçe-Galatasaray maçıyla kopacak ve şampiyon belirlenecek.

Beko Basketbol Ligi'nde playofflar başlıyor



Beko Basketbol Ligi'nde playoff serileri 5-6 mayısta başlıyor. Başlamadan bir eşleşmeleri hatırlatalım istedim. Buyurunuz..

5 Mayıs:

17.30 Banvit - Aliağa Petkim
20.00 Galatasaray M.P - Tofaş

6 Mayıs:

15.00 Beşiktaş Milangaz - Fenerbahçe Ülker
20.00 Anadolu Efes - Pınar Karşıyaka

İlk karşılaşmalar itibariyle en ilgi çekici seri kesinlikle Beşiktaş Milangaz - Fenerbahçe Ülker. Gayet keyifli ve yüksek dozda mücadelenin sahaya konulacağı birkaç maç izleyeceğiz. Avrupa'dan ülkemize bir kupa getirme başarısına ulaşan ama kıt kadro derinliğinin olumsuz etkileyebileceği Beşiktaş mı, yoksa hayal kırıklığı bir sene geçiren ama playofflarda her şeye yeniden başlama amacındaki Fenerbahçe Ülker mi?

Diğer üç karşılaşmada favorilerin tekleyeceğini sanmıyorum. Pınar Karşıyaka rakibi ısırabilecek ve sorun yaratabilecek kapasitede sıkı bir takım ama Zouros ile beraber savunmasını üst düzeye taşıyan Efes'in bu seride çok fazla zorluk çekeceğini sanmıyorum. Lider Galatasaray Medical Park'ın ise son haftalardaki düşen form grafiğini ilk maçlarla beraber tekrardan yukarılara çekeceğini düşünüyorum. Bu konuda Tofaş eşleşmesi kendileri için oldukça değerli. Son eşleşme ise Banvit ve Aliağa arasında.. Burada da Bandırma ekibi net favori ve sürpriz çıkması oldukça zor. Banvit artık öyle bir takım oldu ki, herkesi yenebilecek kapasitede ve bu yolda Aliağa'nın sıkıntı çıkartmasını beklemiyorum.

Özellikle ikinci turdan itibaren müthiş maçlar izlemeye başlayabiliriz. Haydi bakalım hayırlısı..

Nba'de yılın savunmacısı: Tyson Chandler!



Diğer bir güzide ödül daha sahibini buldu ve "yılın savunmacısı" olma onuru New York Knicks'in pivotu Tyson Chandler'a nasip oldu. Aslında sadece istatistiksel bir bakış açısıyla değerlendirirsek, Chandler'ın diğer başka isimlerin arkasında kaldığını söyleyebiliriz. Tyson bu sezon 11.3 sayı, 10 rebound, 1.5 blok ve 1 top çalma ortalamalarıyla mücadele etti. Ancak bunlar anam babam usulü istatistikler ve sadece bunları değerlendirmeye alırsak at gözlüklerimizi takıp öyle konuşmuş oluruz. O yüzden saha içindeki etkilere de bakmamız gerekiyor.

Bu bağlamda Tyson Chandler'ın bu ödülü hak ettiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Savunma anlayışı yerlerde gezinen, yol geçen hanından hallice durumda olan New York Knicks'in arkadaki komutanı oldu Chandler. Bütün takım savunmasını saha içinde tek başına koordine edip, Knicks'in bu konuda belli bir seviyeye yükselmesini sağladı. Kişisel olarak zaten elit bir savunmacı olan Chandler, bu sene kendi match-up'larından çok diğer takım arkadaşlarının açıklarını kapatmaya efor harcadı.

Özetle şöyle diyebiliriz, sezon başında savunmada darma dağın bir görüntü çizen Knicks, zaman ilerledikçe daha çok hücumuyla ilgili eleştiriler almaya başladı. Bu değişimi sağlayan adam da Tyson Chandler. Knicks adına doğru bir tercih miydi? Onu ayrıca tartışırız. Ancak bu sene Knicks adına belki de en verimli olan oyuncuydu. Yiğidi öldür hakkını yeme.

Şampiyon REAL MADRID



Dünyanın en önemli liglerinden bir tanesi (çoğuna göre de en iyisi) İspanya La Liga’da ŞAMPİYON REAL MADRID ! Ligin 36. haftasında deplasmanda Athletic Bilbao’yu 3-0’la geçen Madrid temsilcisi, son 3 yıldır şampiyonluğu hiç kimselere bırakmayan Barcelona’nın serisini bozmuş ve ligin bitimine 2 hafta kala rakibiyle arasındaki 7 puan farkı koruyarak mutlu sona ulaşmış oldu.

La Liga’da yıllardır 2 takımın liderlik mücadelesinden, geri kalanın 3.lük için birbiriyle yarıştığı bir ligden söz edebiliriz. Ciddi anlamda Barcelona ve Real Madrid, hem İspanya ligi için hem de dünyanın herhangi bir yeri için fazla üst seviyedeler. Öyle ki, daha ligin bitmesine 2 hafta varken Real Madrid’in puanı 94, Barcelona’nın puanı 87 ! Hayal dahi edilemeyecek puanlar, ki son iki maçlarını da kazanacaklarını varsayarsak muhtemelen sezonu 100 ve 93 puanla tamamlayacaklar. 3.Valencia ise ne yazıkki yalnızca 58 puanda kalmış, bu denli bir uçurum mevcut…


Son 3 yıla baktığımızda, sürekli Barcelona’nın şampiyonluk ipini göğüslediğini görmekteydik. Real’in bu şampiyonluğu çoğu kişiyi mutlu etmiş olacaktır, çünkü Barcelona’nın oynadığı “aynı” oyun tarzı, insanlara sıkıcı gelmeye başlamıştı. Artık Real’in bu şampiyonluğu, Barcelona’nın bazı adımlar atmasını, transfer hamlelerinde bulunmasını sağlayacaktır ve bu da rekabeti arttıracak, muhtemelen önümüzdeki sezon çok daha çekişmeli bir mücadele izleyebiliriz bu 2 dev arasında.

Evet Cristiano Ronaldo üstadımız, yaklaşık 45 gol civarında sezonu noktalayacak, evet Higuain sakatlıklar yaşamasına rağmen ciddi bir gol sayısına ulaşmış durumda, evet Mesut Özil inanılmaz katkı vermekte… Ancak şampiyonlukta aslan payının Jose Mourinho olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar saha dışında yaptığı rakipleri irrite edici açıklamalar olsa da, kazanma hırsı bazen ortaya ilginç görüntüler çıkarsa da, taraflı tarafsız herkesin kabul ettiği bir şey var ki, bu beyefendi dünyanın en iyi teknik direktörü, artık bunu tartışmaya dahi gerek olmadığı kanaatindeyim. Porto, Chelsea, Inter, ve son olarak Real Madrid. Gidip de başarısız olduğu bir tek takım yok !


Son olarak da Real Madrid kadrosunda bulunan 3 Türk oyuncuyu değerlendirelim. Mesut Özil, son 2 sezondur benim gözümde önceden tahmin edemeyeceğim derecede inanılmaz büyüdü. Öyle ki, dünyanın en iyi 10 oyuncusu arasında çok rahat Mesut’un ismini de sayabilirim. Müthiş bir teknik, oyun görüşü.. Nuri Şahin ve Hamit Altıntop için ise ne yazık ki bu sezon diyebileceğimiz tek şey : Hayal kırıklığı. Hamit’in zaten çok faydalı olacağını düşünmüyordum, ancak Nuri’den ümidim vardı. Fakat 2 oyuncumuzun da 11 oyuncusu haline gelememesi, forma bulamamasının ana bir sebebi var, o da sezon öncesi hazırlık kampını kaçırmış olmalarıdır (sakatlıkları yüzünden). Umarız seneye iyi bir hazırlık kampı geçirir oyuncularımız ve Real Madrid 11’inde 3 Türk futbolcu izleriz…

Papis Cisse'nin efsanevi golü (video)

Papis Cisse'den Chelsea'ye akıl almaz bir gol. Yuh arkadaş


2 Mayıs 2012 Çarşamba

Arena'da puan kayıpları sürüyor



Daha bir kaç gün önce Avni Aker'de oynanılan karşılaşmanın sonucu, kimi kesimler tarafından maçı satmakla eleştirilen Trabzonspor, bugün çıktı ve çatır çatır mücadele etti. Galatasaray'ı şampiyon yapmak için böyle bir oyuna girişileceğini düşünenlere net bir cevap verdiler. Bugün Trabzonspor tarafından ortaya konulan mücadeleyi tebrik etmek gerekiyor.

Maça gelecek olursak, başlangıç düdüğünden bitişe kadar kısır ve iki tarafın da pozisyona girmekte sıkıntı yaşadığı bir 90 dakika izledik. Galatasaray'ın son oynanılan maçtan sonra rehavete kapıldığını hissettim. Alıştığımız ileride rakibe basan ve kolay top çıkartılmasına izin vermeyen Galatasaray'dan eser yoktu. Açıkçası geçtiğimiz yıllardaki ruhsuz Galatasaray'a yakın bir takım izledik uzun süre. Bu sene ortaya koyulan performansa, hadi performansı geçtim, sıfırdan yaratılan takım kimliğine hiç yakışmadı.

Orta sahaya maçın başından sonuna kadar hakim olamadılar. Zokora'nın Selçuk İnan'ı kilit altına almasının sonucu, Galatasaray oyun kurmakta ve istediği pas trafiğini sağlamakta zorluk yaşadı. Böyle bir durumda Emre Çolak ve Engin Baytar gibi orta saha özellikli kanat oyuncularının yaratıcılık konusunda sorumluluk alması gerekiyordu. Ancak bunu göremedik. Bunun neticesinde topla oynama oranında ciddi bir üstünlük sağlasalar da, topu etkili bir şekilde kullanmakta sorun yaşadılar.

Elmander her zaman mücadele ediyor. Mücadele etmediğini kesinlikle söyleyemem. Fakat kesinlikle playoff öncesi tutturduğu form düzeyinde değil. 6-7 maçtır gol atamaması da bana göre tesadüf değil. Bugün de gol pozisyonuna girdiğini görmedik İsveçli'nin. Yine de tartışmasız olarak forvet hattındaki 1 numaralı isim. Bugün Necati de gününde değildi ve faydalı olamadı. Ancak bir kişi var ki, artık bir Galatasaray'lı olarak onu bu forma altında görmeye dayanamıyorum. Milan Baros. Geçmişte yaşadığımız güzel anılara istinaden çok ağır laflar söylemek istemiyorum ama bana kalırsa rezerv takımdan bir genç çıkartıp forvete koysak, o bile daha verimli olur. Faydasından çok zararı var ve sürekli bir şeylere itiraz eden halini görmekten çok sıkıldım.

Trabzonspor cephesi bugün yaptıklarından mutludur diye tahmin ediyorum. Arena'ya gelen bir takımın zaten maça hükmetmesi zor. Bu nedenle mücadelesini hep üst düzeyde tutması ve Galatasaray'ın pozisyona girmesine izin vermemesi gerekiyor. Trabzonspor da yapması gerekenleri yaptı ve bir puanı alarak evine dönüyor. Takım olarak iyi oynayan Trabzonspor'da kişisel olarak birilerinin fazla öne çıktığını düşünmüyorum. Burak Yılmaz Muslera ile karşı karşıya kaldığı pozisyonu değerlendirebilseydi, belki de Arena'dan galip olarak dönüyor olacaklardı. Bu arada söylemeden geçmeyeyim, bana kalırsa Semih'in pozisyonu penaltıydı.

Nba'de yılın koçu: Gregg Popovich



Aktif Nba koçları arasında bu adamın yerini özel olarak ayırmamız gerekiyor. Büyük koçların ardı ardına Nba sahnesinden ayrıldığı şu dönemde elimizde kalan ender ustalardan biri. Bu ustalığı bu sene bir kez daha net bir şekilde izledik. Bazı diğer koçların sapır sapır döküldüğü ve takımlarını bu sıkışık tempoda idare edemedikleri bir ortamda, Popovich bütün sezon boyunca muazzam bir titizlikle yönetim gösterdi. Çekirdeğini veteran oyuncuların oluşturduğu Spurs'ün rotasyonunu doğru yapmak çok önemliydi, ki bütün sezon inanılmaz bir rotasyon izledik. Adeta kimin ne zaman oynadığı belli olmayan, oynayan herkesin yerine girdiği oyuncuyu aratmadığı bir "takım" San Antonio Spurs. Bunu sağlayan da tabi ki üstat Gregg Popovich. Kadronun Boris Diaw ve Stephen Jackson takviyeleriyle rotasyon konusunda daha da rahatlayan Spurs, playoffa en hazır takım olarak giriyor desek yanlış olmaz sanırım. Sezonun sonlarına doğru özellikle hücumunu bir üst düzeye taşıdılar ve tekrardan şampiyonluğun en büyük adaylarından biri haline geldiler. Zaten esas önemli olan sezonun sonlarına doğru performansı zirveye çekmek ve playoffa olabilecek en üst seviyede girmek. Popovich de bunun için mükemmel bir ayar çekti.

San Antonio Spurs benim için basketbolun Manchester United'ı. Kim ne zaman oynarsa oynasın, uzun zamandır o takımın bir parçasıymış hissiyatını veriyor. Gregg Popovich de basın toplantısında, takımının Nba'deki en "aile"  olabilmiş takım olduğundan bahsetmiş. Ailenin babası olarak da görevini başarıyla yaptığına şüphe yok.

1 Mayıs 2012 Salı

Bizim futbolumuz temiz, esas kirli olan UEFA bir kere!


Aylardır dillere pelesenk olan şu şike muhabbetini konuşmaktan, yazmaktan artık çok sıkıldım. Benim gibi daha birçok başka futbolseveri, bu çok sevdiğimiz oyundan soğutmayı başardılar. Ancak neredeyse 10 aydır oynanan bu tiyatro karşısında bir şeyler yazmamayı, her şeyden önce gururuma yediremiyorum. Kamuoyunu göz göre göre salak yerine koyanların, 75 milyonluk bir ülkede istedikleri gibi at koşturanların yaptıklarını sadece bunaldığım için hazmetmeyi gururuma yediremiyorum. Suç ihtimalinin ortaya çıkmasıyla beraber muhtemel suçun cezasını belirleyen kanunun değiştirilmesini kabul edemiyorum. Hayır arkadaş, yazdıklarımın bir getirisi bir sonucu olmayacak olsa da; kafamdakileri sözcüklere dökmeden rahat edemiyorum.

Beşiktaş gibi saygın bir kulübün koskoca tarihin en saygı duyulmayacak başkanlığını yapan, yönetme yetisinden yoksun ve başarısızlığını defalarca kanıtlamış bir adamın Federasyon başkanı olmasına zaten karşı çıktık. Yapmayın, etmeyin dedik. Biz kimiz ki gerçi, arkadaşlarıyla muhabbetler eden gençler. Ne önemimiz var canım bizim. Ancak bizim gibi düşünen milyonlarca insan vardı. Bu da bizi ne yapıyor? Kamuoyu. Hani o “nasıl olsa bunlar bir şeyden anlamaz” denilen insan güruhu. İşte o biziz.

Şu sürecin başladığından beri devam eden, Galatasaray’ı davanın içine çekme çabası artık muazzam bir boyuta ulaştı. Arkadaş, ben çıkıp Galatasaray tarihinde hiçbir şike olmamıştır demiyorum. Ancak şu son birkaç sezonla ilgili dönüp dolaşıp Galatasaray’ı bu işin içine çekmeye çalışmak tek kelimeyle acizliktir. Soruşturma başladığından beri önce Denizli maçı araştırıldı, bir şey bulunamadı. Sonra muhteşem bir “savunma”nın ürünü olarak Aziz Yıldırım mahkemede Strum Graz – Galatasaray maçını izletti ve “şike böyle yapılır” imasında bulundu. Şaşırdık. Ancak bu en son yaşanılan gelişme iki kelimeyle komedi ve rezalettir. Sırf “bütün takımlar bu işin içinde beylerr yeaaa” kılıfına uydurmak için, geçen hafta oynanan Trabzonspor – Galatasaray maçından dolayı Galatasaray PFDK’ya sevk edilmiş. Yani o maçta şike falan yapıldığına inananlar var sanırım. Gerçekten tebrik etmek gerekiyor. Aynı şekilde Bursaspor’u da bu işin içine çekmeye çalışıyorlar onu da atlamayayım. Zaten işin sonunda Galatasaray ve Bursaspor’un yolu 2. Lige düşerse şaşırmam.

Onlarca sayfalık iddianame, onlarca sayfalık telefon kayıtları.. Yıldırım Demirören’in açıklamalarına göre kimsenin suçlarının içinde bulunmadığı sayfalar topluluğu. Şikenin sahaya inip, inmediği tartışması.. Belki de inmemiştir. Ancak Allah aşkına şu telefon kayıtlarını adam gibi bir okuyup, kıllanmayan, “yok arkadaş Türk futbolu tertemiz” diyebilen bir insana ne denebilir ki? Şike sahaya inmiş midir? Bunun ölçülebilir bir nicel derecesi mi var da değerlendirmesini yapabiliyoruz.. Dünyada böyle bir tartışmanın örneği var mı acaba?

Bir de bugün bir 105. Madde fiyaskosu çıktı, onu duydunuz mu? Kısaca şöyle açıklamaya çalışayım: Bir kulübün şike yaptığına karar verilirse, yaptırımın uygulanması en az bir yıl en fazla beş yıl süreyle ertelenebilir. Bu süreç içerisinde bir kez daha şike yapılırsa, bu sefer cezası uygulanır. Futbol tarihindeki en saçma sapan maddeye Türkiye olarak imza attık. Yahu böyle bir şey olabilir mi? Bir de bunu UEFA’nın karşısına koyacağız gidip. Diyeceğiz ki, bakın biz böyle bir karara vardık.. Sonra adamlar milli ve kulüp takımlarımızı organizasyonlarından def ettikleri zaman, oturup ağlarız. Ya da düşündüm de ağlamayız be, ona da bir kılıf uydururuz “oh iyi oldu deriz”. TFF başkanımızın deyimiyle “ Bakın biz UEFA’da oynuyoruz da ne oluyor? Üç kuruş para alıyoruz alt tarafı.”. Zaten başlıkta da dediğim gibi temiz olan biziz, onlar pis.

Daha çok şey yazılır, çok şey konuşulur. Ancak artık anlamı pek de yok. Futbolumuzla ilgili umutlu olma lüksünü bile elimizden alıyorlar. Türkiye olarak Avrupa’ya gitme ihtimalimizi güzel güzel törpülüyorlar. Keşke Türk futbolunu bu noktaya getiren herkes bir araya gelip Metin Oktay’ın, Baba Hakkı’nın, Lefter Küçükandonyadis’in hepsinden de önce sporun ahlaklı olması gerektiğini bizlere anlatmaya çalışan Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün önünde diz çöküp özür dileyebilselerdi. Çünkü bu ülkenin futbolu için emek vermiş herkesin kemikleri sızlıyor.