31 Ocak 2012 Salı

Yorumsuz, Blake Griffin.

Blake Griffin yaratığının 30 Ocakta Oklahoma City Thunder'a karşı yaptığı akıl almaz smacı paylaşmasam içinde kalırdı. Sanırım hayat boyu Kendrick Perkins'in içinde kalacak bu 3-4 saniye. Malum posterler de muhtelemen bu smacın unutulmasını engelleyecektir. Karşınızda yılın smacı..

Olmadı baba ayrılın siz..



Amare Stoudemire ve Carmelo Anthony. Şüphesiz ki iki büyük yıldız ve Nba'in en önemli skorerlerinden ikisi. Yıllardır bir yere gelemeyen ama köklü ve taraftarlar tarafından beklentilerin en büyük olduğu takımlardan New York Knicks'in tekrar yükselişe geçme umutları olarak bir araya geldiler bundan çok uzun olmayan bir zaman önce. Yanlarına da son şampiyon Dallas Mavericks'in defansif pivotu ((takımı şampiyonluk adayı yapamayacağı belli olan) Tyson Chandler eklendi. Şimdi ise sonuç tam bir hüsran, 7 galibiyet 12 mağlubiyet. Bunun tabi ki; oyun kurucu eksikliği ve bench'in çok çok zayıf olması gibi sebepleri var elbet ama en büyük saha içi sorun açık ara bu iki önemli yıldızın arasında.

Amare Stoudemire hızlı ayakları olan (muazzam bir ilk adımı olan) mobil bir uzun. Hücumda en verimli olacağı senaryo iyi bir oyun kurucuyla (biri Steve Nash mi dedi?) oynayacağı ikili oyunlarla yüzü dönük potaya gitme şansını elde edeceği senaryo. Peki Carmelo Anthony? Melo da Amare'nin tam aksine topu sürekli elinde isteyen ve isolation hücum ile, kendi şutunu yaratarak verimli olan bir oyuncu. Kısaca hangi takıma koyarsanız koyun benzer bir katkıyı alırsınız. Esas problem anlaşılacağı gibi Amare'de. Hiç ama hiç istediği şekilde oynama fırsatını bulamıyor. Carmelo onu beslemeye çalışsa da o şekilde işleyecek bir sistem değil. İşin bir de Tyson Chandler ile olan uyum sorunu kısmı var. Geçtiğimiz sezon ortaya koyduğu çok iyi performansı Dirk Nowitzki gibi bir oyuncuyla birlikte yarattı. Ancak Dirk ve Amare bir birinden çok farklı oyuncular. Stoudemire kırk yılda bir bulduğu içeriye hücum etme fırsatlarının bir kısmında da Tyson Chandler'dan yaratmasını beklediği alanı bulamıyor. Çünkü Tyson da hücumu kısıtlı olan bir oyuncu olduğu için pota altında bekleyip alley-oop veya boş smaç fırsatlarını kovalıyor. Kısacası ciddi bir kabus kıvamında şu an New York Knicks hücumları Amare için.

Takım mimarisinin çok kötü olduğu bir takım New York ekibi. Bu sene de bunun problemini çekiyorlar. Borsada stop-loss (zarar-kes) diye tabir edilen bir kavram vardır. Bir de "zararın neresinden dönsen kardır" diye bir laf vardır. Bunları uygulamak da şimdi New York Knicks yönetimine kalıyor. Öncelikle hangi süper yıldızdan feragat edeceklerine karar vermeler. Benim hissiyatım ve okuduklarım bu ismin Amare Stoudemire olabileceği yönünde. Hatta Tyson ve Amare'yi beraber verip Dwight Howard'ı kadroya katma çalışmaları var. Carmelo-Dwight ikilisi muazzam bir güç yaratır o başka. Ancak Orlando'nun an itibariyle takasa pek yanaşmadığı gerçeği var. Her ne kadar çok yanlış bir tutum olduğunu düşünsem de olay bu. Ayrılın arkadaşlar siz zorlamadan, birbirine göre değilsiniz.

Kişiliksiz TFF yönetiminden istifa !



Ve sonunda bomba patladı… Türkiye Futbol Federasyonu (TFF) başkanı Mehmet Ali Aydınlar, başkanvekilleri Göksel Gümüşdağ ve Lütfi Arıboğan görevlerinden istifa ettiklerini az önce yazılı bir açıklamayla duyurdular.

Aslında bu açıklama, tam da TFF’nin göreve geldiğinden beri sürdürdüğü “tutarsız” eylemlerinin bir başka örneği. Göreve geldiklerinde de önce “Ligler zamanında başlayacak” deyip, 1 hafta sonra “Hayır olmaz, ligler Eylül’de başlayacak” diyen; “Geçen sezon tescil edildi” deyip Fenerbahçe’yi şampiyonlar ligine göndermeye kalkan, daha sonra UEFA vasıtasıyla “Fenerbahçe men edilmiştir” diyebilen, daha bunun gibi bir sürü örnek sayabileceğim tutarsız bir federasyondan bahsediyoruz.

Öyle ki 26 Ocak tarihindeki Olağanüstü Genel Kurul’da istifa sinyalleri veren başka M.Ali Aydınlar ve başkanvekilleri, toplantı sonrası kulüplerden gelen desteklerle göreve devam ettiklerini açıklamış olmalarına rağmen, bugün istifa ettiklerini öğrenmiş bulunuyoruz. Bir sözünüzün de arkasında durun be arkadaş !

Temmuz başında göreve gelen bu yönetim, göreve geldiği andan yalnızca birkaç gün sonra Türk futbol tarihinin en büyük şike operasyonunu, tabiri caizse saatli bombayı kucağında buluverdi. Bu denli yeni bir yönetimin, böyle büyük bir operasyon sonucunda, bazı kesimleri hiç memnun etmeyecek, cesurca kararlar alabilmesi gerekiyordu. Ancak M.Ali Aydınlar ve yönetimi (bunu tecrübesizliklerine bağlıyorum, ardında bir art niyet aramak istemiyorum) bu kararları bir türlü alamadılar, süreci uzattıkça uzattılar ve buraya kadar geldik. Bu noktada da “yıprandık” diyerek işin kolayına kaçıyor ve istifa ediyorlar. Bu durumda ne oluyor ? Sürecin daha da uzama ihtimali baş gösteriyor. Nereye kadar ? UEFA, bedeli çok ağır olacak cezalarla önümüze gelip “Yeter ulan!” diyene kadar…

Daha bu federasyon için yazılacak milyonlarca şey, herkesin farklı bir olumsuz  görüşü vardır eminim. Ben şimdilik bu kadarla sınırlandırıyorum. Ama yazımı sonlandırmadan istifa eden başkanvekili Göksel Gümüşdağ’a ayrı bir parantez açmam gerekiyor. Şike soruşturmasında adı geçen onlarca isim aylarca hapis yatarken, (öyle ufak da değil, ciddi anlamda) adı geçen Göksel Gümüşdağ ise aylarca TFF başkanvekilliği görevini yürütüyor, ifadesi bile süreç başladıktan yaklaşık 3-4 ay sonra alınıyor ve serbest bırakılıyor. Sanırım bu durum bile, TFF’nin ve Türk futbolunun ne kadar rezil durumda olduğunu göstermeye yeterli..!

Necati Ateş ve Galatasaray



Sene başında da Galatasaray'ın gündemine gelmişti ama bu transfer gerçekleşmemişti. Şimdi transfer döneminin bitmesine bir gün kala bir kez daha Antalyaspor'un kapısını çaldı Galatasaray eski futbolcusu için. Kimine göre bu transfer bitti ve sadece imzaların atılması kaldı, kimine göre ise gerçekleşmedi. Ben Mehmet Özdilek'in geçen gün yaptığı "Necati'yi bırakmam söz konusu değil" açıklamasından sonra 2. grupta yer alıyorken, bugün Necati'nin Galatasaray ile yapacağı maç kadrosuna alınmaması başka türlü düşünmeme yol açtı. Bahsedilen teklifte Necati Ateş için Aydın Yılmaz ve üzerine bir miktar para verileceği konuşuluyordu. Henüz resmileşmiş bir transfer olmadığı için tabi ki ayrıntıları bilemiyorum.

Peki Necati Galatasaray için iyi bir transfer transfer mi? Cevaplaması zor bir soru olsa da bence en azından kötü değil. Tatminkar bir transfer, beklentilere cevap veren bir isim olmadığına tamamen katılsam da, hücum rotasyonunda sıkıntı çeken Galatasaray için en azından kullanılabilecek Türk bir forvet olacak. Aynı zamanda transfer gerçekleşirse Fatih Terim'in Necati'yi değişik bölgelerde de görevlendireceğini düşünüyorum. İkinci forvet, forvet arkası ve sağ açık gibi.

Beklenilen onca kaliteli ismin ardından Necati'ye dönülmesi tabi ki ilk bakışta hayal kırıklığı. Ancak transferleri değerlendirirken her kriteri göz önünde bulundurmak gerekir. Takımın ihtiyacı, takımın ekonomik durumu, oyuncunun istemesi, takım için dengeler vs vs. Bu kriterlerden değerlendirirsek tekrarlıyorum Necati transferi biterse, kötü transfer denemez. Ancak 1 ay boyunca Shaqiri peşinden koşup Necati'yle anlaşılmasının da ironik bir tarafı yok değil. Antalyaspor maçından hemen önce bu transferin bu kadar dillenmesi de, eğer transfer gerçekleşmezse hoş bir durum olmaz. Artık üç taraf için de hayırlı olanın transferi bitirmek olacağını düşünüyorum.

Kazım Kazım 900 bin euroya Olympiakos'ta!



Evet, Lig TV’nin son dakika haberine göre Galatasaray’ın sezon başından beri en çok eleştirilen oyuncusu olan Kazım Yunanistan’ın Olympiakos ekibine kiralanmış. Sezon sonuna kadar Yunanistan’da forma giyecek olan Kazım için ödenen miktar ise 900 bin Euro. Galatasaray için de, Kazım için de, Olympiakos için de hayırlısı olması dileğiyle..

Gelelim işin yorum kısmına; Yiğit Gökoğlan transferinin ardından Kazım Kazım’ın forma şansı bana göre zaten düşmüştü. Keza sezon başından beri yerlerde olan formu ve sağ kanatı felç etmesi belki de Galatasaray’ın en büyük saha içi problemiydi. Teknik heyetin de bakış açısı böyle olacak ki, transferin başladığı günden itibaren hücuma katkı verecek bir kanat oyuncusu transferi (bknz. Amrabat, Shaqiri..) için uğraşılıyordu. Ancak açıkçası Kazım Kazım’ın takımdan ayrılmasını hiç ama hiç beklemiyordum. Hem Fatih Terim’in kişisel olarak tuttuğu bir oyuncu olmasından hem de Türk kontenjanından dolayı takımda kalmasını bekliyordum. Ancak bana göre gayet doğru bir kararla yolların ayrılmasına karar verilmiş. Altını çizmek istediğim nokta ise sezon sonuna kadar kiralamak için ödenen paranın 900 bin Euro gibi çok büyük bir meblağ olması. Bana kalırsa hiç Kazım’ın şu halinin hakettiği miktar değil.

Galatasaray Kazım’ı arar mı? Bence aramaz. Yiğit Gökoğlan (ki kendisini kanıtlamış bir isim değil) ve Mertan’dan oluşacak kanat rotasyonu biraz eksik kalabilir ama düşününce Galatasaray’ın bu bölgede kullanabileceği Engin ve Emre Çolak gibi alternatif versatil oyuncuları da var. Ancak tabi ki Kazım’ın ayrılışı yapılacak bir başka transferin daha habercisi olabilir. Bu bağlamda transferin son günlerinde öne çıkan iki hücuma yönelik oyuncu var; Aissati ve Wijnaldum. Özellikle Aissati’nin piyasasının düşmüş olmasından kaynaklı ucuza kapatılabileceğini ve çok iyi bir transfer olabileceğini düşünüyorum.

30 Ocak 2012 Pazartesi

Moussa Sow analizi..



Biraz geç oldu ancak yazılması ve üstünde durulması gereken bir konu olduğundan dolayı Fenerbahçe’nin yeni transferi Moussa Sow yazısı yazmak istedim. Moussa Sow nedir, ne değildir ve Fenerbahçe’ye ne katabilir tarzı muhabbetlerle ilgili biraz kendi açımdan bahsedeyim. Sow’u son iki yıldır gayet fazla şekilde izleme fırsatı bulduğum için, yazacağım şeylerin büyük ölçüde tutacağını sanıyorum.

İlk olarak Fenerbahçe’nin geçtiğimiz yılların ardından santrfor transferinde doğru yolu bulduğuna inanıyorum. Bienvenu’yu bu kıstasın dışında tutmak istiyorum, çünkü çok belirsiz bir süreçte düştüğü denizde ilk bulduğu yılana sarılmıştı Fener sene başında. Ondan önce tercih ise şahsen çok ama çok önemli bir oyuncu olduğunu düşündüğüm Mamadou Niang’dı. Peki Moussa Sow bu iki bahsettiğimiz isme kıyasla nasıl bir isim? Tereddütsüz cevap Bienvenu’den daha iyi Mamadou Niang’dan daha zayıf.


Sow fiziksel olarak üst düzey bir oyuncu. Gayet hızlı, güçlü ve dengeli bir forvet. Bu da benim bir forvette en önemli gördüğüm özelliklerden biri. Aynı özellik Niang’da da vardı Emenike’de de. Kısacası Türkiye’de bu tarz santrfor tipi tutar. Moussa Sow’un bir başka değerli silahı ise şutları. Kaleyi gördüğü yerden sağlam, sert ve isabetli şutlar çıkartabilen bir isim. Yani bu tarz özellikleri üst üste koyarsak, Türkiye’deki standart tabiri ile “yırtıcı” bir forvet.

Bunlar Sow’un ne olduklarıyla alakalı değerlendirmeler. Peki, Moussa Sow ne değildir? Sow doğuştan bir golcü değildir. Hani bazı forvetlerin bazı sezileri, kendilerini farklılaştıran bir golcülük özellikleri (golü koklamak) vardır ya, ondan bahsediyorum. Dünyadan örnek verirsek Van Nistelrooy böyle bir golcüdür mesela. Türkiye’den örnek verirsek de Milan Baros’da (Mustafa Pektemek de bu yolda) bu özellik var diyebiliriz. Ancak şunu da ekleyeyim ki, bu kıyaslama demek değildir ki Baros Moussa Sow’dan daha iyi bir forvettir. Keza ben şu gün takımıma bir forvet alıyor olsam ve ihtimallerim Baros ve Sow olsa, şüphesiz Sow’u tercih ederim. Sanıyorum ki, anlatabildim.


Moussa Sow’un transfer edilebilmesini de ayrıca tebrik etmek gerekir. Çünkü şu andaki piyasası itibariyle İngiltere’de (Arsenal'in ve Tottenham Hotspur'un ilgisinin olduğunu biliyoruz) veya İspanya’da da rahatlıkla oynayabilecek bir topçu. Bu açıdan Türkiye’yi tercih ettirebilmek ve 26 yaşındaki değerli bir oyuncuyu kadroya katabilmek ayrıca bir başarı.

10 milyon Euro da bence Moussa Sow için iyi bir fiyat. Tabi ki ucuz bir transfer değil ama kariyerinin zirvesinde olan, Avrupa dahilinde de piyasası yüksek olan 26 yaşındaki bir oyuncuyu almak istiyorsanız da bu meblağları gözden çıkartmanız gerekir. Kısacası maliyet açısından da bence bir terslik yok. Moussa Sow ile ilgili enteresan şöyle bir bilgi var. Geçtiğimiz sezon 25 gol atan Senegalli sezonun başında Lille’e bonservisi elinde olarak bedavaya gelmişti. Yani 1.5 senede kariyerinde patlama yaparak çok ciddi de bir kar da bıraktı Lille’e Sow. Bu değerini katlama açısından Burak Yılmaz’a benzetmemiz yanlış olmaz.

Benim için bir soru işareti ise Lille ve Fenerbahçe’nin oyun yapısındaki farklılıklarla alakalı. Keza ben Lille’i örnek alınması gereken bir sistem takımı olarak görüyorum. Çok hızlı bir şekilde hücuma çıkabilen, kanatlarını muazzam kullanabilen ve bulduğu geniş alanları çok etkili kullanabilen bir takım. Moussa Sow’un da Lille’de oynadığı tempodan sonra Fenerbahçe’nin oynadığı daha düşük tempoya alışmasının biraz sıkıntı yaratabileceğini düşünüyorum. Keza Lille’den önce oynadığı Rennes’deki performansı hiç tatmin edici değil. Yani Moussa Sow’un bu düzeye çıkmasında Lille’in oyun yapısının rolü büyük. Fenerbahçe’nin uzun vadede düşündüğü Alex’siz takımın sağ tarafa Stoch benzeri bir takviye daha yapılması ile ve daha hızlı bir takıma dönüşmekle beraber Sow’un tam performansını verebileceğini düşünüyorum.

Sonuç olarak Sow oldukça iyi bir santrfor ve direkt olarak katkı verebilecek bir oyuncu. Bu transferin hayırlı olmasını temenni ediyorum ve vereceği performansı ben de merakla bekliyorum.

Avustralya Açık şampiyonu yine Djokovic !


Rafael Nadal ve Novak Djokovic... Avustralya Açık finalinde bu 2 ismin karşılaşacağı belli olduğu andan itibaren, bizleri efsane bir maçın beklediğini düşünmeye başlamıştım. Ve sağolsun ki bu ikili yanılmadığımı bana fazlasıyla gösterdiler dünkü maçta. Öyle efsane ki, maç tamı tamına 5 saat 53 dakika sürdü, ki bu da bir Grand Slam rekoru olarak kayıtlara geçti. O kadar saat sonrasında hala bırakın yüksek tempoda maça devam etmeyi, nasıl ayakta kalabiliyorlar bile, hayret edilecek şey !

Öncelikle açıkça belirtmek isterim ki, kadın tenisiyle erkek tenisi arasında ciddi bir kalite farkı bulunduğunu düşünmekteyim. Öyle ki bir gün önce oynanan kadınlar finalini de izledim, fakat maçın ilk setinin ortalarında uyuyakaldığımı itiraf etmekteyim. Ancak Nadal-Djokovic finalini izlerken, tek başıma izlememe rağmen, müthiş sayılar karşısında bağırarak “oooo müthiş bir sayı” demekten kendimi alamadım birçok pozisyonda, tam anlamıyla ekrana kilitlendim. Eminim birçok tenis sever de benim gibi izlemiştir bu finali.


Maça bakacak olursak, ilk sete Nadal’ın çok iyi başladığını, Novak Djokovic’in üzerinde kendisine yakışmayacak derecede bir tutukluk olduğunu gözlemledik. Buna, sevgili Eurosport spikerinin her dakika tekrar ettiği, sıcaklık ve nem faktörünün de Djokovic’i daha çok etkilemiş olabileceği sebep olmuş olabilir. Ancak Rafael Nadal gibi olağanüstü savunmacı, hırslı, maçtan hiç kopmayan bir oyuncuya karşı ikinci sette oyuna geri dönmesi ve özellikle üçüncü seti harikulade oynayarak Nadal gibi bir oyuncuyu moral olarak da çökertmeyi başardı Djokovic. Kendisinin çok iyi bir “return”cü olduğu herkes tarafından zaten bilinmekte DJ’in. Fakat zaman zaman öyle return’ler, öyle forehand-backhand winner’lar aldı ki, anlatılmaz yaşanır diyebilirim sadece.

Gelelim Nadal’a. Djokovic’in yarı final mücadelesinde de Andy Murray maça çok iyi başlamış, sonraki setlerde birçok basit hata yaparak Djokovic’i maça ortak etmişti. Bu final maçı öncesi de Rafa Nadal buna değinmiş, ve bu seviyede oynarken bu denli basit hatalar yapmamalısınız diye Murray’e göndermelerde bulunmuştu. Fakat yapılmaması gerektiğini söylediği bu basit hataları, kendisinden hiç beklemeyeceğimiz bir adam, Rafael Nadal çok yaptı bu maçta. Bu da çok pahalıya mal oldu Nadal açısından. Hem Amerika Açık’ta ve geçen yılki Avustralya Açık’ta finalde kaybettiği Djokovic’e mağlup olmaya devam ediyor, hem de son oynadığı 6 Grand Slam finalinden de eli boş dönmüş olarak olumsuz bir rekora imza atmış oluyor İspanyol raket.


Yazımı tamamlamadan, bu nesil olarak çok şanslı olduğumuzu düşünüyorum çünkü çok önemli 3 oyuncuyu bir arada izleme fırsatı buluyoruz. Bu oyuncular şüphesiz Roger Federer, Rafael Nadal ve Novak Djokovic. Ama buyurun size çok enteresan bir benzetme yapayım. Nadal Federer’e, Federer Djokovic’e, Djokovic de Nadal’a üstün geliyor çoğu karşılaşmada. Dünyanın ilk 3 numaralı seribaşları, aynı bir taş-kağıt-makas oyunu gibi…

NBA’in yükselen yıldızları v.1; James Harden, Ryan Anderson



Most Improved Player (MIP) yani başka bir deyişle en çok gelişme kaydeden oyuncu Nba’de verilen diğer ödüllere kıyasla daha çok kanıya varılabilen bir dal. Normal sezonun 62 maçtan oynanacağı bu kesik yılda aşağı yukarı 20 maç ile üçte birini geride bıraktığımız şu dönemde bizim de kafamızda bazı isimler oluşmaya başlıyor tabi ki. Bu oluşan 4-5 isimden iki tanesiyle muhabbete başlamak istiyorum; aynı zamanda en iyi altıncı adam ödülünün sahibi olarak gördüğüm James Harden ve Orlando’nun sistemi içerisinde değişilmez bir yer kapan Ryan Anderson.



Oklahoma City Thunder ile beraber Nba’deki üçüncü sezonunu yaşayan “Harden ve Sakalları” aslında bu sene Oklahoma’nın potansiyelini ve başarı çizgisini belirleyen baş faktör olacaktı. Çünkü sadece Westbrook ve Durant’in sırtına binmiş giden bir takımın gidebileceği yer sınırlı oluyor. Her ne kadar ikisi de çok önemli skorerler de olsa Nba şampiyonluğu için özellikle yeterli güç değil. Bu bağlamda Oklahoma’nın en değerli 3. Oyuncusu olan Harden’ın bu sezon takıma getirecekleri çok önemliydi. Yedekten gelmesi de aslında Sefolosha’nın yedeği olmasından dolayı çok saçma gözükse de Thunder için neredeyse zorunlu bir durum. Çünkü Harden’ın da normal yeri olan ilk 5’e girmesi demek Thunder yedeklerinin hücum anlamında çok ciddi karın ağrısı yaşatması demek. Yalnız Harden’ı ikinci takımla oynatmaktansa ilk 5’e dahil edip Durant’i ilk çeyreğin sonunda biraz dinlendirip, ikinci çeyrekte ikinci takımla oynatmak daha mantıklı olabilir. Neyse o başka bir mevzu. En çok gelişme kaydeden oyuncu adaylarımdan biri olan “Harden ve Sakalları” maç başına 30 dakika civarı sahada kalıp 16.9 sayı, 4.1 rebound ve 3.2 asist üretiyor. Geçtiğimiz sezonki istatistikleri ise; 12.2 sayı, 3.1 rebound, 2.1 asist. Bununla beraber basketbol IQ’su yüksek bir oyuncu olmasının etkisiyle bu sene doğru tercihleri yapma konusunda da sınıf atlamış bir oyuncu Harden. Bunu da geçtiğimiz sezon %43 ile kullandığı şutlarını % 48’e çıkartmasından görebiliriz. Sözün özü, Harden daha iyi bir oyuncu ve hatta elit bir skorer olma yolunda büyük adımlar atıyor. Potansiyeli de bu gelişime müsait.



Bir diğer yükselen yıldızımız ise Doğu yakasından. Sezona çok ciddi bir Dwight Howard kriziyle giren Orlando Magic’in bu sene çöküşe geçmemiş olmasında en önemli etkenlerden biri olan delikanlı; Ryan Anderson. Rashard Lewis’in yıllar boyu Orlando’da oynadığı “Dwight’e spacing’i sağla ve üçlük at!” rolü için biçilmiş kaftan. Anderson aldığı dakikaların ciddi ölçüde artmasıyla beraber bir anda parlamaya başladı bu sezon. Müthiş bir şutör olması bir yana bıkmadan usanmadan üçlük kaldırabilen ve dolayısıyla kendisine güveni tam olan bir oyuncu olduğunu da bu vesileyle görmüş olduk. Bu sezon attığı 58 üçlükle Nba’in üçlük krallığına oturmuş durumda ve bu üçlükleri de %43 gibi hiç fena olmayan bir yüzdeyle yolluyor. Bu şutör kimliğinin yanında Ryan Anderson’ın üst düzey değil ama hiç de fena olmayan bir reboundçu olduğunu da bu sene görebiliyoruz. Maç başına 6.5 rebound ortalaması yakalamış durumda ve bu adamın Dwight Howard gibi bir beyefendinin yanında oynadığını düşünürsek, 6.5 hiç de fena gözükmüyor. İstatistiklere bir göz atacak olursak; 30 dakika sahada kalan Ryan Anderson 16,3 sayı ve 6.5 rebound ile mücadele ediyor. Geçtiğimiz sezonki rakamları ise; 10.5 sayı ve 5.6 rebound. Yani ilk 5’e yerleştiği bu sezon Ryan Anderson’ın kariyeri açısından parlak ve bir zıplama tahtası değeri taşıyor. He Ryan Anderson kendini bu seviyenin yukarısına ne kadar taşıyabilir? Bence bu açıdan çok fazla daha gidecek yolu yok, keza Orlando dışında bir takımda iyi oynayabilmesinin de zor olduğunu düşünüyorum. Ancak şu an için parkeye koydukları hiç yabana atılacak cinsten değil.

16 Ocak 2012 Pazartesi

Mert Nobre ve Fenerbahçe ?!? (transfer yattı)



Fenerbahçe’nin eski oyuncusu Mert Nobre ile ilgilendiği bugüne bomba gibi düşen bir haber. Mersin İdman Yurdu yetkilileri Fenerbahçe’nin bu teklifini doğrulamış fakat henüz anlaşma sağlanamadığından bahsetmişler. Anlaşılan o ki görüşmeler sürmekte. Mert Nobre transferine karşılık ise Fenerbahçe’nin Semih’i takasta kullanmak istediği söylenmekte. Peki acaba Mert Nobre, Fenerbahçe’nin aradığı forvet mi ?

Bence bu cevap kesinlikle hayır. Yıllar öncesinde hatırlayacağımız üzere Fenerbahçe, Nobre’yi (ki en formda zamanlarındayken ve Türk vatandaşlığına geçmişken) bonservissiz olarak Beşiktaş’a kaptırmıştı. Nobre Beşiktaş’ta yaklaşık 4-5 sezon forma giydi, ve bir türlü kendisinden bekleneni (Alex’le müthiş bir uyum içerisinde attığı golleri Fenerbahçe zamanından hatırlarız) veremedi. Bu sezon başında da ligin yeni ekiplerinden Mersin İdman Yurdu’nun yolunu tuttu Nobre. Mersin’de tekrar kendini bulduğu söylenebilir fakat unutulmamalı ki oynadığı takım Mersin İdman Yurdu, şampiyonluğa oynayan kalibredeki takımların çok çok alt seviyesinde. Eğer ki Fenerbahçe, Nobre’nin Mersin’deki performansını göz önünde bulundurarak bu transferi gerçekleştirmek istiyorsa, bence ciddi bir hata yapıyorlar.

Bir diğer tezat, EURO 2008’de, en formda dönemlerinde, sözleşmesi bitmeye her yaklaştığında, kendisini isteyen Avrupa kulüplerini tek tek reddeden, her zaman önceliğim Fenerbahçe diyen bir oyuncuyu, Semih Şentürk’ü, Mert Nobre’yi alabilmek için takasta düşünmeleri. Eğer bu haber gerçekten doğruysa Fenerbahçe, Semih’e karşı büyük bir vefasızlık yapmakta.

Özetle, çoğu Fenerbahçeli, yönetimden Moussa Sow hamlesi beklerken, Mert Nobre hamlesi şok etkisi yaptı taraftarlar üzerinde. Eğer Semih, Mersin İ.Y’na gitmeye sıcak bakmasa (ki hiç sanmıyorum sıcak bakacağını) Fenerbahçe bonservis ödeme yoluna mı gidecek Nobre için ? Merakla bekliyor olacağız biz de Fenerbahçe’nin forvet transferini..

Kartal'ın 3 forvetinden 3 gol



Geçen hafta ligin dibindeki Ankaragücü ile berabere kalan, haftaiçinde kupa maçında G.Antep Büyükşehir’i zor da olsa mağlup eden Beşiktaş, (özellikle taraftarlar arasında) ezeli düşmanı Bursaspor’u 3-1’le geçerek üzerinde toplanmaya başlayan bulutları dağıtmış oldu.

İlk yarıda inanılmaz istekli ve saldıran bir Beşiktaş izledik sahada. Rakip yarı alanda baskı kuran, pres yapan (ki ilk gol Necip’in yaptığı pres sonucu geldi), sayısız pozisyona giren Kara-Kartallar, 2. yarıda oyun hakimiyetini çok büyük oranla rakibi Bursaspor’a devretti. İşte ben buna anlam veremiyorum. Muhteşem seyircisinin desteğiyle kendi evinde oynayan bir takım, bu denli iyi oynadığı bir ilk yarı sonrası bu kadar kapanmamalı ikinci devrede kendi yarı alanına. Berndt Schuster’in taktiği gibi şuursuzca 2 farkı getirecek golü aramamalı tabii ki fakat, oyunun kontrolünü elinde tutması gerekiyor bu denli kaliteli takımın. Buna önlem olarak ne yapılabilirdi diye soracak olursak tek bir cevabı var : Carlos Carvalhal’in oyuna müdahelesi…

Carvalhal’ın oyuncu değişikliklerinde geç kaldığını düşünmekteyim. Oyuna müdahele etmek için illa beraberlik golünü yemesi gerekmiyor Beşiktaş’ın. İyi niyetiyle mücadele etse de, faydalı olmaya çalışsa da 2. yarıda Edu oldukça ağır kaldı. Dakikalar 55 yada 60’ı gösterdiğinde yapacağı bir Mustafa Pektemek yada Holosko – Edu değişikliği oyunun seyrini anında değiştirebilir ve Beşiktaş, 3. golü bulup daha erken rahatlayabilirdi. Eğer ki Beşiktaş, Bursaspor’dan baskı yediği ikinci yarıda beraberlik golünü yemiş olsa ve sonrasında galibiyeti getirecek golü bulamasa, eminim ki bu söylediklerim basında ciddi anlamda konuşulacaktı. Fakat galibiyet sonrası bunlar göz ardı edilecektir muhtemelen.

Eh madem 3 forvetten 3 gol gelmiş, bireysel performans değerlendirmemize de bu 3 oyuncuyu alalım. Öncelikle Almeida’dan başlayacak olursak, kendisi son haftaların (bırakın Beşiktaş’ı, belki de ligin) en formsuz forvetlerinden biri. Fakat bugün ben Almeida’yı çok beğendim. Sadece gol attığı için değil, çok koştuğu çok mücadele ettiği için. Ayrıca kendisi, çok fazla ön direk yada arka direk koşusu yapmaz, kafa toplarını direk kendisine beklerdi. Fakat bu maçta bu koşuları yaptığını gördük Portekizli’nin. Beşiktaşlılar için Almeida’nın form tutması sevindirici bir gelişme.

Edu’dan bahsedecek olursak, birçok özelliği eleştirilebilir Edu’nun, fakat sol ayağıyla çok etkili şutlar çıkardığı yadsınamaz. Özellikle sol çaprazdan ters direğe doğru çektiği şutlar çok etkili ki, Stoke City maçındaki golü, bugünkü golü ve bugün kaçan 1 gol pozisyonu bahsettiğim şekilde vurduğu toplardı Edu’nun.

Son olarak ise yine yeni yeniden Mustafa Pektemek..! Kendisine artık Fenerbahçeli Semih Şentürk’ün bir zamanlar lakabı olan “Nöbetçi Golcü” de diyebiliriz sanırsam. Her ne kadar geç dahil olursa olsun oyuna, golünü atmayı başarıyor bu genç forvet. Aldığı süre/attığı gol oranlaması yapılsa, ligde zirveye oynar çok rahat Mustafa Pektemek. Carvalhal, Mustafa’yı çoğunlukla ilk 11’de tercih etmiyor, ben katılmasam da bu görüşüne, kendi kararıdır. Bu durumda da yedek oturan, oyunun gidişatına göre oyuna girip skoru her an değiştirebilecek bir Mustafa Pektemek’in olması da Carvalhal’in şansı diyebiliriz.


Bursaspor’da ise takımdaki en büyük eksikliğin Afrika Kupası’na giden sağ bek Basser olduğunu düşünüyorum. Basser’in yokluğunda sağ bek oynayan yeni transfer Hakan Aslantaş’ın yaptığı kritik hatalar, takımına pahalıya mal oldu. Olumlu performanslardan bahsedecek olursak da, ilk sıraları şüphesiz Pablo Batalla, Sestak ve Ozan İpek alır. Üç isim de oldukça formda ve Bursaspor takımını sıradan bir takım olmaktan çıkarıp fark yaratan isimler. Fakat Bursaspor’un forvetsiz oynadığını düşünüyorum. Turgay Bahadır benim gözümde tam bir forvet değil, daha çok yardımcı oyuncu olarak oynayabilir. Eee Bangura’da beklenileni bir türlü veremedi..? İşte asıl sıkıntı, üzerinde durulması gereken nokta bu bence Bursaspor’da.

Yazımı sonlandırmadan ufak bir parantez de maçın kahramanı Necip Uysal’a. Maç boyunca 2 orta açtı, 2sinin de adrese teslim ve harika ortalar olduğunu gördük. Bu, Necip’in bu yönünü geliştirmeye başladığını gösteriyor. Fakat daha da çok insiyatif almalı maç içinde. Uzun zamandır ileriye değil geriye gidiyor, kendini geliştiremiyor diye düşünülen Necip Uysal’ın bu performansı tüm Beşiktaşlıları mutlu etmiş olmalı. Ama böyle oynadığı bir maçta sakatlanması büyük talihsizlik ne yazıkki. Umarım en kısa zamanda sahalara geri döner bu genç yetenek…

10 Ocak 2012 Salı

Forvetsiz Fenerbahçe



Spor Toto Süper Lig’de zirve adaylarından Fenerbahçe, bu sezon ilginç bir istatistik sergilemekte.Şuana kadar attıkları 28 golün yalnızca 5’ini Sarı-Kanaryaların forvetleri kaydetmiş. Bu yazımda bu ilginç detayın sebeplerini ve Fenerbahçe’nin gol yollarındaki sürpriz isimlerini değerlendirmek istiyorum.

Öncelikle, neden bu durum böyle ? Bunun çok net bir cevabı var : sezon başındaki şike soruşturması. Geçen yılın golcü futbolcusu Mamadou Niang, kulübün ekonomik sorunlar yaşayabileceği düşüncesiyle iyi bir paraya satılmıştı hatırlayacağımız üzere sene başında. Ama Fenerbahçe’yi asıl derinden etkileyen, Karabükspor’da flaş performans sergileyen, büyük ümitlerle sene başında yüklü bir bonservis bedeline alınan Emmanuel Emenike’nin şike soruşturması yüzünden apar topar (bir resmi maç bile oynamadan) Spartak Moskova’ya kaçması oldu. Böyle bir kaos ortamında elinde sadece Semih Şentürk kalan Fenerbahçe, alelacele bir forvet transfer etti ki şuan ne kadar yetersiz olduğunu görüyoruz bu oyuncunun : Henri Bienvenü (4 golü olmasına rağmen kaçırdıklarıyla daha çok ön planda)…

Tüm bu olumsuzluklara rağmen takım 28 gol atabilmiş. Bu durumda sürpriz isimlerin gol yollarına katkısı ön plana çıkıyor. Hepimizin de tahmin edebileceği gibi bu konudaki en sürpriz isim Cristian Baroni. Bu sezon hücuma daha çok çıkan, formunun zirvesinde olan bir defansif ortasaha oyuncusu olan Baroni’nin takıma 5 golle katkı sağlaması gerçekten çok kritik. Gerek uzaktan şutlarla gerek hücuma yaptığı desteklerle Baroni, Fenerbahçe adına tam anlamıyla bir sürpriz golcü oluverdi.

Sarı-Lacivertlilerin bu sezonki bir diğer sürpriz golcüsü ise Miroslav Stoch. Uzun süre Fenerbahçe’de ilk 11 oyuncusu olamayan, daha çok sonralardan oyuna giren ve beklenen katkıyı yapamayan Stoch, bu sezon çok ama çok farklı bir kimliğe bürünmüş durumda. Formayı sonunda kapan Stoch’un, futbolunu (özellikle şutlarını) ne kadar geliştirdiğini bu sezon çok net bir şekilde görmekteyiz. O da bir kanat oyuncusu olarak takımına 5 golle katkıda bulunan isimlerden biri.

Son olarak, Fenerbahçe’nin en golcü isimlerinden biri yine (hücum arkası oynayan) Alex de Souza. Sarı-Lacivertlilerin MAESTROsunun bu performansına sürpriz demek Alex’e ve Fenerbahçe kariyerine haksızlık olur, dolayısıyla Alex’in 5 gollük ve birçok asistlik katkısı beklenilen bir durum.

Transfer döneminin resmen başladığı ve devam ettiği şu dönemde Fenerbahçe eğer efektif bir forvet transfer ederse, bu formda isimlerin performansına bir de sağlam golcü performansı eklenirse, takımın gol sayısında ciddi bir artış olacağını düşünmekteyim. Bekleyip göreceğiz…

9 Ocak 2012 Pazartesi

Ankara"GÜCÜ"nün sonuna kadar direndi !



Sezonun belki de en sürpriz sonuçlarından birine şahit olduk bu akşam. Ligde sadece 2 galibiyeti bulunan, ligin dibine demir atmış, geçen haftaki maçı (ne de olsa kaybedecekler mantığıyla) İddaa programından çıkartılmış Ankaragücü, şampiyonluk adaylarından Beşiktaş’tan 1 puan koparmayı başardı.

Bir kez daha görmüş olduk ki futbol kağıt üstündeki kadroyla kazanılmıyor, sahada mücadele etmeden, hırslı oynamadan istediğinizi alamıyorsunuz. Beşiktaş bugün inanılmaz durgun bir futbol sergiledi sahada. UEFA Avrupa Ligi maçlarındaki, son birçok lig maçındaki coşkulu, saldıran, mücadele eden Beşiktaş’a, bir de bu akşamki Beşiktaş’a bakacak olursak, arada dünyalar kadar fark olduğunu görebiliriz. Maç boyunca %70e yakın bir topla oynama yüzdesine sahip olmasına rağmen Kara-Kartallar, hücumsal anlamda bir türlü organize olamadılar (defansif anlamda çok da organize olmalarına gerek kalmadı zaten çünkü Ankaragücü kendi yarı sahasında kabul etti oyunu maç boyunca) Bu kadar zayıf bir rakibe karşı mental olarak maça hazır değilmiş anlaşılan Beşiktaşlı futbolcular.

Bu maçta Siyah Beyazlıların, Ricardo Quaresma’nın yokluğunu ciddi anlamda aradığını düşünüyorum. Mustafa Pektemek (zaten kendisinin kanatta değil forvette daha etkili olacağını düşünüyorum) her ne kadar iyi niyetli bir şekilde, kendini kanıtlamak için birçok pozisyonda çalıma girmeye çalışsa da bunların birçoğunda top kayıpları yaptı bu maçta. O bölgede bu maç oynayacak sağlıklı ve formda bir Quaresma, genç Ankaragücü’lü defans oyuncularına çok zor anlar yaşatabilirdi ve kilitlenen maçı çözebilirdi.

Ankaragücü’ne değinecek olursak, bugün Ankaragücü taraftarının maç boyunca söylediği “ bu taraftar sizinle gurur duyuyor” tezahüratını sonuna kadar hak etti Ankaragücülü futbolcular (Bunu bir Beşiktaş taraftarı olarak söylüyorum en objektif dileklerimle). Kulüp tarihi boyunca en zor zamanlarını yaşayan Ankara temsilcisinin kadrosunda yalnızca 18 futbolcu kaldı. A2 takımından birçok genç oyuncu artık ilk 11 başlamak zorunda kalıyor. Böyle bir takımın bu denli mücadele etmesi, son 2 maçtan 4 puan koparmaları gerçekten hem teknik direktör Hakan Kutlu’nun başarısı hem de futbolcuların kapasitelerinin çok üzerinde mücadele etmelerinin sonucu. Her ne kadar saygı duyulacak bir takım da olsalar, bu sezon küme düşmeme ihtimallerini çok çok düşük olarak görmekteyim hala.

Sonuç olarak Beşiktaş, lig 17.si Samsunspor’a puan kaybettikten sonra lig sonuncusu Ankaragücü’ne de 2 puan kaptırmış oldu. Bu basit puan kayıpları, Siyah Beyazlıların şampiyonluk yarışında gelecekte telafisi olmayan durumlara yol açabilir. 

8 Ocak 2012 Pazar

Karambol Takımı New York Knicks



Sezona Tyson Chandler hamlesiyle başlayan ve büyük hedefler taşıyan, medyanın gözde takımı Knicks şu geçen kısa süre içerisinde bu hedeflerin bu sene için balon olduğunu bizlere gösterdi. Çılgın NY medyasının doyumsuz goygoyları sonucu şişen "New Yorker" egosunun da hafif hafif inmeye başladığını görebiliyoruz. Sezona büyük bir şevkle dahil olmuş ve Madison Square Garden'ı her maç tıklım tıklım dolduran New York taraftarı abilerimiz de takımın bu dağınık halinden sıkılmış olacaklar ki, son maçlarda yoğun olarak tepkilerini oyunculara yansıttılar. Keza bu yuhalamaların Nba'de çok duyulmadığını da belirteyim.

Aslında hepimizin bildiği gibi bu takımın ana stratejisi Chris Paul'ü bu sezonun sonunda takıma dahil edip, kendi büyük üçlülerini (Carmelo,Amare,Paul) kurmaktı. Ancak sabırlı davranamadılar ve Tyson Chandler geldi. Savunması darmadağın bir takım için Tyson Chandler'a kötü bir seçim diyemeyiz elbette. Keza takımın bu basketbol kaosunun içinde olmasının sebebi de Tyson değil. Her maçta savunmayı organize etmek için en çok çabayı yine o veriyor. Ancak savunma da hücum da Knicks cephesinde inanılmaz dağınık halde. Peki bunun sebebi ne? İki-üç ana sebebi var.



İlki hiç tartışmasız oyun kurucusuzluk. Şuanda Knicks'te kısa rotasyonunda dört isim önemli dakikalar alıyor. Landry Fields, Toney Douglas, Iman Shumpert ve Mike Bibby. Özellikle ilk üçünün oyun kuruculukla uzaktan yakından alakaları yok. Bibby hadi yine neyse de ilerleyen yaşıyla bu kurulan takımın oyun kurucusu olamaz. Muazzam bir oyun kurucu eksiği var. Yani şöyle bir örnek vereyim: Takımınızda Carmelo Anthony ve Amare Stoudemire gibi skorer kimliğiyle ön planda olan iki önemli yıldız var. Ancak Iman Shumpert ve Toney Douglas'ın kullandığı şut sayısı neredeyse bu iki isim kadar. Asist sayıları ise 3-4'ten öteye gidemiyor. Mike Bibby'nin biraz ileri çıkması ve tecrübesini sahaya yansıtması şu rotasyon içinde şart.

Bu 1 numara eksikliği nedeniyle bu iki büyük koz kesinlikle yeterince verimli kullanılamıyor. Carmelo'nun isolation üzerinde sayı üretmesi zaten büyük rahatlık ama Amare'nin doğru kullanılması zorunlu. Sanıyorum ki Baron Davis gelene kadar New York bu çıkmazın içinde kalacak. Sakatlıktan iyileşince Baron'un nasıl performans göstereceğini de bilmiyoruz tabi ki. Genel kanı yanındaki bu parlayan oyuncularla beraber yeniden üst seviye oyun oynayabileceği yönünde. Ne olur bilinmez. Ancak şu anki çıkmazı biraz daha çıkılır hale getirmek de yine bir insancağızın elinde. O da Mike D'antoni.



Kendisi benim New York'un bu dağınık ve kötü görüntüsünde baş neden olarak gösterdiğim isim. Şimdiye kadarki Knicks maçlarının hemen hemen hepsine bakma şansım oldu ve hepsinde şunu net bir şekilde görebiliyorsunuz ki; oyuncular sahada ne yaptığının farkında değil. Ne yapmaları gerektiğini bilmiyorlar. Hem savunmada hem de hücumda. Yani insan merak ediyor, arkadaş hiç mi hücum seti hiç mi savunma yerleşimi çalışmıyorsunuz. Keza oyuncularda mücadele hissiyatı da yok. Carmelo da bu durumdan hiç haz etmiyor olacak ki, sezon başında maçlarda yüzünde gülücükler açarken artık çok daha ciddi bir şekilde işini yapıyor. Tamam Carmelo iyi oynuyor da, o yokken nasıl olacak?

İşte bu da bizi üçüncü temel sorunumuzla baş başa bırakıyor. Knicks'in yedekleri olacak iş değil. Bill Walker'lar Reinaldo Balkman'lar falan bu düzensiz takımın içinde ne yapabilir ki zaten. Belli bir sistem yerleştirilmiş ve o doğrultuda basketbol oynanıyor olsa, yedekten giren daha kötü oyuncular saha içinde sırıtmayabilir ama böyle bir durumda olmaz.



Şu güne kadar oynadıkları basketbol ile beni çok ciddi hayal kırıklığına uğrattılar. Keza bunların nedeni formsuzluk dan ziyade saha içi dinamiklerin çalışmaması. Yani "tamam ya önümüzdeki hafta biraz daha form tutunca daha iyi oluruz" demek iyimserlik olur. Ancak şu denilebilir ki; "Bibby bir adım yukarı atarsa, daha iyi olur" veya "Baron biran önce gelirse daha iyi oluruz" en azından "Toney Douglas biraz adam olsun!" denilebilir. Kısacası zaten zorlu rakiplerin olduğu Doğu Konferasında New York'un işi şu an için zor gibi gözüküyor. Tabi ki playoff yapacaklardır ama kaçıncı bitirirler onu bilemiyorum.

7 Ocak 2012 Cumartesi

İşte Fatih Terim farkı bu!



Art arda kazanılan 7 maçtan sonra çıkılan bir Samsunspor deplasmanı. Zemin iyi değil, rakip sağlam mücadele ediyor. Maça kötü başlamışsın. Baş sorumlusu da sensin, Ujfalusi’yi sağ bekte başlatmak yerine 2 aydır sakat ve hiç hazır olmayan Sabri’yi (hazır olsa da pek farketmeyen) ilk 11 çıkartmak takımın bütün kimyasını bozmuş. Çünkü sağ beki değiştirmek aslında sadece sağ beki değiştirmek değildir. İlk yarı boyunca sağ kanada inen topların hepsi duvara çarpmış gibi geri döndü. İlki Melo’nun ikincisi Sabri’nin çok büyük hataları nedeniyle 2-0 geriye düşüldü. Bu şekilde kötü ve bozulmuş bir havayla devreye girildi.

İkinci yarıya başlarken değişikliklerin yapılması zaruriydi. Alışmışız ki forvet çıkar, forvet girer. Orta saha çıkar orta saha girer. Ancak bu maçta Sabri çıktı ve Riera girdi. Felipe Melo’yu savunmaya çekti Fatih Terim. Böylelikle orta saha ve forvet hattı kalabalıklaştı ve daha etkili bir hale geldi. Keza Riera sol kanadı bir anda işler hale getirdi. Bunun da meyvesini kısa zaman içinde golü bularak aldı Galatasaray. Asistin de Sabri’nin yerine sağ beke geçen Ujfalusi’nin ayağından gelmesi manidar oldu. Bu golle beraber Samsunspor iyice gömüldü ve aslında biraz da sonunu kendi elleriyle hazırladı. Riera’nın müthiş takipçiliği ve mücadelesiyle çıkarttığı topu son haftaların yıldız ismi Selçuk İnan ağlara yolladı.

İşte Fatih Terim gerçek farkını burada gösterdi. Saygı duymak gerekiyor. Maç 2-2, deplasmandasın ve geriden gelip rakibini yakalamışsın. Fatih Terim Felipe Melo’yu çıkarttı ve Sercan Yıldırım’ı oyuna soktu. Bu işte lafta değil özde büyük hoca olmak ile alakalı, büyük takımın büyük hocası olmakla alakalı. Bu değişiklikle beraber sahadaki futbolcular da mesajı aldı. Bugün tek hedef: Galibiyet. Ee sonra ne oldu? Çolak’ın mükemmel ortasına Baros kafayı vurdu tabelayı değiştirdi. Son olarak da Sercan Yıldırım boşuna girmediğini hissettirircesine sonucu belirleyen golü attı 2-4.

Maçın öyküsü böyleydi arkadaşlar. Bu galibiyetten yapılacak bir takım çıkarımlar var. İlki; sağ bekte Ujfalusi stoperde Servet oynamalı. Sabri’nin oynaması takımı hem savunmada hem hücumda oldukça geriye götürüyor. Hazır olsa da olmasa da durum pek değişmeyecek. Servet’in olması en azından savunmayı tek seviye geriye götürür. İkincisi; Riera artık ilk 11 oynamaya hazır. Engin Baytar’ın zihin eksikliği tavan yapan oyunu yerine Riera’nın sola geçip Emre Çolak’ın sağa geçmesi daha makbul bir durum.

Elmander ve Baros’un çok formda olduğu söylenemez, orası kesin. Elmander’in performans düşüklüğündeki neden sakatlıktan yeni çıkmış olması. Devre arasında parmağındaki sakatlıktan dolayı ameliyat oldu ve o bölgedeki platin çıktı. Doğal olarak form durumun düşüş oluyor. Baros ise çok formda olmamasına rağmen bence gayet iyi oynuyor. E o zaman neden formsuz diyorsun derseniz, formda bir Baros’un kaçırmayacağı pozisyonları harcıyor.

Kısacası çok önemli galibiyet kazandı bugün Galatasaray. 7 maçlık galibiyetten sonra 8. maç için bile bu kadar çok mücadele etmek ve 2-0’dan geri gelmek çok önemli. Bu performanslar bence takımın bir “şampiyon kimliği” kazanmaya başladığının göstergeleri. Ki daha devre arası takviyesi de eklenmedi.

Trabzonspor ralliye başladı..



Trabzonspor bu öğleden sonra en sevdiği statlardan olan Olimpiyat Stadında İstanbul Büyükşehir Belediyespor’u Burak Yılmaz’ın golleriyle 2-0 ile geçmesini bildi. Böylelikle galibiyet rallisini 3 maça çıkartırken, puanını da 30’a yükseltti. Böylelikle maç fazlasıyla 4.lüğe ulaşıp playoff potasına girmiş oldular.

Maçın benim açımdan iki tane öne çıkmış ismi var. Biri tabi ki, yine 2 gol atmayı yazdırmayı bilen Burak Yılmaz ve diğeri yeni transfer Olcan Adın. Burak’ın her ne kadar Trabzonspor tarafından çok iyi kullanıldığını düşünmesem de inanılmaz bir bitiricilik seviyesi var bu sene. Bu arada neden çok iyi kullanıldığını düşünmediğimi de belirtiyim; her ayağına gelen topu Burak’ın önüne sallamak onu çok iyi kullanmak olmuyor. Önemli olan bu kadar iyi bir golcün varken olabildiğince onu pozisyona sokmak. Bu da Alex gibi Misimovic gibi bir 10 numaranız yoksa kanat akınlarını çok önemli hale getiriyor. Keza tam olarak kanat akını olmasa da ilk gol sol açık Olcan Adın’ın başlatması ve sağ açıktan yapılmış bir ortayla geldi.

Defalarca söyledim ama bu maç açıkça görmüş oldum Olcan Adın Trabzonspor için çok değerli bir takviye. Topu alıp hızlanabilmesi ve doğru bir şekilde kullanabilmesiyle işlemez olan sol kanadı Mr.Muscle gibi açtı. Sene başında aynı etkiyi Volkan Şen’den beklemiştim ancak hayal kırıklığı yarattı. Daha oturmuş bir oyun yapısı olduğunu düşündüğüm Olcan’ın öyle olacağını sanmıyorum.
Ara sıra forma şansı buluyordu ama şimdi Zokora’nın 1 aya yakın olmamasıyla ilk 11’e yerleşen Aykut Akgün’ün fena performans göstermediğini fakat kendisini geliştirmesi gerektiğini düşünüyorum. 1-2 pozisyonda atamadığı paslar nedeniyle Burak Yılmaz kendisini baya sert bir şekilde haşladı. Bence hatta biraz da fazla sertti ama genç oyuncunun kendisini geliştirmesine itici güç olacaksa hayırlı olmuş olabilir.

Trabzonspor puan durumunda çok aşağılara düşse de, umutsuz olmamak gerektiğini söylemiştim. Keza Bordo-Mavililer kendilerini toplamaya başladı gördüğümüz gibi. Başka transfer yapacaklarını pek sanmıyorum ama Olcan gibi etki yapacak bir oyuncu daha kadroya katabilirlerse çok önemli iş olur.

6 Ocak 2012 Cuma

Bundegliga’nın ünlü yunan golcüsü Süper Lig’de!



Çok şaşırdığım bir transfer bugün resmiyete kavuştu. Samsunspor Bundesliga’da yıllardır başarıyla forma giyen ve Yunan Milli Takımının da oyuncusu olan Theofanis Gekas ile sözleşme imzaladı. Karadeniz ekibini bu transferinden dolayı kutluyorum. Gerçekten oldukça önemli bir golcüyü kadrolarına katmış oldular. Keza ihtiyaçları da vardı. Gekas ile 2.5 yıllık sözleşme imzalayacak olan Samsunspor, bonservis bedeli olarak da Eintracht Frankfurt’a 500 bin Euro ödeyecekmiş.

Geçen sezon Bundesliga 1’den Bundesliga 2’ye düşen Eintracht Frankfurt’un en önemli forvet oyuncusuydu Gekas. “Ulan amma övdün” diyen varsa şöyle bir şey söyleyeyim; Cenk Tosun ve Halil Altıntop Frankfurt’ta oynadıkları dönemde Gekas’ın arkasında kalmış isimler. Cenk neredeyse hiç forma şansı bulamazken, Halil 34 maç oynadığı 2011 sezonunda gol atmadı! Gekas’ın 2011 performansı ise 34 maç 16 gol. Küme düşmüş bir takım için bence hiç ama hiç fena sayılmaz.

Samsunspor’un ligde 15. olduğunu ve önündeki takımların kadro olarak kendilerinden daha güçlü ve daha potansiyelli olduklarını göz önüne alacak olursak, bu ligde tutunmak istiyorlarsa transfer yapmak zorundalar. Tisdell, Murat Ceylan ve Serdar Özkan gibi takviyeler yapıyorlar ama açık ara en büyük eklemeleri Gekas oldu. Murat Ceylan dışında diğer oyuncuların verecekleri katkıyla ilgili de ciddi şüphelerim var. Şöyle bir şey ekleyeyim; bu ligde tutunmak şu an Samsunspor’un yapacağı transferlere harcayacağı paradan çok daha önemli. Çünkü artık bu Süper Lig’de sırf ayak bastı parası diyebileceğimiz yayın gelirleri bile çok büyük. 1-2 kaliteli oyuncu daha takıma katılmaz ise ligde tutunulması bana zor gözüküyor. Kısacası biraz daha pamuk eller cebe diyelim.

4 Ocak 2012 Çarşamba

İddaa'cılara NBA kuponu! (bir daha da tövbe.)



Evet arkadaşlar, bugüne kadar hiç bahis yorumlarına ve maç tahminlerine girmemiştik. Ancak bugünlük bir istisna yapmak istiyorum. Çünkü gözüme iki tane maç çarptı ki, oynamasam içimde kalır. Yalnız bu sezon Nba bahislerine iyi başlamadığımı altını çizerek belirtmek istiyorum. Geçen sezon iyiydik ama sağolsun nba'deki lokavt takımları ve dolayısıyla biz bahisseverleri oldukça şaşırtabiliyor. Tahminimi yazması benden, kafanıza yatarsa takılın işte siz bilirsiniz.

Boston Celtics - New Jersey Nets (h 6.5/12.5)

Yaşlı Kurt'larımız Boston Celtics TD Garden'da ligin bana göre en kötü kadrosuna sahip olan New Jersey Nets'i ağırlıyor. Boston Celtics şimdiye kadar 3g-3m yaparken Nets 1g-5m'te kaldı. Boston adına Rondo ve Allen'ın sezona müthiş başladığını söyleyebiliriz. Pierce ve Garnett ile beraber ne kadar yaşlanmış bir kadro da olsalar hiç bir zaman yabana atılamazlar. New Jersey Nets ise 1 tane büyük yıldız Deron Williams'ın yanında Avrupa'da olsalar orta seviye takımlarda anca oynayabilecek oyunculardan kurulu bir ekip. Şimdi de esas haberi vereyim; InsideHoops'un haberine göre Deron Williams bu akşam oynamayacak. Böyle bir durumda 6.5/12.5'luk handikap benim adıma şaka gibi duruyor. Hatta belki fazla oynanmaktan handikapı değiştirebilirler diye, görür görmez kendi kuponumu yaptım. Tahminim IY1/MS1..

New York Knicks - Charlotte Bobcats (h 6.5/12.5)

Gecenin benim adıma en önemli diğer maçı da Madison Square Garden'da oynanılacak. Ligin bir diğer kötü takımlarından biri olan Bobcats, Knicks'e konuk oluyor. Evinde Knicks seyircisinin etkisiyle daha iştahlı oynuyor. New York şuanda 2g-3m'ken Bobcats de New Jersey gibi 1g-4m'de. New York'un en önemli eksiği oyun kurmakta zorlanmalarıydı. Son iki maçtır Amare'nin oynamaması da skor opsiyonlarını çok kısıtladığını söyleyebiliriz. Son maçta 4 numarada Toronto'ya karşı 33 dakika oynayan J.Harrellson'ın sadece 2 sayı attığını ekleyeyim. Amare Stoudemire bu akşam kendi evinde Bobcats karşısında parkeye dönüyor. 2 gece önce Miami deplasmanında 40 sayı fark yiyen, dün gece Cleveland deplasmanında 14 sayı fark yiyen Bobcats'in yine deplasmanda Amare'li New York'a da kafa tutabileceklerini sanmıyorum. Bu maç için de tercihim IY1/MS1..

Benim bu geceki kuponum bu. Nedenleriyle beraber bakınca gayet mantıklı ve güzel gözüküyor. İki maç = 5 oran. Mesuliyet kabul etmem ama bence güzel gözüküyor.

Dağılın beyler Bynum gelmiş!



Üst düzey bir size'ı var fena olmayan bir savunmacı, boyuna göre gayet iyi elleri var, alçak post ofansında oldukça başarılı ve iyi bir reboundçu. "Kim lan bu?" sorusunun cevabı Andrew Bynum. Yetenekleri ve yapabileceklerini zaten onu takip eden, izleyen herkes yeterince iyi biliyor. Ancak yıllardır yaşadığı sakatlıklar sonucunda bir türlü beklenilen seviyeye çıkamamıştı. Bu sezona ise ilk 4 maçı kaçırdıktan sonra fantastik bir başlangıç yapıyor desek az bile olabilir.

Sezon öncesi maçlarında nasıl bir performans giriş yapacağının sinyallerini vermişti 24 yaşındaki oyuncu ama; 22.7 sayı 17 rebound ve 2 blok ortalıyor. Ki saha içi isabet yüzdesi de %62. İki Denver Nuggets maçında ve bir Houston Rockets maçında pota altını tam anlamıyla domine etmiş. Houston maçında kariyerinin ilk 20/20'sini 21 sayı/22 rebound ile yapmış. Yani şuan için Andrew Bynum = Canavar.

Bynum'un bu performansının altında sezon öncesi çıkan dedikodular olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir geriye dönersek 3 hafta önceki Lakers'ın bir Dwight'a bir Chris Paul'e nasıl saldırdığını hatırlayabiliriz. Bu saldırmalarda takas malzemesi olarak düşünülen isimlerden biri de bu canavardı işte. Bu "underrated"'lıktan negatif etkilenmemiş Bynum. Aksine damarına basılmış pitbull gibi hırs yapmış arkadaş. Hayırlı olmuş öyleyse..

Sezona kötü başlamış olan Lakers için Bynum'un bu sene neler ifade edeceğini daha şimdiden anlayabiliyoruz. Keza Odom gibi çok önemli bir silahını kaybeden Lakers'ın Bynum'a çok ama çok ihtiyacı var. Kobe'nin de bu sezona muhteşem başladığını düşünecek olursak, bu iki yıldızın iyi olduğu maçlarda Lakers'ın mağlup olması biraz zor görünüyor. Ancak esas soru ve esas büyük sıkıntı yine bu iki yıldızın sağlık durumlarıyla alakalı. Sonuçta 2007'den beri her sezon 15 maçtan fazla maç kaçırmayı adet edinmiş bir Bynum ve artık durumuna üzülmeye başladığım bir Kobe var. Kobe'nin parmakları, dizi, bilekleri.. neresine baksanız bir sakatlık görebilirsiniz. Muazzam başladılar ama bu sıkışık tempoda ne kadar dayanabilecekleri Lakers'ın kaderini belirleyen başlıca etken olacak.

3 Ocak 2012 Salı

Arena'da Çolak'ın gecesi!



Ligde ikinci devredeki ilk maçına çıkan Galatasaray evinde İstanbul Büyükşehir Belediye’yi 4-1 mağlup ederek üst üste 7. maçını kazandı. Kaçan pozisyonları da düşünecek olursak daha da farklı olabilirdi. Goller: Emre Çolak (2), Baros, Selçuk İnan ve Visca’dan geldi. Daha 7. Dakikada öne geçtikten kısa bir süre sonra maça tekrar beraberliğin gelmesiyle, ibre Galatasaray’dan İBB’ye kaysa da; maçın Fatih Terim ve öğrencileri için kolaylaştıran olay Webo’nun atılması oldu. Eğer ki maç on bire on bir devam etseydi kesinlikle ikinci yarı daha zor geçerdi.

Kırmızı kart pozisyonundan başlayayım. Kasıt olmayan her kırmızı kart benim hoşuma gitmiyor. Örneğin Elmander’in birkaç maç önce gördüğü kırmızı kart, örneğin bugün Pierre Webo’nun gördüğü kırmızı kart. Ancak istemeden de olsa ciddi şekilde Semih’in ayağına basıyor, Webo. Maç sırasında izlerken bana ağır bir karar gibi gelmişti hatta Halis Özkahya’nın Doka’yı atamadığı için etki altında kaldığını düşünmüştüm. Ancak maç sonrası bir fotoğraf gördüm ki, kesinlikle haklı bir kartmış. Keza pozisyon olduğunda Semih’in hali de aslında hareketin sertliği hakkında ipucu verebilirdi. Buyrun fotoğrafa bakın ve kararınızı siz verin. Bence kart çift taraf için de şanssız ama doğru.


Maçın yıldızı; Emre Çolak. Yıllardır bildiğimiz tanıdığımız Emre’nin ilk golünün şok etmediği biri yoktur sanıyorum. Demek ki, Emre şutlarıyla ilgili özel çalışmalar yapıyor. Çünkü topu alır almaz kendisini şut pozisyonuna göre ayarlaması bu konuyla ilgili özgüveninin yükseldiğinin göstergesidir. Hele ikinci golü de uzaktan atınca genç oyuncu eminim ki Hoca’sı başta herkesi çok umutlandırmıştır. Yalnız bence çok önemli olan bir diğer husus da, bu iki golü attıktan sonra gençliğin gazıyla her ayağına geleni kaleye yollamaması ve doğru oynamaya devam etmesi. Maç boyunca yine yaşının verdiği enerjiyle sürekli presini sürdürmesi çok değerli. Tebrikler Emre. Grafiğin daha da yükselerek sürsün.

Kazım, Baros ve Selçuk özel olarak değinmek istediğim diğer isimler. Selçuk ile başlayayım. Melo’nun yokluğunda daha normalden daha geride oynaması nedeniyle diğer maçlar kadar ismini cismini görmedik. Ancak çektiği frikik ve attığı gol ile yine kalitesini gösterdi. Hele ki attığı gol tam anlamıyla kaliteli adam işi. Topu önüne alışı, gelen rakibi görüp fiziğini kullanması ve açıyı ayarlayarak çıkarttığı muazzam plase büyük bir beceri. Baros’un gol atmasına ise özel olarak sevindim çünkü bugün çok çalıştı. Keza her maçta Baros’un ortasahaya bu kadar yardım ettiğini göremezsiniz. Son olarak da Kazım. Yahu bir insan gol yollarında bu kadar beceriksiz olamaz. Tribüne oynamak için de bu kadar efor sarfetmez. Sanıyorum beni Galatasaray maçı izlerken en uyuz eden adamların başında geliyor. Yapacak bir şey yok. Zaten boşu boşuna Gökhan Töre ve Amrabat gibi isimlerle ilgilenilmiyor. Ancak ben bir Mertan var oralarda diyorum..

İlk maçlar hep sıkıntılı maçlardır. Ancak şampiyonluk yolundaysanız sıkıntılı maçları da almanız gerekir. Galatasaray bunu başararak ikinci yarıya başladı. Ne olur, ne biter bilinmez. Ancak sarı-kırmızılılar iyi yolda. Farklı galibiyete rağmen dakika 85’te hala hırsla gol aranması da bu durumun bir göstergesi diyebiliriz. Son yıllara kıyasla çok farklı bir kimlik edinildiği kesin.

2 Ocak 2012 Pazartesi

Son Laz Olcan Adın



Gerçekleşti, yok takasta sıkıntı çıktı derken Trabzonspor ile Olcan Adın’ın yolları birleşti ve ben de bu birliktelik ile ilgili bir şeyler karalamak istedim. Öncelikle teknik olarak Trabzonspor’un ihtiyaç duyduğu bir hamleydi diyebiliriz. Halil Altıntop’un sezon başından beri hemen her maç sol açık oynadığı bir takım için sol açık transferinin mantıklı olacağı aşikar. O bölgede oynatılabilecek Adrian, Volkan Şen (ters), Sapara, Henrique gibi oyuncular olsa da bunların hiç biri net bir sol açık değil. Keza böyle bir durumda Halil Altıntop’un yaşadığı zorlukları bu sezon çok net bir şekilde gördük. Sol çizgide olmasına rağmen sürekli topu sağına çekerek hamlesini yapmaya çalışması efektifliğini önemli ölçüde etkiledi. Çünkü o tarz kanat akını pozisyonlarında yaşayacağınız 1 saniyelik gecikme karşınızdaki savunma oyuncusunun pozisyon almasını çok kolaylaştırır.

Olcan Adın’ın mevcut olan çok sıcak yerli piyasasında transfer etmek için uygun bir hedef olduğunu düşündüğümü Galatasaray ile ilgili olan yazımda belirtmiştim. Maliyetin 3.25m + Sezer Badur olduğu söyleniyordu. 3.25 milyon euronun gayet tabi yüksek bir mebla olduğunu kabul ediyorum. Ancak ihtiyaç duyulan bir YERLİ oyuncuya verilince makul olarak değerlendiriyorum. Şenol Güneş’in bu sezon sıklıkla denediği sistem 4-2-3-1 diyebiliriz sanırım. Ki bence kesssinlikle çift forvet oynaması gerekiyor o ayrı. Şenol Hoca’nın da Olcan’ı aldıktan sonra çift forveti hemen deneyeceğini düşünüyorum. Halil’i ileriye çekmek yeterli olacaktır. Ancak bence Burak’ın yanındaki forvet Halil Altıntop’tan ziyade Elmander usulü bir forvet olmalı. Tabi ki, böyle bir adamı bulmak çok zor o başka.

Bir kanatta Olcan’a diğer kanatta Volkan Şen’e sahip olmak bence Trabzonspor için bir şans. Yalnız Volkan Şen kısmında hayal kırıklığına uğradığımı söylemem gerekiyor. Yetenekleri olduğunu tartışmaya gerek yok ancak bu seviyesinin üzerine çıkmak zorunda. Trabzonspor için zorunda değil ama kendi kariyeri için bu seviyenin üzerine koyarak devam etmeli.

Kısacası iyi bir transfer, iyi bir iş diyorum. Ancak Trabzonsporlular Olcan’dan harikalar yaratmasını beklemesin. Takım için iyi bir parça eklenildi diye bakılması gerekiyor. Umarım üç cephe için de hayırlı olur.