31 Aralık 2011 Cumartesi

Elveda 2011


2011 yılını geride bırakıp ve yepyeni bir yıla, 2012 yılına doğru yelken açtığımız şu günlerde, geçtiğimiz yılda sportif açıdan Türkiye ve dünyada ne gibi gelişmeler olmuş diye hatırlamak isteyenler için, buyurunuz çok genel hatlarıyla 2011’in sportif olayları :

FUTBOL :

-          2010-2011 sezonu Süper Lig’in şampiyonu Fenerbahçe oldu.

-          Şampiyonlar Ligi şampiyonu, finalde Manchester Utd’ı deviren İspanyol devi Barcelona olurken, UEFA Avrupa Ligi’ni Portekiz ekibi Porto kazandı.

-          Temmuz ayının başlarında başlayan Türk futbol tarihinin en kapsamlı şike soruşturmasında birçok isim gözaltına alındı ve tutuklandı. En başta Fenerbahçe olmak üzere bu soruşturma yüzünden birçok takım zor durumda kaldı. Soruşturmada ne mahkemenin ne de TFF’nin henüz bir karara varamaması sebebiyle Türk futbolundaki kaos ortamı devam etmekte ve bu kaos 2012 yılında da hissedilecek gibi görünüyor.

-          Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi’nden men edildi ve onun yerine Trabzonspor, Şampiyonlar Ligi vizesi almış oldu.
-          A Milli Futbol Takımı, EURO 2012 için oynadığı eleme maçlarında genel anlamda başarısız bir görüntü çizdi ve son olarak play-off maçında Hırvatlara elenerek şampiyonaya katılma hakkını kazanamadı. Bunun sonucunda Guus Hiddink ile yollar ayrıldı ve Abdullah Avcı’nın göreve gelişiyle milli takımlar yeni bir yapılanmaya girdi.

-          2011-2012 sezonu Spor Toto Süper Lig’in ilk yarısını Galatasaray lider kapatırken, Sarı-Kırmızılıları sırasıyla Fenerbahçe ve Beşiktaş takip etti.

BASKETBOL :

-          2010-2011 sezonu Beko Basketbol Ligi’ni finalde Galatasaray Cafe Crown’u geçen Fenerbahçe Ülker şampiyon olarak tamamladı.

-          Litvanya’da düzenlenen 2011 Avrupa Basketbol Şampiyonası’nda mutlu sona İspanya ulaştı. Milli Takımımız, ilk turda gruplardan çıkmasına rağmen ikinci turda elendi ve dereceye giremedi.
-          NBA’de 2010-2011 sezonu şampiyonu Dallas Mavericks oldu.

-     NBA yeni sezonda oyuncular birliği ile kulüp sahipleri, bir türlü anlaşmaya varamadılar ve lokavt kararı alındı. Lokavt süresince birçok NBA yıldızını Avrupa arenalarında izleme şansı bulduk fakat lokavt sona erdi ve lig normalden birkaç ay geç de olsa başlamış oldu.

TENİS :

-          Erkeklerde geçtiğimiz yılın şüphesiz en başarılı ismi, 1 numaralı seribaşı Sırp Novak Djokovic oldu. Gittikçe yükselen form grafiği ve Sırp raketin eksik noktalarını geliştirmesiyle beraber, yenilmesi oldukça güç bir oyuncu haline geldi.

-          Kadınlarda sezonun en başarılı 8 tenisçisini karşı karşıya getiren BNP Paribas turnuvasına bu yıl İstanbul ev sahipliği yaptı. Turnuvanın galibi, Wimbledon şampiyonu Petra Kvitova oldu.


Çok genel hatlarıyla da olsa geçtiğimiz yıla şöyle bir bakış atmış olduk böylece. Yeni yılda tüm Müzmin Sakat okurlarına sağlık ve mutluluklar dilerken, umarız ki ülke olarak sportif açıdan başarılı bir yıl geçiririz 2012 boyunca.

27 Aralık 2011 Salı

Nba'de ilk 2 gün geride kaldı! Öne çıkan takımlar, oyuncular..



Çok özlemişiz. Kesinlikle çok özlemişiz. Sadece biz de değil Amerikalılar da çok özlemiş olacak ki, açılış günü reytingleri önceki yılları 3'e katlamış. Ayın 8'ine kadar League Pass'in ücretsiz olduğunu hatırlatayım ama bağımlılık yaptığını da belirtmeden geçmeyeyim. League Pass sayesinde istisnasız bütün maçları online olarak hd kalitesinde izleyebiliyoruz. Ancak kotalı interneti olanlar dikkat etsin sonucu biraz acıklı olabilir. Neyse bu iki kısa günde Nba'de olabildiğince fazla takımı dönerekten izlemeye çalıştım ve gözüme çarpanlar bazı net şeyler oldu. Bu benim ilgimi çeken noktaları paylaşmak istiyorum.

/ Takımlar /

New York Knicks: Şüphesiz ki muazzam bir iştah ile girdiler sezona. Madison Square Garden'daki atmosfer Nba bazında benzersizdi. Bu iştah ile başladıkları maçta Boston karşısında 20 sayı öne geçmelerine rağmen, berbat bir 3. çeyrek oynayarak geriye düştüler. Bu noktada Carmelo Anthony çılgın bir performans ortaya koydu ve maçı 2 sayıyla Knicks'e getirdi. 2 sayı olmasını tabi ki iddaa'mı yatırmak istemelerine bağlıyorum o başka. Knicks'te göze çarpmayı bırakın şiş sokan bir şey var ki, o da oyun kurma eksikliği. Toney Douglas ve Iman Shumpert (enteresan) oyun kuruculuktan son derece bihaber durumdalar ve 30'ar şut kullanmak istiyorlar. Bir an önce Baron Davis'e kavuşmaları lazım diyorum.


Los Angeles Lakers: Sezona iki gün üst üste mağlubiyet alarak başladı Lakers. Kobe'nin kişisel olarak çok iyi oynamasına rağmen takımın oldukça zayıf kaldığını gördük. Pek tabii bu durumda Bynum'un cezasının da etkisi büyük. Zaten Odom'un kaybı takımı kötü etkileyecek de bir de Bynum olmayınca işler iyice zorlaşmış.

Indiana Pacers: Evinde Detroit Pistons ile karşılaşan doğunun yükselen yıldızı iyi bir performans ile kolay rakibine 12 sayı fark attı. Sağlam ve diri bir görüntü çizdiler ve ileriye dönük umut verdiler. Önemli parçalarının hemen hepsi kendine biçilen rolü gayet güzel oynadılar.

Portland Trailblazers: Evinde Philedelphia 76'ers ile karşılaştılar ve bu zor maçtan 106-102 galip gelmesini bildiler. Lamarcus Aldridge, Gerald Wallace ve Felton'ın performansları ile Marcus Camby'nin 6! asist yapmış olması enteresan.


Dallas Mavericks: Son şampiyon iki maçında tam anlamıyla fiyasko oldu. Önce Miami'den sonra da Denver Nuggets'tan fark yiyen ihtiyar heyeti kötü bir görüntü çizdi. Tyson Chandler'ın gidişi savunmayı çok ciddi etkilemiş.

Miami Heat: Lige muazzam başlamış bir diğer takım. Zaten şampiyonluğun bana göre en büyük adayı olan Miami de inanılmaz bir iştahla oynadı Dallas'a karşı. Son çeyreğe kadar topa baskı yaparak Dallas'ı adeta şoke ettiler, bu sırada da hücumda adeta parçaladılar.

/ Oyuncular /

Rajon Rondo: 31 sayı 13 asist 5 top çalma. Yok artık. Orta mesafeden de şutunu geliştirmiş ve gerçekten durdurulamaz bir performans sergiledi. Zaten son derece delici ve savunmada her an top çalabilecek bir gard olduğunu biliyorduk da şut da mı atacak artık? Peki bakalım.

Carmelo Anthony: 37 sayı 8 rebound 3 asist. Bu seneye iyi hazırlandığı ve bir yerlere ulaşmak istediği belli.

Hidayet Türkoğlu: Hido özlediğimiz ve kendisinden arzuladığımız bir oyun ile Houston Rockets'a karşı adeta maçı alan isim oldu. Günün kahramanı olan temsilcimiz 23 sayı 6 rebound 4 asist izletti bize. Yürüyedur Hido!


Deandre Jordan: 8 blok mu? Yuh be kardeşim!

Roy Hibbert: Indiana'nın genç pivotu sezona çok iyi başladı. Gayet hevesli ve oyuna konsantre olmuş bir görüntü çizdi. 16 sayı 14 rebound 3 blokluk istatistikleri de bunu kanıtlıyor bence. Hibbert'in bu seneki performansı Indiana'nın başarısıyla doğru orantılı olacak.

Lebron ve Wade: Çılgın çocuklardan yine çılgın performanslar izledik. Hele de karşılarına Carter gibi bir savunmacı çıkınca adeta at koşturdular sahada. İkilinin toplam üretimleri 63 sayı, 12 asist ve 18 rebound. Maşşallah.

Boris Diaw: Bu sene yokluktan mı desem tuhaflıktan mı desem pivot oynamak durumunda kalan fransız oyuncu istatistik kağıdını garip bir şekilde doldurdu. 9 Asist! 9 sayı ve 11 rebound.

Chris Bosh ve Carlos Boozer: Nba'in önde gelen 4 numaralarından iki tanesi. Geçtiğimiz sezon ikisi de beklentilerin altında kaldı ve bu sene daha çok şey bekleniyor. Ancak ilk maçlarda pek seviye yükseltmiş gibi görünmediler.


Mehmet Okur ve Ersan İlyasova: Yapma Mehmet yahu. 20 dakika süre alıp bu kadar kötü durumda olan New Jersey forması altında 0 sayı atmamalısın. Kontrat senesinde olan Memo'dan beklentimiz çok daha büyük. Ersan ise ilk 5 çıktığı maçta 9 rebound alarak somut bir şeyler vermiş olsa da attığı 2 sayı ne yazık ki üzücü. O da kontratının son senesinde ve daha fazla bir şeyler vermesi şart.

Ricky Rubio: Genç oyuncu ilk kez çıktığı Nba maçında büyük bir sevgi gösterisiyle karşılaştı. Tribünler şimdiden genç ispanyolu çok sevmiş. Rubio da attığı akıl dolu "bounce" paslarla onları coşturmasını bildi. İlk maçında 6 asist kaydederek bence kendisinden beklenileni de karşılamış oldu.

Özgür Çek ve Uğur Uçar yuvalarına dönüyor gibi



Biri 24 yaşında diğeri 20 yaşında iki genç oyuncu. Biri Fenerbahçe altyapısından çıkmış, diğeri Galatasaray altyapısından. Kaderleri Ankaragücü’nde birleştikten sonra, başkent ekibimizin köklü ekibimizin büyük ekonomik kriziyle beraber kontratlarını feshettiler. Şimdiki görüntü ise Özgür Çek’in Fenerbahçe’ye, Uğur Uçar’ın ise Galatasaray’a döneceğine işaret ediyor. Ben bu tarz alt yapısından yetiştiği kulübe aradan zaman geçtikten sonra yapılan geri dönüşlere her zaman sıcak bakıyorum. Hem futbolcu açısından hem de kulüp açısından genellikle güzel birleşmeler oluyor bunlar.

Uğur Uçar benim adına en çok üzüldüğüm oyuncuların başında geliyor. Hiçbir zaman Gökhan Gönül veya Eboue tarzı sürekli gidip gelen bir sağ bek olmadı. Çünkü ciddi bir yavaşlık dezavantajı vardı. Ancak Uğur Uçar’ın mükemmele yakın bir orta açabilme kabiliyeti var. Çoğu bek oyuncusunda gördüğümüz “sallama” ortaları Uğur’da görmezdik yani. Hatta şöyle söyleyeyim, diz kapağından yaşadığı o vahim sakatlığa kadar hatırladığım kadarıyla ligde asist krallığında başlarda gidiyordu. Ne yazık ki de o büyük sakatlıktan sonra bir daha eski form düzeyine kavuşamadı ve kariyeri düşüşe geçti. Peki şimdi gerçekleşmesi muhtemel olan Uğur – Galatasaray birleşmesi nasıl olur? Güzel olur. Neden? Çünkü Galatasaray Eboue’nin yokluğu sırasında oraya rotasyonda kullanabileceği bir oyuncu arıyor. Uğur da Ankaragücü’nden ayrılmasının ardından eminim ki ilk olarak Galatasaray’a dönmek istemiştir. Her ne kadar devamlı forma giymesi çok çok zor da olsa Uğur artık bunu sorun etmeyecektir bence. Göreve başlayan oyuncu performans uzmanı Scott Piri’nin özel programlarıyla belki de beklenmedik bir atılım yapabilir genç oyuncu.

Özgür Çek ise 4 büyüklerin hepsinin isteyeceği yetenek ve potansiyel vadeden hem sol bek hem de orta sahanın solunda oynayabilecek bir delikanlı. Tekniği gayet yerinde ve ofansif yetenekleri ile ön plana çıkıyor. Hangi takım kaparsa kapsın bence yerinde bir hamle yapacaktı ki, transferinde en güçlü aday olan Fenerbahçe daha atik davrandı. Sol bekte kullanabileceği Caner ve Ziegler varken o bölgeye genç bir oyuncuyu daha dahil ederek rotasyonunu iyice genişletecek Fenerbahçe. Yalnız Caner ve Özgür’ün benzer oyuncular olduğunu düşünüyorum. İkisi de işin savunma yönünde zaafları olan ve hücum yapmayı daha çok seven oyuncular.

26 Aralık 2011 Pazartesi

Bir Muhammed Demirci beklentisi !



Muhammed Demirci : Türk futbolunun gelecekteki Ronaldinho’su olarak gösterilen genç yetenek… Peki kimdir Muhammed ? Kendisi de bir Ronaldinho hayranı olan, 1995 doğumlu, forvet arkası oyun kurucu mevkiinde oynayan bu genç oyuncuyu çoğumuz, henüz 11 yaşındayken Beşiktaş küçük takımıyla oynadığı bir maçın televizyon programlarında yayınlanmasıyla tanıdık.

O zamanlar bu çocuk, gündeme tam anlamıyla bomba gibi düşmüştü. Bizler de ümitlenmiştik, sonunda Avrupa futboluna damga vuracak bir Türk yetenek geliyor diye. Hatta zamanında, dünya devi birçok kulübün takibi altına girmiş, hatta Barcelona, Muhammed’i denemişti. Fakat Katalan ekibinin Muhammed’i tek başına çağırması, ailesinin Muhammed’le İspanya’ya gitmesine onay vermemesi, muhtemel transferi yatırdı ve Muhammed Beşiktaş’ta kaldı.

Peki nasıl da oldu bu genç oyuncu bu denli büyük kulüplerin radarına girebildi ? 11 yaşında bile izlediğimiz Muhammed, inanılmaz bir oyun görüşü olan, top tekniği yüksek ve yaşıtlarına göre oldukça kısa boylu, bizlere Lionel Messi’yi andıran bir oyuncuydu. O zamandan bu zamana 6 yıl geçti, Muhammed gelişimine gözlerden uzak devam etti.

Şimdi ise Beşiktaş A2 takımında oynamakta. Fiziksel olarak eski haline göre biraz daha uzun ve kuvvetli olsa da A takım seviyesinde yeterli mi ? Antrenörlerinin söylediğine göre henüz hayır. Gönül ister ki yıllardır, özellikle Beşiktaşlı taraftarların, merakla beklediği Muhammed’i artık A takımda izleyelim. Bu kadar küçük yaşta basının önüne atılan, övgüler yağdırılan, üzerinde baskı oluşan bir futbolcunun, azimle çalışmalarına devam etmesi çok önemli. Ben Muhammed’de bu karakterin olduğuna kesinlikle inanıyorum. Fakat şunu unutmamalı ki günümüz futbolu artık eskisine göre daha çok fizik güç üzerine kurulu, sadece teknik kapasite hiç mi hiç yeterli olmuyor.

Wayne Rooney henüz 17 yaşındayken kulübü Everton’da düzenli olarak oynuyordu ve İngiltere Milli Takım formasını giymeye başlamıştı. Muhammed de önümüzdeki ay 17 yaşına basacak. Artık ondan beklenen, fizik gücünü ve futbolunu bir üst kademeye taşıyıp kendinden beklenen patlamayı yaparak A takıma yükselmesi olacaktır. Kendisinde bu futbol yeteneği fazlasıyla var.

Daha önceki yazılarımızda da bahsetmiştik, Beşiktaş’ın bir diğer genç yeteneği Necip Uysal hakkında. Necip, fizik olarak diri ve güçlü fakat teknik olarak eksikleri olan bir oyuncu. Muhammed Demirci ise tam tersi, teknik kapasitesi çok yüksek fakat henüz istenilen fizik güce sahip değil. Bu 2 genç Kartal, eğer eksik yönlerini önümüzdeki yıllarda kapatırlarsa Türk futbolu çok önemli, belki de Avrupa’ya damga vuracak 2 oyuncu kazanacak.

Yazımı sonlandırırken tek temennim ise, Beşiktaş’ta Muhammed’in iyi bir altyapı eğitimi almış olması, en yakın zamanda yeterli fizik güce kavuşması ve gelecekte “Muhammed’i küçükken keşke Barcelona altyapısına yollasaydık” dememek…

25 Aralık 2011 Pazar

Doğu'da "Dikkat Pacers çıkabilir!"



Geçtiğimiz sezonun yarılarında kovulan eski kafa koç Jim O’Brian’ın ardından göreve gelen Frank Vogel belki de çoğu kişinin beklemediği şekilde başarılı oldu. Bu başarı da 2005/2006 yılından beri ilk defa Indiana Pacers’ı playofflara taşımak oldu. Bu başarıyı oluşturan temel neden de Vogel’in genç oyuncular üzerindeki pozitif etkisi diyebiliriz. Keza Jim O’Brian’ın katı koçluk anlayışı Hibbert gibi Hansbrough gibi oyuncuları kötü etkiliyordu. Vogel’ın gelişiyle beraber takımda bir sinerji oluştuğunu rahatlıkla görebiliyoruz. Kimi oyuncuların performansı da (demin bahsettiklerim başta) gözle görülür bir biçimde yükseldi. Bu sezon Indiana’nın hedefi net olarak playoff. Geçtiğimiz sezon yükseltilen çıtanın ardından bu sezon da bu hedefe koşabileceklerini düşünüyorum.

Bu sene biraz daha esnek yapıda bir kadroya sahip Pacers. Muhtemelen ilk 5 leri Darren Collison, Paul George, Danny Granger, David West ve Roy Hibbert şeklinde oluşacaktır. Öne çıkan yedekler ise George Hill, Tyler Hansbrough ve D. Jones. Yani bu sezonki rotasyonun bu 8 oyuncu üzerinden gitmesi çok muhtemel. Bu oyuncuların demin bahsettiğim esneklikte olması da Vogel’ın maç içi ve rakibe göre yapacağı hamlelerde elini çok rahatlatacak. Paul George ve Danny Granger bu esneklikte başrol oynayan oyuncular olacak. Ancak takımı bir seviye daha yukarı taşıyabilecek oyuncunun David West olduğunu düşünüyorum. Yaşadığı sakatlıklar son yıllarda form grafiğine olumsuz yansımalar yapsa da kalitesi belli bir oyuncu. Sağlıklı ve formda bir David West’in çok ciddi katkı verebileceğini ve istatistik kağıdını 18/8 gibi verilerle doldurabileceğini düşünüyorum. David West demişken Hibbert’e de kısaca değineyim. Kendisinin çok sağlam bir yaz programıyla yeni sezona hazırlandığı söyleniyor. Eğer ki bu doğruysa ve daha da önemlisi kendisi biraz olgunlaşabilirse, önümüze ciddi bir all-star adayı (sayı/rebound/blok) çıkmış olur. Çünkü geçtiğimiz sezonlardaki 3 dakikada 2 faul yapıp kenara gelen Hibbert’ın artık kendisini geliştirmesi gerekiyor. Tahminimce o da bunun farkındadır.

Indiana’da performansını merakla beklediğim oyuncu kesinlikle 2011 yılının çaylaklarından Paul George. Frank Vogel’in takıma gelmesinden en olumlu etkilenen isimlerden biri de o oldu. Enteresan olan geçen seneden beri 4-5 santimetre boyu uzamış George’un. 2.03 ‘lük boyu 97.5 kilosuyla bölgesine göre muazzam bir fizik avantajına sahip genç oyuncu. İstikrarlı bir dış şuta sahip olmasının yanında ligin en iyi dış adam savunmacılarından biri olarak da öne çıkacak bu sene. Top çalma istatistiği sıralamasında Chris Paul, Rajon Rondo gibi isimlerden sonra ilk 5’in önemli adaylarından diye düşünüyorum. Ki aynı zamanda yine muazzam fizik avantajı nedeniyle reboundlarda da etkisini hissettirmesini bekliyorum. Hem Vogel’in hem de Larry Bird’ün özellikle üzerinde durduğu genç oyuncunun ilk 5 çıkması çok muhtemel. Bu olası dakika artışıyla beraber yukarıda saydığım özellikler bir araya gelince bana göre “en çok gelişen oyuncu” ödülünün sezon başlamadan önceki büyük adaylarından. Fantasy takımları için de geç tur seçimlerinde değerlendirilmeli.

Indiana’da yedekten gelecek olan George Hill’in sunacakları da takımın performansıyla doğru orantılı olacak. Benim şahsen çok beğendiğim ve San Antonio’nun bırakmasını hiç anlayamadığım bir gard. Bu sene çok önemli bir görevi olacak Hill’in. Kah ilk 5 çıkacak kah yedekten gelecektir ama oynadığı dakikalarda skora tesir etmesi şart. Çünkü Indiana’nın benim gözüme çarpan en ciddi problemi bu. Yedekten gelip skoru değiştirecek pek bir oyuncusu yok. Tyler Hansbrough müthiş mücadeleci ve direkt olarak katkı verecek bir adam ancak yedekten gelip skor yükünü kaldırabilir mi ondan emin değilim. O da kendi oyununda bu atılımı yapar ve ofansif oyununu geliştirirse hem İndiana hem Psycho-T adına önemli bir silah olur.

Indiana’nın doğuda playoff yapamama ihtimalini çok düşük görüyorum. Orlando ve Boston gibi devlerin ne yapabileceği belli olmayan yerde Indiana ve Philedelphia gibi genç + dinamik takımların öne plana çıkması çok muhtemel. Nba’in başlamasına 7.5 saat kaldı, eh hadi artık diyor ve yazıyı bitiriyorum.

24 Aralık 2011 Cumartesi

Bizler Lokavt neslinin çaylaklarıyız!



Derrick Williams, Kyrie Irving, Kemba Walker, Enes Kanter ve Ricky Rubio ve diğerleri…. Nba’in başlamasına saatler kala bu senenin çaylak oyuncularını size hatırlatmak istedim. Her zaman olduğu gibi bu sezon da bu genç oyuncular Nba’e yeni tatlar ve heyecanlar katacaklar. Kimisi bu mücadeleye daha hazır durumda iken kimisinin başlarda sıkıntı yaşaması çok muhtemel. Yukarıda saydığım 5 isim, en azından benim daha çok dikkatle izleyeceğim isimler. Kısaca size de tanıtmak istedim.

2011 draftının 1 numarası Kyrie Irving ile başlayalım. 19 yaşındaki genç oyuncu ile ilgili en büyük soru işareti Nba temposuna ve mücadelesine hazır olup olmadığı yönünde. Keza Kyrie Irving draft edilmesinden önce Duke formasıyla sadece 10 maça çıkmış. Ancak kaliteli bir oyuncu olduğu kesin. Sezon öncesi maçlarında da bize enteresan performanslar izleteceğinin sinyallerini verdi. Dış şutu kötü de olsa Detroit ile yaptıkları maçta 15 serbest atış kullanıp 13’ünde isabet bulması oyunuyla ilgili ipuçları almaması kolaylaştırıyor. Cleveland’da olması bana kalırsa onun için bir şans. Çünkü amiyane tabirle saha içinde at koşturacaktır ve yapabileceği her şeyi bize gösterecektir. Yılın Çaylağı ödülünün en büyük adayı.

Derrick Williams.. 2011 draftında 2. Sıradan seçilen genç oyuncu için 3.5 numara tanımını yapabiliriz. Minnesota tarafından seçilen Derrick Williams için çoğu platformda çaylakların içinde Nba’e en hazır durumdaki oyuncu deniliyor. İç oyuna yatkınlığı ile bir 4 numara kıvamında ama “undersize” (fiziksel olarak bölgesindeki oyunculara karşı zayıf) kalmasından ve atik bir oyuncu olmasından dolayı 3 numaraya da kayıyor. Bu açıdan Minnesota’da olması onun için bir dezavantaj diyebiliriz. Keza tam da onun gibi bir 3.5 numara olan Michael Beasley varken işi biraz zor. 4 numarada ise zaten yeri garanti olan bir başka genç yıldız Kevin Love var. Yani kendisini ciddi bir forma mücadelesi bekliyor. Yine de bir şekilde en azından 20-24 dakika civarında zaman alacağını tahmin ediyorum.

Kemba Walker da bu senenin öne çıkan bir başka kısa oyuncusu. 3 senelik kolej kariyerinin olması tecrübe bakımından kendisini Kyrie Irving’e kıyasla bir adım öne atıyor. Bu kolej kariyerinin istatistiklerine bakacak olursak her geçen sene kendisini ciddi bir şekilde geliştirdiğini görebiliyoruz. Son senesinde de 23.5 sayı 5.5 rebound 4.5 asist ortalamış arkadaşımız. Şimdi de nerdeyse her şeyi sıfırlamış ve yeni bir kimlik arayan Bobcats’in dümenine geçecek. Çaylaklar arasında sayı kralı olması çok muhtemel gözüküyor.



Ve bizi en yakından ilgilendiren temsilcimiz Enes Kanter. Amerikan medyasında şu an için çaylaklar sıralaması içinde yukarılarda yer almıyor. Bunun da en büyük sebebi ne yazık ki son iki sezonu üst düzey basketboldan yoksun geçirmiş olması. Yine de bizim milli takımda izlediğimiz Enes ofansif fundamentali ve rebound gücüyle Nba’de rahatlıkla yer alabilecek bir oyuncu. Tamam belki bir süre için sıkıntı yaşayabilir ama bu ligde iyi bir yeri olacağının göstergesini izletecektir bizlere. Hem en büyük avantajı hem de dezavantajı Mehmet Okur ile aynı takımda oynayacak olmasıydı. Şimdi Mehmet’in ayrılmasıyla beraber daha fazla süre alacaktır ama önemli bir akıl hocasını da yitirmiş oldu. Bakalım Enes Utah’daki zorlu forma mücadelesinden dişiyle tırnağıyla kazıyarak sıyrılabilecek mi?

Son olarak da Ricky Rubio. Geçen hafta kendisiyle ilgili uzun ve detaylı bir yazı yazdığım için çok uzatmayacağım ama kısa bir şeyler daha yazayım. Pas yeteneği, hızı, güçlü oyun kuruculuk sezileri ve saha görüşüyle kendisi tam bir “saf 1 numara”. Ancak fazlasıyla çalışması gerekli. Çünkü şut tehdidi kenarda bekleyen maskottan fazla değil. Bu da onu Nba düzeyinde savunmacılara karşı zorlayacak. Bir adım geriden savunarak Rubio’nun hız avantajı pek rahat nötrlenebilir. Böyle durumlardan kurulmak için en azından orta mesafeden istikrarlı bir şutu olmalı Rubio’nun. Rick Adelman’ın Minnesota’sının kendisine uygun bir takım olduğunu düşünüyorum. Çaylaklar arasında asist kralı olması çok muhtemel. İspanyolların gözü de muhtemelen en çok Rubio’da olacaktır.

Galatasaray’da transfer ihtimalleri bölüm 1 (Olcan Adın, Alper Potuk)



Dört büyükler arasında devre arasında transfer yapması neredeyse kesin olan iki takım var; Galatasaray ve Fenerbahçe. Diğer takımların da yapıp yapmaması gerektiği değerlendireceğiz ancak ilk olarak bu takımlardan Galatasaray ile başlıyoruz. Yazının fazla uzun ve baştan savma olmaması için parçalar halinde değerlendirme yapıyorum. İlk yazıda Olcan ve Alper ile başlangıç yapıyoruz.

Galatasaray’ın bu dönemdeki transfer politikasının Türk oyuncular temelinde olacağı defalarca söylendi. Bence de son derece mantıklı bir strateji. Çünkü elinde bulundurduğu yabancılardan hemen hemen tam verim alan Galatasaray’ın direkt olarak oynayabilecek 1-2 yerli oyuncuyu transfer etmesi elini çok rahatlatacaktır. Olcan Adın’ı en başa yazmamın nedeni, transfer ihtimalini çok yüksek görüyor olmam. En büyük problemi kanatlarının işlememesi olan Galatasaray için iyi bir hamle olacağını düşünüyorum. Nitekim Olcan’ın da bu transferi çok istiyor olması gerçekleşme ihtimalini yükseltiyor. Peki Olcan Galatasaray’a ne katabilir?

Geçtiğimiz sezon yaptığı büyük atılımla beraber futbolunu 1-2 kademe yukarı taşıdı 26 yaşındaki oyuncu. Galatasaray’a direkt olarak etki edeceği ilk konu kanattan top sürebilmek olacaktır. Şu sıralar Emre Çolak’ın verdiği en önemli katkı orta saha presi. Fatih Terim’in kanat oyuncularından olmazsa olmaz istediği şeylerden biri bu. Olcan bunu yapabilmekle beraber Emre’nin yapamadığı topu alıp 20-30 metre kat edebilme özelliğini de masaya getirebilir. Bu çok önemli katkının yanında Olcan bir değerli özelliğe daha sahip. Bu ikinci özelliği de demin bahsettiğim geçtiğimiz sezon yaptığı atılım sırasında kazandı. Skor yapabilen bir kanat oyuncusu olmak. Emre Çolak ve Kazım’ın eksik kaldığı bir başka dal yani. Bu bahsettiğim skorerliğin en önemlisi verisi geçtiğimiz sezon kaydedilen 12 gol. Kazım’ın Türkiye kariyerinde Süper Lig’de toplam 10 gol attığını hatırlatmakta fayda olduğunu düşünüyorum.

Olcan’ın maliyeti ise 2 veya 3 milyon Euro + Aydın Yılmaz ve ya Serkan Kurtuluş civarında olacak. Olcan gibi vasıflı bir kanat oyuncusu için 2-3 milyon euronun pahalı olduğunu düşünmüyorum. Aksine çok uygun bir fiyat bana göre. Bu fiyatın oluşmasında Gaziantep’in mali olarak zorluk çekmesinin ve sıcak paraya ihtiyaç duyduğunun rol oynadığını düşünüyorum. Bu çerçevelerden bakınca üç taraf için de iyi bir anlaşma gibi gözüküyor. Tabi ki Gaziantep’in en önemli oyuncularından birini 3 milyon Euro civarına kaybetmesi, kendi açılarından cazip gözükmüyor ama demin bahsettiğim mali durumları özelinde kabul edilebilir.

Gelelim Alper Potuk’a. Fatih Terim’in tabir ettiği “genç, yetenekli ve başarıya aç Türk oyuncu” kavramına bire bir uyan bir adam. 20 yaşında olmasına rağmen bu sene Eskişehir’de 17 lig maçında forma giyerek ve iyi performanslar sergileyerek herkesin ilgisini çekmeyi başardı genç oyuncu. Bu durumun doğal sonucu olarak da ligin kodamanlarını peşine düşürmüş durumda. Alper gittiği takımın orta sahasını rahatlatacak ve takım geneline direkt katkı verebilecek bir genç.

Alper için en ciddi adaylar Galatasaray ve Fenerbahçe gibi gözüküyor. Bir ay önce Galatasaray favoriyken şuan için Fenerbahçe belki biraz daha öne çıkmış durumda. Bu yarışın galibi kim olur bilemiyorum ama iki takım için de önemli bir yatırım olacaktır. Yalnız bu transferin gerçekleşmesi iki takım için de çok kolay gözükmüyor. Her ne kadar Alper transfere sıcak bakacak olsa da, Eskişehirspor’un Alper’i ucuza bırakması imkansız. Skibbe yönetiminde çok başarılı bir ilk yarı geçiren Eskişehirspor’un genç oyuncu için 8-10 milyon Euro civarı para istediği söyleniyor. Ne kadar çok değerli bir yatırım olacak olsa da bence çok fazla bir miktar. Keza Eskişehirspor’u tok satıcıyı oynamasından dolayı da kimse suçlayamaz. Çünkü playoff hedefiyle oynayan bir takım böyle önemli bir oyuncusunu kaybetmek istemez.

Kısacası Alper'in de Olcan'ın da iyi transferler olacağına hemen hemen eminim. Ancak Olcan transferinin gerçekleşme ihtimalini çok yüksek görsem de Alper Potuk transferi ile ilgili fazla umutlu değilim. Bunun temel nedeni de genç oyuncunun yüksek maliyeti.

23 Aralık 2011 Cuma

Hanimiş Mehmet Okur?



Dün gece Nba'de beklenmedik bir gelişme oldu ve Mehmet Okur 2004'ten beri formasını giydiği Utah Jazz'den New Jersey'e transfer oldu. Transfer demek takas demekten daha doğru çünkü Utah Memo karşılığında pek de bir şey almadı. Mehmet'in karşılığı 2015 yılının 2. tur draft hakkı değil tabi ki. Ancak son yıllarda çok sık olarak sakatlıklarla boğuşmasının diğer takımları korkutmuş olması da gayet normal. Her ne kadar bu sene Telekom'da izlediğimiz kadarıyla gayet sağlıklı ve fit bir görüntü çizse de, insanın geçmişi sırtında kambur yaratabiliyor işte. Neyse biz takasın üç aktörünün bu işten nasıl etkileneceğine bakalım.

Önce Mehmet Okur diyelim. Kendisi bu durumdan oldukça mutsuz. Keza böyle olması da normal, çünkü 7 senedir Utah forması giyen Mehmet'in takımdan ayrılmak gibi bir düşüncesi hiç yoktu. Tam sezon başlarken bir anda böyle bir takasın olması kendisini kısa vadeli olumsuz etkileyebilir ama uzun vadeli olarak iyi bir gelişme olduğunu düşünüyorum. Çünkü Utah'da mücadele edeceği pota altı kalabalığının 3'te 1'i yok şimdi. Ayrıca 5 sene beraber oynadığı Deron Williams'ın yanına gelmesi de bir avantaj. Brook Lopez'in sakatlanmasının ardından can havliyle sarıldığı Mehmet Okur'a 30 dakika civarında süre vermesini bekliyorum New Jersey'nin. Umarım bir daha sakatlıkla cebelleşmez de kontrat sezonunda güzel bir performans ortaya koyar Memo. Keza Nets gibi hemen hemen hiç bir iddiası olmayan bir takımda rahat rahat oyununu oynayabilir. Yanında Kris Humphries gibi iyi bir rebound'cu varken oyunun hücum yönüne konsantre olması daha olumlu olabilir. Arzum 20 sayı 8 reboundluk bir ortalamayı istatistik kağıdına yazdırması yönünde.

Şimdi de New Jersey cephesi. Brook Lopez'in sakatlanmasının ardından bir pivotu takıma katmak kaçınılmazdı. Zira yeterince kötü olan kadrosunun bir de böyle bir darbe alması, her şeyden önce Deron Williams'a büyük günah olurdu. (Aslında oluyor zaten de her neyse). Bu anlamda uzun kalabalığı yaşayan Utah'dan fazla bir şey vermeden Mehmet'i almak mantıklı bir hamle gibi duruyor. Kısıtlı bir hücum oyuncusu diyebileceğimiz Kris H.'nin yanına ofansif yönü daha ağır bir oyuncu olması da olumlu. Mehmet'in klontratının son senesinde olması da New Jersey adına bir avantaj. Çünkü bir hayal kırıklığı durumunda en kötü ihtimalle sezon sonu 10 milyon dolar değerinde bir kontratın yükünden kurtulacaklar. İyi bir karşılık alırlarsa da sezon sonu daha düşük bir miktara (muhtemelen) kadrolarında tutarlar Mehmet'i.

Son cephe de Utah Jazz cephesi. Onların (en az) bir uzun oyuncularını elden çıkartmaları gerekiyordu zaten. Al Jefferson, Millsap, Mehmet, Derrick Favors ve Enes Kanter gibi olmaması gereken bir uzun ordusu resmen. Elinizde de D.Favors ve Enes gibi iki tane genç ve potansiyelli oyuncunuz varsa veteranları gözden çıkartmak mantıklı bir tercih denebilir. Hatta Millsap ve ya Al Jefferson'dan birinden daha feragat edip takasla daha güçsüz oldukları bir bölgeye (2 numara!) ekleme yapabilirler. Bu paragrafın içinde Enes'in Mehmet ile beraber oynayamamış olmasının kendisi için dezavantaj olduğunu da ekleyeyim. Mehmet gibi tecrübeli bir akıl hocasıyla beraber oynamak ve çalışmak kendisine önemli şeyler katabilirdi.

22 Aralık 2011 Perşembe

İki farklı Beşiktaş



Spor Toto Süper Lig’in ilk yarısının kapanış maçında Beşiktaş, evinde Karabükspor’u 1-0 mağlup ederek devreye girerken ligde 3.lük koltuğunu korumuş oldu.

Başlıkta da bahsettiğim gibi, siyahla beyaz kadar zıt 2 farklı Beşiktaş izledik bugün. İlk devrede, Manuel Fernandes’in maestroluğu eşliğinde oyunu rakip yarı alana yıkan, bol pas yapan, yüksek tempolu ve istekli bir Beşiktaş vardı. Bu sayede o kadar çok gol pozisyonuna girdi ki Siyah-Beyazlılar ilk yarı boyunca, tüm maç boyunca gireceği pozisyonun kredisini ilk yarıda tüketmiş oldu !! Şaka bir yana, ikinci yarıda daha düşük tempoda oynayan, biraz 1-0lık skoru korumaya yönelik bir takım izledik. Bu da maçın seyir zevkini Beşiktaş açısından düşürdü diyebiliriz.

Karabükspor, bence bu yılın vasat ekiplerinden biri. Fakat ne kadar vasat olurlarsa olsunlar, bence bugün (özellikle ilk yarıda) Bülent Korkmaz’ın maç sonu açıklamalarında değindiği gibi çok cesaretsiz oynadılar. İkinci yarıda Bülent Hoca’nın oyuna müdaheleleri nitekim bu durumu biraz değiştirmiş olsa da, Beşiktaş’tan puan alacak kadar yeterli hiç değildi.

Maçın en sürpriz performansı ise Beşiktaşlı Ekrem Dağ’dan geldi. İlk yarıda tam anlamıyla Ekrem Dağ - Orkun Uşak mücadelesi izledik birçok pozisyonda. Sürpriz koşularıyla kendini sık sık unutturan Ekrem, ilk yarıda 4 net gol pozisyonuna girse de çabası ve mücadelesinin karşılığını gol ile almayı başaramadı. Ek olarak Hugo Almeida’nın haftalar süren gol orucunu sonunda bozması, kendisine moral-motivasyon açısından bir “Oh” dedirtti adeta.

Bu sonuçla beraber sıkışık fikstürde maç manyağı olan Beşiktaş, devre arasına girdi ve futbolcular azıcık da olsa dinlenme fırsatı bulacaklar (en azından 3 gün sonra yeni bir maç yapmayacakları kesin).

Yazımı bitirmeden ise son bir şeye değinmek istiyorum: Necip Uysal’ın son dakikalarda direkten dönen topu keşke gol olsaydı demeden edemedim. Neden mi ? Necip, hep biraz daha ofansif oynaması, uzaktan şutlarını geliştirmesi istenen bir genç oyuncu. Bugün sonunda Necip’ten beklediğimiz harika bir şut geldi. O top gol olsaydı Necip belki daha sık deneyecekti bunları. Ama bu maçta olmaz bir sonrakinde olur Necip, kendini geliştirmeye devam !

Fenerbahçe, son düzlükte tekledi



Fenerbahçe, Süper Lig’in devre arası öncesi oynadığı son maçta deplasmanda Medical Park Antalyaspor ile 0-0 berabere kalarak devreye puan kaybıyla girmiş oldu.

Maç öncesi tahminim, bu sezon büyük takımlar için zorlu bir deplasman haline gelen Antalya deplasmanında Fenerbahçe’nin puan kaybedebileceği yönündeydi, keza yanılmadım. Fenerbahçe, son yıllarda çok gol atmasına alıştığımız bir takımdı. Fakat bu sezon son yılların en düşük gol ortalamasıyla oynuyor Sarı-Lacivertliler. Alex’te son birkaç maçtır belirgin bir düşüş var. Semih genelde ilerde yalnız kalıyor ve top tutamıyor. Tüm bunların yanında bir faktör var ki Fenerbahçe’nin hücumsal anlamdaki başarısızlığında başrolü üstleniyor, o da Henri Bienvenü. Kamerunlu, (olumsuz anlamda) inanılmaz bir performans sergiliyor. Antalya maçında kaçırdığı 2 gol, ki özellikle 2.si, Fenerbahçe taraftarına saç-baş yoldurttu dersek az bile söylemiş oluruz. Takımın sezon başında şike soruşturması yüzünden yaşadığı sıkıntılar dolayısıyla Mamadou Niang ve özellikle Emmanuel Emenike ile yolların ayrılması, alelacele Bienvenü’nün alınması, Fenerbahçe için büyük talihsizlik. Devre arasına girdiğimiz şu günlerde bir forvet transferinin gerçekleşme olasılığını %99 olarak görüyorum, en azından öyle olmalı…

Sarı-Lacivertliler evet çok gol atamıyor dedik, ama çok da az gol yemeye başladı. Bu da kesinlikle Serdar Kesimal’ın başarılı ve güven veren oyunu sayesinde. Uzun yıllardır Fenerbahçe defansında oynuyor gibi kendinden emin, soğukkanlı ve hatasıza yakın bir futbol sergiledi şuana kadar oynadığı maçlarda Serdar. Daha önceleri o bölgede Bilica gibi bir faciaya katlanmış olan Fenerbahçe taraftarı için Serdar tek kelimeyle ilaç gibi geldi diyebiliriz. Ayrıca Stoch’un son haftalardaki tempolu ve formda görüntüsü, Mehmet Topuz’un sakatlık sonrası yükselmeye başlayan formu ve Gökhan Gönül’ün bildiğimiz, eski Gökhan’ın performansına geri dönmeye başlaması, ikinci devre açısından Fenerbahçe için umut verici konular.

Süper Lig’e bu yıl getirilen play-off sistemi yüzünden sıkışan fikstür sağolsun, geçtiğimiz yıllardaki gibi uzun bir devre arası yaşamayacağız. Yaşadığı onca sıkıntıya rağmen Fenerbahçe, liderlik mücadelesinin hala içinde. Bu devre arasında yapacakları doğru birkaç transfer hamlesi ile yarışın içinde kalmaya çalışacaktır Sarı-Kanarya.

21 Aralık 2011 Çarşamba

ve lider Galatasaray..



5 maçlık galibiyet serisinin ardından Türk Telekom Arena’da liderliğini koruma ve ilk yarıyı tepede kapatma amacıyla sahaya çıktı bugün Galatasaray. Son haftalarda düşüşe geçen Manisaspor ise en azından bir puan almak için gelmişti. Sonuç ise ev sahibi takımın lehine 1-0 oldu. Galatasaray’ın lige iyi başlamamasına rağmen ilk yarıyı 1. kapatmış olması bence çok önemli. Bu özgüveni iyice oturmuş ve kendinden emin bir şekilde oynayan takıma yapılacak yerinde takviyeler de Galatasaray’ın şampiyonluk şansını körükleyecektir.

Önceki haftalarda kazanan takımı değiştirmeyen Fatih Terim bugün de şaşırtmadı. Ancak şöyle bir ilk yarıya bakacak olursak, karşılıklı olarak pek iyi bir görüntü çizmedi iki takım da. Sıkışmış ve kolay kolay açılmayacak bir görüntü vardı bu dönemde. Kanatların işlememesi bu maç özelinde de Galatasaray’ın en önemli sorunuydu. Fatih Terim de bunu düşünmüş olacak ki devre arasından sonra sürekli kanatları kullanmaya çalıştı sarı kırmızılılar. Bunun da meyvesini kısa zamanda ciddi pozisyonlar yakalayarak buldular.

Bu tarz kapanan rakiplere karşı Galatasaray’ın önemli bir kozu yedekten gelecek Engin ve Riera gibi oyuncularının olması. Özellikle de Engin Baytar’ın kulübede olması Fatih Terim’in elini çok rahatlatıyor. Keza bugün de, oyunda olduğu sürece iyi çalışan, Emre Çolak’ın yerine girmesiyle beraber hücuma zenginlik getirdi Engin. Riera’da ise iyiye gidiş var. Çok kötü performanslar sergilemesinin ardından Fatih Terim’den yediği kesik sanıyorum ki kendisine gelmesini sağlamış. Çünkü sanıyorum şunu anlamıştır ki; yeni transfer edilmiş olsa da iyi oynamazsa ancak yedekte oturabilir. Çünkü arkasında hayatında ilk defa bu kadar mücadele eden Emre Çolak var. Kısacası şu an için iyi bir yedek görüntüsünde Riera. Performansını yukarı çıkartırsa ilk 11’i de ilerleyen haftalarda zorlayacaktır. Zira yıllık 2.7m euro alan yedek olmaz.

Galatasaray adına bir diğer önemli nokta ise duran toplardan kazanılan puanlar. Her büyük takımın önemli bir kozudur kornerler ve serbest vuruşlar. Galatasaray ise geçtiğimiz yıllarda serbest vuruş ve kornerlerden neredeyse hiçbir şey üretemiyordu. Şöyle düşünelim; 20-25 metrede cepheden kazanılan serbest vuruşun başına Sabri geliyordu. Şimdi ise Selçuk İnan. Sonucu ise hepimiz net olarak görüyoruz. Belki de Selçuk bugün o serbest vuruşu gol ile sonuçlandırmasaydı, kaybedilen iki puan daha olabilirdi.

Şimdiki dönemde Galatasaray’ın yapması gereken şey tabi ki; eksik kaldığı bölgelere ihtiyaç duyduğu takviyeleri yapmak. Abdurrahim Albayrak maç sonunda yaptığı açıklamada 3 oyuncuyu kadrolarına katmak istediklerini belirtti. Bu isimlerin de Türk ağırlıklı olacağını hepimiz öğrendik. Mantıklı ve güzel bir plan gibi gözüküyor. Bu transferlerin kimler olabileceğini ve kimler olması gerektiğini önümüzdeki günlerde daha detaylı olarak inceleriz.

Atlanta Hawks Değerlendirmesi





Evet arkadaşlar. NBA’de lockout sona erdi herkesin bildiği gibi ve takımlar transfer çılgınlıklarına başladı. NBA’de ki otuz takımın hepsinin analizlerini yapacağım ilerleyen günlerde ve bunu alfabetik sıraya göre yapacağım. Kendi fikrime göre, bu takımların artılarını, eksiklerini, yaptıkları oyuncu transferlerinin kendimce ne kadar doğru bulduğumu yazacağım. Tabii bu konuda iki tane istisnamız var. ( Dallas Mavericks ve Los Angeles Clippers analizleri zaten çiçek gibi yayında )Bu sezonun ilk değerlendirmesi Atlanta Hawks.

Öncelikle kısa bir Atlanta değerlendirmesi yapmak istiyorum. Bu takımın çekirdeği belli. Joe Johnson, Josh Smith, Al Horford. Belki Marvin Williams’ı da ekleyebiliriz ama ben o çekirdeğin bir parçası olarak görmüyorum. Senelerdir bu çekirdekle belli bir düzeyde basketbol oynuyorlar ve başarılı da olduklarını söyleyebiliriz. Ama gerçekten kapasitelerinin bu olduğu kanaatindeyim. Mike Woodson gönderildi Larry Drew geldi yerine geçen sene ama değişen yine bir şey olmadı. İlk turda Orlando’yu Jamal Crawford sayesinde elediler ama ikinci Doğu Konferansı yarı finallerinde elendiler. Bu takımın bence en önemli problemi tamamen isolation’a dayalı pozisyonlarına göre undersized oyunculardan kurulu bir ekip olmaları. Al Horford NBA’e ilk geldiğinde tam bir 5 numara olması düşünülmüyordu, keza Josh Smith bir 3 numarayken kendini bu sistemde 4 numarada oynarken buldu. Eğer ki sağlam bir pivot edinebilseler, böyece Horford ve Smith birer pozisyon aşağı inecek ve inanılmaz bir size üstünlüğü kurabilirler fakat ne geçtiğimiz senelerdeki hamleler ne de bu seneki, şu ana kadar yapılan hareketler bu noktada bir sıkıntı yaşadıklarını düşünmediklerini gösteriyor.


Geçen seneki kadronun en önemli parçalarından Jamal Crawford’u kaybettiler ki gerçekten çok büyük bir hata. Çeşitli kaynaklardan okuduğum haberlere göre yönetim onu tutmak için pek bir çapa göstermemiş. Ama tabi kesin yapılan bir açıklama okumadım. Ama sonuç olarak Jamal Crawford, Portland Trail Blazers ile imzaladı. İkinci kaybettikleri isim ise Damien Wilkins. Geçtiğimiz sezon rotasyonda çok ta önemli bir rol üstlenmiyordu. ( tabii ki bir sakatlık yaşanmadıysa ). Takıma katılanlardan ilki Jerry Stackhouse. Ya bazen öyle hareketler vardır ki anlam veremezsin. Benim için bu transfer de aynen öyle. Ya bu adam kaç yaşına gelmiş artık ne fayda verebilir? 08-09’dan bu yana sadece elli dokuz ( rakamla 59 ) maçta oynayabilmiş birisinden mucizevi bir katkı mı bekliyor Atlanta yönetimi bilemiyorum. İkinci transfer ise, Tracy McGrady. Kariyerinin yaşadığı sakatlıklar yüzünden nasıl sekteye uğradığını hepimiz biliyoruz. Şahsen bu adamı, tarzını çok sevdiğimden, geri dönme çalışmalarına hep bir umutla bakmıştım. Fakat en son New York Knicks’te ki görüntüsünden sonra bu iş herhalde olmayacak demiştim. Ama geçtiğimiz sezon felaket Detroit Pistons takımında göze batan iyi performanslardan biriydi kanımca. Geçen sezon 72 maça çıktı ve sezonun ikinci yarısında 39 maçta ilk 5 çıktı. Bir çok maçını da canlı seyrettim ve tabii ki eski T-mac değil. Ama bu adam NBA’de 30.1 sayı ortalaması tutturmuş biri ve hala bu oyunu, eski atletizmi olmadan, aklını, pas yeteneğini kullanarak faydalı olabileceğini gösterdi. Ve Atlanta’ya özellikle Marvin Williams’ın tökezlediği dönemlerde ( ki 82 maçın birkaçı hariç hemen hemen hepsinde beklentilerin altında kalacağına kesin gözüyle bakıyorum ) bu takıma katkı vereceğine inanıyorum. Bir diğer transfer Vladimir Radmanovic. Radmanovic’in iş ahlakı konusunda ne kadar ciddi!! olduğunu biliyoruz. İyi bir şutör fakat o kadar. Zaman zaman, bazı maçlarda katkı verecektir ama bu takımı bir üst seviyeye çıkarabilecek hareket değil. Son transfer ise Jannero Pargo. Tecrübeli oyun kurucu bu takımın Kirk Hinrich ve Jeff Tegaue’den sonraki üçüncü oyun kurucusu olacak. Çok fazla dakika alıp katkı vereceğini düşünmüyorum ama her takımda yaptığı gibi, bir maç çıkıp beş-altı üçlük atıp maçı çevirebilir.

Uzun lafın kısası, bu kısa sezonda Atlanta Hawks’ın geçen seneki başarılarının üstüne yeni başarılar ekleyebileceğini düşünmüyorum. Hele ki karşılarında Richard Hamilton takviyesi yapmış bir Chicago Bulls, üç süperstarlı Miami Heat, nolursa olsun veteran kadrosuyla her zaman iddialı Boston Celtics ve şimdilik Howard’ı kadrolarında tutabilmiş bir Orlando Magic varken.


20 Aralık 2011 Salı

Tayfur Havutçu: Genel Direktör



En nihayetinde kavuştuğu özgürlüğünün ardından Tayfur Havutçu’nun ne yapacağı hepimizin merak konusuydu. Şahsi düşüncem olumlu bir hava yakalayan Beşiktaş için teknik direktörlük görevinde olacak böyle bir değişimin çok yanlış olacağı yönündeydi. Keza Beşiktaş yönetimi ve tabi ki Tayfur Havutçu da böyle düşünmüş olacak ki, futbol takımlarının genel direktörlüğünde yoluna devam ediyor Tayfur Havutçu.

Tam sezon öncesi hazırlık kampı döneminde Tayfur Havutçu’nun görevinden alıkonulması son derece kötü etkiledi Beşiktaş’ı. Keza bu krizden çıkmaları da uzuncana bir zaman aldı. Aslında bu zaman alma dönemini uzatan bir da Carlos Carvalhal oldu. Çünkü takımı çok fazla değiştirmesi ve belli bir oyuncu şablonu bulamaması, Beşiktaş’ın oyun ritmi yakalamasının önünde engel oldu. Ancak bazı oyuncuların yerinin belli olmasıyla daha derli toplu bir Beşiktaş izleyebildik. Fernandes ve Mustafa Pektemek bu oyunculara örnek verilebilir. Eh bu olumlu değişimi sağlayan da yine Carvalhal. Böyle bir durumda hem takım teknik direktöre hem de teknik direktör takıma alışmışken yapılacak bir değişim takımı negatif etkilerdi. 6 aydır beraber çalıştığınız teknik direktörün bir anda ikinci adam olması tuhaf bir iş. Keza Tayfur açısından bakarsak da; 5-6 ay boyunca hapis yatmış birinin, çıkıp 1 ay sonra takım çalıştırmaya başlaması da gayet insafsız. Psikolojik olarak son derece hırpalayıcı geçen bu ayların ardından lig stresine ve temposuna direkt (teknik direktör) olarak geri dönmeyi ruhen kaldıramayabilir. Çünkü yeniden eleştirilecek, şöyle olacak böyle olacak.

Genel direktörlük ise gayet yerinde bir tercih. Bu görev doğrultusunda yine takımla ilişkili olacak ve başka bir deyişle takımın içinde olacak. Carvalhal ile ortak çalışıp fikir alış verişinde bulunacak. Sezon sonu bir değişiklik olur mu olmaz mı bilemem. Ancak bir sene boyunca takımı çalıştıran adama “Carlos hacı sen şimdi yardımcı antrenör ol bakalım” demek bana gülünç geliyor. Şuan için bu yeni kurulan yapı en azından benim açımdan doğru.

İhtiyar Şampiyonlar geri dönüyor, Dallas Mavericks!



Geçtiğimiz sezonu şampiyon tamamlayarak kariyerlerindeki ilk yüzüklere ulaşmıştı; Dirk Nowitzki ve Jason Kidd. Böylesine büyük iki yıldızın kariyerlerinin sonbaharında bu başarıya ulaşması şahsen beni çok memnun etti. Çünkü yeni neslin büyük güçleri Miami ve Oklahoma gibi takımlar her geçen sene daha da palazlanırken bu Dallas’ın ihtiyar oğlanlarının son şansıydı belki de.

Bu sezona belki daha bile yaşlı bir kadroyla (ilk 5’in yaş ortalaması 34) giriyor Texas ekibi. Aslında Mark Cuban birkaç hafta önce yaptığı açıklamada, Nba’deki yeni düzenlemelerin ardından eskisi kadar atik olmayacağının ve bütçeyi daha sakin kullanacağının sinyallerini vermişti. Şans bu ki, çok atik davranmasına gerek kalmadan her şampiyon adayının takımında banko isteyeceği joker Lamar Odom’ı hediye ettiler Los Angeles taraflarından. Tamam, Odom çok iyi eyvallah da takım mimarisine bakacak olursak doğru ya da en gerekli parça mı emin değilim.

Tyson Chandler. Açık ara Dallas’ın en fazla yokluğunu hissedeceği ve yerini dolduramayacağı isim. Takımdaki “kaleci” rolünü gayet başarılı uygulamasının yanında Dirk Nowitzki ile beraber de gayet uyumlu bir ikililerdi. Şimdi onun gidişiyle beraber pivot pozisyonu Brendan Haywood ve yedek olarak Ian Mahinmi’ye kalmış durumda. Her ne kadar Haywood ve Mahinmi yeterli olduklarını düşündüklerini söyleseler de bence hiç tartışmaya gerek yok ki son derece yetersiz. Son olarak Sean Wiliams’ı kadroya katıp bu bölgenin rotasyonunu biraz rahatlatmak istiyor Dallas. İyi bir blokçu olsa da ne kadar yeterli olur bilemem. Sanıyorum ki Mavericks için en olumsuz durum 5 numarada Dirk’i kullanmak olur. 5 numara savunmasında fazlasıyla hırpalanır ve sıkışık maç temposunda en istenmeyen durum Dirk’in yorulması olur. Keza Rick Carlisle da yaptığı açıklamalarda süper yıldızını olabildiğince ekonomik kullanacağını belirtiyor. Lamar Odom işin bu yönünde de çok kritik bir rol üstlenecek.


Dümende ise bir değişiklik yok. Bir kez daha top ve oyun yönetimi Jason Kidd’e emanet. Tabi ki, muazzam yıllarını geride bıraktı ve o form seviyesine çıkması imkansız. Ancak Kidd’i bugün geldiği noktaya getiren yetenekleri olduğu kadar zekası da. Ki zeka yaşlanmaz. O da bunun farkında ve oyununu arkadaşlarını doğru yerlerde topla buluşturmaya ve doğru pozisyonlara sokmaya kanalize ediyor. Bu anlamda hücumda ölüsü bile iş yapar Kidd’in. Yalnız savunma yönü biraz sıkıntılı. Nba’de 18. sezonunu geçiren bir oyuncunun ayaklarının yavaşlamaması imkansız. Keza usta oyuncu da ister istemez bundan nasibini aldı ve günümüzün “çılgın” kısalarını savunmak kolay iş değil. Bu tarz maçlarda Kidd’in yedeği Delonte West’in performansının önemli olduğunu düşünüyorum. Müthiş bir savunmacı olarak tanımlamasak da vasatın üzerinde bir savunma katkısı verir Delonte. Diğer kısaların Böbuğa ve Terry olduğunu düşünürsek işin savunma kısmını en iyi West kotarır.

Jason Terry demişken, Lamar Odom ile aynı takımda bulunmaları enteresan. En iyi 6. Adam ödülüne layık görülmüş iki oyuncu birden bu sezon Dallas’a çalışacak. Şüphesiz ki, çok güçlü rakiplerle mücadele etmek için benchten gelen oyuncularınız iyi katkı vermelidir. Odom ve Terry ise bu katkıyı en iyi verenlerden. Başka bir açıdan bu iki oyuncunun hücum potansiyelleri, Nowitzki’yi dinlendirmek için de güçlü bir koz olarak Rick Carlisle’ın elinde bulunacak.


Vince Carter ve Shawn Marion ise Dallas ilk 5’inin diğer önemli parçaları. Carter için ilginç bir sezon olacaktır, çünkü belki de kariyerinin en iyi senelerini beraber yaşadığı Jason Kidd ile bir araya geldi tekrardan. Her ne kadar ne Carter eski Carter ne Kidd eskisi gibi olsa da, eminim ki yine iyi anlaşacaklardır. New Jersey forması altında Kidd az uçurup kaçırmamıştı Carter’ı sonuçta. Shawn Marion ise geçtiğimiz sezonkinden farklı bir oyun ortaya koymayacaktır diye tahmin ediyorum. Konferans finalinde Oklahoma’ya karşı yaptığı gibi gerektiği yerlerde bir adım ileri atarsa Dallas’ı ileri taşıyacak oyunculardan olacaktır.

Değişmiş bir kadroyla yola çıkıyor son şampiyonumuz. Çok avantajlı olduğu noktalar var, zayıf kaldığı noktalar var ancak hedef değişmiş değil. Bu hedef yolunda çıkacak en büyük engellerden biri, diğer yaşlı kadrolarda olduğu gibi, yoğun maç temposu olacak. Performanslarını yüksek ve istikrarlı bir şekilde (olabildiğince sakatlıksız) devam ettirebilmek Rick Carlisle’ın elinde. Bakalım son şampiyon bu sene neler koyacak sahneye..

18 Aralık 2011 Pazar

Gökhan Gönül 1 – 0 Cüneyt Çakır (iş sportmenlikse)



Hem bu sezonki liderlik mücadelesi için önemli olan, hem de geçtiğimiz sezondan kalma bir çekişmeye sahne oldu bugün Kadıköy. Maça daha iyi başlayan ve kontrol eden taraf Fenerbahçe’ydi ve bunun ödülünü de 3 puanla aldı sarı-lacivertliler. İki taraf da çok iyi bir oyun ortaya koymasa da, Fenerbahçe taraftarını memnun edebilecek bir performans ortaya koydu diyebiliriz. Ancak maçın önüne geçen olay Gökhan Gönül ve Cüneyt Çakır arasında yaşandı.

Cüneyt Çakır bugün kesinlikle çok kötüydü. İki taraf için de çok yanlış kararlar veren Cüneyt, iki tane çok büyük hata yaptı. Biri Gökhan Gönül’ü ilk yarıda atmamak, ikincisi ise ironik olarak Gökhan ile girdiği pozisyonda Trabzonsporlu Aykut’u atmak oldu. Aykut’un pozisyonunda faul olmayan bir pozisyonda ezbere! çıkarttığı ikinci sarı kartla maçın önüne geçti. Keza bu pozisyonda Cüneyt Çakır’ın yanına gidip “hocam dokunmadı” diyerek kart çıkartmasını engellemeye çalışan Gökhan Gönül’ün de taraflı tarafsız alkışlanması gerekiyor. Ben de Gökhan Gönül’ü canı gönülden kutluyorum. Böyle bir maçta böyle bir tavır takınması, karakteriyle bir kez daha standardın üzerinde bir adam olduğunun kanıtıydı. Ancak aynı saniyelerde büyük bir şevkle Gökhan’ı hakemin yanından çekmeye çalışan Mehmet Topuz da, karakterini gözler önüne seren diğer isim oldu. Yaptığı bana göre son derece ayıp. Bir başkasına göre “profesyonellik” olabilir, buyursun öyle düşünsün.

Oyundan bahsedecek olursak, Semih’in formsuzluğu nedeniyle neredeyse 10 kişi mücadele eden Fenerbahçe orta saha üstünlüğünü maç boyunca bırakmadı. Selçuk ve Emre ikilisi çok başarılıydı. Alex’in maç boyunca etkili olduğunu söyleyemeyiz ama genel olarak hep doğru tercihleri yaptı. Tabi ki, iki tane çok net karşı karşıya pozisyonu harcaması maçın kopmasını engelledi. Yalnız ikinci yarıda Trabzonspor’un on kişi kalmasından sonra Aykut Kocaman’ın yaptığı Semih hamlesinin çok yanlış olduğunu düşünüyorum. Semih’in çıkması doğru, ancak Alex’in en ileride tek başına oynaması bana kalırsa bir o kadar yanlış.

Fenerbahçe için en öne çıkartılması gereken adam bence Serdar Kesimal. Bilica’lı Bekir’li savunma hattından sonra Serdar’ın yaptığı etki çok bariz. Yobo’nun tartışılmaz partneri olan Serdar bugün hatasız ve çok sağlam bir performans ortaya koydu. Serdar eğer sakatlık sorunları yaşamazsa Fenerbahçe bu bölgede sezon boyunca fazla problem yaşamaz.

Trabzonspor ise iyi değildi. Zokora’nın yokluğu hem orta saha kalitesini hem de takım savunmasını ciddi ölçüde aşağıya çekmiş. Onun yokluğu kesinlikle yoğun bir şekilde hissedildi. Buradan yola çıkarsak bence Trabzonspor’un bugünkü kötü oyununun iki temel sebebi vardı. Biri demin dediğim gibi Zokora, diğeri ise son haftaların formsuz ismi Burak Yılmaz. Gol atamadığı her hafta Burak’ın üzerinde baskı oluyor. Çünkü yapmaması gereken şeyleri her geçen maçta daha fazla yaptığını görüyoruz. Burak Yılmaz’ın gerekli gereksiz sadece şutu düşünmesi Trabzonspor’un kolektif hücum etmesini imkansız hale getiriyor. Şenol Güneş’in kesinlikle Burak ile özel olarak konuşması lazım.

15 Aralık 2011 Perşembe

Trabzonspor duvara çarptı..



2011’de son haftaya kadar kovalanan şampiyonluğun ardından çok ama çok önemli oyuncularını kaybeden Trabzonspor ile ilgili sene başındaki temel düşüncem ciddi bir düşüş yaşayacakları yönündeydi. Şöyle bir hatırlayacak olursak; Selçuk İnan, Egemen Korkmaz, Umut Bulut, Engin Baytar, Jaja… diye devam eden uzun bir liste. Olabildiğince uygun adayları bulup bu gidenleri telafi etmeye çalışsalar da gelenlerin gidenleri arattığını söyleyebiliriz. Ancak şuan mücadele eden kadro lig 10. olacak bir kadro mu? Kesinlikle değil. Peki neden 15. Hafta sonunda durum böyle?

Bu sorunun cevabı da gayet kolay; mevcut kadro kalitesinin hem Şampiyonlar Ligi’ni hem de “sıkıştırılmış” Süper Lig’i beraber götürebilecek düzeyde olmaması. Aynı zamanda yeni transferlerin bazılarından beklenilen performansın alınamaması da kötü sonuca çanak tuttu. Trabzonspor’un Avrupa’daki maçlarında muazzam mücadele ettiğini söyleyebilirim. Ancak Avni Aker’deki İnter maçı haricinde çok da iyi oynadığını söyleyemeyiz. Keza Şampiyonlar Ligi düzeyinde futbol oynamak kolay iş değil. Bursaspor’un şampiyon olduktan sonra aynı ligde nasıl rezil olduğunu görmüştük. Trabzonspor böyle olmayı bırakın, futbol tabiriyle “ters” bir takım oldu. Yanlış anlaşılmasın bunu oynadıkları oyun açısından söylemiyorum, aksine kendinden güçlü rakiplere çelme takan bir takım imajı kazandıkları için söylüyorum. Hani İnter’e (ne kadar İnter çok kötü durumda da olsa) iki maçta yenilmeyen bir takımı kimse kolay kolay rakip olarak karşısında istemez. Bu imaj da Trabzonspor’un takım savunması ve Tolga Zengin’in muazzam performansıyla kazanıldı.

Bunlar takımın güzel tarafları, ancak bir de madalyonun öteki yüzü var. Bu yüz ise hücumun %85’inin Burak Yılmaz olması. Sene başında muhteşem bir formla oynadığı her maçta en az bir gol atan Burak’ın gollerinin susmasıyla Trabzonspor ciddi bir güç kaybetti. Biz de şunu görmüş olduk ki; takımın Burak dışında hücumda ön plana çıkabilecek ikinci bir oyuncusu yok. Ayağına top alan her kimse “yolla Burak’a koşsun! modunda. Bu konuda hayal kırıklığı yaşatanlar benim için Adrian ve Paolo Henrique (biraz da Volkan Şen). Aslında o kadar kötü oyuncular olduklarını düşünmüyorum ama (he Adrian’a 5 milyon Euro bonservis vermek çüş! ama neyse) takımın hücumunu taşıyabilecek oyuncular değil. Ki şu veri de bunu kanıtlıyor; Henrique’nin ligde 1 golü var, Adrian’ın ise golü yok. Trabzonspor’un en büyük şanssızlığının Robert Vittek’in uzun dönemli sakatlığı olduğunu düşünüyorum. Gayet kaliteli ama sakatlıklarla başı her zaman dertte olan Slovak golcü sakatlanmamış olsa Trabzon’un eli ofansif anlamda çok daha rahat olurdu.

Ee bundan sonra? Aslında hiç de umutsuzluğa kapılınacak bir durum yok. Şampiyonlar Ligi’nde Lille’i altına alıp, son haftada bir üst tura çıkmayı kaçırmak bence başarısızlık değil, net bir başarıdır. Gruplar çekildikten sonra “Trabzon bu gruptan rahat çıkar yeaa” demiş olabilecek kişi zaten futboldan anlamıyordur. Uefa’da iş zor olacak çünkü City ve Porto gibi “saçma sapan” rakipler var. Neyse bu muhabbete eşleşmeler belli olunca devam ederiz. Türkiye’de ise puan durumunda 10. sırada olsa da 5. Manisaspor’dan sadece 3 puan geride bordo mavililer. Devre arasında eğer yapılabilirse mantıklı 1-2 takviyeyi (çift forvet olacaksa kesinlikle bir forvet) ve Şampiyonlar Ligi temposunun olmayacağını hesaba katacak olursak çok kolay kapanacak bir fark. Hem de efsanevi playoff sistemimizin olduğu şu ortamda umutsuzluğa düşmek saçmalık.

Kesin olan bir şey var ki, Trabzonspor’a bir an önce devre arası gerekiyor. Takviyelerden de önemlisi, tekrar konsantrasyonu sağlayabilmek için kafalara bir reset atmak gerekiyor. O zamana kadar taraftarların rahat rahat maç izleyebileceğini pek sanmıyorum.

14 Aralık 2011 Çarşamba

Beşiktaş, grup lideriğini Stoke'ladı !



UEFA Avrupa Ligi’ndeki temsilcimiz Beşiktaş, gruptaki son maçında Stoke City’yi 1-0 yeriye düştüğü maçta 3-1 yenerek gruptan lider olarak çıkmayı başardı.

Stoke City, daha maçın ilk dakikalarında anlaşıldığı üzere buraya berabere kalıp liderliğini korumak için gelmiş. Maç boyunca oyunu kendi yarı sahasında kabul eden, rakip yarı alanda en ufak pres yapmayan, iyi savunma yapan, kontra ataklarla “ya atarsam” mantığıyla gol arayan İngiliz temsilcisi, ilk yarıda istediğini de fazlasıyla başardı. Hiçbir hücum varyasyonu olmayan bu takım, planını tamamen hava topları ve duran toplar üzerine kurmuş. Bu tablonun aynısını ilk maçta da görmüştük. Oyunu soğutan, seyir zevkini düşüren, korner gibi taçlarla gol arayan Stoke, İngiliz basını da dahil ciddi anlamda eleştiri almakta. Açıkçası bu eleştirileri fazlasıyla hak ettiklerini düşünmekteyim. Öyle ki UEFA Avrupa Ligi’nin en az pas yapan takımlarından biri olmuş Stoke City (İngiliz futbolu pas üzerine kuruludur, bunu da hatırlatalım).

Gelelim Beşiktaş’a… Bugün çok net bir şekilde gördük ki Quaresma’sız Beşiktaş, kapanan takımları açma konusunda sıkıntı çekiyor. Özellikle ilk yarı daha çok uzaktan şutlarla kaleyi yokladı Kartallar. Beşiktaş’ın beklerinin hücuma yeteri kadar katkı verememesi de Stoke’un ekmeğine yağ sürüyordu, ta ki 2. yarıdaki penaltı pozisyonuna kadar. Rakibinin 10 kişi kaldığı bu andan sonra tam anlamıyla şov yaptı diyebiliriz Beşiktaş için.

Maçın kahramanı ise benim gözümde kesinlikle Manuel Fernandes. Fernandes’in Beşiktaş formasıyla belki de en etkili, en istekli performanslarından birine şahit olduk bu akşam. Orta sahanın tam anlamıyla liderliğini yapan Portekizli, çoğu atakta Beşiktaş’ı yönlendiren isimdi ve bu etkili oyununu 1 gol 1 asist ile taçlandırmış oldu. Formda bir Fernandes’i durdurmak gerçekten çok zor.



Ayrı bir parantez de Mustafa Pektemek’e açmak istiyorum. Daha önceki yazılarımda da Pektemek’e daha fazla şans verilmesini üstüne basa basa söylemiştim. Mustafa da son maçlarda aldığı süreyi en iyi şekilde değerlendirmeye başladı. Fiziksek olarak belki hala yeterli kuvvette olmasa da, her an golü koklayan genç bir Türk forvet kendisi. Hakan Şükür sonrası Türk futbolundaki forvet eksikliğini, Mustafa’nın daha çok üstüne durarak, kendini geliştirmesine yardımcı olarak kapatabileceğimizi düşünüyorum.

Sonuç olarak Beşiktaş, bu sonuçla çok uzun zamandır hasret kaldığımız bir şeyi, bir Türk temsilcisinin Avrupa gruplarından lider çıkmasını, başardı. Şampiyonlar Ligi’nden Manchester Utd, Manchester City, Valencia gibi çok etkili takımların gelmesiyle daha zor bir hal alan UEFA’da Beşiktaş’ın bu grup liderliği, önümüzdeki kura çekiminde büyük avantaj sağlayacaktır takımımıza. Tebrikler Beşiktaş !!

13 Aralık 2011 Salı

Tutmayın küçük enişteyi! (L.A Clippers)



Belki de Amerika’nın en parlak ve ışıltılı şehri; Los Angeles. Bir de bu şehirde bir basketbol takımı Lakers; tarihi başarılarla dolu, NBA denince akla gelen ilk markalardan.. İşte bu göz alıcı isimlerin yanında bir basketbol takımı daha var; Clippers. Ayın karanlık yüzündeki bu basketbol takımı L.A Clippers’ın tarihi ise büyük abisinin gölgesinde hiç gün yüzü görememiş. Şimdilerde ise yeni ve yetenekli bir jenerasyon yakaladı bu makus talihli takım. Bu sefer daha bir optimist bakıyor geleceğe Los Angeles’ın ezilen cephesi.

Yeni jenerasyonun ilgi çekici oyuncularının başlarında gelen Eric Gordon ve Blake Griffin bu yeni oluşturulan Clippers takımının da en önemli yıldızları. Muazzam bir atlet olan ve gününde olduğu zaman neredeyse durdurulamaz bir silah olan Blake Griffin’in geçtiğimiz sezon yarattığı havayı sırf All-star haftasonuna bakarak bile çok net bir şekilde görebiliriz. Eric Gordon ise Kaan Kural’ın tabiriyle yeni Ray Allen olma yolunda ilerliyor. Yüksek atletizmini mükemmele yakın bir dış şut ile birleştiren Gordon hangi takıma gitse, o takımın önemli bir parçası olabilecek kalibrede. İnşa edilmeye başlanmış ve önümüzdeki yıllarda geliştirilecek olan bu takımın temelini de şüphesiz ki bu iki genç yıldız oluşturacak. 4 numara ve 2 numara tamam, peki ya diğer bölgeler?

Bu ikilinin baş yancısı ise genç, dinamik ve patlayıcı enerjisiyle pota altı oyuncusu DeAndre Jordan. Bu sene sınırlı serbest kalan DeAndre Jordan’ı Golden State’in teklifini match ederek bana göre gayet doğru bir kararla takımda tuttu Clippers. Keza Blake Griffin gibi muazzam bir hücum oyuncusuna sahipken 5 numarayı da Jordan gibi savunma özellikleri ağır basan (ciddi bir blok tehdidi) ve atletik kabiliyetleriyle takıma uyum sağlayabilecek bir pota altıyla doldurmak bence gayet güzel bir hamle. Jordan’ın biraz da sırtı dönük hücumu gelişmiş olsaydı mükemmel bir ikili olabilirdi bu gençler.


Pivot pozisyonunu da böyle doldurduk, kaldı geriye oyun kurucu ve kısa forvet. Oyun kurucu için baş hedef hiç şüphe yok ki Chris Paul’dü. Geçtiğimiz günlerde çok önemli bir teklifle Stern’in kapısını çalan Clippers, NBA’in önlenemez aç gözlülüğüyle yerine oturtulmuştu. Minnesota’nın 2012 draft hakkının başrolde olduğu ve yanında genç oyuncular + Kam-an ile süslenen bu teklif bana kalırsa gayet makuldü. Tabi ki Eric Gordon’ın Clippers’ta kalması şartıyla! Ancak bu iki ekibin görüşmelerinin tamamen sona ermediği ve tekrar masaya oturacakları söyleniyordu. Clippers ise bir adım geriye atmış durumda. Ne olur bilmem.

Chris Paul’e yapılan ilk teklifin reddedilmesinin ardından, Clippers yönetimi tecrübeli oyun kurucu Chauncey Billups ile sözleşme imzaladı. Bence son derece yerinde bir hamle. Takım politikası gereğince, Billups’ın alacağı para açıklanmamış. Ancak bazı kaynaklar tarafından bu miktarın 2m dolar civarı olacağını belirtiliyor. Demin yukarıda saydığımız gibi atletik ve genç oyunculardan kurulu Clippers’ın dümeninin, Billups gibi tecrübeli ve kaliteli bir oyuncuya teslim edilmesi çok doğru. Ayrıca Los Angeles Clippers takımının hızlı tempoda oynaması gerektiğini düşünüyorum. Keza Billups’ın da ortalamanın biraz üzerinde tempo yapan Denver Nuggets’taki performansını hepimiz yakinen biliyoruz ama daha da hızlı bir tempo olan New York Knicks’e pek uygun olmadığını tecrübe ettik. Bu anlamda Clippers’taki olası performansı benim açımdan merak uyandırıcı. Yalnız Vinny Del Negro’nun da Mike Di’Antoni basketbolu oynatmayacağını düşünecek olursak, Billups bu işi gayet güzel bir şekilde kıvırır. Takımın saha içindeki beyni olması açısından yükü gayet ağır olacak. Tabi ki şöyle de bir şey var; bu oyuncu takas malzemesi olarak alınmış olabilir. Hiç sanmıyorum o başka, 35 yaşındaki Billups’ı takas malzemesi olarak kullanmak çok cazip değil. Bu kadar kısa sürede bu çok takas olurken insan ister istemez paranoyaklaşıyor.


Geriye kalıyor ilk 5’in son parçası; kısa forvet. Bu bölgeye de bir başka tecrübeli oyuncu Caron Butler’ı monte etti Clippers. Yani free agent havuzundan bir başka kaliteli takviye daha. Geçtiğimiz sezon Dallas Mavericks’teki 26 maçında 15 sayı 4 rebound ortalaması yakalayan otuz yaşındaki oyuncu Los Angeles şehrinin küçük çocuğu için çok yerinde bir transfer. Keza Billups’ın da Caron Butler’ın da profesyonellik olarak üst düzey olan ve egoları düşük olan oyuncular olması, bu genç ve dinamit gibi olan ekip için ayrı bir önem de arz ediyor. Baron Davis ile Billups'ı kıyaslayacak olursak, ne demek istediğimi daha net görebiliriz.

Gelelim ilk 5’in dışına. Yedekler ve koç Vinny Del Negro. Mo Williams, Al-Faruq Aminu, Chris Kaman ve Eric Bledsoe bana kalırsa yedeklerin içinde ön plana çıkanlar. Ancak tabi ki, bu oyuncuların biri ve ya birden fazlası olası bir takasta takımdan ayrılabilir. Şu içinde bulunduğumuz günler takas açısından akıl almaz hızlı geçiyor. Yani hiç beklenmedik anlarda, beklenmedik anlaşmalar söz konusu olabiliyor. Bu açıdan şimdilik bu oyuncularla ilgili çok yorum yapmayalım. Muhtemelen gidecek olanlar olacak çünkü, sonradan dediğimizi yutmayalım. Ancak bana göre kenarda bekleyen oyuncular ,şu an için çok üst düzey olmasa da, (bir Odom değiller tabi ki!) hiç fena değiller.


Ancak çok rahat üzerine konuşabileceğimiz bir konu var önümüzde; koç Vinny Del Negro. Ligin en kalitesiz birkaç koçundan biri olduğu kesin. Bu kadar keyif vadeden bir takımın başında Del Negro’nun olması da tabi ki bizim açımızdan üzücü. Oyuncuların ulaşabilecekleri seviyeye ulaşamamasındaki önemli etkenlerden biri olacaktır ve aynı zamanda takımın ulaşabileceği düzeyi törpüleyecektir. Hem saha içinde biçilen rollerde hem de maç içinde yaptığı veya yapmadığı hamlelerle birçok kez sınıfta kalmış bir hoca Vinny Del Negro. Son reel örnek olarak Chicago Bulls kazık gibi önümüzde dikiliyor işte. Bulls’un Del Negro ile yollarını ayırıp Tom Thibodeau ile yola devam etme kararının ardından yaptığı aşama dağlar kadar. Umalım da Los Angeles Clippers da bu kararı çok fazla uzatmaz ve başka bir koçla yoluna devam eder. Hele hele bir süper yıldız daha (Griffin benim için süper yıldızdır.) takıma katılırsa, başarısızlık emaresi gösterdiği anda kovulacaktır. En azından orası kesin diye bakıyorum.

Marko Jaric nedeniyle 2000’lerin ortalarına doğru sempatimin oluştuğu Clippers, belki de bu jenerasyon ile tarihinin en önemli başarılarına koşabilir. Belki gelişecek 1-2 takas ile bir önemli yıldızın daha kadroya eklenmesi + güzelinden bir koç değişikliği ile bu hedefler daha da somut olabilir. Bakalım yılların dalga konusu olan takımı Los Angeles Clippers bedbaht kaderini değiştirebilecek mi? En azından şimdilik; tutmayın küçük enişteyi!

11 Aralık 2011 Pazar

Formda Aslan Yorgun Fırtına'yı parçaladı



Bir tarafta Şampiyonlar Ligi kader maçından beraberlikle dönen ve yorgun Trabzonspor, diğer tarafta birkaç gün önce Arena’da ezeli rakibine büyük üstünlük sağlayan Galatasaray. Fenerbahçe maçında muazzam bir performans koyan Galatasaray’ın bu hafta bu performansı sergileyip sergilemeyeceği soru işaretiydi ancak aslında bu performansa da pek ihtiyaç duymadı.

Fatih Terim’in bir kez daha doğru kararı vererek çift forvet çıkarttığı Galatasaray, maça hızlı başladı ve daha 5. dakikada Elmander ile öne geçti. Bu tarz zorlu geçmesi beklenecek bir maçta erken bulunacak bir golün ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Keza Trabzonspor kendine 25. dakikadan sonra gelebildi. Zaten maç boyunca Trabzonspor’un etkili olabildiği tek süreç bu bölümdü. Birkaç "çok etkili olmayan" pozisyonun ardından ilk yarı sonuna doğru ikinci golü de kalesinde gördü Trabzonspor.

Ancak Trabzonspor ile ilgili soru işareti Zokora’nın atılmasıyla beraber maçtan tamamen kopmuş olmaları. Tamam bir takım yorgun olabilir, son derece yanlış bir kararla on kişi kalmış olabilir ama kendi evinde önemli bir rakibiyle oynarken maçı bu kadar boş vermemesi gerekir. Taraftarın da bu süreçte takımını desteklemekten çok, eski Trabzonsporluları yuhalamasını doğru bulmuyorum. Keza Engin’in takımında kadro dışı kalıp transfer olduğunu düşünürsek, tepki alması pek anlamlı değil benim açımdan. Ancak Tolga Zengin’in suratında patlayan su şişesi tam bir rezalet. Zira Tolga da bu duruma çok sinirlendi ve hatta maçtan tamamen koptu. Sonraki pozisyonlarda dikkat edecek olursak, Tolga’nın normal şartlarda yapmayacağı hatalar yaptığını görüyoruz. Burak’ın da son haftalarda performansının düşmesini, iyi yaptığı işlerden çok yapamadığı işlerle uğraşmasına bağlıyorum. Şunu net olarak görebiliyoruz ki, Burak’ın tek vuruşları (kontrol etmeden gelişine) iyi değil. O da bunu yapmaya çalışıp duruyor. Son olarak da “Sapara?” demek istiyorum.

Ve kazanan tarafa dönelim. Galatasaray bence şuan açık ara ligin en formda takımı. Sene başından beri (hatta geçen seneden beri) çift forvetin zaruri olduğunu tekrar tekrar söylemiştim. Baros-Elmander ikilisi de bunu her maçta kanıtlıyor. Elmander’i de hantal diye eleştirenler de sanıyorum ki bu fikirlerinden vazgeçmişlerdir. Bir forvette olması gereken hemen hemen her özelliğe sahip komple bir oyuncu. Galatasaray için bonservissiz olarak transfer edilmiş olması çok büyük şans. Çok önemli ve fark edilmesi gereken kısım ise Galatasaray’ın takım savunması. Orta saha ve savunma hattı ise müthiş bir uyum sağlamış durumda. Bu köprüyü sağlayan adamlar ise kesinlikle Ujfalusi ve Melo. Kısacası yıllardır savunmada büyük sıkıntı çeken Aslan’ın bu sene bu önemli zaafını kapattığını söyleyebiliriz.

Şu iki haftadır izlediğimiz Galatasaray’a “Fatih Terim’in Galatasaray’ı” diyebiliriz. Emre Çolak ve Semih Kaya’nın takıma monte edilmesi de ayrıca keyif veren gelişmeler. Bu performanslarını bir seviye yukarı çıkartmak veya uzun vadede korumak da 2-3 nokta transfere bakar. Çünkü takımı ileri çeken oyuncuların (Melo,Eboue,Ujfalusi,Elmander..) yedekleri yok. Yani bu oyuncuların iki tanesinin olmaması bir anda ritimlerini bozabilir.

Barça Classico !!


Sadece La Liga’nın değil, dünyanın en önemli maçlarından biridir El Classico. Öyle ki dünyanın en iyi 2 takımını karşı karşıya getiren bu maç, dünya çapında yaklaşık 500 milyon kişi tarafından seyredilir. Bu gece de o maçlardan biri oynandı ve Barcelona, Real Madrid’i Santiago Bernabeu’da 3-1 mağlup etmeyi başardı.

Ben de dahil olmak üzere birçok kişi, bu maçın favorisi olarak Real Madrid’i görmekteydi. Neden mi ? Barcelona’nın bu yıl deplasman karnesinin kısmen istikrarsız ve geçtiğimiz sezonlara göre daha kötü olmasına ek olarak Real Madrid’in bu sezon inanılmaz bir hava yakalaması, ibreleri Madrid temsilcisine çevirmekteydi. Ne var ki, Barcelona bugün hepimizi ters köşeye yatırarak yine bir El Classico’da galip geldi.

Aslında maç tam da Real’in hayallerini süsleyen bir şekilde başlamıştı. Tam olarak emin olamasam da El Classico tarihinin sanırsam en erken golünü izledik Benzema’dan (henüz maçın 20. saniyesinde). Gol sonrası maçın ilk çeyreğinde de Real, inanılmaz pres yaparak Barcelona’nın alıştığı oyun tarzını sahaya yansıtmasına engel oldu. Real açısından her şey yolunda gidiyordu fakat bunu maçın tamamına yayamayınca (ki bu presi 90 dakika yapabilmek imkansız gibi), Barcelona yine yaptı yapacağını. Gerçekten bu takımı durdurmak çok güç, hiçbir taktik işlemiyor. Rakibin en ufak oyundan düşüşüyle beraber girdikleri pozisyonları asla affetmiyorlar. Artık herkesin söyleye söyleye dilinde tüy bittiği üzere, makine gibi pas yapıyor Katalan ekibi. Xavi – Iniesta orta sahasının bu konuda dünyada 1 numara olduğu herkesçe bilinirken, bu sezon yanlarına Fabregas’ın da eklenmesi güçlerine güç katmış durumda.


Bu maçın bireysel performans olarak sürpriz ismini Cristiano Ronaldo olarak görmekteyim. Real’in Portekizli gol makinası, bu maç kendinden bekleneni sahaya yansıtamadı. Pas vermesi gereken birkaç pozisyonda şutu düşünmesi ve başarılı olamaması, önü açıkken şutu değil pas vermeyi düşünerek pozisyonu harcaması buna örnek gösterilebilir. Ayrıca kendine has ve çok etkili serbest vuruşlarıyla tanıdığımız Ronaldo, bu maçta uygun açıdaki 2-3 serbest vuruşta hayal kırıklığı yarattı ve Madrid taraftarlarını üzmüş oldu. Tabii ki hiçbir oyuncu, her maç olağanüstü oynayacak diye bir durum yok, fakat işin ucunda C.Ronaldo gibi bir isim olunca beklentiler doğal olarak çok büyük oluyor.

Ek olarak, genellikle maç içinde sık sık tartışmalar hatta kavgalar yaşanmasına alıştığımız, kırmızı kartların havada uçtuğu bir El Classico olmadı bu sefer. Pepe’nin her zamanki gibi bu konuda birkaç denemesi olsa da, oyuncuların önceki derbilere nazaran daha sakin bir maç geçirdiğini notlarımıza ekleyelim.

Sonuç olarak, bu maçı kazanmaları Barça açısından çok kritikti çünkü aksi halde Real Madrid’in maç eksiğiyle 6 puan gerisinde kalma ihtimalleri vardı ki, 2 kulüp de birbiriyle oynadığı maçlar dışında kolay kolay puan kaybetmiyorlar. Şimdi Real’in maç eksiğiyle de olsa 2 takım aynı puanda. Bakalım önümüzdeki haftalarda kim beklenmedik puan kaybı yaşayacak ve zirve yarışı ona göre şekillenecek ?

8 Aralık 2011 Perşembe

Deplasman Kartalı

İki Siyah-Beyazlı ekibin mücadelesinde Beşiktaş, son 12 günde İstanbul dışında oynadığı 4. maçta deplasmanda Manisaspor’u 4-1 lik skorla geçerek 4te4 yaptı ve ligde zirveye bir adım daha yaklaştı.

Aslında bu deplasman serisinde en zor geçeceği düşünülen maç Manisa deplasmanıydı. Neden mi ? Çünkü ligin sürpriz ekiplerinden biri olan Manisaspor, organize bir takım olmuşlar ve formdalardı. Geride kalan 13 maçta az gol atmalarına rağmen sadece 8 gol yiyerek Süper Lig’in en az gol yiyen takımı konumundaydılar aynı zamanda. Keza maç da bu istatistiklere uygun başlamıştı, Manisaspor çok iyi kapanıyor ve pozisyon vermiyordu. Tam da “bu maçı duran toplar belirler” diye geçirirken içimden, Quaresma’nın duran top golü maçın seyrini tamamen değiştirmiş oldu. Bahsettiğim gibi, şuana kadar toplamda 8 gol yiyen Manisaspor, Beşiktaş’tan 90 dakikada tam 4 gol yemiş oldu böylece.

Beşiktaş’ta taktik ve oyuncular artık çok iyi oturdu. Aşağı yukarı çoğu maça aynı yada çok ufak 1-2 mecbur değişiklikle başlıyor Carlos Carvalhal. Bu kadar yoğun maç trafiğinde oyuncuların fizik güçlerinin çok iyi durumda olması, takımın bu galibiyet serisiyle oldukça moralli olması ve oyuncuların birbirine ve sisteme iyice ısınması, Beşiktaş’ı Süper Lig’in şuanda en formda takımı yapmaya fazlasıyla yetmekte.

Öyle ki bu maçta forma giyen oyuncuları şöyle teker teker değerlendirecek olsak, kötü oynadı diyebileceğimiz kimseyi göremiyoruz Kara-Kartallarda. Quaresma olsun, Mustafa Pektemek olsun, görünmez kahramanlar olsun, herkes görevini layıkıyla yaptı. Fakat Beşiktaş’ı bir üst seviyeye taşıyan en önemli parçalardan birinin Manuel Fernandes olduğunu düşünmekteyim. Oynamaya başladığı günden itibaren, her maç biraz daha üstüne koyarak oynuyor ve uzun zamandır oynamamanın kendisine getirmiş olduğu maç eksiğini kapatıyor ve form tutuyor. Formda bir Fernandes de Beşiktaş’ın gücüne güç katıyor doğal olarak. Ek olarak da, Beşiktaş’ın son golünde 50m koşup kendi yarattığı pozisyonda kendisi vurmayıp daha uygun durumdaki Fernandes’i gören ve güzel bir asist yapan Holosko’ya tebriklerimizi iletelim.

Sonuçta, 2 ezeli rakibinin birbiriyle oynadığı ve eski lider Fenerbahçe’nin puan kaybettiği haftada, Beşiktaş amacına ulaştı ve bu galibiyetle liderlik yarışının içine dalış yapmış oldu.

"İspanyol Messi" Ricky Rubio Nba'le tanışıyor!



İspanyol basketbolunun ya Mesut Özil’i ya da Aydın Yılmaz’ı olacak olduğunu düşündüğüm 21 yaşındaki Ricky Rubio, geçtiğimiz günlerde Minnesota’ya gidip şehri gezmiş. Hatta yeni salonu olacak olan Target Center’ı da gezmek istemiş ancak kapılar kilitli olduğu için gezememiş çaylak oyuncu. Neyse bizim ilgi alanımız bu yazı için bu muhabbetler değil. Genç İspanyol Nba’de ne yapar, ne yapamaz onu biraz irdeleyelim.

14 yaşında ilk kez profesyonel olarak Joventut formasını giydikten sonra kısa zamanda bütün basketbol dünyasının ilgisini çekti Ricky Rubio. En önemli özelliği olan saha görüşü, hız ve pas kabiliyetleriyle İspanya basketbol dünyasının göz bebeği oldu. 2009 yılında Minnesota Timberwolves tarafından draft edilse de, o İspanya’da kalmayı tercih etti ve Barcelona formasıyla Avrupa arenasında daha da göz önüne çıktı. Keza bu kararının da son derece doğru olduğunu düşünüyorum. Çünkü oyunuyla ilgili geliştirmesi gereken çok dal vardı. Ancak son iki yıldır kesinlikle kendisinde bir Aydın Yılmaz’laşma var. Şutunu bir türlü geliştiremeyen ve sert savunmalara karşı hücumda çok yetersiz kalan Ricky, 2011 yazında oynanılan Avrupa Şampiyonası’nda da büyük hayal kırıklığı yarattı ve bu sefer adeta kaçarak Barcelona’dan ayrıldı ve Minneapolis’in yolunu tuttu. Şimdi önünde Barcelona’dakinden de önemli ve daha zor bir yolculuk var.

Öncelikle demin Barcelona tercihinin doğru olduğunu düşündüğümü çünkü o haliyle gitseydi Nba’de ezilecekti diye düşündüğümü belirteyim. Ancak bu tercihi yanlış hale getiren yine kendisi oldu. Özel olarak çalışıyor mu çalışmıyor mu bilmiyorum ama bu şut performansıyla şimdi de gitse işi oldukça zor. Şuana kadarki kariyeri boyunca hep pas atmayı ve takımı oynatmayı ön planda tutan Ricky, karşısında kendini savunanın Westbrook falan olduğunu ve çabukluğunun bir işe yaramadığını gördüğü zaman ne yapacak gerçekten merak ediyorum. Ki kendisini savunan oyuncu Westbrook tarzı bir atlet olmasa da, Ricky’i 1 adım uzaktan savunup şutunu riske ettiği zaman onu bocalatacağını bildiği için yine çok fazla zorlanmayacaktır. Ancak önümüzde Nba’de aynı şekilde sıkıntı çekmiş ancak, “seve seve” bu yönünü de vasat düzeyine çekebilmiş bir oyun kurucu var. Rajon Rondo.. Hala iyi bir şutör olmasa da en azından geçen 1-2 yılın ardından orta mesafe şutunu belirli bir düzeye yükseltti Boston Celtics’in 1 numarası. Çaylak Ricky Rubio’nun da kesinlikle bu gelişimi gerçekleştirmesi gerekiyor.


Dezavantajlarının başını ağrıtacağı kesin. Peki, Nba düzeyinde şu anki haliyle nasıl katkı verebilir? Benim için kesinlikle bu sorunun cevabı “yüksek tempo”. Demin bahsettiğim pas ve çabukluk avantajlarını verimli kullanabilmesi için hızlı hücum etmek şart. Bu şekilde daha fazla açık alan bulacak ve “doğru oyuncuyu doğru yerde” topla buluşturabilecek. Bu bağlamda hızlı hücumu ilke edinmiş ve son derece tecrübeli koçlardan biri olan Rick Adelman ile çalışacak olması büyük ve tepmemesi gereken bir fırsat. Adelman ile beraber yeni bir oluşum yaratacak olan Timberwolves’da geçtiğimiz sezon gördüğümüz en büyük eksiklik düzensizlik ve dağınıklıktı. Gerçi bu dalda hiçbir takım Washington’ın eline su dökemez ya neyse. Son derece genç bir kadroya sahip olan tecrübeli koç bu sezon sahip olduğu kadronun enerjisini, güçlü bir sinerjiye dönüştürmek zorunda. Bu amaç uğrunda Nikola Pekovic, Kevin Love ve Ricky Rubio demirbaşlar olacaktır diye umuyorum. (Tamam Beasley de kadronun önemli bir oyuncusu ama düzen + sinerji diyoruz..)

Avrupa’dan Nba’e geçen oyuncuların hemen her zaman savunma zaafiyeti çektiğini görüyoruz. Ricky Rubio için de bu durum çok farklı olmayacaktır. Çünkü muazzam atletizm ve delicilik özellikleri olan oyuncuları savunmaya çalışacak. Ancak çabuk ayakları ve yüksek basketbol zekası ile bu zorluğu zamanla bir şekilde aşacağını düşünüyorum.

Bakalım, genç yıldızın Nba performansını benim gibi sürüyle basketbolsever de merakla bekliyor. Geçtiğimiz sezonu 17 galibiyet 65 mağlubiyet ile bitiren Minnesota Timberwolves da İspanyol Rubioseverler gibi genç oyuncudan çok şey bekliyor. Umarım kendisi de bu beklentileri karşılar ve önümüzdeki yılların en önemli “saf oyun kurucu”larından biri olur. Keza potansiyeli de buna müsait. Allah Aydın Yılmaz etmesin..