30 Eylül 2011 Cuma

Galatasaray ilk engeli aştı, kaldı 2!



Euroleague yolunda eleme oynayan iki takımımızdan ilki olan Galatasaray PAOK engelini çok zorlanmadan 77-64 ile aştı. Bu galibiyet sarı-kırmızılılar adına bir kapıyı daha açmış oldu ve bir sonraki turda yarın Lyon – Gravelines maçının galibiyle karşılaşacaklar. Bu maçın da 17.00’da Ntvspor’dan verileceğini hatırlatalım.

Yeni transferleriyle daha kaliteli bir kadroya sahip olan Galatasaray’ı ilk resmi maçında gayet beğendim. Tabi ki eksikleri var ama adı üstünde “ilk resmi maç”tı. Gerçekten de bu akşam parkede geçen sezon izlediğimiz takımın oyun karakteri olarak aynı kalite olarak daha üst seviye bir versiyonunu izledik. Maçın genelinde oyuna hakim olan taraf Galatasaray’dı. Olympiakos’tan gelen Jamon Lucas Gordon çok iyi bir performansla açık ara maçın adamı oldu. Kendisini yakından tanımıyordum ve okuduklarım dinlediklerim kadarıyla işin savunma tarafında üstün ancak hücumda nispeten kısıtlı bir oyuncu bekliyordum. Ancak bugün oynadığı oyun hiç de o şekilde değildi. Tabi ki, her maç bu kadar efektif bir hücum performansı ortaya koyamayacaktır ancak ofansif olarak da bu mücadelesini sürdürürse çok değerli katkılar verecektir.

İşin bir diğer önemli kısmı yeni transferlerden Lakoviç ve Songaila’nın takıma geç katılmaları dolayısıyla performanslarının düşük olması. İkisinden de neredeyse hiç verim alınamayan bu maçta, Ender Arslan’ın olsun Gordon ve Andric’in olsun hücum performansları gelecek maçlar için de umut verici. Andric – Tutku ikilisi pick&roll’lere kaldıkları yerden devam ediyorlar ve yeri geldiğinde hücumu taşımasını biliyorlar. Laf Andric’e gelmişken Avrupa Şampiyonası’ndan Galatasaray kampına neredeyse tatil yapmadan birkaç gün içerisinde katılması çok takdire şayan. Şu anda fiziksel olarak da oyun olarak da üst seviyede olmasını buna borçlu. Diğer genç uzun Furkan Aldemir’in de gayet güzel bir başlangıç yaptığını ve zamanla daha da verimli olacağını belirtelim.

Savunma kısmında da takım form tutmaya başladıkça geçtiğimiz sezonu aratmayacak bir performans ortaya çıkacak gibi gözüküyor. Bu noktada da Jamon Gordon’un adı bir kez daha telaffuz edilmeli. Top çalma konusunda gerçekten usta bir isim. Gelmeden önce de en çok övülen özelliği buydu; keza istatistiklerinde de bunu görebiliyorduk. Ancak bugün canlı canlı da bu yeteneğini izleyebildik.

Kısacası Galatasaray için olumlu ve güzel bir akşam oldu. Sıra Banvit’te. Umuyoruz ki Banvit de kazanacak ve duble yapacağız ama onların işlerinin daha zor olduğu da bir gerçek.

27 Eylül 2011 Salı

Rusya'da gol düellosu



Trabzonspor’u da yakından ilgilendiren Rusya’daki mücadelede oldukça keyifli ve bol golü bir maç izledik. Sonuç bizim için fena olmadı. İnter deplasmanda 3-2 kazanmasını bildi. Ayrıca futbol oynanmayan ligimizin maçlarını izledikten sonra, böyle çekişmeli bir Şampiyonlar Ligi maçı da cillop gibi geldi.

Claudio Ranieri’nin göreve gelmesinden sonra ilk kez 90 dakika boyunca İnter’i izleme şansı buldum. Açıkçası sezon başındaki İnter tam bir faciaydı ve kısa zamanda durumu düzeltmek çok kolay olmayacaktı. Ancak ben İnter’i bu maç önceki maçlara kıyasla oldukça olumlu buldum. Gasperini’nin takımı pozisyona girmekte çok sıkıntı çekiyordu, oysa ki bugün kanatları iyi kullanan topa çok hakim olmasa da girdiği pozisyonları da iyi değerlendiren bir takım izledik. Sneijder’in de katılmasıyla daha da iyi bir hale geleceklerdir.

Cska Moskova’yı daha da çok beğendim. Doumbia ve Vagner Love gibi iki etkili forvetin arkasına Dzagoev gibi yaratıcı ve teknik kapasitesi yüksek bir oyuncuyla hücumlarını şekillendiriyorlar. Bu oyuncuların yanında da fiziksel olarak güçlü dirençli bir orta saha hattı var. Hücumlarında en etkili oldukları nokta ver-kaç’lar. Hızlı ve top hakimiyeti fena olmayan oyuncularla oynadıkları için bu silahlarını etkili olarak kullanabiliyorlar. Onlarla ilgili negatif olan nokta ise sakatlıklar. Özellikle Akınfeev’in yokluğu büyük bir eksik. Yerine Gabulov’u almışlar ancak tabi ki Akınfeev ölçüsünde bir kaleci değil ve bugün de zaten ilk golü hediye eden isim oldu.

GALATASARAY TT ARENA'DA 2 DE 2 YAPTI !


Galatasaray Ali Sami Yen Kompleksi Türk Telekom Arena’da ikinci galibiyetini Eskişehirspor’u 2-0 yenerek aldı ve puanını 7’ye çıkarttı. Es-Es ise bu mağlubiyetten sonra puanı 7’de kaldı. Maçın aslında, bir lig maçından belki de daha fazla anlam içerebilecek yanları da vardı. Fatih Terim’in Galatasaray maçında 200. Maçına çıkacak olması, Eskişehirspor’un teknik direktörü Micheal Skibbe’nin eski takımına karşı ilk kez sahaya çıkacak olması ve eğer Galatasaray oyuncuları bu maçta 3 gol atabilseydi, lig tarihinde 3000 gole ulaşacaklardı.

Maçın içine biraz daha girecek olursak, dün akşam hem sakat hem kart cezalısı kaleci Muslera ile sakat olan Eboue ve Servet takımdaki yerlerini alamadılar. Fatih Terim ise hafta içinde sinyallerini verdiği şekilde Engin’i ilk 11’de sahaya sürdü dün akşam ve Karabük maçının aksine 4-1-4-1 şeklinde sahaya çıkarttı takımını. Engin-Selçuk-Melo üçlüsü göbekte, kanatlarda Kazım ve Riera, santrfor da ise Elmander çıktı sahaya. Savunma da Eboue ve Servet olmadığı için, Karabük maçında ki dörtlü; Sabri, Gökhan, Ujfalusi, Hakan şeklindeydi. Ben hala ( en azından iç saha maçlarında ) 4-4-2 düzeniyle oynanması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü Galatasaray’da ne sağ açıkta ki Kazım ne de orta üçlünün sağ iç tarafında oynayan oyuncular yaratıcı sürekli gol pozisyonuna giren veya sokan oyuncular olmadığından hem hücumlar durağanlaşıyor hem de yaratıcılık eksikliğinden dolayı pozisyona girmekte sıkıntı yaşanıyor. Fakat Fatih Terim’in de bu taktikte ısrar etmesinin amacı iki bekini her kim oynarsa oynasın sürekli ileriye çıkartarak, ve bunun sonucunda orta üçlüyü birbirinden çok ayırmadan ( koşu mesafelerini kısaltarak ) oyunu hem kanatlardan, hem ortadan besleyerek çeşitlilik sağlamak ve rakibe sürekli baskı yapmak. Bir nevi 2-5-3 gibi bir taktik. Tabi bunu etkili bir şekilde kullanabilmek için beklerin çok dikkatli olması ve topa sahip olmanız gerekli. Bugün her ne kadar Sabri’yi hücum anlamında beğenmesem de, arkaya adam kaçırmadı ve bir çok top kazandı. Kazandığı topları ne kadar olumlu kullandı o ayrı bir tartışma konusu fakat savunma anlamında görevini tam yaptı diyebilirim. Hakan’ın da ikinci goldeki şutu, ters ayağıyla vurmasına rağmen çok etkileyiciydi. Hakan’ın bu şutlarının ne kadar etkili olabileceğini biliyoruz fakat son sezonlarda bunları nedense göremiyoruz. Kapanan savunmaları açmak için bir çözüm olabilir kanımca. Yazımın sonlarına yaklaşırken Galatasaray’ın 4 transferine değinmek istiyorum. Bu isimler; Engin, Elmander, Ujfalusi ve Melo. Engin bugün orta sahada gerçekten çok çalıştı. Eskişehir orta sahasında oynayan gerek Veysel gerek Alper olsun onlara çok iyi pres yaptı top kazandı ve ayağa iyi paslar yaparak göz doldurdu. Ama işte maalesef bir futbolcunun geçmişi disiplin sorunlarıyla dolu olduğu için insan hemen güvenemiyor. Ama takımın başında Fatih Terim gibi prestijli ve herkesin güvenine ve saygısına sahip bir hoca olduğu için bu tür disiplinsizlikleri göreceğimizi sanmıyorum. Elmander ise bu maçta oynayan tüm oyuncular içerisinde en çok koşan oyuncuydu. Bunu gözlemlerimle değil istatistiklere bağlı olarak söylüyorum. 11 bin metreden fazla koşmuş dün akşam. Belki son vuruşlarda istenilen düzeyde değildi ama istisnasız her kafa topuna çıkması, oyun zekası, rakibi sürekli yıpratması ve arkadaşlarına servis yapabiliyor olması herhalde Fatih Terim’in de hoşuna gitmiş olacak ki Baros ve Sercan gibi iki ismi bugün oyuna bile almadı. Ujfalusi ise Samsun maçında Bance ve bu maçta Mehmet Yıldız’a adeta nefes aldırmadı ve bu maçta Gökhan Zan’ın klasik hatalarından biri az kalsın golle sonuçlanırken kendini siper etti ve muhteşem kademesiyle olası bir golü önledi. Servet ve Gökhan Zan’ın bu adamdan işin ince ve teknik yönlerini kapması lazım bence. Ve Melo. Tamam belki maliyeti gerçekten pahalı olabilir bir kiralık oyuncu için ama çıplak gözle veya televizyonda seyreden herkesin bu adama saygı duyması gerektiğini düşünüyorum. Kademe deseniz var. Hırs deseniz fazlasıyla. Teknik deseniz o da üst seviyede. Bir defansif orta sahadan çok daha üstün bir oyuncu. Adeta Fiorentina’da ki günlerine geri dönmüş gibi. Bugün yine golünü attı ve sayısını 3’e yükseltti.

Son söz de Eskişehirspor’a. Lige çok iyi başlayan Skibbe’nin ekibinden şahsen bu hafta bu maçın bu şekilde geçmelerine izin vermeyeceklerini düşünüyordum. Fakat Skibbe,oyuna başlama stratejisinde geçtiğimiz haftalara kıyasla kendi takımını ancak bu kadar baltalayabilir. Akıcı güzel agresif eden takım gtmişti dün gece. Yerine Kamara dışında ( bunda, maçın başında Galatasaray’lı savunma oyuncularının bireysel hatalarının etkisi olsa da ), istediklerinin hiçbirini yapamayan bir takım vardı. Hücum yönü daha güçlü olan Burhan’ın yerine sağ kanatta Koray’a görev verdi ve oyundan çıktığı 59.dakikaya kadar hiçbir varlık gösteremedi. Ujfalusi’nin markajı altında ezilen Mehmet Yıldız’ı çok geç oyundan aldı ve onun yerine bence yine hatalı bir hamle olan Serdar’ı aldı. Skibbe belki de Galatasaray’a göze hoş gelen futbolu oynatabilen son hocaydı. Eskişehir macerası da iyi başladı fakat bir Kayseri-Galatasaray karşılaşması hatırlıyorum. Maçın 60-70. Dakika arasında maç 0-0 berabere giderken Skibbe Baros’u oyundan çıkarıp Mehmet Güven’i almıştı oyuna. Ve maç 0-0 bitmişti. Demek istediğim her ne kadar iyi niyetli olursa olsun, göze hoş gelen futbol oynatırsa oynatsın, hep bir şeyler eksik Skibbe’de bana göre. Galatasaray’ın başında olduğu için bunlar hep basında yer aldı hep eleştririldi ama Es-Es gibi bir Anadolu takımında bunlar daha az problem yaratabilir ve daha az baskı yaratabilir. Kim bilir belki de çok başarılı olur. Bunu ilerleyen haftalarda hep birlikte göreceğiz.

26 Eylül 2011 Pazartesi

Milli Kazanç: Ömer Toprak!



Bugün akşam saatlerinde Milli takımımızın hem bugünü hem de geleceği için çok ama çok güzel bir haber aldık. Bu kadar büyük bir defans/stoper sorunu yaşadığımız bir dönem de Ömer Toprak Türkiye için oynamayı seçti. Neredeyse Servet - Gökhan - Serdar 'dan başka stopere sahip olmadığımız şu jenerasyonda (Ersan Gülüm'e çok yazık oldu) Ömer gibi kaliteli ve alman fundamentalı almış bir savunmacı bizim için çok değerli.

"Kimdir la bu Ömer Toprak?" diyorsanız eğer; Ömer 22 yaşında 1.86 boyunda boyunda bir orta defans oyuncusudur. Bir çok kişinin FM gibi oyunlardan yıllardır aşina olduğu Ömer Toprak'ın dünyaya lanse edildiği turnuva 2008 yılındaki U19 Avrupa Şampiyonası'dır. Bu turnuvada Almanya U19 takımı ile şampiyonluk kazanan Ömer aynı zamanda turnuvanın en iyi stoperlerinden biri olarak gösterildi.

Profesyonel futbol kariyerine alt yapısından yetiştiği Freiburg'da başlayan Ömer bu turnuvanın ardından 2009 yılında talihsiz bir kaza geçirdi 6 ay futboldan uzak kaldı. Kendisi Go-Kart pistinde kaza yaptı ve vücudunda yanıklar oluştu. Bu kazanın ardından sahalara döndükten sonra bir de omzundan sakatlanması başka bir şanssızlık oldu. Bana göre kariyerinde beklenen patlamayı yapamamasının en büyük nedeni de bu iki sakatlık oldu. Bu sakatlıkların ardından Freiburg formasıyla Bundesliga'da bir sene daha oynadıktan sonra Bayer Leverkusen'e transfer oldu ve kariyerine bu sene Leverkusen'de devam ediyor.

Hiddink'in de bu katkıdaki rolünü göz ardı etmemek gerekiyor. Ne kadar çok eleştirsem de Ömer'i takıma katmak için ne kadar uğraş verdiği medyaya da yansımıştı. Sonunda istediğine ulaştı ve oyuncuyu kazandı. Aslında Hiddink'in belki de en önemli katkısı bu genç gurbetçileri takıma katmak oldu. Bu oyuncuları o bulmadı ama ilk defa şans verip o formayı giydirmesi bile değerli.

Olaya Ömer'in açısından bakarsak da mantıklı bir seçim diyebiliriz. Malum Türkiye'ye kıyasla Almanya'nın savunma hattında çok daha fazla kaliteli oyuncu var. Her ne kadar çok daha büyük bir vitrine çıkma şansı olsa da Ömer'in bu kadroda kolay kolay yer bulabileceğini düşünmüyorum. Ki kendisinden kesinlikle daha iyi olan bir başka gurbetçimiz Serdar Taşçı bile ilk 11de yer bulamıyor. Türkiye'de sürekli oynayarak da bir bakıma vitrine çıkmış olacak ve bakarsınız takımı ileriye taşıyan adamların başını çeker. Artık kendisine sakatlıksız, kazasız ve başarılı bir kariyer umuyoruz. Şampiyonlar Ligi'nde olmayı hedefleyen takımlarımız için de "ikna edilebiliyorsa" süper bir katkı olur, söylemeden edemedim.

NBA OYUNCULARI OKYANUS DIŞINA DAĞILMAYA DEVAM EDİYOR



Öncelikle Virtus Bologna’nın Kobe Bryant ile ilgilendiğini ve çok ciddi teklif sunduğunu belirterek yazıma başlamak istiyorum. Aslında Kobe’nin daha öncesi babası yüzünden gençliğinde İtalya’da yaşadığını ve yapılan teklifin buna dayanarak yapıldığını belirtmek gerek. Kobe ve menejerinin ilgisini çekebilmek için birden fazla teklif yaptığını ve bunların hakikaten Kobe’nin ilgisini çektiğini söylemek gerek. Bir sezonluk 6.7 milyon dolarlık teklif yaptılar Kobe’ye. Bir sezonluk, iki aylık, bir aylık ve maç başı gibi dört çeşit teklif sunmuşlar. Daha netlik kazanan bir şey yok ama anlaşma sağlanırsa uzun zamandır duraklama döneminde olan Bologna temsilcisi, Siena ve Milano ile şampiyonluk mücadelesine girebilir. Bekleyip göreceğiz.

Milano demişken, onlarda Danilo Gallinari ile lokavt bitene kadar anlaşma sağladılar. Son zamanlarda güçlendirdikleri performansın üstüne çıkmak için onlarda hamlelerini yaptılar.

Son 1 ay içinde önemli NBA oyuncuları da Amerika dışına çıktılar. Kenyon Martin, JR Smith, Josh Powell, Wilson Chandler Çin’e gittiler. Ty Lawson Litvanya’da oynamaya çok yakın, Brian Scalabrine Benetton Treviso’ya, Austin Daye BC Khimki Moscow’a, DeJuan Blair Krasnye Krylya Samara’ya, Corey Maggette ise PAOK’la, Mehmet Okur Türk Telekom’la son olarak ta Semih Erden Beşiktaş’la anlaştı.

Bu lokavt süreci bu şekilde umutsuz vaka kıvamında devam ediyor ve bu şekilde devam ettikçe de kafalarında Amerika dışında oynamak gibi planı olmayan oyuncular da bu fikre sıcak bakmaya başlayabilirler. Bu arada Hidayet yaptığı açıklamadı lokavt süresince bir takımda oynamayı düşünmediğini ve ailesine daha çok vakit ayıracağını söyledi.

25 Eylül 2011 Pazar

Bu futbolla Kartal'ın işi zor.



Bu başlık hem Beşiktaş hem Antalyaspor için geçerli. İlk yarıda biraz daha hareketli ve pozisyonlu bir futbol vardı ama ikinci yarı maç iyice sıkıcı hale geldi. Aslında her hangi bir maçın bol pozisyonlu geçiyor olması da kaliteli olduğunu göstermez. Ne yazık ki bugün iki tarafta oldukça kötü oynadı. Daha iyi bir taraf söylememiz gerekirse maç geneline bakacak olursak Antalyaspor diyebiliriz.

Beşiktaş’ta gözüme çarpan noktaların başında Mustafa Pektemek’in istekli ancak panik havasındaki oyunu geliyor. Bence ne yapabileceğini görebilmemiz için kesinlikle ilk 11 başlaması gerekiyordu ama bugün yine de göremedik. Ne yazık ki, sadece istekli olmak da yetmiyor. Bugün çok top kaybı yaptı ve istenilen katkıyı veremedi. İlk yarıda Beşiktaş’ın daha iyi olduğu dakikalarda bunu sağlayan durum Veli’nin ve Simao’nun iyi performansı diyebiliriz. Bu iki oyuncunun forvete destek vermesi Beşiktaş’ın hücum olarak rahatlamasını sağladı. Ancak bu yüksek temponun sonucu olarak ikinci yarı özellikle Veli çok düştü. Ancak ben genel anlamda Veli’yi beğendim, aldırdığı penaltı da gayet netti (Ali Turan klasiği). İsmail Köybaşı'nın ise milli takımda hala Hakan Balta'nın yedeği olması büyük yanlış. En azından hücumda paslarıyla, ortalarıyla ciddi katkı verebiliyor. Hazır milli maçlar yaklaşırken bu cümleyi de sıkıştırmış olayım.

Ne yazık ki, maçın genelinde Antalyaspor’un oyuna hakim olmasının nedeni de onların iyi olmaları değil; özellikle ikinci yarıda Beşiktaş’ın çok kötü olması. Bu sayede sürekli top çevirdiler ve pas yaptılar ama bu pasların ne denli faydalı paslar olduğu tartışılır. Musa Aydın’ın altı pasın içinden boş kaleye atamadığı pozisyon ise Antalyaspor için en önemli andı. Eğer ki o golü atabilmiş olsalardı, bu maçtan kesinlikle puan çıkarırlardı. Çünkü zaten Antalyaspor’un bir zamandan sonra hücumdaki 1 numaralı silahı defansın arkasına uzun top atmak oldu. Golü yeseydi açılması muhtemel olan Beşiktaş’ı bu şekilde daha çok zorlayabilirlerdi. Genel olarak en azından kapanmadan oynuyor olmaları futbol için olumlu ama bunu yetenekleri çok kısıtlı bir kadroyla yapmaya çalışmaları kendileri için zor. Sonuçta savunmanın göbeğinde Ali Turan ve Deniz Barış oynuyor önlerinde de İbrahim Dağaşan.

Beşiktaş’a geri dönecek olursak onlar adına bu sezonun en önemli hayal kırıklığı Fernandes diyebiliriz. Geçtiğimiz sezon oynadığı doğru ve etkili futbolla herkesin beğenisini toplayan Fernandes bence bu sene fazla pasif kalıyor. Bu durumda Carvalhal’ın onu kullanış biçiminin de etkisi var. Beşiktaş’ın daha iyi futbol oynaması için Fernandes’in de daha etkili olması şart. Orta sahadan bahsetmişken Ernst’i de bugün pek beğenmedim. Bu performansında bir süredir ilk 11 oynamamasının etkisi olabilir belki.

Kısa bir paragraf da Fırat Aydınus için yazmak istiyorum. Fırat Aydınus’un şu maç içindeki karizmatik olma çabası beni çok “kıl ediyor”. Özellikle ilk yarıda Simao’yla girdiği bir “sidik yarışı” vardı ki, tam anlamıyla komedi. Simao’yu itiraz ediyor diye uyardıktan 30 saniye sonra Simao’nun yaptığı faulde yanına gelip attığı bir bakış var ki, aman aman. Hakemlerin saha içindeki disiplini kesinlikle sağlamaları gerekiyor ancak bu şekilde saçma sapan triplere girerek olmaması lazım.

Kısacası bugün oynanan futbol özellikle Beşiktaş için çok sıkıntılı. Antalyaspor elinden geleni yapıyor ama Beşiktaş’ın bundan daha iyi olması lazım. Ne yazık ki birkaç gün sonra yapılacak olan Stoke City maçında işlerinin çok ama çok zor olduğunu söylüyorum. Stoke City’i hiç küçümsememek lazım özellikle kendi evlerinde taş gibi mücadele eden bir ekip. Şanslı iki galibiyetin ardından umarız ki İngiltere’den de istenilen sonucu çıkartırlar.

22 Eylül 2011 Perşembe

Bursa 1 - 2 Beşiktaş (peki futbol?)



Türkiye'nin birbirinden en çok nefret eden takımlarından ikisinin karşılaşmasında sonuç 2-1 siyah-beyazlıların lehine oldu. Maçın futbol açısından keyif verdiğini çok söyleyemeyiz ama 85 dakika hiç bir şey üretemeyen Beşiktaş'ın son 5 dakikada iki kafa vuruşu ile maçı alması bize futbolun enteresanlığını bir kez daha kanıtladı.

Beşiktaş bu maçı kazanmış da olsa, iyi top oynamadığı aşikar. Bu durumda etkili olan unsurlar; orta sahanın yaratıcılık ve üretkenlikte yeterli olamaması ve kanatların geçen sezon gibi işlememesi. Fernandes'in çok geride kalması hem onun hem de Beşiktaş'ın "verimli" pas trafiğinin önüne set çekiyor. O'nu bu kadar geride kullanmak bana kalırsa faydasız bir hamle. Bir de bence bu bölgede yeterince verimli olamadığını düşünüp oyundan çıkartmak teknik direktörün yetersiz olduğunu gösteriyor.

Kanatlarda ise Simao ve Quaresma geçen sezonu mumla aratıyor. Simao'nun oyun kurucu rolüne soyunması da onun verimliliğini azaltıyor diyebiliriz. Onu bu role iten de aslında orta sahanın fazla geride ve verimsiz oynaması. Quaresma'nın atılması ise çok net bir disiplinsizlik gösterisi. Sarı kartlı bir şekilde oynarken gidip öyle bir hareket yapması ve neredeyse bile bile atılması kendisine yakışmadı. Malum Beşiktaş iyi bir durumda değilken Quaresma'nın kaptan çıktığı bir maçta takımını eksik bırakmaması gerekirdi.

Son olarak Beşiktaş'ın son gollerini hep kafayla atması enteresan bir durum. Kafa ile gol atabilen bir takım olmak ofansif çeşitlilik açısından önemlidir ama bir tek kafayla atabilmek de tabi ayrı bir soru işareti.

Bursaspor ise 10 kişi kaldıktan sonra kendi sahasına gömülüp kontradan bulursam atarım felsefesine döndü. Fena oynamadılar ama bence 85 dakika önde olmalarının nedeni Beşiktaş'ın çok kötü olmasıydı. Beşiktaş o kadar hiç bir şey üretemedi ki, Bursaspor da rahat rahat götürdü maçı. Bulduğu 1-2 tane net gol pozisyonunu değerlendirebilse ve farkı 2'ye çıkarabilse maçın geri dönüşü olmazdı.

Bursaspor'da N'diaye'yi çok beğendim. Savunmayı bırakmıyor ve mücadelesini hiç kesmiyor, bunun yanında hücuma da elinden geldiğince katkı vermeye çalışıyor. Topu kanatlara iyi açıyor oyunu rahatlatıyor. Kısacası çok yerinde bir transfer yapmışlar. Scott Carson'a karşı da ön yargılı olmama rağmen kendisini beklediğimden iyi buluyorum. Serdar Aziz ve Turgay da yine takımının iyilerindendi. Yedikleri ikinci golün faturası ise bence tamamen Vederson'un. Böyle bir konsantrasyon eksiği olmamalı.

21 Eylül 2011 Çarşamba

Galatasaray'da seri galibiyet almak günahtır.



Çarşamba gecesi futbolunda ilk karşılaşma Karabükspor – Galatasaray arasındaydı. Bu karşılaşmada sonuç sıkıcı bir 90 dakikanın ardından 1-1 oldu. Karabükspor geçen seneki sürprizlerinin ardından bu sene de belli düzeyde iyi futbol oynamaya çalışıyor. Galatasaray ise seri galibiyet almak istemediğinden olsa gerek 15. dakikada 10 kişi kalmayı başardı ve mağlup olmaktan son 10 dakikada kazandığı penaltıyla kurtuldu.

Maça aslında daha iyi başlayan taraf Galatasaray’dı. Bu durumda Fatih Terim’in elindeki en ideal kadroyu sahaya sürmesinin de etkisi vardı. Baros’un yedek başlaması bekleniliyordu ama Sabri’yi de yedek oturtması benim için sürpriz oldu. Neyse, Muslera’nın oyun dışı kalmasına kadar Felipe Melo’nun ve Sercan’ın yakaladığı pozisyonlar Galatasaray’ın gole en yaklaştığı anlardı. Muslera’nın yaptığı hata ise tam anlamıyla amatörce. Kırmızısı tartışılabilir ama Muslera gibi bir kalecinin de böyle bir hata yapmaması gerekir. Topu elden kaçırmak kabul edilebilir bir hatadır, malum Cech de kaçırıyor ama böyle bir çıkış hatasını üst düzey kalecilerin yapmaması gerekir. Tam çift forvet olarak Galatasaray’ın neler yapabileceğini görme fırsatı bulacaktık ki Muslera sağolsun bu fırsatı elimizden aldı ve yine tek forvet oynanıldı. Galatasaray’da kanatların santrfora desteği çok sınırlı olduğu için her maçta uç eleman çok yalnız kalıyor. 4-4-2 ‘de bu yüzden GS için bir zorunluluk. Riera’nın çıkması bana göre bir hata oldu ama bir tercihtir sonuçta ve bu konuda çok da fazla bir şey söyleyemeyiz. Ben olsam Kazım’ı kenara alıp Sercan’ı sağa koyardım ama Kazım’ın da bu maçta fena oynamadığını gördük.

Savunma hattıyla ilgili düşüncelerim değişmiş değil. Tek tek iyi de oynasalar kötü de oynasalar güven vermiyorlar ve sürekli sonuca etki edecek bir hata yapma potansiyeli taşıyorlar. 10 kişi kaldıktan sonra Melo ve Selçuk’un performansı bir kat daha önemli hale geldi. Bu orta sahanın göbeğindeki iki oyuncu da sağ bek ve sol bekteki iki oyuncu da 10 kişi kaldıktan sonra 2 kişilik koşmalıydı ama yapmadılar. Durum da böyle olunca Galatasaray 2. yarıda neredeyse hiçbir şey yapamadı diyebiliriz. Sadece bu maç için değil, genel olarak da beklerinden yeterince hücum katkısı alamaması Galatasaray’ın ofansif gücüne çok etki ediyor. Hakan Balta’nın çok zayıf kaldığını söyleyebiliriz.

Karabük’ü ise tebrik etmek gerekiyor bence. Bir Anadolu takımının pas futbolu oynamaya çalışması bile başlı başına takdir edilmesi gereken bir durumken bir de bunu başarabilmeleri ayrıca önemli. Emenike’nin gitmesinden sonra performanslarında bir düşüş beklemiyordum ki bir de üstüne performanslarını arttırıyorlar. Cernat ise takımı yöneten beyin. Teknik olarak da, mental olarak da Karabükspor’u daha iyiye taşıyor. Yeni forvetleri Shelton’ı da beğendim. Yüksek bütçelere sahip olmayan bir Anadolu takımı için ideal bir transfer.

Kısacası Karabük için belki sahadaki futbolun karşılığı değil ama Galatasaray beraberliği iyi sonuç, Galatasaray içinse önemli bir kayıp. Çünkü bu maçların kazanılması şampiyonluk yolunda olmazsa olmaz. Bu maçlarda ardı ardına puan kaybedenler ise şampiyonluktan lig sonunu beklemeden kopuyorlar. Ancak şu anki durumda ilginç olan bütün büyük takımların ciddi puan kayıpları yaşaması (Fenerbahçe hariç). Durumun böyle olması da bu kayıplar telafi edilebilir demek oluyor. Eh, ne de olsa başımıza play-off çıktı bir de.

20 Eylül 2011 Salı

Tolunay Kafkas istifa etti!



Bu akşamki Gaziantep – Kayserispor maçının bitmesinden sonra şahsen benim çok hayal kırıklığına uğradığım bir haber geldi. Bu akşam da Antep’in mağlup olmasıyla beraber Tolunay Kafkas görevinden istifa etti. Oysa kurulan takım ve geçen sene oynanan futbol oldukça umut vericiydi. Tolunay’ın Antep’te 3-4 sene daha kalıp istikrarlı bir şekilde iyiye gitmesini bekliyordum ve bu kararı bu doğrultuda hayal kırıklığı oldu. İlk açıklama yönetimin istifayı kabul etmeyeceği yönünde ancak Tolunay’ı da ikna etmeleri gerekiyor.

Tamam, Gaziantep sezona gerçekten çok kötü ve beklentilerin çok altında başladı. Ancak bu çözülemeyecek bir durum değildi. Benim izlediğim Antep hücumda organize olmakta sıkıntı çeken bir ekip konumundaydı ama elinde Wagner Popov Olcan gibi isimler varken de yaratıcılık sorunu çözülmeyecek bir dert değil aslında.

Antep’in bu düşük formunda sezonu haziranda açıp (Uefa elemesi nedeniyle erken açtılar) ondan sonra liglerin ertelenmesiyle beraber ara verilmesinin etkisi de çok büyük. Düşünsenize Uefa elemesi için kampa giriyorsunuz 2-3 hafta hazırlanıp iki maç oynayıp, 2 hafta yatıyorsunuz. Gerçekten performans katliamı.

Neyse kısacası bence Tolunay görevinden ayrılırsa gerçekten yazık olur, ne olur Hikmet Karaman gelir Reha Kapsal gelir her şeye baştan başlanır. Her zamanki gibi.. Kısa vadeli belki olumlu etkiler ama orta ve uzun vadeli olarak Tolunay’ın ayrılması ciddi bir kayıp. Hafta içinde Fenerbahçe’li Volkan ve Bekir’le yaşadığı olayın ayrılışında etkisi olup olmadığını ise şahsen merak ediyorum. Umarım bu fikrinden vazgeçer ve haftaya takımını daha iyi hazırlayıp güçlü bir şekilde karşımıza çıkar.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Ligin ilk hakem faciası Sivasspor aleyhine



Dürüst olmak gerekirse bu sezon hakemlerin genel tutumunu beğeniyorum. Geçtiğimiz sezonlardan alıştığımız ve oyunun akıcılığına büyük bir set çeken her zımbırtıya düdük çalma geleneklerinden vazgeçmiş gibi görünüyorlar. İzlerken en rahatsız olduğum oyuncu tiplerinden biri her ikili mücadelede kendini yere bırakan oyuncu şeklidir. Bir de bu arkadaşlar hemen hakeme dönüp el kol yaparlar. Ancak bu arkadaşların bu “yüzsüzlüğünün” sebebi de bana kalırsa yine hakemlerde. Bu açıdan bu seneki tavırlarını bir gelişme olarak yorumluyorum ama bu tavrında cılkını çıkartmamak gerekiyor.

Bana kalırsa bu hafta Sivasspor’a büyük haksızlık yapıldı. Bunu da Eskişehir’e hem takım ve şehir olarak hem de Skibbe’nin varlığı olarak sempati duyan, aksine Sivasspor’dan Hayrettin ve Bülent Uygun profillerinin yarattığı kimlik yüzünden gram haz etmeyen biri olarak söylüyorum.

Barış Şimşek’in hatalarına bakacak olursak eğer; öncelikle Eneramo’ya Eskişehir savunmasının yaptığı net bir penaltı var. Bana kalırsa tartışmaya açık bir pozisyon değil. Eskişehir lehine Batuhan’a çalınan penaltı da penaltı değil. Keza Batuhan da pozisyon olur olmaz dönüp el işaretleriyle penaltı olmadığını söylüyor ama nafile. Hayrettin’in ikinci sarı kartı ve oyundan atılması doğru bu konuda bir sıkıntı yok ama durum bunla da bitmiyor. İtiraz yüzünden 10 saniyede bir takımın kalecisine iki sarı kart çıkartıp oyundan atmak sanıyorum ki bir tek Türkiye’de olur. Bir de bunların üzerine seni alkışladı diye o takımın teknik direktörünü tribüne yollamak tabiri caizse “tüy dikmek” oluyor. Umarım Barış Şimşek bu haftaki performansını devam ettirmez de başka kulüplerin de canını yakmaz.

EUROBASKET 2011 ŞAMPİYONU İSPANYA


Litvanya da oynanan eurobasket 2011 i turnuvanın en büyük favorisi İspanya kazandı. Finalde Fransayı 98-85 yenen İspanya üst üste ikinci kez Avrupa Şampiyonu oldu. ilk periyotta 13-10 geriye düştükten sonra maçın sonuna kadar hiç geri düşmedi İspanyollar. Söylemeden geçemeyeceğim, belki de klasik Türk insanı avuntusu ve romantikliği olacak ama, 12 Dev Adam her ne kadar Pau Gasol oynamasada bu İspanya'yı son periyotta 2 sayıda tutarak yenmiş, Fransa'ya son topta kaybetmişti. Tamam belki Sırbistan'ı yine son topta geçebilseydik finale çıkabilirdik demiyorum ama bu finalde yer alabilme potansiyelimizi bu şekilde kullanamamak üzüntü verici. Maça dönecek olursak İspanya turnuvanın başındaki görüntüsünün aksine, konsantrasyonunu maçın geneline yaymayı başardı. Fark çoğu zaman çift hanelerdeydi, ara sıra Fransızlar saman alevi gibi parladı ve farkı zaman zaman tek haneliliere indirdiler ama o noktalarda Juan Carlos Navarro faktörü devreye girdi. 27 sayıyla İspanya'yı sırtladı. Gasol kardeşler ve Rudy her zamanki oyunlarını oynadılar. Ama özellikle Serge Ibaka ikinci periyotta pota altını müthiş kapattı ve ilk yarı sonunda 5 blok'a ulaştı. İspanya'nın takım halinde maç boyunca 10 blok yaptığını ve Fransa da bu sayının yalnızca 1 olduğunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Fransa bu maçta çok basit toplar kaybetti ve bu yüzden tonla fast break ve bunun sonucunda bol bol sayı gördüler potalarında. Her ne kadar Parker turnuva istatistiklerinin üstüne çıksada İspanya'nın onu çok iyi savunduğunu düşünüyorum.

Turnuvanın MVP'si Juan Carlos Navarro seçilirken, en iyi beş ise şu isimlerden oluştu: Tony Parker, Juan Carlos Navarro, Bo McCalebb, Andrei Kirilenko, Pau Gasol.

Galatasaray'dan iyi sinyaller



Şok Belediye yenilgisinden sonra içeride Samsun’a karşı mutlaka galibiyet kazanması gereken Galatasaray beklentileri karşıladı. Maçın başından sonuna kadar oyunun hakimi olan Galatasaray beklenmedik bir gol yiyerek taraftarını tedirgin etse de Elmander’in girişiyle işler değişti ve 3-1’lik bir galibiyet geldi.

Bence Galatasaray’da oyunun iyiye gitmesinin 2 temel sebebi var. İlki Riera’nın sol kanada geçmesi, ikincisi ise Fatih Terim’in yaptığı hatanın üzerine gitmeyip Sabri’yi sağ bekte Eboue’yi orta sahada kullanması. Riera’yı ilk maçı itibariyle gayet beğendim. İlk maçında adam geçebileceğini, orta açıp şut çekebileceğini gösterdi. Zaman zaman oyun kuruculuğa da yardımcı olması takımın genelini de rahatlatacaktır. Kendisiyle ilgili bir başka avantaj ise frikik kullanabiliyor olması. Cepheden kullanılacak frikiklerde kendisini sık sık topun başında görebiliriz. Bugün kullandığı frikik de 2 karış aşağıdan gitse gol olabilirdi. Eboue – Sabri değişimi de doğru bir hamle. Özellikle Sabri’nin orta sahada olmaması pas trafiği açısından önemli. Kanat bindirmeleri de kendisi için takıma yeterli bir katkı. Eboue ise bugün çok etkili değildi ama yine de verimliydi.

Felipe Melo ise bence her oynadığı maçta kalitesini ispat ediyor. Kendisinden yapmasını beklenilen her şeyi sahada gerçekleştiriyor ve üzerine de hücumda oyun kurmaya çalışıyor. Attığı gol de bugün için kendisi adına cabası oldu. Çok doğru bir transfer ve bence bonservisinin de alınması gerekiyor.

Forvet hattında ise bugün Elmander rüştünü ispat etti. Oyuna dahil olduğu andan itibaren hücuma hareket ve güç getirdi. Baros’un aksine ikili mücadelelerde ayakta kalması da önemli. Ayrıca bence bir forvetin kesinlikle topa iyi vurması gerekir. Elmander’in bu özelliği de kuvvetli. Hem topa vurabiliyor, hem de vurmaktan çekinmiyor. Bana kalırsa kesinlikle ilk 11 başlamalı. Gerek çift forvet gerekse tek forvet olarak. Ki hala kesinlikle çift forvet oynanması gerektiğini düşünüyorum.

Ujfalusi’yi de çok beğendim. Savunma hattı toplu olarak güven vermese de diğer üç oyuncudan farklı hissettiriyor. Örneğin Gökhan da maça çok iyi başladı ama hiçbir zaman güven vermiyor. Bugün de bunu kanıtladı ve golü yedirmeyi başardı. Gökhan Zan – Mustafa Sarp ikilisi bir kez daha Galatasaray’ın gol yemesine neden oldular diyebiliriz.

Galatasaray'ın en büyük eksisi ise; nasıl beceriyorsa her maçta bir şekilde gol yiyebilmesi. Tamam gol de yenebilir ama Galatasaray'ın büyük takım kimliğini koruması gerekiyor. Büyük takımlar gol de yeseler kendinden emin bir şekilde yoluna devam etmeliler. Ancak Galatasaray'da artık şu son iki senenin sonucu olarak her yenilen golde "acaba bu maç da mı gidiyor?" korkusu başlıyor. Bu panik havasından kurtulunması gelecek için şart. Bunun için de kazanma alışkanlığının sağlanması gerekiyor.

Samsunspor’u ise genel olarak hiç beğenmedim. Pas yapmayı bırakın, ayaklarında top tutmayı başaramadılar. Pres karşısında sık sık top kaybı yaşadılar. Bu sorunu çözmeleri şu an için zor gibi.

18 Eylül 2011 Pazar

Türk Telekom'a dikkat!



Türkiye Basketbol Liginde yeni sezona yüksek beklentilerle giren bir başka takım da Türk Telekom. Tepelere oynadığı sezonların ardından son iki senede yaşadığı büyük düşüş Telekom yöneticilerinin de dikkatini çekmiş olsa gerek. Özellikle geçtiğimiz sezon koç olsun yönetim olsun çok ciddi eleştirilere maruz kalmışlardı. Böyle bir durumdan sonra da ilk reaksiyonu transferleriyle vermeyi başardılar.

Simas Jasaitis, Darius Washington, Kaspars Kambala ve Mehmet Okur çok önemli oyuncuları kadrosuna katan, Muratcan Güler, Ali Karadeniz, Bekir Yarangüme gibi Türk ve ya Türk statüsündeki oyuncularla da sözleşme imzalayan Telekom ilgi çekici bir görüntüye bürünmüş durumda. Hazırlık maçlarının genellikle lehlerine bitmese de bu kadar yeni oyuncunun adaptasyon sürecinin zaman alması gayet doğal. Bu maçlarda dikkat çekici olan nokta ise Mehmet Okur’un form durumu. Henüz canlı olarak izleyemedim ama istatistik kağıdına yazdırdığı sayılar, sanki basketbol oynamayı özlediğini gösteriyor.



Bu hedefi yükselen takımın koçluğunu ise Timuçin Meriç yapacak. Timuçin Meriç geçtiğimiz sezon Genç Telekom’u çalıştırıyordu ve başa geçmesiyle beraber “bizim evladımız” furyasına Türk Telekom da katılmış oldu.

Kısacası enteresan bir lig yaşamaya aday gördüğüm bir seneye giriyoruz. Bu senenin renkli oyuncularından birinin de Türk Telekom olabileceğini söyleyebiliriz. Takımına kaptan dönen Bekir Yarangüme’nin de, koç Timuçin Meriç’in de, diğer oyuncuların da verdiği demeçler iddialı olduklarını gösteriyor.

Bu şablonu oturtup buna yapacağı takviyelerle istikrar yakalanabilirse, Telekom önümüzdeki yıllarda da iddialı olmaya devam edecektir. Çünkü geçtiğimiz sezonun başını hatırlayacak olursak, o dönemde de 523 oyuncu gidip 1231 oyuncu gelmişti ve sonuç ortada.

Size her yer Milano mu olsa acaba?



Trabzonspor dün akşam Inter galibiyetinden sonraki ilk maçına çıkarak Avni Aker’de İBB’ye mağlup oldu. Rotasyon yapmak her zaman belli başlı riskler taşır ama birden fazla kupa için yarışıyorsanız da zaruridir. Bu rotasyonun negatif sonuçlarını Barça bile yaşıyorsa, Trabzonspor’un da yaşaması çok normal.

Maçın geneline bakarsak İstanbul Büyükşehir Belediye her zamankinden farklı değildi. Yine bildiğimiz gibi savunmayı (bu savunma 11 kişi kapanarak değil) ve mücadeleyi ön planda tutarak, kontradan bulursak atalım felsefesiyle oynadılar. Dikkat edecek olursak bu felsefenin ürünü olarak gollerini büyük takımlara karşı genelde son 15 dakika içerisinde atıyorlar. Bunun da nedeni bütün maç boyunca bastıran gol arayan rakibin yorulmuş olması. Dün de bu tablonun bir benzerini yaşadık. Dakikalar ilerledikçe Inter maçının yorgunluğu da Trabzonlu oyuncularda hissedilmeye başlandı.

Belediye hiç oyun disiplininden kopmadan bu skora ve en azından beraberliği koparmaya yönelik oynasa da, bence Trabzon’a yazık oldu. Maçın 90 dakikasına yayılmasa da ara sıra yine çok güzel bir futbol sergilediler. Ayrıca iki topları da direkten döndü, özellikle Alanzinho’nun ki çok şık bir gol olabilirdi. Bu maçta yenilseler de geleceğin Trabzon için aydınlık olduğunu düşünüyorum. Bu aydınlığa gölge düşüren şey ise Robert Vittek’in sakatlanması oldu. Şampiyonlar ligi maçında da dünkü maçta da gayet verimli oynayan Vittek’in daha ligin başında bu denli ciddi sakatlanması çok yazık oldu. Aynı zamanda sadece yazık olmadı Trabzonspor’un hücum gücüne de ciddi etki yaptı.

Trabzonspor’un orta sahasına bakacak olursak Selçuk krizini aşmış görünüyorlar. Türkiye’de her yaşlı oyuncuya tecrübeli deme hastalığı vardır. Ancak ne yazık ki bu iş böyle değil. Tecrübeli oyuncu dediğin tecrübesini sahaya yansıtabilen oyuncudur. Örneğin Sabri 35 yaşına da gelse tecrübeli oyuncu olamayacak. Zokora ise bu kimliğini sahaya çok net yansıtıyor. Takımın lideri olmuş durumda ve her pozisyonda doğru oynuyor. Yeri geldiğinde topu taşıyor, yeri geldiğinde dönüp savunma oyuncularına pas veriyor. Onun bu doğru ve yönlendiren oyunu Colman’a da yaramış.

Halil Altıntop ise benim beklentimden daha fazla katkı verecek gibi gözüküyor. Geçen sene Umut Bulut’un üstlendiği rolü bu sene Halil’den görebiliriz. O alman disiplininin körüklediği mücadelesi Umut’u aratmıyor. Bitiricilikte ise sıkıntı çekse de, sonuçta kıyasladığımız isim de Umut. Bakalım daha da form tutarsa eski günlerindeki düzeyine çıkabilecek mi.

İstanbul Büyükşehir Belediye için esas lig önümüzdeki hafta başlıyor. Muhteşem bir başlangıç yapan İBB’nin bunu küçük takımlara karşı da devam ettirebilmesi lazım. Çünkü uzun vadede bakarsak Türkiye’nin en istikrarlı takımı diyebileceğimiz İBB, yıl içlerine bakacak olursak bir o kadar istikrarsız. Bu sene bunu aşmalılar.

15 Eylül 2011 Perşembe

Spor filmi severler için; “White Men Can’t Jump” ve “The Damned United”

Size yeni iki tane film önerim var. Çocukluğumda izlediğim ve basketbol sevgimi bir üst seviyeye çıkartan bir film olan “White Men Can’t Jump” ve Derby County’nin efsane teknik adamı Brian Clough’un hikayesini anlatan “The Damned United”. Özellikle ilk filmi hala ara sıra aklıma eser ve açar izlerim.



“White Men Can’t Jump” çok keyifli bir film ve hayatlarını basketbol üzerinden yaşayan iki adamın hikayesini anlatıyor.1992 yapımı olan filmde 90’lı yılların büyük yıldızlarından Wesley Snipes ve Natural Born Killers filminden tanıdığımız Woody Harrelson başrollerde. Yetenekli sokak basketbolcusu Sidney ile hayatını basketbol oynayarak kazanan şutör Billy Hoyle’un birbirleriyle sürekli olarak dalaşma içinde geçen birliktelikleri (yanlış anlaşılmasın!) bize keyifli bir 2 saat sunuyor. Basketbol severler kesinlikle sıkılmadan izleyecek ve içlerinde basketbol oynama hevesiyle filmi bitireceklerdir. Fragman için; http://www.youtube.com/watch?v=CbhCIzt3mag



“The Damned United” ise yetenekli teknik adam Brian Clough’un Derby County’deki başarılı senelerinin ardından esas amacı olan Leeds United’ın teknik direktörlüğüne geçmesini konu alıyor. 2009 yapımı olan filmde Michael Sheen başrolde. Filmin adı The Damned United da (lanetli United) o kadar başarılı geçen senelerin ardından Leeds’te sadece 44 gün çalışabilmesinden geliyor. Döneminin fırtına takımı Leeds’i etik dışı oyun anlayışından çıkartıp, güzel futbol oynamayı ilke edinen Clough’ın başarısızlıkla sonuçlanan macerası gerçek bir hikayeden alınma. Bu film de futbol severler için keyifle izlenilebilecek bir yapım. Fragmanı için buyurun; http://www.imdb.com/video/imdb/vi3912499737/

Helal olsun Trabzonspor!



28 yıl önce yine bugün Trabzonspor’un İnter galibiyetinden sonra bugün bunu tekrar yaşamak sadece Trabzon için değil bütün Türkiye için çok güzel oldu. Yıllardır Avrupa’da hiçbir başarısı olmayan Türk takımlarımızın bu sene Trabzonspor’un iyi başlangıcıyla umut vaat ettiğini söylemek yanlış olmaz. Kim derse ki ben Trabzonspor’un galip gelmesini bekliyordum diye, yalan söyler. Ancak hepimizi şaşırtan ve bir o kadar sevindiren bir tarih yazıldı bugün. Bir Galatasaray’lı olarak kendi takımımmış gibi sevindim bu akşam.

Maç boyunca çok doğru bir futbol oynadık. Savunma sertliğimizden ve konsantrasyonumuzdan hiç ödün vermedik. İlk yarıda 1-2 tehlikeli pozisyon dışında çok da fazla sıkıntı yaşamadık. Celustka’nın Glowacki’nin bütün savunma hattının sürekli maçın içinde olması ve ellerinden gelen her şeyi sahaya koymaları çok önemliydi. Zokora ise muhteşem oynadı. Tecrübesiyle ve doğru oyunuyla ne kadar değerli bir parça olduğunu bir kez daha gösterdi. Colman ile beraber Trabzon orta sahasında süper işler yaptılar. Burak ve Adrian’ın yokluğunda hücum bölgesinde forma bulan Halil Altıntop da maç boyunca inanılmaz bir efor sarf etti. Her ne kadar ofansif olarak çok fazla katkı vermese de geçen sene Umut Bulut’un yaptığı pres ve mücadele katkısının aynısını Halil yaptı. Aslında oyuncu oyuncu ayırmamak lazım, çünkü takım olarak bir birine sürekli yardım ederek çok doğru oynadılar.

Şans da Trabzonspor’un yanındaydı. İkinci yarının ilk 15 dakikası çok iyi bir futbol sergileyen Karadeniz ekibi 65. Dakikadan sonra defansta açık vermeye başladı. Bu bölümde Diego Milito’nun kaçırdığı iki gol vardı ki topun da bugün bizim yanımızda olduğunu net bir şekilde gördük. Kaleci Tolga ise maç boyunca muazzam oynadı. Çıkarttığı 3-4 gol var ki, normal şartlarda çıkmazdı.

Yine yeni transferlerden Sapara ve Robert Vittek’in de ne kadar nokta transferler olduğunu görme şansı bulduk. Özellikle Sapara’nın girdikten sonra ayağa pas yapabilmesiyle, aldığı topları dan dun vurmayıp sürebilmesiyle teknik kapasitesini kanıtladı. Vittek ne kadar çok oynamasa da ileride top tutmamız gerektiği zamanlarda tecrübesiyle topu kaptırmayarak önemli işler yaptı.

Kısacası İnter deplasmanından 3 puanla dönmesini bilen Trabzonspor gurur duymamızı sağladı. Teşekkür etmeyi ve ilerleyen maçlarda da en içten başarı dileklerimizi yollamayı borç biliriz. Lille ve CSKA ‘nın berabere kalması da bu maçı daha değerli hale getirdi. Çok zor görünen gruptan çıkma hedefi şimdi biraz daha realist gözükmeye başladı. Bakalım ilerleyen maçlarda bu performans artarak devam edecek mi.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Futbolun adaleti yok arkadaş



Şampiyonlar liginde ilk günün en büyük maçı Milan ve Barcelona arasındaydı. Maç Milan’ın son dakikada kornerden attığı gol ile 2-2 sonuçlandı ama sakın sonuca aldanıp maç baş başa geçti sanmayın.

Maçın daha başlarında Pato ile golü bulan Milan, tam anlamıyla “bir tane attı üzerine yattı” modunda oynamaya başladı. 11 kişi savunma yapmaya çalışıp hücumu hiç düşünmeyen bir Milan vardı sahada. Hemen 2 sene önce yine bu stadda Inter ve Barça arasındaki maç akıllara geldi. Ancak Milan’ın istediği skoru alabileceğini hiç sanmıyordum ki yanıldım.

35. Dakikadaki bir pozisyonda İtalyanların savunması ilk defa uyuyunca Messi’nin pasında boşta kalan Pedro affetmedi ve 1-1’e getirdi durumu. Devreye bu şekilde girildi. Devre’nin istatistikleri ise oldukça acıklı. İlk yarıda Xavi’nin 71 pasına karşılık Milan takım olarak 69 pas yaptı. Topa sahip olma oranları ise %75 ‘e %25 şeklinde Barça lehinde. Zaten Cassano’nun falan defansın önünde oynadığı bir ilk yarıdan farklı bir şey de beklememek gerekiyordu aslında.

İkinci yarının daha 5. dakikasında ise David Villa muhteşem bir plaseyle durumu frikikten 2-1 ‘e getirdi. Bu dakikadan sonra bakalım Milan nasıl oynayacak diye merak ediyordum ki, oyun anlayışlarında hiçbir şey değişmediğini görünce hayal kırıklığıyla yerimize oturduk. İnsan çok eksik bir kadroyla gelmiş de olsa son İtalya şampiyonundan biraz daha fazla hareket bekliyor tabi.

Pique ve Puyol yine ilk 11’de sahaya çıkmadılar ama Puyol daha sonradan oyuna dahil oldu. Maç boyunca bu ikiliyi aradıklarını söylememiz yanlış olur. Zaten Puyol’u oyuna girdikten sonra da çok fazla göremedik. Alexis ise bugün sahada olsa belki ofansif yetenekleriyle farkın açılmasına katkıda bulunabilirdi. Milan ise bugün sahada olmayan oyuncularını çok aradı. Zlatan olsun, Flamini olsun, Mexes ve Robinho olsun kadroda bulunsa belki daha farklı bir oyun sergileyebilirlerdi. Zaten Nou Camp’ta işi zor olan Milan bu eksiklerle kadro olarak baya küçülmüş.

Tam maç bitiyor, Barça rahat rahat kazandı derken Thiago Silva çıktı sahneye ve 90+2’de kornerden topu ağlara yolladı. Bu futbol gerçekten adaletsiz bir oyun. Neredeyse hiçbir şey oynayamayan Milan maçın başında ve sonunda iki Brezilyalısının ayağından bulduğu gollerle beraberliği koparmasını bildi. Gerçekten herkesi şok etmiştir bu gol diyor ve bir hikayenin daha sonuna geliyoruz..

11 Eylül 2011 Pazar

Arda’sız Galatasaray’da sonuç aynı



Fatih Terim’in Galatasaray’ı bu akşam ilk resmi maçına İstanbul Büyükşehir Belediye karşısında Olimpiyat Stadında çıktı. Arda’nın gitmesinden sonra Galatasaray’ın hücum organizasyonlarının yönetilmesinde sorun olacağı net bir şekilde görünüyordu. Çünkü sol açık boştu, ileride Baros ve sağ açıkta Kazım varken bu üçlünün yaratıcılık konusunda çok zayıf olduğunu görebiliyoruz. Bu sıkıntının çözümü için sol açığa Riera transfer edildi ama daha birkaç gün önce takıma katıldığı için bugün sahada göremedik. O da oynamayınca beklediğimiz gibi Galatasaray hücumda neredeyse hiç bir şey üretemedi.

Galatasaray’ın bugün en büyük sorunu sistemsizlikti. Çünkü sistemin önemli oyuncuları farklı bölgelerde oynadı ve bu da takımın ritmini büyük ölçüde etkiledi. Orta sahanın sağ içinde çok iyi oynayan Eboue’nin sol açıkta hiç verimli olamadığını gördük. Kazım da iyi bir gününde olmayınca kanatlarını aktif olarak kullanamadı Galatasaray. Ancak kanatları kullandığı kısa zamanlarda da verimli olmayı başardılar. Kazım anlık parlamalarıyla tehlike yaratabiliyor ama kesinlikle bunu maçın geneline daha çok yayması gerekiyor. Bugün gerçek bir sol kanat da olmayınca bu maç içi istikrarsızlık daha çok göze battı. Muhtemelen Riera’nın takıma katılmasıyla beraber bu kanat sorunu büyük ölçüde çözülecektir.

Galatasaray adına bugünün en iyi adamı Felipe Melo’ydu. Melo’yu standart bir ön libero olarak değerlendirmemek lazım. Teknik olarak da iyi sayılabilecek bir kapasiteye sahip olan Melo topu gerektiği zaman ileriye taşıyabilmesiyle de çok önemli bir oyuncu. Tabi ki futbolculuk başka karakter başka. Karakter olarak büyüğünden bir soru işareti var. Bugün de yaptığı hamlede bu soru işaretinin büyüdüğünü gördük. Bence orta sahada Sabri’nin kesinlikle yeri yok. İdeal Galatasaray orta sahasında Melo – Selçuk – Eboue oynamalı yoksa kesinlikle yeteri kadar işlemiyor.

Savunma hattı ise kesinlikle güven vermiyor. Çağlar’ın aksadığını söyleyebiliriz ama Çağlar ile ilgili söylememiz gereken şey bir “müzmin sakat” olduğu. Bugün yine sakatlanarak kenara geldi. Bu kadar çok sakatlanan bir oyuncunun form tutması da zor. Gökhan – Servet ikilisinin her zaman olduğu gibi yine güven vermediğini gördük. İyi de oynasalar kötü de oynasalar güven vermiyorlar ve sürekli hata yapma potansiyeli taşıyorlar. Normal şartlarda hem Ujfalusi’nin hem de Eboue’nin defansta oynaması gerekli ama Eboue’ye orta sahada ihtiyaç olduğu için sağ bek Sabri’ye emanet. İleriki maçlarda bu savunma hattı yine s.o.s verecektir. Ujfalusi’yi beğenmeme rağmen tek başına bu defans seviyesini yükseltemez.

Muslera’ya gelecek olursak, 3-4 senedir öyle kalitesiz isimler Galatasaray kalesinde öyle hatalar yaptılar ki Muslera’nın yaptığı hataya da biraz hoş görülü davranmalıyız. Muslera’nın bu tarz sakarlıklarının olduğunu zaten onu tanıyan herkes söylüyordu. Çok iyi bir kaleci ama bu tarz sıkıntıları tekrardan yaşatabilir.

Milan Baros ise benim için en büyük hayal kırıklığı. Transfer döneminde de Rus kulüplerinden birine satılmasının çok hayırlı olacağını düşünüyordum. Artık kesinlikle Türkiye’ye ilk geldiği zamanki formu yakalayamayacağı net görülüyor. Çünkü fiziksel olarak bitmiş durumda. Ocak ayında hala para ediyorken satılması ve başka bir oyuncuya yönelinmesi en doğru iş olur. Sercan Yıldırım için bu maçla ilgili yorum yapmak ne kadar doğru olur bilmiyorum. Çünkü kısa bir zaman oynadı. Yine de ben Sercan’ın bugün iyi sinyaller verdiğini ve top taşıyabilmesi açısından Galatasaray’a verimli olacağını düşünüyorum.

Kısacası çoğu kişi için sürpriz oldu ama beklentinin çok altında kalan bir Galatasaray izledik. Takım olarak şablonun oturması ve yerleşmesi şu an için çok önemli. Herkesin her yerde oynadığı bir sistemsizlik bugün Galatasaray’ın en büyük eksisiydi. Kadroda istikrar sağladıktan, Riera’nın takımdakini yerini almasından sonra ortaya konulan oyunda da değişik olacaktır. Biraz sabır göstermek lazım ve daha ligin ilk haftasından kimseyi asıp kesmemek lazım.

Bir paragraf da İstanbul Büyükşehir Belediye için ayırmamız lazım. Açıkçası o kadar fazla hücum oyuncusunun eksilmesinden sonra, Belediye’nin büyük sıkıntı yaşayacağını düşünüyordum. Ancak Pierre Webo’nun takıma cuk diye oturduğunu gördük. Daha ilk maçından Galatasaray stoperlerinin tutmakta çok zorlandıklarını gördük. Takım olarak da çok iyi bir mücadele verdiler. Saha içi yerleşimleri ve yardımlaşmaları da bu galibiyetin gelmesinde önemli bir yer kazandı. Madem böyle bir futbol oynayabiliyorlar artık bu sene kendi seviyesindeki ve daha düşük seviyedeki takımlara karşı da istikrarı sağlamalılar. Bu şekilde devam edebilirlerse Avrupa Ligi’ne katılma hedeflerini yakalayabilirler.

Beceremedik.



Sırbistan maçıyla ilgili hiç umudum yoktu ama bu şekilde yenilmek insanı çok üzüyor. Olimpiyatlara da gidememiş olduk bu mağlubiyetle. Zaten hatalarımızı eksiklerimizi çok konuştuk, tekrar tekrar yanı şeylerden bahsetmeye de aslında çok gerek yok. Artık yapmamız gereken bu turnuvadaki kötü oyunumuzdan dersler çıkartıp, bir daha yapmamaya çalışmak.

Tecrübeli dediğimiz, takımın liderleri dediğimiz Kerem Tunçeri ve Hidayet Türkoğlu'nun bu kadar kötü oynadığı zaman zaten işimiz çok zor. Özellikle de üst düzey oyun kurucu eksikliği yaşadığımız bu jenerasyonda Kerem'in iyi oynaması bizim için zaruri. Ersan ise ayrı bir üzücü durum. Şutları en büyük silahı olan bir oyuncunun şut kaldırırken bu kadar tedirgin olması çok şaşırtıcı. Şut krizimizi bir tek Ersan'la da sınırlamamak lazım. Takım halinde rezalet şut atıyoruz. Bomboş şutları bile değerlendiremiyoruz. Oysa ki, Dünya Şampiyonası'nda yüksek yüzdeli şutlarımız önemli bir silahımızdı. Serbest atışlarda ise tabiri caizse şaka gibiyiz. Bu kadar çok serbest atışın kaçmasını teknik şeylerle açıklamak mümkün değil. Artık bu psikolojik bir zaafımız oldu. Bu kadar serbest atış kaçırmasak, kaçırdıklarımızın yarısını atmış olsak yenildiğimiz maçların yarısını kazanırdık. Hiç bir üst düzey takım bu kadar serbest atış kaçırmaz. Bunu bizim oyuncularımızın deli gibi çalışması lazım. Hem şut için hem de serbest atış için haftalarca antrenman yapmaları gerek, çünkü bu şekilde olmaz.

Bu turnuvayla ilgili bizim adımıza tek olumlu şey herhalde Emir Preldzic ve Enes Kanter'in performansları. Emir'i zaten yakından tanıyoruz ama Enes'in bu katkısı çok değerli. Pota altında birebir oyunu çok iyi ve kendi kendine orayı karıştırıp sayıyı çıkartabiliyor. Önümüzdeki yıllarda muazzam bir pota altı oyuncusuna dönüşebilir. Atletik özellikleri ve rebound yeteneği de buna müsait.

Ne yazık ki bir başka hayal kırıklığı da Orhun Ene ile ilgili. Kendisine çok güveniyordum ve başarılı olmasını çok istiyordum ama açıkçası güvenimi kırdı. Çoğu maçta çizdiği son setler gerçekten fiyasko oldu. Tabi kendisi başka şeyler çiziyor da oyuncular hiç bir seferinde uygulayamıyorsa durum başka, ancak öyle değilse çok ama çok zayıf. Bu kaçan son topları şanssızlığa bağlamak da işin kolayına kaçmak. Her şeyi şanssızlığa bağlarsak hiç bir yere varamayız. Ya o maçı o son topa bırakmayacaksın ya da o son topu verimli kullanmanın bir yolunu bulacaksın.

Keşke İzzet'i kadroya almak yerine Doğuş Balbay, Barış Ermiş ve ya Tutku Açık'tan biri kadroda olsaydı. Ancak bunları turnuva bittikten sonra konuşmak kolay tabi ki. Ne yapalım bu turnuva da böyle oldu, önümüze bakıp kendimizi geliştirmemiz lazım. Çok üzgünüz doğal olarak.

9 Eylül 2011 Cuma

Milliler büyük ihtimalle veda etti

Fransa yenilgisinden sonra kalan iki maçımızı kesinlikle kazanmamız gerekiyordu ve bu yolda ilk maç Almanya’ydı. Son dünya ikincisi olan millilerimiz bu şampiyonada çeyrek final bile görmeden çok büyük ihtimalle elenmiş oldu. Klasik tabirimizle “gardımız kadar konuştuk”. Özellikle son turnuvada muhteşem bir performans sergileyen Kerem’in bu kadar kötü oynaması belki de en büyük eksimiz oldu.

Almanya’ya karşı aslında çok iyi başlamıştık. Savunmadaki direncimiz yüksekti ve ilk yarı boyunca neredeyse hiç kolay şut şansı vermemiştik. Ancak bu yarıda da iyi hücum etmedik. Gardları bu kadar kötü oynayan bir takım nasıl hücum ederse öyle hücum ettik. Ömer Aşık ve Enes Kanter’in pota altında kendi ürettikleri sayılar dışında verimli olamadık. Özellikle Enes Kanter ikinci çeyrekte Alman pota altını domine etti. Bu performansı hem kendisi için hem de bizim için çok önemliydi ama pas trafiğimiz o kadar kötüydü ve hücumda verimsizdik ki, çok küçük bir farkla yarıyı önde kapadık. Nowitzki’nin devreye giremediği ve bu kadar iyi savunma yaptığımız iki çeyrekte kesinlikle en az 10 fark açmalıydık. İkinci yarıda ise işler tersine döndü ve Almanya öne geçti. Aslında maç boyunca iyi savunma yaptık diyebiliriz ama bu kadar kötü hücum edip kazanmamız zaten şaşırtıcı olurdu.

Yazık oldu diyebiliriz, şanssızdık ve ya hakemler hakkımızı yedi diyebiliriz. Ancak aslında bu şekilde kötü hücum ederek üst turlara çıkmayı çok da hak etmedik. Yine de yazık oldu çünkü bu takımın seviyesi bu değil. Daha iyi performanslara ulaşabilecek bir takımımız vardı. Orhun Ene’nin de ne yazık ki kritik yerlerdeki çizdiği setlerde sınıfta kaldığını söyleyebiliriz. Ne kadar Orhun Ene’ye destek verildiğini düşünsem de gereken yerlerde gereken hamleleri yapamaması üzücü oldu. Tabi ki turnuva oynandıktan sonra konuşmak kolay ama keşke 3. oyun kurucuyu da kadroya alsaymışız diyorum şimdi. Malum iki oyuncumuzun performansları ortada.
Artık elimizde yapabilecek tek bir şey var. O da Sırbistan’ı yenip, Litvanya’nın Almanya’yı mağlup etmesini beklemek. Litvanya Almanya’yı yenebilir ama işin bizimle ilgili olan kısmından şüphelerim var.

Süper Lig başlıyor!



Uzunca bir aradan sonra yarın Süper Lig başlıyor. Futbol dışı gelişmeler yüzünden ertelenen bu buluşma sonunda gerçekleşecek. Şahsen kendi takımlarımızı izlemeyi çok özlediğimi söyleyebilirim. Yeni transferler yine her takım için merak uyandırıyor. Liglerin başlamasının arifesinde takımları kısa kısa değerlendirelim;


Fenerbahçe: Türk futbolundaki bu yaz yaşanan krizin başrol oyuncusu ve en çok etkilenen takım. Bu kriz nedeniyle hem gereken transferleri yapamadılar hem de elindeki bazı oyuncularla yollarını ayırmak zorunda kaldılar. Ancak bence bu bütçe küçültme harekatı çerçevesinde çok doğru transferler yaptılar. Bu hamlelerin sonunda takımın çok güçsüzleştiğini inanmıyorum. Özellikle Türkiye için gayet yeterli bir kadro ve bu sezon da şampiyonluğa oynayacaklardır.


Galatasaray: Takımın başına Fatih Terim'i getiren Galatasaray, bu sezon büyük bir revizyona gitti. Onlarca oyuncu gitti geldi ve bu operasyonun sonunda oldukça güçlü bir kadro kuruldu. Gerekli bölgelere ihtiyaç duyulan transferlerin hemen hemen hepsini gerçekleştiren Galatasaray'ın şimdi yapması gereken şey takım olmak. Transfer edilen bu önemli oyunculardan maksimum verim alıp uyum içerisinde oynatmak da; Fatih Terim'in yapabileceği bir iş. Galatasaray da şampiyonluğun büyük adaylarından.


Beşiktaş: Kadro kalitesi olarak Türkiye ortalamasının çok üzerinde olan Beşiktaş şimdiye kadar iyi bir görüntü çizmedi. Hazırlık maçlarında olsun, Avrupa maçlarında olsun beklenilenin oldukça altında bir performans sergilediler. Bu performanslarını hazırlık dönemini iyi geçirmemelerine bağlıyorum. Malum daha kamp döneminde Tayfur'un hapse girmesi bütün ritimlerini bozmuştur. Sırf Portekizli diye başa getirilen Carvalhal mutlaka bu geniş ve kaliteli kadroyu forma sokmalı. Eğer başarırsa son haftalara kadar şampiyonluk kovalayacak bir Beşiktaş ortaya çıkacaktır, fakat şu an için görüntü parlak değil. Şu anki performansları nedeniyle ilk haftalarda puan kaybetmeleri sezonun ilerisinde Beşiktaş'ı zora sokabilir.


Trabzonspor: Bir başka bütün çehresini değiştiren takım ise Trabzonspor. Geçen sene şampiyonluğu kovalayan kadrodan çok önemli oyuncularını kaybeden Trabzonspor, bu boşlukları başka iyi oyuncular alarak kapatmaya çalıştı. Yeni transferlerin uyum sağlaması durumunda gayet iyi futbol oynayan bir Trabzonspor görebiliriz. Zokora - Sapara(Adrian) - Colman üçlüsünün önünde Volkan - Vittek(Paolo Henrique) - Burak üçlüsü özellikle hücum anlamında çok keyifli bir performans sergileyebilir. Trabzonspor'un şampiyonluk şansını zor görsem de, bu sezon da üst sıralarda bitirip Avrupa kupalarına katılacaklardır.


Bursaspor: Bursaspor da bu sene kadrosunda önemli değişiklere gitti. Bana kalırsa 2 sene önce şampiyon olan takımdan 8 as oyuncunun takımdan ayrılması olumsuz etkileyecektir. Yerlerine iyi olabilecek (tam olarak bilmiyoruz) oyuncular almış olsalar da, takımın omurgasında bu denli büyük bir değişiklik Bursaspor için zor bir durum. Bu sene Ertuğrul Sağlam'ın ekibinin düşüş yaşamasını bekliyorum. Ancak yine de aldıkları oyuncuların hemen hepsinin genç oyuncular olduğunu ve bu transferlerin tutarsa önümüzdeki sezonlar için önemli olabileceğini de unutmayalım.


Gaziantepspor: 2010/2011 sezonunda beklentilerin çok üzerinde performans gösteren Tolunay Kafkas'ın ekibi bu sene de en iddialı Anadolu takımlarından. Julio Cesar, Jorginho ve Zurita gibi yaşlanmış bazı yabancılarıyla yolunu ayırmasına rağmen Popov, Cenk Tosun, Olcan ve Wagner gibi kilit isimlerini kaybetmemesi Antep ekibi için oldukça önemli. Tolunay Kafkas yine bence başarılı Türk transferlerine yenilerini ekleyip Yasin Pehlivan ve Bekir Ozan'ı takımına kattı. İki oyuncu da Gaziantep'in oyun yapısına uyan dirençli orta saha oyuncuları. Şu an için Gaziantepspor'un başarılı bir sezon daha geçirmemesi için hiç bir engel bulunmuyor.


Kayserispor: Selim Teber, Serdar Kesimal ve Mehmet Eren gibi önemli oyuncularını kaybeden Kayserispor, bu oyuncuların yerine yerli yabancı bir kaç isim transfer etti. Yerli olarak İlhan Eker ve Gökhan Ünal'ın yanında Okay Yokuşlu, Engin Bekdemir, Cem Sultan ve Okan Alkan gibi gençleri transfer ettiler. Özellikle Okay Yokuşlu'nun performansı merak konusu. Yabancı olarak ise İngiltere'den ve Almanya'dan oyuncular transfer ettiler. Shota Arveladze'nin de dediği gibi bu sezon da iddialılar. Gaziantep'i de Kayserispor'u da Bursaspor'un önünde görüyorum ancak bu iki takımı ayırmak zor. Sanırım bana göre Antep bir adım önde.


Eskişehirspor: Geçen sezona kıyasla yükseliş beklediğim takımların başında (Galatasaray'ı saymazsak) Es-es geliyor. Galatasaray'da başarılı olamasa da göze hoş gelen bir futbol oynatan Michael Skibbe'nin Eskişehir'de başarılı olacağını düşünüyorum. Kris Boyd gibi çok önemli bir forvetin yanında Mehmet Yıldız, Dede gibi transferler de gerçekleştiren Kırmızı-Siyahlılar bu sene keyif veren bir futbol oynayacak gibi gözüküyor. Sezer Öztürk'ün de takımda kalmış olsaydı Skibbe'nin 4-2-3-1 sisteminde önemli katkı verebileceğini düşünüyorum. Taraftarı ve şehriyle ligimizin önemli bir rengi olan Eskişehirspor, oynayacağı güzel futbolla daha da sempati duyulan bir takım olabilir.


Orduspor: Süper Lig'e bu sezon flaş transferlerle merhaba diyen Orduspor belki de en merak uyandıran takım. Abdurrahman Dereli, Sedat Bayrak, Fatih Tekke ve Yalçın Ayhan gibi Süper Lig'in tecrübeli Türk oyuncularını kadrosuna katan Orduspor'un bana göre en büyük bombası Emmanuel Culio. Culio'nun Orduspor için müthiş bir transfer olduğunu düşünüyorum. Stancu da mor-beyaz formasıyla kendisini kanıtlamaya çalışacaktır. Karadeniz ekibi bu sezonun Karabükspor'u olmaya aday. Süper Lig'de kalıcı olmak isteyen Orduspor, Braga'dan Club Brugge'den yaptığı transferlerle de bu vizyonunu perçinliyor.


İstanbul Büyükşehir Belediyespor: Yıllardır bir sistem takımı olan İBB bu sezon Tum,İskender, İbrahim Akın, ve Holosko gibi çok önemli forvet oyuncularını kaybetti. Kaybedilen bu oyuncuların yerine Pierre Webo İspanya'dan tanıdığımız bir oyuncu ve Ankaragücü'nden Metin Akan'ı transfer ettiler. Bu oyuncuların katkısının ne kadar yeteceği ise merak konusu. Orta sahaya ise Köln'den gurbetçi oyuncu Taner Yalçın'ı transfer ettiler ve bence çok iyi bir hamle yaptılar. Yine de bu sene için performansının düşebileceğini düşündüğüm takımlardan biri İBB. Çünkü diğer takımlar Avrupa hedefleyen Anadolu kulüpleri bence İBB'ye kıyasla daha iyi bir seviyeye geldiler.


Medical Park Antalyaspor: Bildiğimiz kadrosuna ek olarak Mehmet Eren, Ali Tandoğan, Musa Aydın ve Doğa Kaya'yı transfer eden Antalyaspor'dan bu sene farklı bir performans beklemiyorum. Geçtiğimiz sezonlara kıyasla ne çok iyi ne de çok kötü bir performans sergilemesini beklediğim Antalyaspor 8. lik ve 12.lik arası bir yerde konumlanacaktır.


Sivasspor: Sivasspor da Bülent Uygun ile beraber ikinciliğe ulaştığı sezonun ardından büyük bir düşüş yaşayan takımlardan. Bu sezon da Sivasspor'dan bir atak beklemiyorum. Bu ikincilikte rol oynayan oyuncuların kalanlarından bir kısmı da bu sezon ayrıldı. Yerlerine de bir takım oyuncular transfer edildi ama bu isimlerin Sivasspor'u üst sıralara taşıması bana göre imkansız. Beklentileri Sivasspor için bu sezon da düşük tutmak lazım.


Manisaspor: Performansında farklılık beklemediğim takımlardan biri de Manisaspor. Kadrosunun önemli isimlerini tutmayı başaran Manisaspor'da daha yukarıları zorlayacak bir potansiyel olduğunu düşünmüyorum. Teknik Direktör Hikmet Karaman'ın da ayrılmasının nasıl bir etki yapacağını sezonun başlamasıyla daha net görebileceğiz.


Kardemir Karabükspor: Florin Cernat ve Emmanuel Emenike'nin taşıdığı Karabüspor, geçtiğimiz sezon kimsenin beklemediği bir performans sergilemişti. Bu sezon ise en önemli oyuncuları Emenike'yi kaybettiler. Onun yokluğunu ise Luton Shelton, Sinan Kaloğlu ve Mehmet Batdal gibi isimlerle kapatmaya çalışacaklar. Geçtiğimiz sezon Emenike ve Cernat'dan yoksun olduğu dönemde bile iyi oyun oynamaya çalışan ve beklenmedik puanlar alan Karabükspor'un bu sene de düşme hattının üzerinde orta hattın ise altında yer almasını bekliyorum.


Gençlerbirliği: Ne yazık ki, bu sene için küme düşmeme mücadelesi verebilirler. Mustafa Pektemek, Orhan Şam, Serdar Kulbilge ve Jedinak gibi önemli oyuncularını kaybeden Gençlerbirliği; bu oyuncuların yerini dolduramadı. Giray Bulak'ın teknik direktörlüğe geldikten 2 hafta sonra görevi bırakması da durumun umutsuzluğunu gösteren bir veri. Kalan oyuncularla Süper Lig'de kalmaya çalışacak olan Gençlerbirliği'nin performansı merak konusu.


Samsunspor: Geçen sene dahil hiç izlemediğim için sadece bu dönem yapılan hamlelerin faydalı olacağını düşündüğümü söyleyebilirim. Adnan Sezgin'i göreve getiren Samsunspor; Fink ve Mustafa Sarp gibi gözden düşmüş oyuncuları kadrosuna katarak iyi bir iş yaptı. İki oyuncu da Karadeniz ekibinde başarılı olacaktır. Selim Teber ile beraber dirençli bir orta saha yarattılar. Geçtiğimiz sezon takımın hücumdaki baş aktörü olan Zenke de takımda kaldı. Savunmanın önemli oyuncusu Kemal Tokak ise yönetimle sorun yaşadıktan sonra sözleşmesini yeniledi. Çıkış beklenilen isimlerin başında geliyor Kemal.


Ankaragücü: Neredeyse bütün önemli oyuncularını satan Ankaragücü için çok zor bir sezon gözüküyor. Hücumda çok fazla zayıflayan Ankara temsilcisi için en büyük artı ise savunma dörtlüsünü değiştirmemesi oldu diyebiliriz. Yine de bence küme düşmeme mücadelesi verecekler ve bakalım sonuç nasıl olacak.


Mersin İdman Yurdu: Bu sezon Süper Lig'e yükselen diğer iki takım gibi Mersin'in de iyi hamleler yaptığını düşünüyorum. Çağdaş Atan olsun, Mustafa Keçeli olsun, İbrahim Kaş ve Andre Moritz olsun Mersin için çok yerinde hamleler. Kamanan ve Zurita yeni çıkmış bir takım için kesin katkı verecek oyuncular. Genel olarak yeni çıkan takımların büyük takımlarda oynayan ama beklenileni veremeyen oyunculara yönelmesini başarılı bir strateji olarak görüyorum. Çünkü bu oyuncuların çoğu büyük takım sorumluluğunu kaldıramayan ama düşük hedefli takımlarda iş yapabilecek oyuncular.

7 Eylül 2011 Çarşamba

Zevksiz maç, etkisiz futbol


Çok önemli 4-5 oyuncumuzdan eksik olarak çıktığımız Avusturya deplasmanından 0-0 beraberlikle dönüyoruz. Grupta ikincilik açısından fena olmayan bir skor ancak, bence kazanmalı ve 2.liği neredeyse garanti bir hale getirmeliydik. Ayrıca en iyi 2.liği kovalamak için de kazanmamız şarttı. Avusturya bugün de tekrardan gördüğümüz gibi zayıf bir ekip. Biraz hücum pres, biraz pas yaptığımız dakikalarda bir şekilde rakip kaleye gidebildik ama biz bunları çok az yaptığımız için maç golsüz bitti. Zaten maça çıkan 11'imiz ve oyun yapımız da golü aramaktan çok, golü yemeyelim atarsak atarız şeklindeydi. Oysa rakibimiz daha birkaç gün önce 6 gol yemiş, savunma zaafları üst düzey olan bir takımdı.

Maçın detaylarına gelmeden önce dikkatimi çeken bir şeyi sizinle paylaşayım. Maçtan önce Avusturya’daki gurbetçilerimizle röportaj yapmışlar ve maç kaç kaç biter golleri kimler atar diye sormuşlar. Alınan cevapların %90 ‘ında golü Arda atar deniliyor. Bu da milli takımımızın ne denli bir santrfor eksiği yaşadığını gösteriyor.

Maçtan bahsedecek olursak; genel olarak gayet sıkıcı ve kalitesiz bir maç oldu. Savunmamız 1-2 hata dışında bu maç fena değildi, tabi ki bu durumda Avusturya’nın Arnautovic dışında kaliteli forvetlerinin olmaması da etkili olmuştur. Arnautoviç de deyim yerindeyse “işin gırgırındaydı”. Kendine oynayan ve takımdan kopuk bir havadaydı. Bizim oyunumuzda ise ilk yarıda en çok gözüme çarpan şey uyumsuzluk oldu. İlk 11’imizde değişen 4-5 oyuncu oyuncunun olması kolektif oyuna negatif etki etmiş. Özellikle Yekta ve Mehmet Topal’ın (uzun zamandır) ilk defa oynaması etrafındakilerle iyi anlaşamamalarına sebep oldu. Özellikle ilk 70 dakika oyun kurmakta çok zorlandık. Bu süreden sonra Avusturya’nın biraz daha açılmasının sayesinde daha rahat pozisyonlara girdik. Maçın son yarım saatinde ise 2 oyuncu değiştirip diri oyuncularla devam etseydik daha da fazla pozisyon bulabilirdik. Özellikle Gökhan Töre'nin Avusturya gibi savunmada sorun yaşayan bir takıma karşı hızıyla ve top sürebilmesiyle çok etkili olabileceğini düşünüyorum. Oyuncularımıza kısa kısa göz atacak olursak;

Volkan: Kendisine çok iş düşmedi ancak kalede bulunması kesinlikle güven veriyor.

Egemen – Servet: Bence iyi maç çıkardılar, özellikle Egemen’i geçen maçlara kıyasla daha çok beğendim. Servet ise bildiğimiz, alıştığımız görüntüsündeydi. Ben ne yazık ki, Servet'e iyi oynasa da kötü oynasa da güvenemiyorum.

Sabri: Yaptığı yine çok saçma ve gereksiz işlerin yanı sıra, alıştığımız Sabri’nin aksine bugün çok iyi 2-3 tane orta kesti ve bu ortaların devamında önemli pozisyonlar yakaladık. Ayrıca yorulmamasının etkisiyle de ikinci yarıda daha iyiydi.

Hakan Balta: Geçtiğimiz sezondan daha iyi bir görüntüsü var, ancak son iki sezonda çok yavaşladı ve bu yavaşlığı (hantallığı) bazı pozisyonlarda önemli sıkıntı yaratabiliyor. Bugün o da başarılı sayılabilir.

Yekta: Tartışmalı bir kararla ilk 11 başlayan Yekta vasat bir performans çizdi. İdeal bir milli takımda kesinlikle ilk 11 olmaz, ancak bugün çok da kötü oynamadı ve bir bakıma kendinden beklenileni verdi.

Mehmet Topal: Oldukça iyiydi, ancak ideal olarak Mehmet’in tek ön libero olarak önünde iki tane teknik kapasitesi yüksek oyuncuyla (Nuri-Emre) gerektiğini düşünüyorum. (Maçına göre Nuri-Emre-Selçuk da oynayabilir tabi ki.)

Selçuk Şahin: Hiddink’in kendisinden beklediği oyunu oynuyor ama bence Selçuğa bu takımda hiç gerek yok.

Arda: Yaratıcı oyuncu eksiği çektiğimiz bu maçta, neredeyse her pozisyonu Arda’nın yönetmesiyle oynadık. Bu durumun doğal sonucu olarak 60-65. dakikadan itibaren yorgunluktan temposu çok düştü. Keşke penaltıyı da atabilseydi ama olmayınca olmuyor.

Burak Yılmaz: En büyük artısı fiziksel olarak çok iyi durumda olması. Bu nedenle maç boyunca topa basıp rakibi yoruyor. İki tane çok iyi pozisyonda şansı yanında değildi. Ne kadar zaman zaman amatörce hatalar yapsa da ben Burak’ı beğeniyorum ve takıma önemli katkı verdiğini düşünüyorum. Bugün kazandığı penaltı da tamamen fiziksel olarak iyi durumda olmasının bir getirisi.

Umut Bulut: Umut’u ben neredeyse hücumdan çok defansta gördüm. Geriye de katkı vermesi güzel ama bir santrforun maçı hiç pozisyona girmeden tamamlaması da iyi bir durum değil tabi ki.

6 Eylül 2011 Salı

Bienvenu ve Joseph Yobo Fenerbahçe'de!



Fenerbahçe’nin son transfer hamlelerini 1-2 gün önce öğrenmiştik ve artık bu hamleler de resmileşti. Young Boys’dan Henri Bienvenu’yu bonservisiyle, Everton’dan Joseph Yobo’yu ise kiralık olarak 1 seneliğine renklerine bağladı. Kağıt üzerinde gayet iyi transferler. Ayrı ayrı iki transferi inceleyecek olursak;

Öncelikle Henri Bienvenu’ya bakalım. Yaşlı ve çok para alan Mamadou Niang’ı Al-Sadd’a 7.5m euroya satan Fenerbahçe, yerine ondan 10 yaş küçük 3’te biri parasına oynayacak olan Bienvenu’yu transfer etti. Bienvenu’yu Fenerbahçe karşısında oynadığı maçlarda izlemiş ve beğenmiştim. Ancak detaylı bir görüş bildirmek için birkaç kez daha izlemek gerekiyor. İlk bakışta hızlı ve mobil bir forvet olduğunu söyleyebiliriz. Yani durağan bir oyun yapısı yok. Niang’la kıyaslamak bence Niang’a ayıp etmek olsa da, fena bir hamle değil diyebiliriz. Eğer ki, ekonomik olarak bir küçülmeye gidiliyorsa bu tarz hamleler gayet başarılı. Bonservis bedelini biraz yüksek de bulsam (ben 2.5 – 3m tarzı bir bonservis bekliyordum 4m olmuş) yıllık alacağı ücretin düşük olması (1m) mali açıdan bir sıkıntı yaratmayacak. Niang’ı aratabilir fakat Bienvenu’nun genç bir oyuncu olması bu transferi geleceğe yönelik bir yatırım olarak da değerlendirebilmemizi sağlıyor.

Yobo’nun transferinin ise fazla uzadığını düşünüyorum. Bu transferin uzamasında Fenerbahçe’nin Yobo’yu bonservisiyle değil, kiralık olarak kadroya katma isteği etkili oldu. Oyuncuyu bonservisiyle satmak isteyen Everton Premier League’de transfer bitene kadar bu yüzden bekledi. Bonservisiyle almak isteyen başka bir takım çıkmayınca da Fenerbahçe Yobo’yu kiraladı. KAP’a gönderilen bildiride kiralama bedelinin 700bin euro ve oyuncunun maaşının 2.3m euro olacağı açıklandı. Yobo şahsen gayet beğendiğim ve başarılı bulduğum bir stoper. Tecrübeli oyuncu gösterişe kaçmadan tıkır tıkır işini yapıyor ve bana kalırsa bir savunmacı için çok önemli bir özellik. Geçen sene Yobo – Lugano’dan oluşan savunma hattı bu sene Serdar Kesimal – Yobo şekline döndü. Özellikle Türkiye için gayet iyi ve yeterli bir ikili. Aralarında uyum sorununun yaşanacağını da sanmıyorum. Belki kısa süreli bir uyumsuzluk olur ama uyum açısından ideal bir ikili diyebiliriz. Serdar yapabileceği potansiyel hatalar için, yanında Yobo gibi hızlı ve tecrübeli bir stopere sahip olması onun için önemli bir şans.

Bütçede daralmaya giden Fenerbahçe yönetimi bence kadroyu bütçe ölçüsünde küçültmedi. Giden oyuncuların arasında en çok yokluğu hissedilecek ismin Niang olduğunu düşünüyorum fakat diğer oyuncuların yokluğu pek de hissedilmeyecektir. Artık sezon başlasa da bu kadar konuştuğumuz oyuncuları saha içinde görsek.

5 Eylül 2011 Pazartesi

Geri Döndük! Teşekkürler 12 Dev Adam!



Litvanya ve Polonya mağlubiyetlerinden sonra işimiz zor girmişti ama bugün Büyük Britanya’nın Polonya’yı yenmesiyle (Sağol Deng!) beraber 2. Tura yükselmemiz garantilendi. Ancak buna rağmen İspanya maçımız büyük önem taşıyordu. Çünkü Litvanya’ya yenilmemiz üst tura taşındığı için bu maçta da mağlup olsaydık 2. Turda işimiz çok zor olacaktı. Biz de yenilmedik! 57-65 galip geldik ve kendi kendimize kapattığımız önümüzü yine kendimiz (Britanya’nın yardımıyla) açtık.

Maç boyunca iyi mücadele ettik ve iyi savaştık. Bütün maç İspanya’yı geriden takip ettik ama fark 10’a yaklaştığı zamanlarda bile oyundan kopmadık. İspanya gibi çok skorer bir takımı her çeyrek 20 sayının altında tuttuk. Hele ki son çeyrek izlenilmeye, görülmeye değerdi. Muazzam bir son çeyrek oynadık. Kerem Tunçeri’nin maç boyunca kötü bir performans sergilemesinin ardından Ender Arslan’ın son çeyrekte sergilediği performans çok etkileyiciydi.

Maç boyunca aslında iyi hücum etmedik. Sürekli ofansta Emir Preldzic’in eline baktık. O da sağolsun birkaç hatası dışında maç boyunca bizi taşıdı. Her maç tekrar kendisinin ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu kanıtlıyor Emir. Ancak son çeyrekte durumlar değişti. Saat 6 dakika 40 saniye civarında kaldığını gösterirken 12 Dev Adam moladan döndü ve bu andan sonra bütün görüntü değişti. Ömer’in pota altındaki muazzam oyunuyla Ibaka, Reyes ve Gasol ardı ardına faul problemlerine girdiler. Bu da savunma anlamında yumuşamalarına sebep oldu. Onlar yumuşadıkça biz savunmalarını yardık, onlar oyundan koptukça biz yükseldik. Ibaka demişken; Ömer Aşık’ın son çeyrekte kendisini nasıl madara ettiğini görmek şahsen beni çok eğlendirdi. Üzerinden basılan smaçlar mı dersin, blok mu dersin, üzerinden çekilen reboundlar mı dersin.. Ömer her şeyi yaşattı Ibaka’ya bu 7 dakikada. Şaka değil; İspanya gibi bir takımı son çeyrekte sadece 2 sayıda tuttuk ve oyuna tamamen hükmettik. Son dakikaya girerken tam Hidayet de biraz devreye girse diyordum ki, 30 saniye kala el üstünden yolladığı üçlükle İspanya’ya bir tokat da o vurdu ve kapıyı kapattı.

Kısaca geri döndük! Geçen sene gurur duyduğumuz takım bugün yine sahadaydı. Diyecek başka bir şey yok. Kendimiz gibi oynadığımız zaman neler yapabileceğimiz ortada. Yeter ki, bu maçta olduğu gibi konsantrasyonumuzu hiç bozmadan oynayalım. Hücumda da verimimizi bütün maça yaydığımız zaman her şey daha da güzel olacak. Teşekkürler 12 Dev Adam.