27 Şubat 2012 Pazartesi

İnsan değilsin Messi !

Dün akşam oynanan maçta Arda Turan'ın takımı Atletico Madrid, evinde Barcelona'yı ağırlamış ve bu 2 takım bizlere çok zevkli ve çekişmeli bir mücadele izletmişlerdi. Özellikle yeni hocalarının gelişiyle toparlanan Atletico, Barcelona'ya zaman zaman zor anlar yaşatmasına rağmen Barcelona 2-1'lik galibiyeti koparmayı başarmış ve zaten puan farkı 10'a açılmış olan lider Real'le daha fazla puan farkı oluşmasını engellemişti.

Fakat tüm bu maçın ötesine geçen bir gol var ki... O da "uzaylı" Lionel Messi'nin 81. dakikadaki olağanüstü frikik golü. Kaleci henüz barajı kurdururken Messi'nin attığı bu olağanüstü gol etik mi ? Hayır değil. Fakat topa öyle bir yükseklik ve falso vermiş ki ! Kelimelerle bu golü tarif etmek doğru olmaz. Dolayısıyla buyrunuz...

Milli Takım’da Avcı devrimi




Euro 2008’de gördüğümüz tavandan sonra takım olarak futbol arenasında “av” olduk. Çitalardan ve diğer yırtıcılardan kaçmaya çalışan ceylan misali gücümüzün bizi götürdüğü yere kadar koştuk. Ancak birkaç taş yolumuza çıkınca geldi Bosna Hersek yolladı oku kalbimize. 2010 Dünya Kupası’na gitme şansımızı işte böyle yitirdik. “Eyvallah” dedik, “hatalarımızdan ders aldık”. Getirdik takımımızın başına dünyanın sayılı adamlarından birini. “Bizi av statüsünden çıkart, ileriye yönelik bir takım kur” dedik. Ancak yine ürkek ceylanı oynadık ve nefesimizin ulaştırdığı son geçitte Hırvatistan dişlisi çıktı karşımıza, sonuç paramparça. 2008’de yarattığımız avcı kimliğimiz birkaç yıl içinde darmadağın olmuştu. Hatırlayın şöyle bir 2008’deki turnuvayı.. Muazzam bir futbol mu oynuyorduk? Hayır. Ancak futbolda en önemli sıfatlardan biri olan “ters takım” kimliğinin dünyadaki en büyük temsilcisi olmuştuk. Kısmet bu ya turnuvadaki en iyi topumuzu oynadığımız maçın sonucunda da kupadan elendik. Hangimizin içinde kalmadı ki o Hakan Balta ve Mehmet Topal’ın stoperde oynadığı muhteşem Almanya maçı. O zaman da konuştuk bu başarının tescillenmesi için istikrar ve süreklilik şart diye. İstikrar demek her turnuvada yarı final oyna demek değil, her turnuvaya katıl en azından çıkabiliyorsan gruptan çık demek. Ne yazık ki yapamadık.. 2012’yi de kaybettikten sonra yapılacak şey aslında çok net bir şekilde önümüzde duruyordu. Milli takımımızın iskeletinin büyük bir bölümünü değiştirmek, başa istikrarlı bir şekilde başarıya götürebilecek bir teknik adam getirmek ve içi geçmiş ismi kalmış oyuncuları kesip atmak. Bu bağlamda Mehmet Ali Aydınlar yönetimi belki de yönetim süreçleri boyunca en doğru kararı alıp Türk futbolunu sorunlarıyla avantajlarıyla en iyi şekilde tanıyan adamlardan biri olan Abdullah Avcı’yı uzun vadeli bir imza ile takımın başına koydu. O dönemde bu kararı desteklemiştik, olması gereken buydu demiştik. Bu günlerde de Avcı’nın kadrosu bize umduğumuz ve özlediğimiz kimliği arz etmenin sinyallerini veriyor.

Birkaç yıldır karşımıza konulan ve bizi bir yere vardırmayacak olan o etkisiz kadro görünen o ki çok ciddi bir gençlik değişikliğiyle paramparça oluyor. Avcı milli formamızı taşımanın gururunu hak eden yeni yüzleri kadroya çağırmaktan çekinmemiş. Keza hedefimizin futbolun mabedi Brezilya’da oynanacak olan 2014 Dünya Kupası’na gitmek olduğunu düşünürsek, bu kabuk değiştirme sürecine bir an önce başlaması son derece iyi oldu. Bu kırmızı-beyaz gururla formayı taşıyacak olan yeni yüzlerin bazıları direkt olarak oynayabilecek oyuncular (Bknz. Olcan Adın), bir kısmı ise geleceğimizi sağlamlaştırmak adına başlanan projeler (Bknz. Necip Uysal). Tabi ki bu açıklanmış kadroya önümüzdeki süreçte katılan tecrübeli oyuncularımız da olacaktır, ki Hamit Altıntop’un en azından karakteriyle bu takıma mental liderlik eden oyunculardan biri olduğunu düşünüyorum.



Esas iki kelâm etmemizi gerektiren konulardan biri de takımızın iskeletinin nasıl oluşacağı ve nasıl oluşması gerektiği. Teknik direktörümüz İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da uzun süre 4-3-3 sistemiyle oynadı. Milli takıma da bu anlayışı mı taşır yoksa çift forvetli bir sistem düşünür mü şuan için bilmiyoruz. O yüzden taktik üzerinden ziyade oyuncu havuzu üzerinden yorum yapmak daha doğru olur. Şu sıralar kaleci havuzumuz normalde alışık olduğumuzdan daha geniş. Yalnız bu kadroda yer bulamamış olsa da hala birinci kalecimizin saha içi meziyetleri kıyaslaması yapıyorsak Volkan Demirel olması gerektiğini düşünüyorum. Keza Onur Kıvrak’ın formasını Tolga’ya kaptırması, Sinan Bolat’ın en azından bana fazla güven vermemesi ve Cenk Gönen’in fazlasıyla saç baş yoldurması bu düşüncemi destekliyor. Sanıyorum son yıllarda en büyük deprem savunma hattımızda yaşandı. Sonunda üzerini örtemediğimiz bir fay hattı oluştu ve bu süreçte ciddi hasarlar aldık. Ancak şimdi görüyoruz ki bu ucu görünmeyen fay hattının failleri, sahte mühendisleri bu kendi yarattıkları fay hattına düşmüşler. Servet Çetin, Gökhan Zan, Hakan Balta ve Sabri Sarıoğlu başta olmak üzere devasa bir değişiklik yapıyoruz savunma hattımızda. %99 hayırlı olacaktır diye düşünüyorum, ulan Galatasaray bu 4’lünün üçünü değiştirdi şampiyonluğa koşuyor baksanıza. Yeni nesil savunma hattımızda yerini banko olarak gördüğüm tek isim Gökhan Gönül. Sol bekte Hasan Ali Kaldırım’ı İsmail Köybaşı’nın önünde görüyorum ama forma rekabeti yoğun olacaktır. Göbekte ise kullanabileceğimiz gayet kaliteli genç oyuncular karşımıza çıkıyor. Ömer Toprak, Serdar Kesimal, Serdar Aziz ve Semih Kaya. Bu mahşerin dört atlısından iki tanesini seçmek zor, muhtemelen form durumlarına göre teknik direktörümüz tercih yapacaktır. Orta Saha ise bence en güçlü olduğumuz hat. 3 tane Avrupa standartlarında üst düzey oyuncumuz var. Mehmet Topal gibi bir dinamo, Selçuk İnan gibi bir hem mücadeleci hem maestro ve Nuri Şahin gibi bir oyun kurucu. Bu oyuncuların yeni jenerasyon milli takımızın yapı taşları olmasını bekliyorum. Tabi ki sistem veya formsuzluk nedeniyle oynamadıkları zamanlar olacaktır ama genel yapının inşa edileceği sağlam taşlar bu adamlar. Bu üçlünün yanında ise Alper Potuk, Necip Uysal ve Mehmet Ekici gibi gençlere yatırım yapıyor Abdullah Avcı. Bence mükemmel bir kombinasyon. Gelelim kanat ve hücum hattına. Kanatlarımızda yer vermemiz gereken isimler bana göre Olcan Adın ve Arda Turan. Zira Olcan son birkaç aydır oynadığı futbolla bu formayı sonuna kadar haketti. Yine bir genç yetenek Olcay Şahan ve Caner Erkin de bu ikiliyi yedekleyecek kozlarımız. Santrfor olarak tartışılmaz konuma yükselmiş bir yıldızımız var artık; Burak Yılmaz. Umuyorum ki, sakatlık veya başka sebeplerle formu düşüşe geçmez. Çünkü kendisine çok ihtiyacımız var. Burak’ın bir numaralı yedeği ise benim bakış açıma göre Mustafa Pektemek. Beşiktaş’a geldiğinden beri daha çok göz önünde olan Mustafa futboluyla herkesin beğenisini kazanıyor. Gelişimine devam ederse milli takımımız için de Beşiktaş için de önemli bir kazanç olacaktır. Yıllardan beri beklenilen patlamayı bir türlü yapamamış olan Mevlüt ve “belli bir standardın futbolcusu olarak gördüğüm” Umut Bulut da rotasyon forvetlerimiz..



Alt alta üst üste koyduğumuz vakit en güçlü bölgemizi orta saha en zayıf bölgemizi ise kanat hattı olarak görüyorum. Savunma oyuncularımızın potansiyelli ve kumaşı iyi oyunculardan kurulu olması gelecek için ümit verse de kısa vadeli olarak sıkıntı yaşamamıza sebep olabilir. Hızlı ve top kontrolü yüksek kanat oyuncularının yetişmesi ve ileride forma giymesi elimizdeki kozları arttıracaktır. Gökhan Töre benim bu pozisyon için bir numaralı “potansiyel” adayım. Mustafa’nın yükselen formu forvet krizimizi bir nebze dindirse de 1-2 yırtıcı forvetimizin yükselmesi gerekiyor.

Artık milli takım olarak bir yola girdik.. Uzun ve son yıllara kıyasla çok daha parlak olabilecek bir yol. Teknik ekibimiz de yoğun bir şekilde çalışıyor ve olabilecek en iyi takımı yaratmanın yollarını arıyor. Arkalarında durmak ve destek olmak da taraftarlara düşüyor. Umarım yeni federasyon başkanımız, vizyonuyla yedi cihana nam salmış, başarının sözlük karşılığı ve aynı zamanda küçük tüplerin büyük yaratıcısı Yıldırım Demirören de gerektiği zaman teknik direktörümüzün yanında durmayı başarabilir. Çünkü bu takımın yeniden avcı olma vakti geldi.

26 Şubat 2012 Pazar

Galatasaray koptu gidiyor



Galatasaray, evinde oynadığı maçta Beşiktaş’ı uzatma dakikalarında attığı golle 3-2 mağlup etti. Bu sonuçla beraber en yakın takipçisi Fenerbahçe ile puan farkını 9’a, Beşiktaş’la puan farkını ise 14’e çıkarmış oldu. Bu bahsettiğim puan farkları, eğer ki bu yıl ligimize eklenen play-off sistemi olmasaydı, Galatasaray’ın çok büyük ihtimalle şampiyon olarak gösterilmesine yetecekti. Ancak yeni sisteme rağmen, bu puan farkları play-off’ta Galatasaray’ın elini oldukça rahatlatacak gibi gözüküyor şimdilik.

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki, maçta tamı tamına 5 gol izlememize rağmen 2 takımın da gol pozisyonu sayısı oldukça azdı. Çoğunlukla kıran kırana bir orta saha mücadelesi izletti bu iki takım bizlere. Galatasaray 2-1’i bulduğunda toplam şut/isabetli şut istatistiği olarak 2/2 idi. Beşiktaş’ın daha çok şut çektiği göze batmasına rağmen, bunların birçoğu uzaktan çekilmiş şutlar, yani tehlikeli bölgede yaratılmış gol pozisyonları değildi. Dolayısıyla futbolda istatistik kazanmıyor.

Galatasaray bu maçta çok çok iyi mi oynadı diye soracak olursak, bence bunun cevabı hayır. Ama bir özellik var ki Sarı-Kırmızılılarda, rakiplerine karşı ciddi fark yaratıyor. O da Galatasaray’ın gerek taraftar gerek futbolcusu kısaca tüm camia olarak coşkusu. Geçen sezon tarihinin en kötü sezonlarından birini yaşamasına rağmen Galatasaray, bu sezon inanılmaz bir toparlanma yaşadılar ve şampiyonluğa ciddi anlamda inanmış, camia olarak kenetlenmiş durumdalar. Futbolcuların bu mental coşkusu da, söylemek için erken olsa da, büyük ihtimalle şampiyonluğu getirecek gibi.

Beşiktaş’ın oyununa bakacak olursak, Beşiktaş’ın da iyi oynadığını söyleyemeyiz. Zaten çoğu yazımda da belirttiğim gibi Manuel Fernandes olmadan, Beşiktaş hücumları şekillenmekte çok zorluk çekiyor, tesadüfi hücumlara veya tamamıyla kanat oyuncularının bireysel yeteneklerine kalıyor. Bu önemli eksiğe ek olarak, Beşiktaş’ın 3 gün önce UEFA Avrupa Ligi maçı yapmış olması (her ne kadar iyi mücadele etmiş olsa da oyuncular) Galatasaray’ın bu coşkusuna karşılık verip maçı kazanabilecek kapasiteye bir türlü ulaşamadı Siyah-Beyazlılar. Buna rağmen son dakikada Elmander’in attığı golün hemen öncesinde Almeida benzer, hatta daha kolay pozisyonda golü atmış olsaydı, bambaşka şeyler konuşuyor olacaktık. Bu durum da futbolun cilvesi ve zevki olsa gerek…


Bu denli puan farkı açılmışken, play-off olmasına rağmen Beşiktaş’ın şampiyonluk şansı oldukça zor gözükmekte. Bundan sonra hedefleri, Avrupa’da devam edebildikleri yere kadar devam etmek, play-off’ta da en azından 2.lik mücadelesi vererek Şampiyonlar Ligi’ne katılmak olacaktır.

Maçın benim gözümde 2 adet kahramanı var. İlki, sakatlıktan yeni dönüp çıktığı ilk maçta fileleri 2 kez havalandıran Elmander. Özellikle ilk golündeki vuruş tekniği gerçekten muazzam, ikinci golünün önemini ise anlatmama gerek yok sanırsam. Bir diğer maçın kahramanı ise bence kesinlikle Selçuk İnan. 2 asist yapan Selçuk, Galatasaray hücumlarını çok iyi yönlendiriyor. Orta sahasında bu tip yaratıcı ve Türk bir oyuncunun bulunması Galatasaray adına büyük bir şans. Enteresan olan şey ise, bu 2 oyuncunun bir ortak özelliğinin bulunması : 2’si de sene başında sözleşmesi biten, bonservissiz gelen oyuncular. Galatasaray’a bonservis maliyeti olmayan bu 2 oyuncu, benim gözümde olası şampiyonluğun en büyük mimarı oldular şu ana kadar. Bu da demek oluyor ki, illa ki milyon dolarlar harcamak gerekmiyormuş başarılı transferler için. Bu sezon sonunda da sözleşmesi bitecek bir çok önemli oyuncu bulunmakta Avrupa’nın çeşitli liglerinde oynayan. Kulüplerimizin bu tip transferleri iyi değerlendirmesi gerekiyor.

Bu skorla Galatasaray şampiyonluk yolunda emin adımlarla ilerlerken, Beşiktaş ise emin adımlarla o yoldan ters yöne sapmış durumda. Yine de 2 takımın da bundan sonrası için zorlu fikstürleri bulunmakta, her an her şey değişebilir.

Son olarak ise bu maçta kendi kalesine bir gol atan genç Semih Kaya’dan bahsedelim. Bu tip şanssızlıklar her oyuncunun başına gelebilir, hele ki genç oyuncular bu tip hataları sıkça yapabilirler. Bu hatalardan ders alarak daha iyi birer oyuncu olacaklardır. Ama özellikle kendi kalesine attığı golü geçiyorum, erken kart görme sorununu birkaç maçtır yaşamakta genç stoper, bu durumu bir an önce düzeltmeli, aksi halde takımını 10 kişi bırakma riski artacaktır ilerde.

21 Şubat 2012 Salı

NBA’in gelecekteki yıldızları v.1; Andre Drummond!




İsim: Andre Drummond
Takımı: UConn (Connecticut/NCAA)
Boy: 2,11m
Kilo: 125kg
Pozisyon: Pivot
Doğum Tarihi: 10 Ağustos 1993 (18)
Nba karşılaştırması: Amare Stoudemire / Dwight Howard

Karşınızda ilk 2012 NBA draftı raporum Andre Drummond.. Geleceği ve gelişimi büyük bir merak konusu olan, NBA’e getirecekleriyle şimdiden insanları heyecanlandıran genç bir süper yıldız adayı. Andre görkemli bir lise kariyerinin ardından bu sene kolej basketboluyla tanıştı ve NCAA’deki ilk senesini yaşıyor. Peki, Andre Drummond nasıl bir oyuncu? Buyursunlar;

İlk olarak göze çarpan (hatta göze direkt olarak giren) özelliği çılgın atletizmi. Drummond tek kelimeyle muazzam fiziksel özelliklere sahip. 2,11’lik boyuyla, 125 kiloluk gücüyle ve NBA çapında da üst düzey sayılacak kanat genişliğiyle yaşına göre elit ve zor bulunan bir vücut yapısı var. Aynı zamanda müthiş bir zıplama kabiliyetine de sahip bu genç adam. Keza Drummond’ın kendisine idol olarak seçtiği isim “bizim köyün canavarı” Dwight Howard desem pek şaşırtıcı olmaz herhalde. Nba scoutlarına göre de bana göre de çok iyi bir reboundcu. Bahsettiğim fiziksel üstünlüklerini rebound mücadelelerinde avantaja dönüştürmesini iyi biliyor. Ancak benim merak ettiğim nokta NBA’de de bu şekilde avantajları kullanabilecek mi? Kendisiyle fiziksel olarak veya tecrübe + basketbol zekâsı olarak kafa tutabilecek rakiplere karşı sıkıntı yaşayabilir. Keza sıkıntı yaşamak ve daha çok çalışmak da oyununu ileri taşımasında etken olacaktır.

Şimdi de hücum diyelim.. Andre Drummond’ın bir maç içinde hiçbir katkı vermese bile %95 oranında 2 tane falan yapacağı bir şey var; takip smacı. Bu konuda bizlere çok spektaküler hareketler sunacaktır. Takip sayılarının yanında hücumda en çok verimli olduğu pozisyonlar yüzü potaya dönük olarak topla buluştuğu pozisyonlar. Böylelikle çabuk 1-2 adım atıp potaya saldırabiliyor. O zaman da ya sayıyı buluyor, ya da faul aldırıyor. Amare Stoudemire misali diyebiliriz.. Yalnız serbest atışları kısa açıklamayla rezalet. Kesinlikle serbest atışlarına bolca zaman ayırıp daha iyi hale getirmeli. Hücumda yarım daire civarında topla buluşup yükselme fırsatını bulursa, savunmacısını da topla beraber çemberden geçirebiliyor. Boyalı alandan bitiriciliği geliştirilebilir ama şuanda da hiç fena değil. Sırtı dönük hücum etmeyi ise genelde tercih etmiyor. Keza Drummond bu alanda oldukça zayıf. Alçak post hareketlerini geliştirmeli ve bu silahı da repertuarına eklemeli. Şu anki haliyle kendi şutunu yaratabilen üretken bir oyuncu değil. “Şutları nasıldır?” derseniz cevabım “sınırlı” olur. Aynı yaş grubundan olan 2012 draftının muhtemel 1 numarası Anthony Davis’in sahip olduğu şut menziline ve tehdidine sahip değil. Bana sorarsanız Dwight Howard olmak istiyorsa bu menzil çok da mühim değil, yok eğer Amare gibi olucam diyorsa o zaman bir an önce oturup çalışmaya başlaması gerekiyor. Farz-ı misal bu sene koçu Jim Calhoun tarafından az da olsa 4 numara olarak deneniyor ama şut tehdidinin zayıf olması efektif bir 4 numara olmasına engel teşkil ediyor. Benim Andre Drummond ile ilgili sevdiğim unsurlardan biri de pas yeteneği ve top kontrolü. Böylesi atletik meziyetlere sahip olan oyuncularda hiç alışık olmadığımız bir el hakimiyeti var Andre’nin. Tabi ki bir gard düzeyinde değil ama son derece etkili paslar çıkartabilme potansiyeli var. Bu sayede de maruz kaldığı ikili sıkıştırmalarda diğer bir sürü uzun oyuncu kadar çaresiz kalmıyor.



Sıra geldi savunmaya. Benim izlediğim Andre Drummond öyle çok düzey bir savunmacı değil. Ancak kötü de denemez. Örneğin saf güç kullanarak üzerine gelen oyunculara karşı sağlam durabiliyor ve rakibinin istediğini kolay kolay yapmasına fırsat vermiyor. Ancak NBA seviyesinde sıkıntı yaşayacağını düşünüyorum. İyi bir savunmacının maç içinde aldığı en tatlı ödül bloktur muhtemelen. Drummond da atletizmini bloğa taşımasını iyi biliyor. Yalnız atletik yetenekler bir oyuncuyu direkt olarak iyi bir blokçu yapmaz, iyi bir blokçu adayı yapar. O yetenekleri konsantrasyon ve önsezi gibi olmazsa olmaz parçalarla birleştirirseniz başarılı bir kolaj elde edersiniz. Yoksa patır patır faulleri kapıp, kenarda oturursunuz. Ben Andre Drummond’ın çok iyi bir blokçu adayı olduğunu düşünüyorum. Kimileri lisede ortaladığı maç başına 7 bloğu göz önünde bulundurup sınırsız bir goygoylamanın içine giriyorlar. Bu son derece saçma bir değerlendirme. Malum fiziksel gelişimini genç yaşlarda ilerletmiş oyuncuların lise seviyesinde fark yaratması çok normal. (Bir diğeri için bknz. Enes Kanter!). İki oyuncu da lisede neredeyse kendilerinin beline gelen oyuncularla “ilkokul maçına gelmiş liseli abi” kıvamında mücadele ettiler (ter attılar).

Gelelim madalyonun diğer negatif yönlerin yazıldığı yüzüne. Yeteneklerini tartışmak gereksiz ama Drummond’ın mental olarak eksikleri olduğunu not almış NBA Scoutları ve takipçileri. Maçın içinde kalamaması ve konsantrasyonunu çabuk kaybetmesinden fazlasıyla dem vuruluyor. Bu yaşadığı sıkıntıyı, oldukça rahat bir şekilde geçirdiği lise yıllarının ardından bu sene daha ciddi rakipleri karşısında bulmasına bağlıyorum. Kolej kariyerinin başlangıcında biraz sert bir kayaya çarptı diyelim..

ESPN (Mayıs 2011): Hangi drafta girerse girsin #1 seçilebilir.



NBA draftlarında genellikle oyuncuların yetenekleri ve potansiyelleri (gelecek vaat etmeleri) göz önüne alındığı için, ESPN doğru söylüyor. Ancak yetenekli olmak sporcuları bir yere kadar taşıyabiliyor. Bu seviyenin üzerine koymak ve bir “beklenti”den çıkıp “büyük oyuncu”ya dönüşmek oyuncunun karakterine ve çok çalışmasına bağlı. Genç ve bu denli yetenekli olan oyuncuların en büyük düşmanı genellikle omuzlarına binen beklenti baskısı ve şöhretle tanışıp spora gereken özeni göstermemeleri oluyor. Biliyoruz ki basınç dediğimiz güç; kömürü kullanılmaz hale de getirebilir, eşsiz bir elmasa da dönüştürebilir. Ancak bu güçle baş etmek de hiç kolay değil ve çok sağlam bir kişiliği gerektirir. Demin bahsettiğim “genç yaşta şöhretle tanışmak” da genellikle kişiliği tam oturmamış oyuncuları (İngiliz tenisçi sendromu) şımartıyor. Neyse, konuyu dağıtmadan Andre Drummond özeline geri döneyim. Andre de beklentilerin çok büyük olduğu bir oyuncu olduğu için fazlasıyla eleştiriliyor. Bu seneki NCAA istatistikleri şu sıralar 27,5 dakikada 10 sayı 7,5 rebound civarlarında. Lisede yarattığı büyük beklentiden sonra bu sene istatistiklerinin vites düşürmüş olması başta NBA scoutları olmak üzere birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış. Çeşitli forumlarda iyi savunmacılara karşı çok sönük ve yumuşak kalmış olması da büyük tartışma konusu. Ancak bu sene Andre’nin burnunun kırıldığını da göz önünde bulundurmakta fayda var. Performansını direkt olarak etkileyen bir durumu vardı yani genç oyuncunun. İyileşmesinin ardından şu sıralar performansında istikrarlı bir yükseliş var. Ancak bu eleştirilerin gerçeklik payının da bulunduğunu ve kesinlikle dikkate alınması gerektiğini de not etmek lazım.

En son gelen haberler Drummond’ın bir sene daha Uconn’da kalarak 2013 draftına girmeyi düşündüğü yönünde. Küçük bir bilgi olarak veriyim; genç oyuncunun 2011’de verdiği bir röportajda “tabii ki bir an önce Nba’e gitmek istiyorum, para orada!” açıklaması var. Bu fikrini değiştirmesini ( ya da değiştirmeyi düşünmesinin) iki ana nedenle ilişkilendiriyorum. İlk neden; birinci senesini yaşadığı ve çok memnun olduğu üniversite hayatının bu kadar çabuk sona ermesini istemiyordur. Diğer ve esas önemli olan neden ise; bence kendisine fiziksel olarak rakip olabilecek oyuncularla mücadele ettikçe NBA seviyesine hazır olmak için kendisini ne kadar çok geliştirmesi gerektiğinin farkına vardı. Bu bağlamda bir sezon daha tecrübe kazanıp, oyunundaki boşlukları doldurmasının oldukça verimli olacağını düşünüyorum. Yalnız ne yazık ki, NCAA koçları çoğunlukla (tabii ki istisnalar bulunuyor) oyuncuların kişisel gelişimlerine yardım etmek yerine hemen sonuç almaya odaklı oldukları için kolejde geçirilecek ekstra bir senenin mundar olma ihtimali de var. Hele ki uzun oyuncuların %90’ının kolej kariyerlerinde kendilerine çok az şey katabildiğini de düşünecek olursak ciddi bir risk diyebiliriz. Ancak hem Andre’nin kendisinin hem de oyununun bir sene daha olgunlaşıp, o şekilde NBA şovuna çıkması bana hemen bu sene girmesine kıyasla daha iyi sonuç verebilir gibi geliyor.

Gelecekte NBA’in franchise yüzlerinden biri olma potansiyeli taşıyan Andre Drummond kesinlikle takip edilmesi gereken bir oyuncu. Bundan 4-5 sene sonra All-star seçildiğinde “ben bu çocuğu daha kolejdeyken takip ediyordum” demenin keyfi başka olacak diye düşünüyorum. Oyuncunun yapabileceklerini kağıt üzerinde anlatmaya çalıştım ama tabi ki izlemesi daha keyifli. Karşınızda Andre Drummond! (Lütfen 1.36'ya ve 2.02'ye özel olarak dikkat..)

20 Şubat 2012 Pazartesi

Hele şükür, 3 puan !


Ligdeki son 4 maçından yalnızca 1 puan toplayabilen ve zirve ile ciddi bir puan farkı açılmasına sebep olan Beşiktaş, Gençlerbirliği’ni bol gollü ve maç boyunca karşılıklı pozisyonlarla geçen bu zevkli maçta 3-2 mağlup ederek üç puan hasretine son vermiş oldu.

Beşiktaş’ta bu maçta “en zayıf halka” şüphesiz ki Ersan Gülüm’dü. Egemen’in hafif sakatlığı ve Braga maçı düşünüldüğü için dün akşam ilk 11 başlayan Ersan, gerek yenilen ilk goldeki hatası, gerek maç boyunca yaptığı defansif hatalar az kalsın Beşiktaş’a daha pahalıya patlayabilirdi. Bu da Ersan’ın kesinlikle maç eksiği olduğunu gösteriyor. Dile kolay, ilk önce (futboldaki en zor sakatlıklardan biri olan) ön çapraz bağı yırtılan genç oyuncu, yaklaşık yarım senelik uzun bir tedavi süreci sonrası tam düzeldi denilirken şanssız bir şekilde aynı sakatlığı geçirdi. Böylece 1 yıldan fazla ayağına top değmemiş oldu. Toparlayabilmesi için maç eksiğini kapatması gerekiyor, bu haliyle Beşiktaş’ın 11’inde oynaması zor gözüküyor. Belki A2 takımında oynatılarak maç eksiği kapatılabilir, belki de Türkiye kupası maçlarında kadroda düşünülerek önümüzdeki seneye mutlaka kazanılmalı bu genç stoper.

Maçı değerlendirecek olursak, Beşiktaş’ın ilk yarı boyunca yaptığı “olumlu hareket” sayısı bile parmakla sayılır cinstendi. Evet Beşiktaş topa sahip, evet pas yapıyor, fakat kendi yarı sahasında top çevirerek. Almeida ilerde adeta kayboluyor, çünkü hücuma yeteri kadar destek gelmiyor. Topu ileriye oynayabilecek zaten bir oyuncu mevcut Beşiktaş’ta, o da Manuel Fernandes. Orta sahanın diğer elemanları Ernst ve Necip, tamamiyle basit ve geriye oynayan futbolcular. İlk yarıda Quaresma’nın cılız çabaları dışında oyunun hakimi genel anlamda Gençlerbirliği idi.

Ta ki ikinci yarının başında Carlos Carvalhal’in yaptığı doğru oyuncu değişikliğine kadar. Üzülerek söylüyorum ki her Beşiktaşlı ve Türk futbolunu takip eden kişinin büyük ümitler beslediği fakat sahada ne yaptığını bilmeyen, oyun içinde kaybolan Necip Uysal’ın oyundan çıkması ve Simao’nun oyuna girmesiyle oyunun seyri tamamen değişmiş, Beşiktaş oyunu rakip yarı alana yığmış oldu. Böyle olunca da goller gelmeye başladı. Quaresma’nın attığı gol tamamen şans, evet, ancak bu gol Quaresma’nın özgüveninin artmasına sebep olabilir, etkili bir Q7 de Beşiktaş’ın oyununu olumlu yönde etkiler şüphesiz ki. Çünkü şuanda belirtmek gerekirse, Quaresma sakatlık sonrası hiç hazır değil… Beşiktaş’ın ikinci golü ise alıştığımız şekilde Almeida’nın arka direğe koşusu ve kafa vuruşuyla geldi. Almeida bu işi çok iyi yapıyor, ancak başka hiçbir şey yapmıyor. Oyununu çeşitlendirmesi, yalnızca arka direğe koşu yapıp kafa golü atması değil, şut pozisyonları da yaratması gerekiyor Portekizli golcünün kendine, çünkü çok etkili bir sol ayağı olduğunu biliyoruz.

Bir kez daha üzülerek söylüyorum, yine büyük ümitler beslenilen genç kaleci Cenk Gönen, son zamanlarda yediği hatalı gol sayısını çok ciddi anlamda arttırdı. Bazen inanılmaz toplar çıkaran genç eldiven, bazen de öyle goller yiyor ki inanılacak gibi değil, tıpkı dün yediği 2. gol gibi… Kalecilik tecrübe işidir, önsezi işidir, dolayısıyla Cenk’in bu hatalı gollerden ders çıkararak, tecrübe kazanarak ilerde daha iyi bir kaleci olması gerekiyor. Unutmayalım ki Volkan Demirel de daha gençken nasıl hatalar yapıyor, “Yapma Volkan yapma !” diye diye spikerlerimizin dilinde tüyler bitiyordu, şuanda görmekteyiz Volkan’ın nasıl dünya çapında iyi bir kaleci olduğunu.


Son olarak da Beşiktaş hücumlarının %70-80 pay sahibi olan Manuel Fernandes’den bahsedelim. Fenerbahçe derbisinde kart cezası yüzünden oynayamayan Portekizli, Galatasaray derbisinde de sarı kart cezalısı durumuna düştü. Bu durum Beşiktaş için çok büyük bir handikap oluştururken, Galatasaray için de çok büyük bir avantaj olmuş oldu. Sarı kart pozisyonunu değerlendirecek olursak, kendisine art arda yapılan 2 sert faul sonrası sinirlenen Fernandes, rakibinin üstüne yürüyor ve sarı kartla cezalandırılıyor. Bu karar doğru mu ? Bence doğru. Fakat… Daha önce bir yazımda da belirttiğim üzere, Emre Belözoğlu’na yapılan sert bir faul sonrası Emre’nin ne hakemi tehdit etmediği, ne oyuncunun nerdeyse boğazını sıkmadığı kalırken, bu davranışları çoğu zaman kartla cezalandırılmıyor. Eğer Fernandes’e o kartı veriyorsan, Emre’ye de vereceksin. Vermiyorsan, hiçbirine vermeyeceksin, tek isteğim hakemlerin belli standartları olması (Ben sarı kartların verilmesinden yanayım onu da belirteyim). Fernandes’in de ne kadar sert faule maruz kalırsa kalsın, Galatasaray maçı öncesi ceza sınırında olduğunun bilincinde olup öfkesini kontrol edebilmesi gerekiyordu, tıpkı Beşiktaş hücumlarını kontrol ettiği gibi…

Karşınızda "Ersanity Reboundova"!

Nba ve basketbol dünyası Jeremy Lin fırtınasıyla sallanırken,dün gece bizim çocuklardan biri çıktı ve sahneyi diğer herkesten çaldı. Ersan "Ersanity" İlyasova Milwaukee'nin Nets'i 92-85 mağlup ettiği maçta 29 sayı ve 25 rebound üretti! Aynı zamanda temsilcimizin kariyer rekoru bu 25 rebound. Sezona zayıf bir giriş yapmasıyla bizi biraz üzmüştü Ersan ama son zamanlarda form durumu son derece iyi. Böylesine çılgın bir performans göstermesi de özel olarak insanı mutlu ediyor, çünkü Nba'de şuanda bulunduğu vasat konumdan çok daha yukarılara tırmanabilecek bir oyuncu olduğunu ele güne kanıtlamış oluyor. Şöyle buyurun, karşınızda Ersanity Reboundova!

18 Şubat 2012 Cumartesi

Şampiyon Beşiktaş Milangaz



Spor Toto Türkiye Kupası finalinde Beşiktaş Milangaz, Banvit’i 78-74 ile geçerek basketbol tarihinde ilk kez bu kupayı müzesine götürmeyi başardı. Turnuvanın MVP’si ise, Beşiktaş’tan Serhat Çetin oldu.

Finalde karşı karşıya gelen bu 2 takım, hatırlayacağımız üzere yarı finalde kupanın en büyük 2 adayını eleyip buraya gelmişlerdi (Beşiktaş Galatasaray M.P’ı, Banvit ise Anadolu Efes’i elemişti). Bugünkü maç boyunca da bir o tarafa bir diğer tarafa giden, mücadele gücü yüksek, finale yakışır zevkli bir maç izledik.

Peki maç boyunca 2 takımın da ciddi bir sayı farkı üretemediği, dengeli giden bu maçın Beşiktaş leyhine sonuçlanmasını sağlayan sebepler neydi ? Bunun başlıca faktörünün Beşiktaş’ın ribaundlardaki ciddi üstünlüğü olduğunu düşünüyorum. Pops Mensah-Bonsu’nun zaten bu konuda etkili olduğunu biliyoruz, fakat en pozitif katkının, özellikle son periyotta kritik anlarda birçok defansif ve ofansif ribaund çeken Ersin Dağlı’dan geldiğini ve kendisinin maçın görünmez kahramanlarından biri olduğunu düşünmekteyim. Bir diğer faktör ise Beşiktaş’ın David Hawkins (Adam Morrison’ı da sayabiliriz belki) gibi hem şut tehdidi olan hem de topla çok iyi hızlanan, içeri penetre edebilen bir skor tehdidinin olması, kendisini savunan Banvit’li oyunculara sıkıntı yaratmasıdır. Son olarak ise şüphesiz ki, hücumda takımını iyi yönlendiren Carlos Arroyo gibi bir beyne sahip olması, Siyah Beyazlılara kupayı getiren faktörler olarak sıralanabilir.


Banvit’ten bahsetmek gerekirse, özellikle bu maçta Barış Ermiş’i çok beğendiğimi açıkça belirtmeliyim. Carlos Arroyo’yu maç boyunca, mümkün olduğunca inanılmaz savundu. Koç Orhun Ene de takımına, zaman zaman Arroyo üzerine double team, bazen de full court pres uygulatınca Beşiktaş, ortalamanın üzerinde bir top kaybıyla oynadı ve bu da Banvit’e avantaj olarak geri döndü. Ancak maçı koparamamalarındaki başlıca sebebin, normalde Banvit’in skor yükünde çok önemli bir paya sahip olan Chuck Davis’in ve Lance Williams’ın bu maçta oldukça etkisiz kalmaları olduğunu, Serkan Erdoğan ve Kenan Bajramovic’in kenardan gelerek çok etkili oynamalarına rağmen bunun galibiyete yetmediğini düşünüyorum açıkçası.

Sonuç olarak Beşiktaş Milangaz, bu galibiyetle tarihinde ilk kez Türkiye Kupası’nı kazanmış oldu. Bu başarıdaki en büyük pay, oyuncular olduğu kadar da tecrübeli koç Ergin Ataman’ındır, bu bir gerçek. Deron Williams ve Semih Erden’in takımdan ayrılması sonrasında herkes, Beşiktaş’ın ciddi bir düşüşe geçeceğini düşünürken yaptığı doğru transfer hamleleriyle, Erceg – Kemp – Can Akın gibi isimlerin sakatlığı yüzünden yaşadığı rotasyon sıkıntısına rağmen takımı çok iyi yönetmesiyle Beşiktaş’a ilk kupayı kazandırdı. Ayrıca, bu kadronun Eurochallenge için üst düzey olduğunu ve Beşiktaş’ın orada da şampiyonluğa ulaşabileceğini düşünmekteyim. İlk kupa geldi, sıradaki hedef : Eurochallenge kupası !

16 Şubat 2012 Perşembe

3 sayı ve smaç yarışması katılımcıları belli oldu






All-Star kadrolarının açıklanmasından sonra, gözler yetenek yarışmalarında boy gösterecek çevrilmişti. Dün 3 sayı yarışması ve bugün smaç yarışmasına katılacak oyuncular açıklandı. Öncelikle 3 sayı yarışmasından başlamak istiyorum. Yarışmacılar şu şekilde: geçen senenin şampiyonu Miami Heat oyuncusu James Jones, Atlanda Hawks’tan Joe Johnson, New Jersey Nets’ten Anthony Morrow, Minnesota Timberwolves’tan Kevin Love, Orlando Magic’ten Ryan Anderson ve yine Miami Heat’ten Mario Chalmers.


Bu seneki yarışmada NBA’de an itibariyle 3 sayı yüzdesinde ilk 5 te olan isimlerden sadece Mario Chalmers yarışmada yer alacak. Birinci sırada bulunan Brandon Rush, ikinci sıradaki Mike Miller, üçüncü sıradaki Ray Allen ve dördüncü sıradaki çaylak Klay Thompson yarışmaya çağrılmadılar. Öncelikle şahsi görüşümü belirtmek istiyorum. Yarışmaya katılan oyuncu sayısı çok az. Ayrıca bu oyuncuları neye göre kategorize ediyorlar bilmiyorum. Eğer yüzdeye bakıyorlar ise Chalmers 5, Ryan Anderson 16, Anthony Morrow 28, Kevin Love 64, Joe Johnson 69. sırada. James Jones zaten takımında yeteri kadar süre almadığı için ilk 100 içerisinde değil. Belli ki yüzdeye göre almıyorlar zira Joe Johnson’a gelene kadar Kyle Korver’lar, Steve Novak’lar, Ray Allen’lar, Jodie Meeks’ler var. Hatta Hidayet bile 48. Sırada. Yüzdeler tabiki pek sağlıklı rakamlar değil zira Mehmet Okur’da ilk 100 içerisinde gözüküyor ama oynadığı maç sayısı sadece 17.


NBA’de “pure shooter” olarak bilinen oyuncular vardır. Geçmişten Larry Bird, Craig Hodges, Peja Stojakovic, Mark Price, Reggie Miller akla gelen ilk isimler. 3 sayı yarışmalarında bu gibi isimleri izlemek bence daha keyifli. Bu benim kendi görüşüm. Bu yarışma Antoine Walker faciası da gördü. Günümüzde ise Kyle Korver, Ray Allen, Steve Novak, Jason Kapono, JJ Redick gibi isimler var. Bence yüzdeleri ne durumda olursa olsun bu gibi isimler çağrılmalı yanına da o sene gösterdiği performansla yarışmaya katılmayı hak edenler ve geçen senenin şampiyonu eklenmeli bence. ( Mario Chalmers ve James Jones gibi ) Dediğim gibi yarışmacı sayısı bence çok az ve bu yüzden Jodie Meeks, Korver, Allen gibi isimler es geçildi bu sene. ( bunlara Brandon Jennings’i de ekleyebiliriz. )


Smaç yarışmasına gelirsek. Her sene LeBron James adı geçiyor ama adam bir türlü katılmıyor. Sebeplerini bilmiyoruz. Geçmişte daha çaylak dönemlerinde olsalar bile Allen Iverson, Kobe Bryant ve Tracy McGrady çağrılmış ( Iverson sakatlığından dolayı katılmamıştı ) Vince Carter, Blake Griffin, Jason Richardson gibi atletik yetenekleri muazzam oyuncular boy göstermişti. ( sadece birkaç örnek verdim daha birçok zamanında süperstar kategorisinde olan oyuncular da katıldı ) Bu sene Blake Griffin'in de katılmayacağını açıklayarak herkesi üzdüğünü düşünüyorum. Eminim ki hayranları ve sponsorlar çok ısrar etmişlerdir ama sonuçta Griffin bu sene şampiyonluk ünvanını korumayı tercih etmedi. Diğer katılımcılar ise süper atlet Paul George, en az onun kadar atlet çaylak Derrick Williams ve NBA’de o kadar adam varken niye çağrıldıklarını anlamadığım Iman Shumpert ve Chase Budinger. Özellikle Chase Budinger ismi beni çok şaşırttı. Budinger NBA’e girdiği günden beri smaçlarıyla mı yoksa 3 sayılık atışlarıyla mı üne kavuştu ?. Yukarıda bahsettiğim “pure shooter” kıvamında bir oyuncu ve niye 3 sayı yarışmasına çağrılmayıp, smaç yarışmasına çağrıldı anlam veremiyorum. 3 sayı yarışmasında dert yandığım, yarışmacı sayısı konusunu burada da gündeme getirmek istiyorum. Eskiden daha çok yarışmacı çağrılırdı bu yarışmaya. Vince Carter’ın efsaneleştiği yarışmada; T-Mac, Vince, Steve Francis, Jerry Stackhouse gibi isimler bir arada yarışmıştı. Hakikaten smaç yarışmaları artık öyle bir düzeye geldi ki yaratıcılık daha da önemli bir unsur haline geldi. Şu yarışmada Jeremy Evans, DeAndre Jordan, David Lee gibi daha birçok oyuncu Budinger ve Shumpert’tan daha çok hakkediyor diye düşünüyorum.


“Sistem”in başarısı; Galatasaray Medical Park




Dillere pelesenk olmuş bir spor terimi artık “sistem”. Hep yerleştirilmesi ve oturtulması gerektiğinden bahsedilir. Sistem dediğimiz şeyin en zor aşaması da bu yerleştirme ve uyumlu bir şekilde işlemesini sağlama sürecidir. Birçok takımın olumlu sonuç alamamasının temelinde de bu süreçte kaybedilenleri hazmedemeyip vazgeçmeleri yatar. Galatasaray’ın en büyük şansı ve Oktay Mahmuti’nin en büyük başarısı da bu sürecin çok kısa sürede sona ermesidir. Takım bu oturtulmak istenen sisteme beklenildiğinden çok daha rahat uyum sağlayınca, hiçbir şey (başta zaman) kaybedilmeden başarıya doğru giden yola girilmiş oldu.

Geçtiğimiz sene kurulmuş olan sistemin ve oyun anlayışının ikinci ve geliştirme yılı bu sene. Bu anlamda oynanmak istenen oyuna %100 ulaşılmış değil. Zaten 1-2 senede her sistem otursaydı, spor organizasyonlarını ve takımlarını yönetmek çok daha kolay olurdu. Ancak bu sene kadro kalitesinin geliştirilmesi, oyuncuların birbirlerine ve oyun anlayışına daha çok alışmasıyla beraber takımın performansında ciddi bir yükselme var.

Ben genel olarak Galatasaray’ı Türkiye’nin Philadelphia 76’ers’ına benzetiyorum. Sağlam ve baskılı savunma, fast/breakler, her top için savaş (ecnebicede “hustle” diye geçen ve tam karşılığı olmayan) ve hücumda hızlı ve etkili top paylaşımı. Galatasaray’ın en yoğun sıkıntı yaşadığı nokta da son bahsettiğim top paylaşımı konusuydu. Çünkü top paylaşımını esas efektif hale getiren öğe dribbling/pas sistemidir. Rakibi ekarte edip doğru pası çıkarttığınız zaman hücumun %60’ını bitirirsiniz. Bu geçen sene bir türlü çözülemeyen hastalığın panzehirini Jamon Lucas Gordon ile buldu Galatasaray M.P. Hem potaya gidebilen ve gittiğinde bitirebilen, hem de oyun kurup pas dağıtımını “istikrarlı” olarak iyi yapan bir adam Gordon. Hatta bunların yanında potaya sırtı dönük oynayıp sayı üretebilmesi de tatlının üzerindeki kaymak gibi. Kısacası takımın hücum repertuarını tek başına bile bir kademe yükseltiyor.

Galatasaray sezona, hazırlık dönemine çok erken başlamasının etkisiyle çatır çatır girdi. Bu durumun bir nedeni aslında rakiplerinin onlar kadar hazır olmamasıydı. Çünkü aslına bakacak olursak takım içi roller tam olarak belirlenmiş ve oturmuş değildi. Neyse gel zaman git zaman bu sefer sezonu erken açmanın handikapı etkisini gösterdi ve yorgunlukla beraber takım düşüşe geçti. Çok normal bir süreç. Yalnız bu performans düşüklüğü esnasında demin bahsettiğim sezon içi belirlenememiş bazı dinamikler daha keskin bir hale geldi. Örneğin savunmada ciddi şekilde aksayan, reboundlarda fazla bir varlık gösteremeyen (hele ki Andric ile yan yana oynadıklarında ciddi bir zaaf ortaya çıkıyordu), hücumda ise istikrarlı bir katkı veremeyen Darius Songaila ile yollar ayrıldı. Geç kalınmış bir hareket olarak da görülüp değerlendirilebilir. Keza ben de öyle düşünüyorum. Litvanya’lı oyuncunun yerine Hemofarm’dan Boris Savoviç alınsa da dakikaları kapan ve iyi değerlendiren adam Cevher Özer oldu. Cevher’in sezon içerisinde özellikle de Euroleague maçlarında gördüğümüz özgüven sıkıntısı bu gelişmeyle beraber minimize edildi. Keza şu dönemde çok ciddi ve ihtiyaç duyulan bir katkı veriyor Cevher. Dış şut istikrarını koruyabilirse, rotasyonun kesinlikle değişilmez oyuncularından biri olabilir. Yalnız 4 numaralardan bahsetmişken, Oktay Mahmuti’ye az sayıda yönelttiğim eleştirilerimden birine de yer vermem gerekiyor. Ne yazık ki, koçun 4 numara rotasyonuyla ilgili ciddi bir “oyuncuyu unutma” sıkıntısı var. Örneğin maçlara Savoviç başlıyor ve normal rotasyonunda oyundan alınıyor. Ancak çok iyi bir başlangıç yaptıktan sonra (ki çok da sık olmuyor), en az 10 dakika hiç oyuna girmiyor. Böylelikle soğuyor ve girdiğinde kaldığı yerden devam edemiyor. Aynı sıkıntıyı Songaila da uzun süre yaşadı.



Ancak takım çarkının dişlileri arasında çıtırt diye yerine oturan en önemli değişiklik Lakovic özelinde oldu. “Takımın lideri” rolü için transfer edilen Lakovic 1-2 ay boyunca bu konuda çok ciddi sıkıntı yaşadı. Elinden gelen her şeyi yapsa da fiziksel olarak üst düzey olmaması, onun takımı taşımasına engel oldu. Galatasaray’ın ve Mahmuti’nin Lakovic’ten bu yapamadığı liderlikte ısrar etmeyerek “takımın bir parçası”na dönüştürmesi çok önemli bir gelişme oldu. Bu değişimi yukarıda Galatasaray’a benzettiğim Philadelphia 76’ers’da çok verimli bir şekilde Andre Iguodala’da uyguladı. Bu anlamda da benzeştirebiliriz iki takımı. Ancak Galatasaray’da şu an bu saha içi liderlik rolüne Lucas Gordon soyunmuş durumda ve şimdiye kadar da çok başarılı bir şekilde bu işini yürütüyor.

Takım savunması Galatasaray’ın kilit noktası, olmazsa olmazı. O yüzden ne olursa olsun savunma direncini ve topa baskıyı üst düzeyde tutmak zorunda Mahmuti’nin öğrencileri. Josh Shipp (takımın görünmez kahramanı) ve Jamon Lucas Gordon aynı anda sahada olduğu zaman gözle görülür bir fark oluyor savunma hattında. Ancak yepyeni bir savunma gücü ortaya çıktı bu sene. 21 yaşındaki alt yapı ürünü Hüseyin Göksenin Köksal.. Savunduğu oyuncunun üzerine adeta kâbus gibi çöküyor ve kim olursa olsun rahat adım attırmıyor. Hücumunun da üzerine koyarak devam edebilirse, ki her geçen maç daha iyiye gittiğini düşünüyorum, son derece değerli bir oyuncu olabilir.

Şahsi olarak Boris Savoviç’in geldiğinden beri ortaya koyduğu oyundan çok tatmin olmuş değilim. Ancak kendisini çok fazla gösteremedi henüz. Bu anlamda erken bir yargıya varmak istemem ama şu haliyle üst düzey bir "Euroleague serüveninin oyuncusu" gömleğinin kendisine büyük geldiğini düşünüyorum. Cevher’in şu sıralar yakaladığı form grafiğinin yüksek olması 4 numarada sorun olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle de Preston Shumpert serbest düşüşe geçmiş durumdayken. Gerçekten hiç ama hiç iyi bir durumda değil. Hâlbuki geçtiğimiz sezon ligde şampiyonluk mücadelesi veren takımın baş skoreriydi. Halide Edip Adıvar’ın çok önemli bir sözü vardır; “Gecenin en karanlık olduğu an, gün doğuşunun en yakın olduğu zamandır” der, Shumpert özelinde söylemek için büyük bir söz oldu ama kısacası performansını yukarılara çekmesi gerekiyor.



Biraz da Galatasaray’ın başarıyı kalıcı hale getirme amaçlı yaptığı gençlik yatırımlarından bahsedelim. Furkan’ı artık yakından tanıyoruz ve biliyoruz. Çok detaylı bahsetmesem de, mutlaka ve mutlaka çember çevresindeki bitiriciliğini geliştirmek zorunda olduğunu söyleyelim. Reboundlarda çok başarılı ve özverili ancak kendisini bir üst seviyenin oyuncusu yapacak olan şey hücum gücü. Çok genç ve potansiyelli bir isim, bu nedenle boyalı alan hücumunu geliştireceğine şüphem yok. Bir diğer heyecan verici genç oyuncu ise Karşıyaka’da kiralık forma giyen İlkan Karaman. Türk oyuncuların muhtemelen %95’inde görmediğimiz bir atletik yapıya sahip. Reboundların peşini bırakmayan, hareketli ve dinamik bir oyuncu. Orta mesafe şutuna biraz daha özen gösterirse önümüzdeki sene Sarı-Kırmızılılarda değerli bir yere sahip olacaktır. İlkan konusu açılmışken, sistemi ve hedefi olan takımlarda kiralık olarak süre almanın genç oyuncularda ne denli bir bulunmaz nimet olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar görünen o ki, İlkan bu şansı son derece iyi kullanıyor. Bir diğer kiralık verilmiş oyuncu ise Antalya’da forma giyen Melih. Melih ile ilgili düşüncem İlkan kadar pozitif değil. Sadece dış şut çekmeye konsantre olmak diğer yönlerini geliştirmesine engel oldu. Onun şimdiki görünümünün üzerine koymaması durumunda önümüzdeki sezon da kiralık verilmesi benim açımdan sürpriz olmaz.

Galatasaray’ın bütün saha içi eforlarının yanında aldığı inanılmaz da bir taraftar desteği var. Hani bir laf vardır; “iyi savunma iyi hücumu da beraberinde getirir” diye. İyi ve sağlam bir takım da aynı karakterdeki taraftarı beraberinde getirir. Özellikle Euroleague maçlarında yaratılan atmosfer ve takıma sağlanan itici güç muazzam. Çeşitli görsel şovlarla da bu atmosferleri şahlandırıyorlar. Oktay Mahmuti’nin de birçok demecinde bahsettiği gibi taraftar artık bu takımın bir parçası. Beraberce başarıya yürüyorlar ve “son topa kadar” savaşlarını sürdürüyorlar. Bize de takdir ve tebrik etmek düşüyor.

Uzuncana ve detaylıca bir değerlendirme oldu bu sefer. Dilim döndüğünce düşündüklerimi aktarmaya çalıştım ki yine de unuttuğum bazı noktalar vardır. Doğru yönetilen bir spor branşı bulmanın zor olduğu günlerde Hakan Üstünberk'in fitilini ateşlediği Galatasaray Medical Park basketbol takımı saygı duyulmayı hakediyor. Yolun açık olsun Galatasaray ve Oktay Mahmuti..

15 Şubat 2012 Çarşamba

Sevgililer günü hediyesi



14 Şubat Sevgililer günü akşamı, rakip UEFA’da geçen yılın finalisti Braga. Herkes bu kadar formsuz ve kötüye giden bir Beşiktaş’tan bu maç, en azından işi rövanşa taşıyabilecek skoru alabilmesini temenni ediyordu. Fakat büyük bir sürpriz bizleri bekliyordu. Bırakın avantajlı skorla dönmeyi, Beşiktaş, deplasmanda 2-0’lık galibiyetle tur kapısını aralamış oldu ve taraftarına, Beşiktaş aşıklarına müthiş bir hediye vermiş oldu.

Öncelikle Carlos Carvalhal’in rakibi iyi analiz ettiğini düşünüyorum. Bunda da kendisinin doğma büyüme Braga’lı olması, rakibi çok iyi tanımasının önemli bir payı var. 4-6-0 gibi bir taktikle maça başlayan Beşiktaş (Quaresma forvet olarak görülebilir bu taktikte ama onun da serbest oynadığını, zaman zaman kanatlara geldiğini gördük), orta sahayı çok kalabalık tutarak rakibin etkili silahını, 2-3 pasla hızlı hücuma çıkma özelliğini kilitlemeyi amaçladı ve bunu başardı. Maç 11’e 11 oynanırken de Braga’nın çok ciddi bir pozisyona girdiğini söyleyemeyiz.

Maçın kırılma anı ise şüphesiz Braga’nın henüz maçın 3’te 1’lik bölümü geride kalmışken 10 kişi kalması. Hollandalı hakemin bu kırmızıyı gösterirken çok cesur bir hamle yaptığını belirtelim, kendini yere atan oyuncuya (hele ki 30. dakikada) ikinci sarıdan kırmızıyı gösterebilmek kolay değil. Türkiye’de olsa olağanüstü eleştirilebilecek bir hakem izledik dün. Ancak ben, hakemin kendi standardını uyguladığını düşünüyorum. İki takıma da, hiç acımadan bolca kart gösterdi, çok da sert bir maç olmamasına rağmen. Ama dediğim gibi, eğer iki takıma karşı da adaletliyse, eyyamcılık yapmıyorsa bence çok da sıkıntı olmamalı bu durum.

Peki asıl sorulması gereken soru, ligdeki son 4 maçından yalnızca 1 puan çıkarabilmiş, toplam 26 maçın yalnızca 13’ünden galibiyetle ayrılabilmiş Beşiktaş, nasıl oluyor UEFA Avrupa Ligi grubundan lider çıkabiliyor, deplasmanda UEFA son finalisti Braga’yı rahat geçebiliyor ? Bence bu sorunun altında yatan temel sebep oyun anlayışı. Örneğin dün izlediğimiz Braga, Beşiktaş kendi sahasında top çevirirken sıkı bir pres uygulamadı, rakibi çok rahatsız eden bir futbol anlayışları yoktu. Ek olarak, Braga’lı defans oyuncuları, topu kapmaya gayret ettiler, çalım yediklerinde Türkiye’deki gibi tekme atmak yerine topu kovaladılar. Bu saydığım özellikler de Beşiktaş’ın istediği oyunu sahaya yansıtmasına sebep oldu. Beşiktaş’lı futbolcular, özellikle de Portekizliler, teknik futbola daha müsait oyuncular. Fakat Türkiye’de mücadele gücü ve sertlik düzeyi çok yüksek bir futbol oynandığı için de bu tip futbolcuların başarısız olması şaşırtıcı bir durum sayılmasa gerek.

Öyle veya böyle, Türk futbolunun zor zamanlar geçirdiği şu dönemde, rövanşta İnönü’de büyük bir mucize olmazsa temsilcimiz Beşiktaş, UEFA Avrupa Ligi’nde çeyrek finale yükselmiş olacak. Beşiktaş’ta Fernandes – Sivok A.Ş.’nin son maçlarda olduğu gibi yine iş başında olduğunu söyleyerek topu UEFA’daki diğer temsilcimiz Trabzonspor’a atalım ve PSV karşısında gelebilecek iyi sonucu umutla bekleyelim…

Enteresan bir oyuncu; Iman Shumpert




Shumpert bu senenin en dikkat çeken çaylaklarından bir tanesi. New York'un acınası olan kadro derinliğini düşünecek olursak, draft gerilerden seçilmiş bir Iman Shumpert çölde bir vaha gibi kalıyor. Çünkü benchte yanında oturan isimler Jared Jeffries kıvamında. Yalnız Shumpert şu görüntüsüyle tabi ki üst düzey bir oyuncu falan değil ama benim bakış açıma göre potansiyeli yüksek bir genç adam. Yalnız üst düzey bir oyuncu olması için kendisine doğru bir yol çizmeli ve sıkı bir çalışma programıyla eksik yönlerini geliştirmeli. Eğer ki bunları yaparsa gayet değerli bir oyuncu olacağını düşünüyorum. Özellikle de dış savunmacı olarak Nba'in sayılı isimlerinden biri haline gelebilir. Keza dış savunmanın bire bir ölçütü olmasa da top çalma istatistikleri bunu kulağımıza fısıldayan bir ver. Çünkü eşleşmelerine göre genellikle muazzam bir fizik avantajı var. Hele ki 1 numara oynadığı zaman bu fizik farkı uçuruma dönüşüyor ama onu 1 numarada kullanmak oyunun diğer yönü olan hücumda kendi takımı için tam bir terör oluyor. Ne üstün bir pas yeteneği var ne de "oyun kuruculuğun" o'sundan anlıyor. Tam karın ağrısı yani, çekilecek dert değil.

Birçok diğer müthiş atlette olduğu gibi Iman Shumpert'ın şutları da gayet zayıf. Ziyadesiyle yüzdesiz atıyor ve oldukça da fazla top kullanıyor. Aslında Shumpert yedeğe çekilip ve Lin yükselişine başlayınca Iman'ın dakikaları törpülenmiş oldu ve bu istatistikleri azaldı ama sonuçta nasıl bir oyuncu olduğunu görme fırsatını biz yakaladık. Bu fazla top kullanma merakı Shumpert'ın özgüveninin tavanda olmasından kaynaklanıyor. Çoğu zaman şutu kaldırırken hiç tereddüt etmeden potaya yolluyor ama isabetsiz olunca ne fayda. Bu kadar yüksek özgüven çift tarafı keskin bıçak gibi. Sizin de elinizi kesebilir, rakibinizin de bir yerlerini parçalayabilir. Şuana kadar Iman'ın getirdikleri ve götürdükleri ortada diyebiliriz. Bu ibreyi pozitif yöne çekmek için deli gibi şut çalışması yapması lazım. Boşluğu bulduğu zaman o şutu sokan bir oyuncu olursa çok ciddi bir sınıf atlar. Çünkü potaya gitme konusunda hiç fena değil. Bu konuda da üst düzey diyemem ama fena değil, yolunu buluyor.

Önümüzdeki süreçte ve yıllarda da New York'un yedeklerinin birden bire sınıf atlamayacağını varsayarsak Iman Shumpert azımsanamayacak düzeyde süre alacaktır. Biraz daha aklıyla oynarsa, çok çalışırsa ilk 5'e de girebileceğini düşünüyorum. Daha şimdiden Knicks taraftarının ve New York medyasının çok sevdiği bir isim Shumpert. Biz de şöyle goygoylayalım o zaman, Inan Shumpert kendine Inan!

13 Şubat 2012 Pazartesi

Nba'in TOP 15 transfer kazığı!



Benim şahsen çok taktığım bir konudur bu. Hak etmeyen oyunculara abartılı maaşlarla büyük kontratlar imzalayıp sonra oturup hayıflanan sevgili takım sahipleri, sonra “kâr edemiyoruz biz!” diye mızmızlanıyorlar. Gerçekten de bazı takımlar çok kötü yönetiliyor. Bir kısmı böyle gelmiş böyle gider, diğeri ise iyi gitmelerine rağmen mantıksız hamlelerle organizasyonu ipotek altına alıyorlar (Bknz. Detroit Pistons). Ben de HoopsHype sitesinden maaş verilerini alarak aktif oynayan oyuncular içinde bana göre patlayan top 15 kontratı listeledim. Tabi bu kontratların patlamalarının sakatlık, takım içi sorunlar, beklenmedik takaslar, yaşlılık gibi sebepleri de var. Ancak oyuncuya bakıyorum, verdiği performansa bakıyorum, yanında yazan bol sıfırlı dolarlara bakıyorum, daha da bakmıyorum zaten. Kimi sağlam kazıklar da bu sezon başında çıkan amnesty sayesinde temizlendi, onu da unutmayalım. Bunlar “kalan sağlar”..



1- Rashard Lewis / Washington Wizards: 22,152,000$

2- Elton Brand / Philadelphia 76ers: 17,059,729$

3- Antawn Jamison / Cleveland Cavaliers: 15,076,715$

4- Chris Kaman / New Orleans Hornets: 14,030,000$

5- Ben Gordon / Detroit Pistons: 11,600,000$



6- Hidayet Türkoğlu / Orlando Magic: 10,600,000$

7- Andris Biedrins / Golden State Warriors: 9,000,000$

8- Carl Landry / New Orleans Hornets: 9,000,000$

9- Leandro Barbosa / Toronto Raptors: 7,600,000$

10- Charlie Villanueava / Detroit Pistons: 7,540,000$



11- Kwame Brown / Golden State Warriors: 7,000,000$

12- DeSagana Diop / Charlotte Bobcats: 6,925,400$

13- Metta World Peace / Los Angeles Lakers: 6,790,640$

14- Jermaine O’neal / Boston Celtics: 6,220,000$

15- Luke Walton / Los Angeles Lakers: 5,680,000$

12 Şubat 2012 Pazar

Deplasman Fobik Fenerbahçe



Fenerbahçe’nin deplasman kabusu son hız devam etmekte. Son olarak Kardemir Karabükspor’a konuk olan Sarı-Lacivertliler, bu deplasmandan da 2-1’le puansız ayrıldı ve lider Galatasaray’la arasındaki puan farkı böylece 6 olmuş oldu.

Fenerbahçe’nin kendi evinde ve deplasmanda oynadığı futbol arasında, siyahla beyaz kadar fark var desek yanlış olmaz. Saraçoğlu’nda coşkulu, rakibe hücum pres yapan, çok iyi top çeviren, maç içinde birçok gol pozisyonuna giren bir takım izletebilirken bizlere, deplasmanda bu kriterlerin hiçbirini göremiyoruz Sarı-Lacivertlilerde. Nitekim bu maçta da Alex’in serbest vuruşu ve penaltısı dışında organize bir şekilde pozisyona giremediğini gözlemledik Fenerbahçe’nin. Bu pozisyona girme ve top çevirme kısıtlılığının başlıca nedeninin de Emre Belözoğlu’nun yokluğu olduğu bariz bir gerçek. Bu görevi onun yerine üstlenen Cristian’ın da, özellikle bu maçta, hiç başarılı olamadığını söylememiz lazım. Üstüne üstlük Alex’in bu maçta da olduğu gibi deplasmanlardaki durgun oyunu, Fenerbahçe’nin Emre’yi çok ama çok aramasına sebep olmakta.

Fenerbahçe, deplasmanda bu şekilde oynayarak puan kaybetmeye devam ettiği sürece, şampiyonluk hedefinden (en azından Play-off’a avantajlı bir puanla girme hedefinden) gittikçe uzaklaşacak gibi görünüyor. Ama yine de sezon başından beri deplasmanda bu denli puan kaybeden bir ekibin şuan ligde 2.lik koltuğunda oturması da bir başarı olarak görülebilir.

Karabükspor’dan da bahsetmeden, yiğidin hakkını teslim etmeden geçmeyelim. Devreye kadar topladığı puanlarla küme düşmenin en büyük 2. adayı olarak görülen Karabük, devre arasında yaptığı birçok transfer sonrası 2. devreye çok iyi başladı ve art arda puanlar toplayarak kümede kalma yolunda önemli bir aşama kat etti. Özellikle topu ileri alanda çok iyi tutan Mehmet Yıldız’ın transferinin, Karabük’e ilaç gibi geldiğini söyleyebiliriz. Maçta ikinci yarıda pek varlık gösterememelerine rağmen, ilk yarıda Florin Cernat maestroluğu eşliğinde Fenerbahçe’ye karşı mükemmele yakın bir futbol sergilediklerini ve bunun galibiyeti getirdiğini belirtelim.

Sonuç olarak, evinde çok başarılı bir performans sergileyen Karabükspor’un, deplasmanlarda bu kadar başarısız bir Fenerbahçe’ye karşı galip gelmesi bana pek sürpriz olarak görünmedi, böyle bir sonuç bekliyordum açıkçası. Yazımı sonlandırırken maçın son saniyelerinde yaşanan çok ilginç bir anın videosunu paylaşıyorum sizlerle : Selçuk Şahin’in bir basketbolcu gibi ribaund çekmesi. Buyrun :



Nba’in son Fetişi: Jeremy Lin!



Tartışmasız şu sıralar hem Amerika’daki hem de bütün dünyadaki NBA fanlarının ağzından düşmeyen tek isim; Jeremy Lin. Kimdir peki bu sakızdan çıkan ve çöküşe girmiş bir takımın umudu olan Çin asıllı genç adam? Başka bir yerden okuyup, bilgi alıp kendi yazımmış gibi yazmayı sevmem; o yüzden genç NBA’in şu sıralar reyting rekorları kıran bu genç yıldızının detaylı hayatını öğrenmek isteyenler buraya http://www.yazihaneden.com/?p=392 buyursun.. Ben şimdi hayatından çok Knicks ve saha içi perspektiflerinden bakıyorum.

Öncelikle şurası kesin ki, New York’un en büyük saha içi sorunlarından birine ilaç oldu Lin. Hem de ne ilaç.. Sene başından beri mobil kullanabileceği uzunları varken Pick&Roll hücumunun “Pi”sini bile oynayamayan Knicks bir anda, uzunlarını içeri devirir oldu. Knicks’in şu son iki maçını sırf Lin odaklı izledim ve şunları not aldım kendime. Bu genç adamın doğuştan gelen bir saha görüşü var. Ancak bu saha görüşünü kullanmak yanında 2 özelliği daha gerektirir; Zekâ ve pas yeteneği. İşte bu tehlikeyi doğuran üçlüye bir arada sahip Jeremy. Zeki basketbolcuları zaten her zaman sevmişimdir. Keza sürekli aynı şeyi yapsalar bile onu yaparken çıkabilecek engellere anlık çözüm üretebilirler. Lin’de de bu değerli özellik mevcut. Kısacası bu saydıklarım aslında “iyi bir oyun kurucu”nun temel katmanları. Keza bu üçü olmadan değerli bir oyun kurucu olamazsınız, bu üçlüyü temel alıp üzerine koymak ise yine sizin elinizde.

Lin’in enteresan yanlarından biri demin saydıklarım da dahil olmak üzere hiçbir özelliğinin mükemmel olmaması. Ne muhteşem bir pasör, ne çok iyi bir şutör ya da Derrick Rose kıvamında dribblingleri var. Ancak hepsini de yapabiliyor. Pas yeteneğini iyi görmeme rağmen paslarını daha iyi yapan şeyin zekâsı olduğunu düşünüyorum. İzleyince ışıltılı ve sihir kokan paslarını bulmak zor ama her zaman doğru kişiyi topla buluşturma çabası ve düzgün pasları onu etkileyici bir asist kaynağına dönüştürüyor.



Genç oyuncu çok hızlı bir ilk adıma sahip ki bu da onu savunulması zor bir oyuncu yapıyor. Müthiş süratli bir oyuncu diyemeyiz, örneğin bir John Wall kıyaslaması olmaz. Ancak hızlanma ve kısa sürede potaya gitme konusunda üst düzey bir adam. Potaya giderken de “kanalları bulma”da çok ama çok başarılı. Yani beklenmedik bir anda beklenmedik bir hamle yapıp yolunu bulabiliyor. İstikrarlı bir dış şutu yok, hatta üçlük çizgisinin gerisinden kötü diyebiliriz ama orta mesafeden boş bırakılmaması gereken bir isim. Boş şutu bulunca tereddüt etmeden kaldırıp isabeti bulabiliyor. Oynadığı ve şov yaptığı her maçın ardından kendine güveni biraz daha artıyor ama ben bu skorer kimliğinin çok uzun süreceği kanaatinde değilim. Şut şansı da şu sıralar genç oyuncunun yanında. Keza Knicks’in Lin’den bekleyeceği esas katkı da skor üretmesi değil normal şartlarda; oyunu yönetmesi ve uzunları verimli kullanması. Ancak Amare ve Melo’nun yokluğunda skor yükünü taşıyabilmiş olması da tabi ki kendisi açısından önemli bir veri.

Jeremy Lin aynı zamanda alışılagelmişin dışında bir genç adam. Lakers’la oynadıkları maça fantastik bir başlangıç yapmasına rağmen, takımını doğru kullanamadığını düşündüğü için, devre arasında oturup ilk yarının kasetini izlemiş ve nerelerde ne yapması gerektiğini tartışmış. Bir oyuncunun, hadi bir oyuncu demeyelim şöyle anlatalım; hemen hemen bütün dünyadaki NBA takipçilerinin gözünün üzerinde olduğu bir oyuncunun bu denli alçak gönüllü ve şımarmamış olması kişilik envanteri açısından çok belirleyici. Düşünüyorum da John Wall, DeMarcus Cousins falan böyle bir ilgi görse.. Aman yarabbi, neyse ikisi de Washington’da oynuyor zaten.

Şimdi de gelelim işin goygoylama kısmına. İlk olarak şunu fark etmek gerekiyor; şapkadan bir Allstar çıkmadı. Geçen gün twitter’da “Kobe maç sonunda Lin’in imzalı fotoğrafını istemeliydi” tarzında bir şey okudum ki, insanın şöyle sıkı bir “oha” çekesi geliyor. Biraz yavaş olun be arkadaş. Ancak çok da şaşırmamak lazım, çünkü bu çocuk Knicks’te parladı ve belki de açık ara NBA’in en goygoycu medyasının olduğu şehir. Az biraz biri parlasa hemen boynuna sarılıp “aslanım, koçum, en iyisi bu çocuk en iyisi!” moduna girdiklerini biliyoruz (bknz. Landry Fields, Iman Shumpert). Tabi ki, ortaya koyduğu performans katiyen azımsanacak ve göz ardı edilecek bir düzeyde değil. Bu ışıltıyı şu günlerde hak ediyor da zaten. Ancak bu ilginin 2 boyutu daha da var. Jeremy Lin gerçek anlamda bir başarı öyküsü. Amerika da bayılır böyle başarı hikayelerini parlatıp sunmayı. O yüzden şu an bulunmaz hint kumaşı Çin asıllı Kaliforniya doğumlu genç gard. Diğer bir reyting ise Lin’in Çin asıllı olmasından kaynaklanıyor. Yao Ming’den sonra NBA’in ilk uzak doğulu yıldızı/reyting kaynağı oldu Jeremy. Bu durumun sonucu olarak Amerika’da yaşayan ve ırkçılıkla mücadele eden ezilmiş uzak doğulu göçmenlerin kahramanı oldu bu genç.

10 Şubat 2012 Cuma

Xherdan Shaqiri Bayern Münih’te!




Galatasaray’ın sene başında nabız yokladığı, devre arasında ise neredeyse 1 ay peşinde koştuğu İsviçre’li genç yıldız Xherdan Shaqiri Bayern Münih’te. Kendisi bu transfer dönemine kadar ismine çok aşina olmadığımız bir oyuncu olsa da bu dönemle beraber hepimiz adını ezberledik ve yakından tanır olduk. Galatasaray’ın ihtiyacı olan bir oyuncuydu kendisi ve uzun yıllardır Türkiye’de görmediğimiz türden bir transfer olacaktı eğer gerçekleşseydi. Bana kalırsa yazık oldu alınamaması ama en azından Galatasaray yönetiminin bu transfer için elinden gelen her şeyi yaptığını biliyoruz.

Xherdan Shaqiri – Bayern Münih ikilisinin bir araya gelmesinin bedeli 12 milyon euroymuş. Açıkçası bu bedeli öğrenince “ulan Basel sen ne çakalsın” diyesi geliyor insanın. Çünkü Galatasaray’ın da teklifi bu miktarlar civarındaydı ve Basel 15 milyon Euro civarlarında diretmişti. Demek ki, “tamam biz bu adamı satacağız ve Galatasaray da şiddetle istiyor, ne koparsak kardır” düşüncesini gütmüşler. Aslında tok satıcıyı oynamalarını görüşmeler sırasında da anlayabiliyorduk ama yine aynı fiyata gidip Shaqiri’yi vermelerini beklemiyordum. Tahminimce Basel bir yaban çakallığı yaparak, gelecekte Bayern’den kiralayabileceği oyuncuları düşünüp iyi ilişkiler kurmak istemiş olabilir. Bir diğer etken de, Bayern’in sene sonu alacak olması, Galatasaray’ın hemen istemesi olabilir.

Bayern Münih’in bu transferi bitirmesi, daha önce bahsettiğimiz “Galatasaray için vizyon transferi olurdu” düşüncemizi destekliyor. Shaqiri’nin transferi Avrupa bazında ses getirecek ve önümüzdeki seneler için temel oluşturacak kadroyu destekleyecek bir gelişme olacaktı. Eh Sarı-Kırmızılılar için kısmet böyleymiş diyelim.

Bayern için ise bence güzel bir hamle oldu bu iş. Arjen Robben ve Frank Ribery gibi iki muhteşem dribblingciye sahip olan Almanlar bir üçüncüsünü kadrosuna kattı böylece. Üstelik hem Robben hem Ribery sakatlıklarıyla ün yapmış yetenekler. Bu delikanlıların olası sakatlıklarında onları yedekleyebilecek aynı tarz bir oyuncu Shaqiri. Kısacası iyi iş.

Charlotte Bobcats Değerlendirmesi


Ve evet bu kadar heyecan duyduğum, uykusuz kaldığım, deli gibi takip ettiğim şu basketbol organizasyonunda, yazmak veya değerlendirmek istemediğim tek takımda sıra. Charlotte Bobcats. Şu takımın sahibin Micheal Jordan gibi bir efsane olmasa, azıcık duyduğum saygıyı hiç duymam ya neyse. Ama işin bir de şu gerçeği var. Bu takımda yakın zamanda Gerald Wallace, Stephen Jackson, Tyson Chandler, Raymond Felton, Emeka Okafor gibi oyuncular kadrodaydı. Ama şimdi hiçbiri kadroda yok. Kadroda yıldız olarak görünen oyuncu Corey Maggette !? . Ve şu anki kadronun en çok kazanan oyuncusu Desagana Diop !? .Ve bu para da öyle böyle değil belirtmek isterim. Bu paranın karşılığı da 1.1 sayı 3.5 rebound. Hiç mi iyi bir şey yok takımda? Diye soracak olursanız. Tabii ki var. Bi kere bu sezon performansını arttıran birçok oyuncu var. DJ.Agustin ve Gerald Henderson. Sezon başında, Charlotte’un aldığı ( zaten 3 galibiyet alabildiler ve son 12 maçını kaybetti bu takım ) birkaç galibiyette bu 2 elemanın payı büyüktü. Şu anda 12 maçtır süren bir yenilgi serisi içerisindeler ve baya farkla kaybediyorlar. Ama sezon başında sakatlık sorunları yokken en azından mücadele edip maçları bırakmıyorlardı. Ama sakatlık sorunları baş gösterdi bu takımda. Corey Maggette bu sezon sadece 6 maçta oynayabildi ve istatistikleri 12.2 sayı 6.2 rebound. Ve yüzde otuz şut isabeti. Tyrus Thomas, bu takımın pota altında blok yapabilmesi ve atletizmiyle çok şey beklediği oyuncusu ise sezon öncesi hazırlık maçında sakatlandı ve sezonun ilk maçlarını kaçırdı. O da 18 maçta forma giyebildi ve 7.2 sayı 5.3 ribaund 1.4 blok. Bu kadar iistatistik veriyorum çünkü takımda umut bağlanan oyuncuların aslında, bu kadar umut bağlanmaması gereken kişiler olduğunu söylemeye çalışıyorum. Zira bu takımda tabii ki ilk 5 standartlarında olmayan ama çok iyi bench katkısı sağlayan Byron Mullens, Derrick Brown ve DJ White gibi isimler var. Bu arkadaşlar sezon içerisinde bazı maçlar 20 li sayıların üstüne çıkmayı becerdiler. Hatta Charlotte’un son maçında Brown 10-10 şut isabetiyle 20 sayı attı. Buna benzer bir performansı sezon başında DJ White da yapmıştı. Ama tamamen dengesiz bir takımlar. Kimin ne kadar süre aldığı her gece değişebiliyor. Bryon Mullens bi bakıyorsunuz ilk 5 başlamış, 3 maç sonra bi bakmışsınız çaylak Bismarck Biyombo ilk 5’e yerleşmiş Bryon Mullens benchten gelerek 15 dakika süre alabilmiş. Tamam takım kötü ve çok net pota altında rezalet durumdalar. Bu konu hakkındaki fikirlerini sezon öncesi gazetecilerle paylaşan koç Paul Silas, şunları demişti. “Boris Diaw’ı pivot pozisyonunda başlatmayı düşünüyoruz. Böylece daha kısa bir ilk 5’imiz olacak ama daha tempolu oynayabileceğiz.” Bunu ilk duyduğumda hemen aklıma Orlando’nun, Miami’nin, Lakers’ın ve daha bir çok pota altı kuvvetli takımın Charlotte’la oynayacağı maçlar geldi. Boris Diaw’ın pivot pozisyonunda başladığı bir maçta istediğiniz kadar hızlı hücum yapın, ama reboundları alamazsanız hızlı hücum’a nasıl çıkacak ki takım ? Zaten sezonun 1/3’lük bölümünü geride bıraktık NBA’in en kötü takımı konumundalar. Yani bu planın pek tutmadığını sırf biz değil bütün herkes gördü.

Bu takımını potansiyeli hakkında beni heyecanlandıran tek bir konu var. O da bu sezonun çaylağı Kemba Walker. Charlotte’ta iyi işler yapacağını düşündüğüm bir winner oyuncu. ( NCAA’de ki son sezonunda Connecticut üniversitesinde, takımını şampiyonluğa taşıdı. ). Takımının oynadığı 25 maçın hepsinde sahaya çıktı ve 12.4 sayı 4.1 ribaunt 3.5 assist ve 1.0 top çalma ortalamalarını tutturdu. Özellikle DJ.Augustin sakatlandıktan sonra ilk 5’e yerleşti ve gayette iyi bir performans gösteriyor. Ama Charlotte kadrosunda Raymond Felton varken, DJ.Augustin’i draft ettiler. Şimdi de DJ.Augustin takımın dümenini ele geçirmişken sanki kadronun en zayıf yeri oyun kurucu mevkiisiymiş gibi Kemba’yı seçtiler. Tamam belki bu draft ağırlıklı olarak oyun kurucu içeriyordu ama bir sign&trade ile bir uzun alınabilirdi. Kendimi Micheal Jordan’ın yerine koyarsam ( çok radikal bir empati olsa da ) bu sezonun bitiminde yani 2012 draftının 83’, 96’ ve 2003 senelerinde ki gibi efsane olacağı söyleniyor. Eğer hakikaten öyleyse sezonu son sırada bitirmek için hele ki takım bu konumdayken ve birkaç tane de yan roller için iyi parçalar varken hiç düşünmeden dibe oynamayı tercih ederim.

Nba Allstar kadroları açıklandı..



All-star ilk 5'leri daha önce öğrenmiştik, bu akşam da yedekleri öğrenmemizle beraber kadroları tamamlamış olduk. Doğu ilk 5'i zaten tartışmaya mahal vermiyor, Batı ile ilgili ise uzunlar konusunda biraz farklı düşünceler olabilir. Esas olarak yedeklere ve tam kadroya bakmak bence daha doğru.

Doğu All-Star İlk 5'i:
Derrick Rose, Dwyane Wade, Carmelo Anthony, LeBron James, Dwight Howard.

Doğu Yedekleri:
Deron Williams, Joe Johnson, L.Deng, A.Iguodala, P.Pierce, C.Bosh, Roy Hibbert

Batı All-Star ilk 5'i:
Chris Paul, Kobe Bryant, Kevin Durant, Blake Griffin, Andrew Bynum.

Batı Yedekleri:
Steve Nash, Tony Parker, Russell Westbrook, LaMarcus Aldridge, Dirk Nowitzki, Kevin Love, Marc Gasol


Batı yakasına bakınca Nowitzki ve Nash gibi yaşlı kurtların yanında Tony Parker gibi veteran sayılabilecek bir adamı "abiler" olarak görebiliyoruz. Bu üç ismin içinde Tony Parker ve Steve Nash'in bu onuru sonuna kadar hakettiğini düşünüyorum. Ancak Dirk Nowitzki (saygımız büyük olsa da) konusunda pek öyle düşünmüyorum. Bu sene biraz da sakınılarak kullanılmasından kaynaklı çok büyük bir performansını görmedik. Yerine uzun olarak; Paul Millsap veya Marcin Gortat bana kalırsa daha doğru tercihler olabilirdi. Ancak tabi ki Nowitzki, Nowitzkidir.. LaMarcus Aldridge, Kevin Love ve Marc Gasol performanslarıyla zaten bu organizasyonda bulunmayı dibine kadar hakeden oyuncular. Love'ın iki senedir yaptığı istatistikler zaten çıldırtıcı düzeyde iken, Aldridge ve Gasol özellikle bu sene oyunlarını birer basamak yukarı taşıyarak elit oyuncular düzeyine yükseldiler. Aynı şekilde üçü de ilk 5'te bile başlayabilecek isimler bana göre. Russell Westbrook'un Allstar'lığı da gayet beklenilesi ve normal olan bir durum.

Gelelim Doğu'nun delikanlılarına.. Burada karşımıza çıkan isimler enteresan. Deron Williams ve Chris Bosh özellikle banko kuponlarımızda yer alacak isimler olduğu için onları yorumlamaya pek gerek yok. Joe Johnson ve Paul Pierce da bana göre hakkıyla formayı giyecek oyuncular. Kötü geçirdiği geçen sezonun ardından bu sene taş gibi top oynuyor JJ. Pierce ise bol sakatlı takımını Garnett ile beraber almış sırtına taşıyor. Haketmedi diyen halt eder. Muhtemelen en tartışılacak isim Andre Iguodala olacaktır, onu az sonra tartışırız biz de. Benim en çok ilgimi çeken isimler Luol Deng ve Roy Hibbert oldu. Hibbert'ın (dolasıyla Pacers'ın) bu sene hemen hemen bütün maçlarını izlediğim için kat ettiği yolu çok net görebiliyorum. Ciddi bir sınıf atlattı oyununa genç pivot. Bunun karşılığını da Allstar seçilerek almış. He bu noktada sorulacak soru; Greg Monroe mu seçilmeliydi, Roy Hibbert mi? Zor bir tercih aslında. Luol Deng ise bir başka performansı ödüllendirilen oyuncu. Onun seçilmesi de bir Deng sempatizanı olarak beni mutlu etti. Iguodala'nın tartışması ise Josh Smith ile ilgili olacaktır, ki twitterda bu tartışma başladı bile. Smith bence de olmalıydı.

9 Şubat 2012 Perşembe

Türkiye sizinle gurur duyuyor! Helal olsun Galatasaray!



Abdi İpekçi'de tarihi bir gece! Avrupa basketbolunun tartışmasız bir numarası, en büyük gücü ve Euroleague şampiyonluğunun en büyük adayı olan CSKA Moskova Galatasaray'a boyun eğdi. Yaklaşık 20 maçtır hiç bir takıma yenilmeyen rus temsilcisi sadece bizim elimizden kurtulamadı. Muhteşem bir taraftar ve takımın ortaya koyduğu muhteşem efor bu galibiyeti getiren baş etkenlerdi. Oysa ki, maç başlarken ne CSKA kaybedeceğini ne de belki biz temsilcimizin kazanacağını tahmin ediyorduk ama neredeyse imkansızı başardık! Yıldızlar karması CSKA Moskova'ya alınabilecek tüm önlemleri aldı Galatasaray ve maç boyunca her topun kıymetini bildi. Muhtemelen CSKA da bu denli yüksek konsantrasyonlu ve arzulu bir takım beklemiyordu. Böyle taraftara, böyle güzel atmosfere bu büyük galibiyet muazzam oldu. Emeği geçen herkesi tek tek bulup tebrik etmek lazım. CSKA Moskova gibi tecrübeli bir takım bile, bugün bu inanılmaz atmosfere üstün gelemedi.

Koç Mahmuti'nin öğrencileri belki de fiziksel olarak çok dezavantajlıydılar (düşünün Kirilenko 2.13 ve 3 numara oynuyor) bugün ama maçın dengede gitmesini sağlayan temel faktör demin de bahsettiğim gibi sahada olan her oyuncunun (Shumpert hariç) muazzam bir konsantrasyon ile mücadele etmesiydi. Tekli performans olarak öne fırlayan oyuncularımız başta Shipp ve Andric oldu. Her topu kovalayan her rebound'u takip eden ve Shipp bence yine ve yine takımın çarklarının dönmesini sağladı. CSKA'nın üstün savunmasına rağmen hücumda hemen hemen bütün maç çok doğru oynadık. Shipp'in ve Jamon Gordon'ın her eline aldıkları topta potayı düşünmeleri Rus ekibinin dengesini bozdu ve bu şekilde dribbling-pas hücumu üzerinden çok doğru atışlar bulduk. Yine Jamon ve Ender Arslan'ın Andric'i çok iyi beslemesiyle pota altını verimli kullanabildik. Andric'in pota altındaki bitiriciliği son derece kritikti bugün temsilcimiz adına. Kötü bir performans ortaya koyan Furkan da ona eşlik edebilseydi belki daha da güzel olabilirdi. Bir kaç satır da genç Göksenin Köksal için! Olympiakos maçında Spanoulis, CSKA maçında Teodosic.. Avrupa'nın en elit oyuncularına parkeyi zindan ediyor bu genç yürek. Tecrübesizliğinin verdiği bazı faulleri kıstığı ve gelişimine devam ettiği sürece çok önemli bir oyuncuya dönüşebileceğini göreceğiz.

Anadolu Efes ile çok üzüldük ama bugün Galatasaray ile çok sevindik. Galatasaray bu galibiyetle beraber 2 galibiyet 2 mağlubiyet derecesiyle Olympiakos'un ardından 3. sırada. Haftaya Anadolu Efes ile İstanbul'da mücadele ettikten sonra en kritik maç olan Yunanistan deplasmanına gidecekler. Gönül isterdi bu gruptan (tabi ki imkansızdı o başka) Anadolu Efes ve Galatasaray Çeyrek Final'e gitsin. Ancak şu anki tabloda Türk takımları arasında üst tur için (Fenerbahçe Ülker de an itibariyle Pana'ya deplasmanda yeniliyor) en şanslı olan ekip Galatasaray. Bu takımın Euroleague'e elemelerden katıldığını unutmayalım. Taraflı, tarafsız çok büyük saygıyı hakediyorlar. Bu gece CSKA'yı ilk defa yenen takım bir Türk takımı oldu. Türkiye sizinle gurur duyuyor çocuklar, yürüyedurun..

8 Şubat 2012 Çarşamba

Boston Celtics Değerlendirmesi


NBA’de takım analizlerini yapmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sıradaki takımımız Boston Celtics. Boston an itibariyle doğu konferansında yedinci sırada. 14 galibiyet, 10 mağlubiyet ile. Özellikle son 10 maç performansına bakarsak NBA’in şu anda en formda ekibi konumunda yoncalar. Paul Pierce’ın sezona sakat girmesi ve ilk üç maçı kaçırması, ve sakatlıktan döndükten sonra takımın yavaş yavaş toparlanması ve eskisi kadar olmasa da yine sert savunma takım hüviyetlerine kavuşmaları ile son on maçta 9 galibiyet 1 mağlubiyet aldılar. Tabii ki doğu konferansında şampiyonluk adayları arasında aşağı sıradalar zira ortada Chicago ve Miami gerçeği var. Bu on maçlık maratonda Rajon Rondo’nun yokluğuna rağmen özellikle Paul Pierce ve Kevin Garnett’in birer vites yükseltip adeta takımı taşıdılar. Sezon başladıktan sonra takıma kattıkları Mickael Pietrus’un beklenenden daha iyi bir performans gösterdiğini düşünüyorum. Rondo2nun yokluğunda yedek oyun kurucular Avery Bradley ve çaylak E’Twaun Moore’un çok önemli katkılar vererek gerektiğinde faydalı olabileceklerini gösterdiler. Ama pota altında hala sıkıntı yaşıyorlar. Jermaine O’Neal ‘ın zaten bitik dizleri 25 dakikadan fazlasını kaldıracak vaziyette değil. Kevin Garnett de yaşlandı. Gerekli sertliği sağlayacak yegane isim Brandon Bass. O da bir sakatlık yaşadı ama dün gece oynanan Charlotte maçında sahalara döndü ve gayet te iyi bir performans gösterdi. Boston’ın belli bir çekirdek kadrosu var. KG,PP34, Ray Allen ve Rajon Rondo. Bu 4’lünün dakikalarını 33-36 dakika civarında tutmaya çalışıyor koç Doc Rivers. Tabi maçın gidişatına göre daha da az olabiliyor bu dakikalar. Bu sene normal sıralamada birinci, ikinci olma gibi bir niyetleri yok. Onlar Play-off’ta eşleşecekleri takımı kendileri seçmek için sezon sonuna doğru bilerek maç kaybedeceklerini düşünüyorum. Sezon sonunda büyük bir aksilik olmazsa, doğu konferansının birinci ve ikinci sırasını Chicago ve Miami alacak. Boston bu takımlardan herhangi biriyle oynamamak için ilk amaçları sezonu 6. Sıra veya üstünde bitirmek olacak. Çünkü artık kadroları iyice yaşlandı ve böyle kurnaz taktiklere ihtiyaçları var. Çünkü hala 20’lik potansiyelli gençlere taş çıkartıyorlar ve kariyerlerinin son demlerinde bir şampiyonluk daha için depolarında fazla benzin kalmadı.

3 Şubat 2012 Cuma

Olcan Adın eklenmiş Trabzonspor geliyor..



Benim transfer döneminde özel olarak üzerinde durduğum oyuncuların başında Olcan Adın geliyordu. Alacak olan takımın önemli bir iş yapacağını ve pozitif etkinin direkt olarak görülebileceğinin bir çok kez üzerinde durmaya çalışmıştım. Aynı şekilde Trabzonspor ile ilgili de takım 10. sıralardayken panik yapılmaması gerektiğini ve 1-2 nokta transferle takımın yukarıya hızlıca tırmanabileceğini düşünüyordum. Bu iki ayrı değişkenin bir araya gelmesinden sonra geçen sürecin ardından yanılmamış olmak beni mutlu etti. Trabzonspor'lu olmadığımı da ekleyeyim tam buraya.

Versatil bir oyuncu olan Olcan ciddi bir akıcılık sıkıntısı yaşayan Trabzonspor hücum hattına çeşitlilik getirdi. Olcan'ın hemen hemen hiç bir özelliğine çok zayıf diyemeyiz ama benim bakış açıma göre verdiği en değerli iki katkı var; "topla beraber hızlı olmak" ve "kanat olmaya rağmen oyun kurabilmek". Bu iki saha içi katkıyı direkt olarak alan Trabzonspor, bu sayede "at topu Burak'a" fıtığından biraz uzaklaşmaya başladı. Hala daha ideal oyun üretimi sağlanmış olmasa da ilk yarıda yaşanan sorunlar bazılarının üzerini çizebiliyoruz. Örneğin; yine daha önce defalarca bahsetmeye çalıştığım "Halil'in sol açık oynamasından kaynaklı bu bölgenin verimli kullanılamaması sorunu" tamamen bitmiş durumda.

Burak Yılmaz için defalarca ayın lafları tekrarlamaya gerek yok. Gerçekten muazzam bir form düzeyi tutturdu ve bu şekilde devam ediyor. 35 gol civarında sezonu bitirmesi çok muhtemel. Şu sıralar aldığı en büyük eleştiri fazla bencil olduğu yönünde. Ben de bu eleştiriye katılmakla beraber bu kadar yüksek bir seviye tutturmuş golcülerin hepsinde bu bencilliğin olduğunu da unutmamak lazım diyorum. Kısacası bu kadar gol atmanın tabi ki bir dikeni de olacak. Yani bazı maçlarda Burak'ın pas atmak yerine kaleye salladığı toplar o maçlar için puan kaybına sebep oluyor. Ancak Cristiano Ronaldo'yu izlerken de ne denli kolay pasları atmadığına defalarca şahit olduk. Yani bir seviyeye kadar tolore etmek gerektiği kanısındayım.

Afrika Kupasından dönecek olan Zokora ve Mart ayında sahaya dönmesi beklenilen Robert Vittek'in yapacakları katkılar oldukça önemli. Zokora'nın ve Vittek'in iyi dönüşler yapmaları Trabzonspor'un playofftaki şansını 1-2 gömlek arttıracak.

YETER YILDIRIM DEMİRÖREN !



Yıldırım Demirören… Yıllardır Beşiktaş Kulübü başkanlığı yapan bu şahıs, Beşiktaş tarihinin başına gelmiş en büyük belalardan biri! Öyle ki, kendisinin başkanlık döneminde nerdeyse her yıl teknik direktör değiştiren, onlarca oyuncu transfer edip zararına yollayan (yıllar boyunca bildiğim kadarıyla yalnızca bir futbolcunun satışından kar edilmiş : John Carew), doğru dürüst bir sportif başarı elde edemeyen bir Beşiktaş’tan bahsedebiliriz. Üstüne üstlük, Beşiktaş Kulübü’nün son açıklanan rakamlara göre borcu 450 milyon TL’yi bulmuş durumda. İşte bu denli büyük bir başkan kendisi (!)

Şüphesiz Beşiktaş taraftarını en çok kızdıran süreç, bu şike soruşturmasında Demirören’in takındığı haldir. Başkanı olduğu kulübün eski asbaşkanı, teknik direktörü ve protokol sorumlusu hapisteyken bile bırakın destek vermeyi, Asbaşkan Adalı’nın aleyhine olabilecek ifadeler veren Demirören, son olarak 26 Ocak’ta TFF Olağanüstü Genel Kurul’unda sarf ettiği “Şike soruşturmasında sadece Fenerbahçemiz yok, 8 takımın adı geçmekte” lafı taraftarın sabrını taşıran son hamle olmuş oldu (Fenerbahçemiz dediği cümle içinde kullandığı diğer takımlar arasında kendi kulübü, Beşiktaş’ta bulunuyor, hatırlatalım). Her ne kadar “o kelime”yi Kulüpler Birliği Başkanı olarak söylemiş olsa da, kendi kulübünün haklarını savunmayı bir kenara bırakmış olması, yalnızca Fenerbahçe’yi savunması oldukça düşündürücü… Kendisinin aylardır Beşiktaş maçına gitmediğini de dipnot olarak ekleyelim.

Bu şahıs, sadece Beşiktaş’ı batırmakla kalmayıp, üstüne üstlük Türk futboluna da el atmış durumda. İşte bu korkutucu. Yaptığı bir açıklama var ki, akıllara zarar ! UEFA’nın şike soruşturmasına müdahale edip ceza verme ihtimali için “Gerekirse tüm kulüpler olarak Avrupa’ya gitmeyiz” diyor. Sen kimsin, ne olduğunu zannediyorsun da bu hakkı kendinde buluyorsun, hem Beşiktaş hem diğer kulüpler adına diye sormak isterim kendisine.

Bir sözüm de Beşiktaş taraftarına olacak… Yıldırım Demirören’in en çok eleştirildiği, tribünlerde “Yeter Yıldırım Demirören” seslerinin her maç yükseldiği dönem sonrası, yaptığı 2 transferle (Quaresma ve Guti) taraftarın gözünü boyamayı başaran bu başkan, tezahüratları “Yetmez Yıldırım Demirören” olarak değiştirmeyi başarmıştır. Bu kadar kolay mıydı eleştirileri bitirmek, kulüpteki kredisini arttırmak ?! Bilinçli Beşiktaş taraftarı, Demirören’in çok çok kötü bir yönetici olduğunu başından beri biliyor ve hala söylüyor, ama bir takım taraftarların yıldız aşkıyla gözleri boyanmıştı ve hatalarının yeni yeni farkına varmaya başladılar. Olan, yine Beşiktaş’a oluyor ne yazık ki. Şu bir gerçek ki, iyi yönetilmeyen kulüp başarıya ulaşamaz, asla !

Yazımı bitirirken son olarak Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun Manuel Fernandes’e vermiş olduğu cezadan bahsetmek istiyorum. Engin Baytar’ın rakibine kafa atıp direk kırmızı kart gördüğü pozisyon sonrası oyuncuya 2 maç ceza veren sayın (!) PFDK yöneticileri, çift sarı karttan kırmızı görüp hakeme sert itiraz eden Fernandes’e 2 maç ceza veriyor (2. maç Fenerbahçe derbisine denk geliyor hatırlatalım). Buna ek olarak, (her ne kadar bu tarz yorumlara girmek istemesem de) geçen maçta Beşiktaş’ın rakibi Kayserispor’lu oyuncuya çok net ikinci sarıdan kırmızıyı veremeyen M.Kamil Abitoğlu, Mersin İdman Yurdu maçında Simao’nun penaltısı artı kırmızı kartı veremeyen Kuddusi Müftüoğlu… İnceden inceden Beşiktaş’ı sindirmeye başlayan bir TFF göze çarpmakta. 109 yıllık Beşiktaş Kulübü’nün Başkanı olarak Yıldırım Demirören’in görevi, kulübünün haklarını savunmaktır ! Çok sevdiğim bir spor yorumcusu olan Güntekin Onay’ın (Demirören’in sahibi olduğu Vatan Gazetesi’nde yazar olmasına rağmen) az bile söylediği, cesurca eleştirisi ile sonlandırıyorum yazımı. Üslübum biraz sert olduysa hepinizden affola…


1 Şubat 2012 Çarşamba

Ersan İlyasova seneye nereye gidecek?




Nba'de ülkemizi Milwaukee Bucks forması altında temsil eden Ersan İlyasova'nın kontratı bu sene bitiyor. Bence Nba'in potansiyelini kullanamama açısından en yazık olan oyuncularından biri Ersan. Basketbolun hem hücum yönünde hem de savunma yönünde değerli meziyetleri olan, 2.08'lik uzun boyu ve güçlü sezgileriyle rebound dalında da ciddi bir potansiyel olan temsilcimiz; belki de kendine en uygun olmayan takımda yıllardır mücadele etmeye çalışıyor. Scott Skiles'ın ekibi Milwaukee Bucks takım oyunundan olabildiğince uzak, herkesin kendi halinde hücum etmeye çalıştığı şahsen hiç beğenmediğim bir ekip. Ancak yine de çok iyi bir profesyonel olan temsilcimiz mutsuzluğuna rağmen elinden geleni hiç bir zaman ardına koymadı. Keza ciddi bir skor potansiyeli olsa da takımın dümeninin Brandon Jennings gibi oyun kuruculuk meziyetlerinden yoksun bir gardda olması da benim için ayrı bir hoşnutsuzluk yaratıyor. Neyse, Ersan'ın kontratı bu sene bitiyor dedik. Peki Ersan önümüzdeki sezon için nasıl bir karar almayı düşünüyor.

Ersan'ın Milwaukee'den illallah ettiğini anlamak çok zor değil, keza Anadolu Efes'te sezon bitirmek ve bu yıl Nba'e dönmek istemediğini hepimiz biliyoruz. Efes'te oynanılan "takım oyunu" içinde çok fazla ön plana çıkmaya çalışmadan ne kadar ciddi katkı verdiğini de hatırlatmadan geçmeyeyim. Bu tarz etkenler Ersan'ın aklında önümüzdeki sene Avrupa'da oynama düşüncesini oluşturmuş. Son verdiği demeçlerde kendisine Avrupa'dan 5 takımdan bu sene için teklif aldığını ama Bucks'ın kendisini bırakmadığını anlatmış. Yalnız bu sene için neyse de (gerçi geçti artık) önümüzdeki sezonlarda Ersan'ın Nba'den ayrılacağını düşünmüyorum. Keza çaylak kontratının son senesinde şu an 2.5m dolar civarı bir maaş alıyor. Bu yaz tam serbest oyuncu olmasıyla beraber bir çok takımdan bu paranın en az iki katı civarlarında teklifler alabileceğini düşünüyorum. Keza kendisine uygun bir takımda çok ama çok ciddi bir çıkış yapıp şu anda olduğundan çok farklı bir yere ulaşabileceğini düşünüyorum.

Şuan için Ersan'ın verdiği net bir karar yok. Demin bahsettiğim açıklamada önümüzdeki sezon olacakları şimdiden düşünmek istemediğini ve sadece takımının başarısına konsantre olmak istediğini eklemiş. Ancak bana göre net bir şekilde belli olan şey temsilcimizin seneye Bucks forması giymeyecek olması. Yine bence Ersan kesinlikle Nba'de kalacaktır. Gönlümde yatan aslan ise, yaşlanmış kadrosuyla bir dönüşüme başlayan Boston Celtics. Olur mu, bence olur. Son olarak merak edildiyse diye Ersan bu sezon yaptığı istatistikleri de ekleyeyim; 21 dakika / 8.1 sayı / 7.1 rebound..