13 Ekim 2013 Pazar

Gol ve Asist Katkılarına Göre Avrupa Bekleri Analizi

Şöyle bir kaç sene geriden baktığımız zaman Türk takımlarının bitmek bilmez bir bek arayışı olduğunu görüyoruz. Şimdilerde yeniden Mancini'li Galatasaray'ın Ocak ayında ilk hamleyi sol bek pozisyonuna yapacağı konuşuluyor. Zaten bu ihtiyaç açık seçik görünüyor. Beni aşağıdaki analize götüren ise Avrupa takımlarının beklerden ne kadar gol ve asist katkısı aldığını öğrenme merakı oldu. Sonucunda güzel ve kolayca değerlendirmesi yapılabilecek bir tablo ortaya çıkınca, sizlerle de paylaşmak istedim.

Analiz:
Aşağıdaki analize ait veriler www.transfermarkt.de sitesinden alınmıştır. Liste içerisindeki Roberto Hilbert, Kevin Grosskreutz gibi hem orta sahanın sağında hem de sağ bek oynayan oyuncular için olabildiğince ileride oynadıkları maçları değerlendirmeden çıkarıp, bek performanslarına odaklanmaya çalıştım. Ancak ne kadar optimize edilmeye çalışıldıysa da tabi ki veriler %100 güvenilir değil.

Analizde oyuncuların oynadıkları maç, attıkları gol, yaptıkları asist ve bu istatistiklere göre oranlar belirtilmiştir. Oranları %10 ve daha yüksek olanlar yeşil ile boyanmıştır ve sonuç tablolarında sıralamaları yapılmıştır. Daha sonra beklerden elde edilen gol asistten 1.5 kat daha değerli sayılmış ve bu (gol 1.5k, asist 1k) katsayılarla bir sıralama yapılmıştır. Son olarak da hem gol hem asist katkısı %9 ve üzerinde olan oyuncuları çıkartıldı.

İlk kısım Galatasaray - Fenerbahçe ve Beşiktaş'ın son dönemdeki beklerinden oluşuyor, ikinci kısım Avrupa'da üç aşağı beş yukarı aynı seviyede olan takımların bek performansları, üçüncü kısım ise Avrupa'nın elit seviye takımlarının oranlarından oluşuyor.





Sonuç:
Benim düşüncem Galatasaray için en doğru tercihlerden birinin Aleksandar Kolarov olduğu yönündeydi. Sonuç tablosunda asist ve gol oranı %9'un üzerinde olan oyuncuların kalitesinden de bu analizin Kolarov tercihini destekler nitelikte olduğunu görebiliyoruz. Keza o tabloda Kolarov dışında öne çıkan altı ismin iki tanesi Barcelona'lı, bir tanesi Dortmund'lu, bir tanesi Chelsea'li, diğeri Bayern Munih'li, bir diğeri ManU'nun yıllardır istediği Everton'lı Leighton Baines. 

Analizin sonucuyla ilgili hoşuma giden bir diğer nokta ise, takımların veya liglerin oyun yapılarına ilişkin de fikir vermiş olması. Örneğin Alman takımlarının beklerinden ne kadar fazla hücum katkısı alıyor olduğunu bir kez daha net bir şekilde görebildik. 

(Son olarak, bu çalışma oyuncuların hücumdaki katkılarıyla ilgili somut bir sonuç ortaya koyuyor olsa da savunmayla ilgili hiç bir bilgi ifade etmediği unutulmamalı.)

Elbette ki unuttuğum oyuncular, atladığım noktalar olmuştur ama genel olarak faydalı olacağını umut ediyorum. Sizlerin de yorumlarını beklerim.


28 Temmuz 2013 Pazar

Bu adam fazla FIFA oynamış beyler !


Efsane golcü Raul'ün jübile maçına yakışır efsanelikte bir asist yapmış Julian Draxler. Gençliğinin favori oyununun FIFA olduğu şu hareketten çok belli değil mi sizce de ? Fazla yoruma gerek yok, buyrun izleyin :



9 Temmuz 2013 Salı

Gerçek Sneijder





Galatasaray İngiltere’nin Birmingham şehrindeki muazzam tesislerde yeni sezon hazırlıklarına devam ediyor. İzinli olan yabancı oyuncuların da takıma yavaş yavaş katılmasıyla beraber çalışmaların seviyesi artmaya başlamıştır diye tahmin ediyorum. Tabi ki bu süreçte her gün bir veya daha fazla futbolcunun röportajını izleme şansını buluyoruz. Bugün de Murat Borlu’nun mikrofon uzattığı kişilerden biri Wesley Sneijder olmuş. Şahsen bu sezonun yıldızı olmasını beklediğim Sneijder’ın söyleyecekleri benim için önemliydi ve duyduklarım beklentilerimi karşıladı. Hollandalı yeni sezona son derece iddialı ve hırslı giriyor. Geçen senenin acısını çıkartmak istediği belli oluyor.

Hepimiz biliyoruz ki, futbol yeteneği, beyin ve fiziksel güç ile birleşince bütün bir kaliteli futbolcu oluşturuyor. İlk iki özellik Sneijder’de gırla, üçüncüsü ise geçen senenin onun hanesine negatif yazılmasındaki başlıca neden. Wesley de bunun farkında ve bu nedenle sezon öncesi antrenmanlarına büyük önem veriyor.

Bu sezon Wesley için yeniden doğuş sezonu olmalı. Bundan daha iki-üç sene önce dünyanın en iyi orta saha oyuncularından biri olarak gösterilirken, şimdi yıllardır kaptanlığını yaptığı milli takımının dünya kupası kadrosuna çağrılması bile zor görünüyor. Tabi ki, bu sezon İnter’in Şampiyonlar Ligi’ni kazanırken dümeninde duran yıldızı bizlere hatırlatmazsa.. ve bunu yapabilecek güce de sahip. Sneijder henüz 29 yaşında ve aslında bir orta saha oyuncusu için performansın tavana çıkacağı bir dönem. Hollandalı yıldızın tek eksiği çok açık bir şekilde fiziksel kondisyon.

Önümüzdeki günlerde Galatasaray’ın bu sezonki taktik yapılanmasıyla ilgili uzuncana bir şeyler karalayacağım için şu anda işin o tarafına girmiyorum. Hele bir transferler netleşsin, rolleri görelim de sonra rahat rahat teknik taktik konuşuruz.

4 Temmuz 2013 Perşembe

Samba Mevsimi Yaklaşıyor



Futbol dünyası son senelerde Avrupa futbolunun egemenliği altında yaşıyor. Barcelona önderliğinde İspanyolların alıştığımız futbolu değiştirip yeni bir kimliğe sokmasıyla başlayan süreç, Almanların, İspanyol futbolunun yeni bir versiyonunu üretmesiyle devam etti. Avrupa’nın, dünya futbolu üzerinde kurduğu dominasyon sadece saha içinde kalmıyor, başarı olarak da karşılık veriyordu. Örneğin 1950’den itibaren ilk kez Dunya Kupası iki kez üst üste Avrupa takımları tarafından kazanıldı. Yani Avrupa takımları ileriye gittikçe, efsanevi Latin Amerika futbolu cevap üretmekte zorlandı. En çok da, futbol tarihinin en başarılı ve popüler ülkesi diyebileceğimiz Brezilya.

Sanıyorum ki, bir çoğumuz 2000’li yılların başındaki Brezilya kadrosundan en az 7-8 kişiyi ezbere sayabilir. İşte o dönemde tüm dünyayı kasıp kavuran Ronaldo’lar, Roberto Carlos’ların ardını yeterli düzeyde dolduramadı Sambacılar. Bu eski yıldızlarının futbol sahnesinden çekilmesi ve yeni yıldızlar Ronaldinho, Adriano veya Robinho gibi parlak isimlerin çabuk formdan düşmesi üzerine yeni bir yapılanmaya girildi. Şimdi yepyeni bir Brezilya kadrosu var önümüzde. Belki de, Sambacıları eski parlak günlerine kavuşturacak olan ekip kurulmuş, keza bu potansiyelleri de güçleri de damarlarında akan yetenekli kanda mevcut.

Scolari’nin genç yıldızlarla donatılmış takımı geçtiğimiz günlerde 2013 Fifa Konfederasyon Kupası’nı kazanarak rüştünü ispat etti. Hem de nasıl kazanmak! Son Dünya ve Avrupa Şampiyonu, 29 maçtır bileği bükülmeyen İspanya’ya karşı adeta şov yaptılar. Barcelona – Real Madrid karmasına karşı alınan bu 3-0’lık net galibiyet aslında açıkça şunu söylüyordu; “Hanımlar, beyler, geri döndük.”.

Konfederasyon Kupası’ndaki başarı etkileyici de olsa, Brezilya’yı izleyince şunu açık bir şekilde görmek mümkün. Bu takımın gidecek daha çok yolu var. Savunma hattı zaten muazzam oyunculardan oluşuyor. Stoper hattında Chelsea’de çok iyi bir sene geçiren David Luiz, bana göre dünyanın en iyi iki stoperinden biri olan Thiago Silva’ya eşlik ediyor. Beklere bakacak olursak biri Barcelona’dan, diğeri Real Madrid’den. Keza bu dörtlünün ne kadar iyi olduğunu basit bir şekilde, dünyanın en iyi milli takımı kabul edilen İspanya’ya neredeyse pozisyon vermemelerinden anlayabiliriz. Tam bu noktada şunu da söylemeden geçmeyelim “Selam olsun sana, Fernando Torres!”. Ancak Brezilya’nın neredeyse hiç pozisyon vermemesini, muazzam savunma hattından daha da çok takım savunmasına bağlamak gerekiyor. Brezilya orta sahası da, forvet hattı da sürekli olarak rakip oyuncuyu ısırıyor, rahatsız ediyor. Neymar ve Hulk bile, sürekli olarak alan kapatıyor ve baskı yapıyor. Brezilya bu enerjik oyununu İspanya karşısında o kadar yükseltti ki, dünyanın en iyi pas yapan takımı bile bu baskıyı kırmakta zorlandı ve boyun eğmek zorunda kaldı. Bütün bunları alt alta koyup, bir de Neymar’ın, Oscar’ın, Lucas Moura’nın daha 20-21 yaşında çocuklar olduğunu bilmek, geleceğe dair heyecan duymamızı sağlıyor.

Yeni Brezilya’yı konu alan bir yazıda Neymar’a ayrıca bir paragraf açılmazsa ayıp olur. Şahsen bu Konfederasyon Kupasında daha önceden abartıldığını düşündüğüm Neymar’ı büyük bir keyifle izledim. Hala da, sadece Brezilya sınırları içerisinde oynamış bir oyuncunun “dünyanın en iyi oyuncusu” konuşmalarına konu olmasını tasvip etmesem de, genç yıldızın yeteneklerine hayran olmamak elde değil. Topa ilk dokunuşu, hızı, top sürme özellikleri gerçekten çok özel. Öte yandan geçtiğimiz akşam oynanan finalde Casillas’a sol ayağıyla yolladığı bir füze var ki, tek kelimeyle şahane. Çok özel bir oyuncu Avrupa sahnesine adım atıyor, herkes gibi ben de Neymar’ın kariyerini büyük bir merak ile takip edeceğim. Messi ile beraber oynayacak olmaları da, televizyondan maç izlerken yüksek hızdan dolayı göz bozulmalarına sebep olabilir. Şimdiden uyaralım.

Sonuç olarak, Brezilya’yı çok özlemişiz. Futbolun sanatçıları, 2014’te kendi evlerinde oynanacak olan dünya kupasına uzun zaman sonra favori olarak katılacaklar. Altıncı kez dünya kupasına ulaşmaya çalışacak olan Brezilya’nın, Avrupa’nın devleri İspanya ile Almanya’ya, öte yandan da ezeli rakipleri Arjantin’e karşı verecekleri mücadele çok ama çok büyük bir keyif vaad ediyor!

(Vatan Gazetesinde spor yazıları yazmaya başlayan ağabeyim Enis Başak'ın ilk yazısıdır.)
Link: http://spor.gazetevatan.com/yazar-detay.asp?hid=550535
Twitter Link: https://twitter.com/EnisBasak

2 Temmuz 2013 Salı

Aslan'ın Gözü Alexandar Kolarov'da!



Son çıkan haberlere göre Galatasaray'ın sol bek için son adayı Alexandar Kolarov. Öyle ki, popüler spor sitesi Bleacher Report bile bu ihtimal üzerine bir Galatasaray - Kolarov analizi yayınladı. Söylenildiği üzere Galatasaray'ın teklifi satın alma opsiyonu ile 1 sene için kiralamak. Şurası bana göre kesin ki, Galatasaray Sırp yıldızı almayı başarırsa müthiş bir transfere imza atmış olur. Neden?

Öncelikle Galatasaray, oynamaya çalıştığı sistem nedeniyle savunma beklerinden sürekli olarak hücum katkısı bekliyor. Keza Galatasaray oyunu rakip sahada oynamaya çalışan bir takım olduğu için, beklerin sürekli olarak oyunun içerisinde olması kritik önem taşıyor. Riera'nın bu seneki yüksek performansının ana nedeni de bu durum zaten. Riera teknik kapasitesi yüksek olan, pas oyununa yatkın bir isim. En büyük dezavantaj ise şüphesiz yavaşlığı ve hantallığı. Bu sebepledir ki, bek oynamasına rağmen hücum katkısı yüksek oldu ama güçlü rakiplere karşı ise savunma dezavantajı ortaya çıktı. İşte en çok da bu nedenle bir bek transferine ihtiyaç duyuluyor.

Bu sıkıntıya cevap verecek olan kişi Alexandar Kolarov olabilir mi? Hem de nasıl olur! Kolarov işin hücum tarafında çizgiyi Riera'ya kıyasla daha bile iyi kullanabilen, sıfıra inip kaliteli ortalar kesebilen bir isim. Savunma kısmında ise dezavantaj yaratacak hiç bir durumu yok. Hele ki kıyasladığımız isim Riera ise... Yani  Kolarov tam anlamıyla Galatasaray'ın oyun sistemine oturacak, Galatasaray'ı ileriye götürecek bir isim.

Bir de olayın şu boyutu var; tek bir kişinin değişmesi bazen göründüğünden fazla etki yapabilir. Yani? Şöyle, bir hücum takımının iki beki Kolarov ve Eboue olursa, rakibin kanatlarını amiyane tabirle kötürüm bırakırsın. Bu iki bekin karşısında oynayan kanat oyuncuları sürekli olarak geriye destek vermek zorunda kalır. Bu da aslında bütün takımın rahatlaması anlamına gelir.

Kolarov'un transfer için Juventus ve İnter ile yarışan Galatasaray'ın en büyük kozu, Sırp yıldızın düzenli olarak ilk 11'de forma giymek istemesi. Galatasaray'ın yaptığı konuşulan teklif ise 1.5m euro kiralama bedeli ve 5.5 milyon euro satın alma opsiyonu. Bakalım Kolarov'u parçalı forma ile izleyebilecek miyiz.

25 Haziran 2013 Salı

Kartal'ın yeni patronu Slaven Bilic!



Önder Özen'i sportif direktörlüğe getiren ve hoca arayışlarına Özen ile devam eden Beşiktaş, yeni teknik patronunu buldu: Slaven Bilic! Hırvatistan milli takımını çalıştırdığı dönemde tanıdığımız, geçen sezonu ise Rusya'da Lokomotif Moskova'nın başında geçiren Bilic, egzantrik kişiliği ile biliniyor. Beşiktaş için heyecan verici bir tercih olduğu kesin. Hırvat hoca ile yapılan anlaşmanın iki senelik olduğunu belirtelim.

Slaven Bilic Hırvatistan'ın başında iken gösterdiği performans ile takdir toplamıştı. Geçen sezon Rusya'da çok kötü bir sezon geçirmiş olması, onun kötü bir hoca olduğunu göstermez. Keza şahsi düşüncem, 2004'ten 2012'ye kadar Hırvatistan milli takımlarını çalıştıran hocanın daha yoğun tempo olan kulüp hocalığına uyum sağlamakta bocaladığı. Sene başına 5-10 maça çıkarken, bir anda 40-50 maça uyum sağlayabilmek, bütün taktiği stratejiyi o tempoya göre ayarlayabilmek kolay bir iş değil. Bence Lokomotif Moskova, Bilic için muazzam bir tecrübe oldu.

Hırvat teknik adam, çalıştırdığı takımları hücum futboluna adapte etmeye çalışıyor. Moskova'yı çok fazla takip etmemiş olsam da, Hırvatları çalıştırdığı dönemden Bilic'in oyun yapısını biliyoruz. Bilic, takımın formasyonuyla sık sık oynayan, ancak en az 3-4 hücum oyuncusuyla sahada bulunmayı düstür edinmiş bir kişi. Türkiye'de de hücum futbolunun her zaman iş yaptığını düşündüğüm için Bilic'in taktiksel olarak uyum sağlamakta büyük bir sıkıntı yaşayacağını sanmıyorum.

Genç teknik direktör, Türk oyuncusuna pozitif etki yapan iki özelliğe daha sahip: hırs ve hırçınlık. Beşiktaş'ın genç oyuncu ağırlıklı kadrosunun böyle disiplinli bir figür ile daha iyi performans verebileceğini düşünüyorum. Tam bu noktada şunu da ekleyeyim, muhtemelen Fernandes ile sezonunun bir bölümünde bu disiplin noktasında ters düşecekler ama büyük bir soruna dönüşeceğine inanmıyorum.

Tutkusuyla, hırsıyla, gençliği ve karizmasıyla genç teknik adamın Beşiktaş taraftarının sevgisini kazanacağını tahmin ediyorum. Aynı zamanda bir rock grubunda gitarist olan Bilic'e Türkiye'de başarılar!

Roger Federer'den Çim Saha'da Vole Dersleri !


Roger Federer, ilk gün maçları sonunda Wimbledon'da ikinci tura yükseldi. Victor Hanescu'yu üç sette geçen " ekselansları ", repertuarından bir örnek sundu bizlere. File önünde refleksler ve teknik birleşince bu güzel hareket ortaya çıktı. Oyunu bitiren sayıyı aldıktan sonra Federer'in " peh bu daha bir şey değil " havaları ise dikkat çekti. Karşınızda Roger Federer.




U20 İspanya - Gana Değerlendirmesi!



Fransa - Amerika maçının son düdüğüyle beraber günün prime-time karşılaşması başlamadan önce bir saatimiz vardı. Çıkıp bir şeyler atıştırıp, Fransa maçıyla ilgili tuttuğumuz notları karşılaştıktan sonra tribündeki yerlerimize geri döndük. Batı tribününün alt katında ortanın sağına doğru yabancı görünümlü yaşlıca bir teyzenin yanına geçtik. Amaç şuydu; "bu teyze nasıl olsa bize fazla bulaşmaz, tam konsantrasyon maçı izleriz". Tam olarak öyle oldu diyemeyiz. Yanına oturduğumuz teyze Amerika U20 takımının kalecisi Cody Cropper'ın annesi çıktı. Maçın başlamasına yakın genç oyuncunun babası ve nazar değmeyesice kardeşi de tribünde yanımıza katıldı.

Maçın başlamasına sayılı dakikalar kala, bütün Türk Telekom Arena, Ganalıların sempatikliğine kapılmıştı. Keza ilk düdüğün çalınmasıyla beraber tribünlerin İspanya'yı yuhalaması gerçekten eğlenceliydi. Daha maçın ilk dakikalarında oyunun hakiminin kim olacağını herkes hissedebiliyordu. Bu takımları izledikten sonra İspanya'nın alt yapı eğitimine hayran kalmamak mümkün değil, keza hangi yaş grubuyla sahaya çıkarlarsa çıksınlar oynamaya çalıştıkları şablon bir ressam tarafından çizilmiş gibi. Bu kadar genç oyuncuların bile, sıkışık pozisyonlarda bile sakinliklerini koruyabilip, doğru pası vermeye özen göstermeleri muazzam. Elbette ara sıra yaşlarına yenik düşüp, beklenmedik hatalar yapabiliyorlar ama biliyorsunuz işte, kadı kızı meselesi.

Kronometre 10. dakikayı gösterdiğinde Gana tribünleri davullarla takımına destek vermeye ve yanımızdaki  teyzeyi de alkışla eşlik ettirmeye başlamışlardı ki muazzam bir organizasyon ile İspanya ilk golü yazdırdı. Bu golle skora da yansıyan üstünlüğün ilk otuz dakika boyunca dominasyon şeklinde olduğunu söylesek yalan olmaz. Bu mutlak hakimiyeti yaratan en büyük etkenlerden biri de, İspanya'nın Gana'nın büyük fiziksel gücüne karşılık verebilip, hiç bir ikili mücadelede geri adım atmamasıydı. Lakin, maçın sonuna kadar kazın ayağı öyle olmadı.


Otuzuncu dakikadan itibaren oyunda dengeyi sağlayan ve fiziksel üstünlüğü ile teknik dezavantajını dengeleyen bir Gana milli takımı izledik. Gana adına not alınması gereken bir unsur, taktik disiplinden çabuk çıkabiliyor olmaları. Bir şeyler yapmak istiyorlar, çabalıyorlar ama bu yoğun efor çoğu zaman doğru kararı vermelerini engelliyor. Amiyane tabirle çabuk gaza geliyorlar diyebiliriz. Maçın ikinci yarısı karşılıklı ataklarla geçse de İspanyollar kaliteli ayakları sayesinde maçı istedikleri skorda tutmayı başardı ve üç puanı ikinci yarı zorlansa da hanesine yazdırmayı bildi.

Gelelim kişisel performanslara. Müzmin Sakat ekibi olarak 90 dakika boyunca hayranlıkla izlediğimiz büyük bir yıldız adayı var İspanya'da; Oliver Torres. Atletico Madrid'in 19 yaşındaki genç yıldızı orta sahanın ortasında veya 10 numara olarak tanımlayabileceğimiz bölgede görev alıyor. Torres'in kalitesi topu ayağına alır almaz hissediliyor. Topa ilk dokunuşu olsun, top ve oyun hakimiyeti olsun, uzun veya ara pasları olsun, müthiş oyun görüşü olsun, bir oyun kurucuda aranabilecek her özelliğe sahip. Dezavantajları ise fiziksel olarak kendi yaş grubunun dışında oynarken güçsüz kalacaktır ve gol bölgesinde kendisini sıklıkla göremiyoruz. Kendisinin David Silva mı, Sergio Canales mi olacağını merakla takip edeceğim.


İspanya'nın oyun kimliği nedeniyle sürekli öne çıkan bir oyuncusu olmuyor ama takımın iki yıldızından da bahsetmeden geçmeyelim. Barcelona'nın genç yıldızı Gerard Deulofeu ve Real Madrid alt yapısının ürünü Jese. Deulofeu, tipik bir kanat forvetinin karakteristik özelliklerini taşıyor. Top hakimiyeti oldukça iyi ve çok çabuk. Jese ise golü koklayan tarzda bir forvet. Gol anında nerede olması gerektiğini hissedebiliyor. Önümüzdeki dönemde bu iki ismi de sıklıkla duyacağız.

Gana'da ise gözümüze takılan iki oyuncu oldu. Birincisi 20 numaralı formasıyla Richmond Boakye ve 4 numaralı formasıyla Joseph Attamah Larweh. Maçtan sonra Boakye'nin geçtiğimiz sezon Genoa'dan Juventus'a transfer olduğunu ve sezonu kirada Sassuolo forması giyerek geçirdiğini öğrendik. Yani genç yıldız keşfedilmiş durumda. Boakye fiziğini oldukça iyi kullanıyor ve tam anlamıyla yıpratıcı bir santrfor. Yaptığı koşular ve enerjisiyle savunmayı çok rahatsız ediyor. Bitiriciliğini de geliştirebilirse çok önemli bir santrfora dönüşebilir. Ligimizde de çok ama çok iş yapabileceğini düşünüyorum. Juventus satmayı düşünürse başta Bursaspor'a duyurulur. İkinci isim ise Larweh. Bu çocukla ilgili enteresan durum ise Transfermarkt'da 24 yaşında görünüyor olması. Sanırım ortada bir yaş küçültme veya bir dezenformasyon var. Neyse, Larweh stoper olarak görev yapıyor ve ayağı yere sağlam basan bir isim. Hamleli stoper dediğimiz türden ama tekniğini de fena bulmadık açıkçası. Larweh'i de ligimizde görmeyi isterdim, maliyeti de ne kadar yüksek olabilir ki...

Oliver Torres'i tanıyalım;

U20 (Fransa - ABD) : Adam olacak çocuklar !


Ülkemizde düzenlenen U20 Dünya Kupası A grubu 2. maçlarında, Fransa ile ABD, Türk Telekom Arena'dan 1-1'lik skorla beraberlikle ayrılırken, bizler de Müzmin Sakat Blog ekibi olarak tribünün en önlerinde, ellerimizde not defterleri ile :) yer aldık. İzlenimlerimizi aktaralım, haydi buyurun:

Öncelikle maçı izlemeden skora bakan bir kişi maçın kafa kafaya gittiğini düşünebilir. Ancak maça şöyle bir bakıldığında, Fransız oyuncuların ABD'lilerden fizik olarak 2 gömlek üstün olmalarının yanı sıra, bireysel olarak da takım olarak da daha yetenekli olduklarını gördük. Elimizde topla oynama istatistikleri ne yazık ki olmasa da, Fransa'nın tahmini %65-35 gibi bir topla oynama üstünlüğünden bahsetmek mümkün idi. Oyunu yönlendiren, hükmeden taraf tamamen Fransa iken, ABD buna karşılık önde basıp rakibini bozmaya çalışan hevesliler grubundan öteye geçemedi çoğu zaman. Bunun yanında gözüme çarpan bir diğer özellik, ABD'li oyuncularının "first touch" yani topa ilk dokunuş, top kontrolü özelliklerinin oldukça zayıf olduğuydu. Eh fiziksel olarak da zayıfsınız rakibinizden, haliyle işiniz zor oluyor. Hele ki rakipte yaşına göre "üstad" bir adam, Pogba var ise.. Neyse ondan daha sonra bahsedeceğiz.

Peki sırf Fransa'nın mı atakları vardı ? Hayır, ancak ABD'nın cılız kontra denemeleri, son paslardaki becerisizlik yüzünden pozisyona bile dönüşmedi çoğu zaman, özellikle ilk yarıda. Öyle ki Fransa kalecisi Areola'nın eline değen ilk top, dakikalar 37'yi gösterirken, o da kornerden rahat bir top olarak geldi.


Gelelim U20 maçlarının en merak edilen köşesine : Hangi oyuncu sivrildi, hangisinden gelecekte yıldız olur ? Burada ele alacağımız 1 numaralı adam, zaten turnuvanın da Wonderkid'leri arasında gösterilen, Fransa'nın gelecekteki Yaya Toure'si, Pogba'dır. Sahadaki tüm oyuncular arasında ciddi anlamda fark yarattığını, kalite farkını anında anlayabiliyorsunuz. Hakim oldukları maç sırasında dahi Didier Deschamps ile pozisyon icabı girdiği bir tartışma, takımının lideri olduğunu gösteriyor zaten kaptan Pogba'nın. Eh bu yaşında İtalyan şampiyonu Juventus'da 20 civarı maçta forma giymiş bir gençten bahsediyoruz. Top çalıyor, ayağında top saklıyor, oyunu açıyor.. Kısacası bir defansif orta sahanın yapması gereken her şeyi yapıyor. Kendini daha da geliştireceğini düşünürsek, bu çocuğun ismini çok daha sık duyacağız gibi.

Fransa'dan bir diğer gözümüze batan oyuncu ise 20 numaralı formasıyla Thauvin oldu. Genç solak, sol kanatta oynarken süratli ve etkili bir biçimde çizgiye inip orta kesebilirken, ters kanada geçtiğinde de bir nevi genç Robben etkisi göstermesi, oldukça etkili bir özellik. Zaten teknik direktörleri ikinci yarıya Thauvin'i kenara alarak başladığında oyun tempoları ilk yarıya göre düşmüştü. Sonradan öğrendik ki Thauvin'i sarı kart sınırında olduğu için kritik İspanya maçına saklamak istemiş teknik direktör Deschamps.

Ve yıllardır Football Manager efsanesi olan, şimdilerde Arsenal'in yolunu tutacak olan Yaya Sanogo'ya. İlk yarıda sırtı dönük top alışı, hava toplarındaki hakimiyeti ile bizlere "inanılmaz bir Target Man geliyor!", "durdurulması güç!" dedirten Sanogo, ikinci yarıda, rezalet bir vuruşla dahi olsa penaltı golü atmasına rağmen, mental olarak kendi kendini durdurdu ve maçın geri kalanında oldukça ham bir görüntü sergiledi.

Hazır penaltı demişken, Fransa adına Yaya Sanogo'nun sonucu gol olsa da oldukça kötü bir penaltı vuruşu yapması ve ABD adına Gil'in penaltıyı kaçırması, "penaltı tecrübe işidir arkadaş, ihtiyarlar daha iyi atarlar" hipotezine destek verir bir görüntü çizdi bugün.


Geçelim Birleşik Devletler gençlerine.. Açıkçası çok sivrilen ve göze batan bir oyuncu söyleyebilmek mümkün olmasa da, yine de öne çıkan bazı gençlerden bahsetmeden geçmeyelim. Her ne kadar penaltı vuruşundan yararlanamasa da, takımın 10 numarası Gil, tekniğiyle arkadaşlarından daha ön plana çıktı. Ayrıca etkili kanat bindirmeleriyle, üstelik bu maçta henüz 2. kez milli formayı giyen takımın sağ beki Yedlin'in de gelecek için umut vaat ettiği söylenebilir. Ancak tüm bu oyuncuların yanında, maçın ABD adına en başarılı isminin Southampton forması giyen Cody Cropper olduğunu söyleyebiliriz. Her ne kadar kurtarabileceği bir penaltıyı yemiş olsa da, maçın genelinde başarılı bir performans gösterdi bu oyuncu.

İşin geyik kısmına gelecek olursak ise, ABD'de sonradan oyuna giren Cuevas'ın tam anlamıyla Amerikan futbolundan global futbola yatay geçiş yapmış bir bücür olduğunu, ancak attığı gol ile takımına kazandırdığı 1 puan sonrasında da, Amerikan futbolunun meşhur "Cheerleader" yani ponpon kızları arasında popülaritesinin artmış olabileceği yönünde duyumlar almaktayız. Hadi yine iyisin Cuevas !


Yazımızı bitirmeden önce, MüzminSakatBlog ekibi olarak 55 bin kişilik koskoca TT Arena Stadı'nda gidip ABD kalecisi Crobber'ın ailesinin yanına, ABD koçunun ise önüne oturmuş olmamız bizim için büyük bir şans unsuruydu. Peder Bey ile yaptığımız sohbette bir çok detay öğrenme fırsatı bulduk kendilerinden. Müzmin Sakat'tan Crobber ailesine selam olsun.

" Kazanmak için doğru bir gün değildi "


Daha 2-3 gün önce yazdığım Wimbledon yazısının neredeyse bütün manasının kaybolmasına neden oldu Rafael Nadal. Çeyrek finalde Federer, Yarı finalde Murray, Finalde ise Djokovic'i yenerek şampiyon olmasını beklediğim Nadal, ilk turda Steve Darcis'e üç sette yenilerek turnuvaya veda etti. Maç sonrası "Kazanmak için doğru bir gün değildi " diyen Rafa, kariyerinde ilk defa bir Grand Slam'de ilk turda elenmiş oldu. Geçtiğimiz sene de ikinci turda Rosol'a yenilerek elenen ve daha sonra uzun bir tedavi dönemine giren İspanyol, o sakatlıktan gayet iyi dönmüp Roland Garros'u kazanmıştı.

Her sporcunun illa her maçı kazanmasını beklemek bencillik tabii ki. Nadal, Federer, Djoker, Murray, Tsonga, Ferrer, Del Potro vs gibi isimlerin birbirleri dışında, daha düşük seviye kişilere yenilmesi insanı ister istemez şaşırtıyor. Ne diyelim. Teşekkürler Nadal. Uzun süre sonra yazdığım ilk yazıda favori seni gösterdiğim ve beni turnuvanın ilk gününden yanılttığın için.

23 Haziran 2013 Pazar

Danke schön Fabian Ernst


Beşiktaş taraftarının taktığı lakaba göre "Üstün Alman teknolojisi", kimine göre Alman panzeri, kimine göre ise parlak kafalı bir beyefendi. Evet tüm bu yakıştırmaları bir arada toplayan isim, Fabian Ernst, geçtiğimiz günlerde aktif futbol yaşamına son noktayı koyduğunu açıkladı.
Futbola 1996 yılında Almanya'da Hannover 96 takımında başlayan Ernst, sırasıyla ülkesinde Hamburg, Werder Bremen ve Schalke 04 formalarını giydikten sonra 2008/2009 sezonunun ara transfer döneminde ilk defa Almanya dışında bir ülkede futbol oynayacağı Beşiktaş'a transfer olmuştu. Ve bu adam, "Devre arasında alınan oyuncular ülke ve takıma adapte olamıyor, başarılı olmuyor devre arası transferleri" tandeminin en büyük anti-tezi olarak karşımızda bulunmakta. Öyle ki ilk yarıyı çok da iyi geçirmeyen Beşiktaş, o sezon devre arasında gelen Fabian Ernst ve Yusuf Şimşek gibi "ihtiyar"ların müthiş katkısıyla çifte kupalı şampiyonluğa ulaşmıştı.

Peki gerçekten onlarca devre arası  transferi gerçekten beklenilen katkıyı veremiyorken, Ernst bunu nasıl başardı ? Bunu ben büyük ölçüde oyun disiplinine sadık kalarak oynamasına, çok ekstra işler yapmadan "işini yapmasına" ve meşhur Alman disiplinine bağlamaktayım. Hani derler ya "futbolcu Alman olsun çöp olsun" diye, hakikaten Alman oyuncular oyun disiplinine müthiş sadık oluyorlar. Ernst de istatistiklere bakıldığında, hatta maçların özet görüntüleri seyredildiğinde çok aman aman iş yapmış gibi gözükmese de Beşiktaş'ta ve son yılını geçirdiği Kasımpaşa'da, hep belirli bir çizgisini korudu ve maç içinde görünmeyen (pozisyon alma, oyunu yönlendirme gibi) işleri çoğunlukla başarıyla gerçekleştirdi.

Kendisini tam 4,5 sezon Türkiye'de izleme fırsatı bulduk. Ben Ernst'in ne kimseyle laf dalaşına girdiğini, ne de gerginlik yarattığını inanın hatırlamıyorum, yanlışım varsa düzeltirsiniz. Ancak bu efendi ve işini yapan adamın, taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin saygısını kazandığını ve Türk futboluna önemli katkıları olduğunu düşünmekteyim. Her şey için Danke schön Fabian Ernst

Bayanlar Baylar; Karşınızda: WIMBLEDON 2013



Dünya Tenis tarihinin en prestijli turnuvası olan Wimbledon 2013, yarından itibaren seyircilerle buluşacak. Gözler tabiiki Dünya bir numarası Djokovic, iki numarası Andy Murray, yedi kez bu turnuvayı kazanan ve geçtiğimiz yılın şampiyonu Roger Federer, geçtiğimiz haftalarda kariyerindeki ilk Grand Slam finalini oynayan David Ferrer ve uzun sakatlık dönemininin ardından tekrar sağlığına kavuştuğunu, Roland Garros'u kazanıp tarihe geçerek gösteren Rafael Nadal'ın üstünde olacak. Turnuvada kuralar da çekildi ve hakikaten ilginç bir kura oldu. Birazdan hepsine değineceğim.

Kadınlarda ise favoriler net çizgilerle belli. Serena hanımefendiyi durduramıyoruz malum. Diğer "favorimsi" isimlerde " acaba Serena birşeylere kızar, kafayı dağıtır bize ekmek çıkar mı ? " ümidiyle final için ellerinden geleni yapacaklar.



KURALAR-ERKEKLER

Bu seneki kura bize ilginç şeyler seyrettirecek bundan emin olabilirsiniz. Öte yandan Djoker'in kurası da bir o kadar ballar kaymaklar kıvamında.

Dünya bir numarası Djokovic, turnuvaya Florian Mayer ile başlayacak. Eğer bir sıkıntı yaşamazsa çeyrek finale kadar set kaybetmeden, çok rahat maçlar çıkararak gelmesini bekliyorum. Çeyrek finalde ise, Roland Garros'ta küllerinden doğan Monfils'e boyun eğerek ilk turda elenen Tomas Berdych ile karşılaşması olası. 2010 yılında final oynayan Çek raket Djokovic'e zorluk çıkartabilir ama kendisine pek şans vermiyorum. Görünen köy kılavuz istemez. Seri başları arasında en " balık " kurayı Djokovic'in çektiğini söyleyebiliriz.


Gelelim geçen senenin finalisti Andy Murray. Uzun yıllardır atlayamadığı o eşiği geçtiğimiz sene atlayabilmişti Murray. Wimbledon'da final oynadıktan sonra, Olimpiyatlarda Altın madalyayı kazanmıştı. Roland Garros'tan sakatlığı sebebiyle çekilen ve tamamen Wimbledon'a konsantre olan bir Murray var karşımızda. Turnuvaya Alman Benjamin Becker ile başlayacak Britanyalı sporcu. Son 16'da Janko Tipsarevic ile karşılaşması muhtemel. Çeyrek finalde ise, kendi evindeki turnuvada yarı final oynayarak dikkatleri üzerine çeken, Wimbledon'da bizlere heyecanlı maçlar izlettiren Jo-Wilfried Tsonga ile karşılaşması muhtemel.



Şahsi fikrimi söylemek istiyorum, Nadal ve Federer'in finalde karşılaşmasını isterdim açıkçası. Ama yukarıda Djokovic için bahsettiğim " balık " kuranın sebebi burada. Federer artık yaşının da ilerlemesinden dolayı gittikçe artan sırt ağrıları ve çeşitli sakatlıklar sebebiyle formunu kaybetmiş gözükse de, Wimbledon öncesi böyle tahminlerde bulunmak pek mantıklı değil. Çünkü karşımızda Nadal gerçeği varken, RG'dan fazla birşey beklememekte lazım. Ekselansları, RG'de Çeyrek Final'de elenmiş olsa da, Wimbledon öncesi hazırlık turnuvası olan Halle'de altıncı şampiyonluğunu kazanarak geliyor ve evet; burası oynamayı en çok sevdiği yer. 

Nadal, kortlardan uzun süre ayrı kalmasına sebep olan diz sakatlığından muhteşem döndü ve son sekiz yılda yedinci kez RG'u kazandı. Turnuvaya Belçikalı Steve Darcis ile başlayacak. Son 16'da ise, Stanislas Wawrinka, John Isner ve Lleyton Hewitt ile karşılaşma ihtimali bulunuyor. Her açıdan şanslı bir kura çektiğini söyleyemeyiz. ( Bu arada Hewitt geçtiğimiz sene ilk turda Tsonga ile eşleşmişti. Bu sene de Wawrinka ile eşleşti. Pek şanslı olduğunu söyleyemeyiz fakat yedi setlik maçlar bizi bekliyor olabilir. )

Son olarak David Ferrer'den de bahsetmek gerek. 31 yaşındaki İspanyol, kariyerinin ilk Grand Slam finalini birkaç hafta önce Fransa'da oynadı ve vatandaşı Nadal'a kaybetti. İlk turda Martin Alund ile karşılaşacak. Çeyrek finale kadar onu en çok zorlayacak isim ise Milos Raonic gibi gözüküyor ki son 16'da karşılaşma ihtimalleri yüksek. Ferrer'in çeyrek finaldeki muhtemel rakibi ise 8 numaralı seri başı Arjantinli Juan Martin Del Potro. Sakatlığı sebebiyle RG'dan çekilen nazik dev'in Wimbledon karnesi pek iyi değil. En iyi derecesi 2011 ve 2012'de dördüncü tur. Üçüncü tur'da Bulgar Dimitrov, son 16'da ise Kei Nishikori ile eşleşmesi muhtemel Del Potro'nun.

Uzun lafın kısası kuralar sebebiyle Yarı Finale kadar yorulmadan gelecek Djokovic favori. Zira Yarı Finalde karşılaşacağı muhtemel en zor rakip David Ferrer. Yarı Finalin diğer tarafı daha dikenli yollardan oluşmakta. Nadal veya Federer'den birinin yer almayacağı da kesin. O tarafta yarı finali Nadal-Murray oynar diye düşünüyorum. Finali ise Nadal-Djokovic, Şampiyonluğu ise Nadal alır diye düşünüyorum ( istiyorum )

KURALAR-KADINLAR

Lafı çok uzatmamak gerek aslında. Serena Williams'ın Finale çıkana kadar önüne çıkanı devireceğini düşünüyorum. Çeyrek finalde büyük ihtimalle, Kerber ile karşılaşacak. Yarı finalde ise, geçen seneki finalin rövanşını almak isteyecek kadar naif bir insan olan Agnieszka Radwanska ile karşılaşır. Yarı finalin diğer ayağında ise festival havası hakim. Zira finale kadar Serena ile eşleşmemek bulunmaz bir nimet.



Sharapova, RG finalinde Serena karşısında gayet iyi iş çıkardı ve beni umutlandırdı açıkçası. Çünkü çim kortta oynamayı her zaman seven Maria, benim gözümde finalde Serena'nın rakibi olacak diye düşünüyorum. Çeyrek Finalde, İtalyan Sara Errani ile karşılaşması muhtemel. Diğer tarafta ise Azarenka final için elinden geleni yapacak. Çeyrek Finalde, Kvitova veya Ivanovic ile karşılaşması muhtemel olan Belaruslu raket, yarı finalde kozlarını Sharapova ile paylaşacak gibi duruyor.

Yarı Final; Serena-Radwanska, Sharapova-Azarenka
Final; Serena-Sharapova
Şampiyon; Sharapova

( Zaten Serena'nın sakatlık yaşamaz ise kazanacağını biliyoruz, bari gönlümüzden geçeni söyleyelim )

Nani veya Farfan'a ihtiyaç var mı?



Galatasaray'da seçim süreci dün sonuçlandı ve Ünal Aysal üç sene için de yetkilendirildi. Artık gündem transfer. Daha önceden temasa geçilen ancak gerek seçim süreci gerekse yabancı oyuncu sınırlaması nedeniyle resmiyete kavuşmayan bazı oyuncularla daha somut adımlar atılacak. Bu isimlerin başında gelenler; Felipe Melo, Carlinhos, Farfan, Nani ve dahası. Bizim sorumuz şu: "Galatasaray'ın Farfan veya Nani'ye ihtiyacı var mı?"

Sistem ve teori açılarından düşünecek olursak, cevabımız böyle bir kanat oyuncusuna gerek yok olacaktır. Ancak futbol da diğer takım sporları gibi bir momentum oyunudur. Maç içerisinde akışı değiştiren oyuncular bu açıdan çok önemlidir. Mesela Amrabat'ın da transferi sırasında Fatih Terim'in önem verdiği bir konuydu bu. İşte Nani veya Farfan bu tipte ve fark yaratacak oyuncular. Şu da bir gerçek ki, bu kadar efektif kanat oyuncularını herkes kadrosunda ister.

Transferler genelde iki şekilde yapılır. Ya güçsüz olduğunuz bölgeyi güçlendirmek için bir oyuncu transfer edersiniz, ya da güçlü olduğunuz bölgeyi keskinleştirmek için oyuncu alırsınız. Galatasaray'ın Nani ve Farfan türünde silahları yok. Kabul edelim ki, üst düzey bir takımın en iyi kanat oyuncusu Amrabat olmamalı. Fatih Terim de bunun farkında. Bu nedenle mevcut sistemin oyuncuları olmasalar da hücum zenginliği yaratmak açısından böyle isimler lazım. 

Yabancı kısıtlaması, maliyet gibi unsurları da göz önüne alınca bu transferle ilgili ne karar çıkacak göreceğiz. Ancak bu oyunculara yönelinmesi şunu gösteriyor ki, bu transfer döneminde Galatasaray savunmasını güçlendirmeye ve hücumuna çeşitlilik katacak oyunculara yönelmiş durumda.

22 Haziran 2013 Cumartesi

U20 Dünya Kupası Başladı, Geleceğin Yıldızları Türkiye'de


Merak ve hevesle beklediğimiz 20 yaş altı dünya kupası sonunda başladı. Dün başlayan serüvende şu ana kadar A ve B gruplarında toplam 4 maç yapıldı. İlk maçlar itibariyle favori takımların galip geldiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. A grubunda Fransa, Gana'yı 3-1'le geçerken, İspanya'nın gençleri Amerika'yı 4-1 ile mağlup etti. B grubunda ise Portekiz, Nijerya'ya kafa kafaya geçen maçta 3-2 ile üstün gelirken, Güney Kore Küba'yı 2-1'le mağlup etti. 

Çiçeği burnunda Arsenal'li ve aynı zamanda bir FM efsanesi olan Yaya Sanogo, turnuvanın ilk maçında Gana'ya karşı golünü yazdırmayı başardı. Kendisi geçtiğimiz dönemde yaptığı açıklamada Arsene Wenger ile çalışma fırsatının Arsenal'e gelmesinde etkili olduğunu söylemişti. Belli ki, genç yıldız bu turnuvayı yeni teknik direktörünü etkilemek için bir fırsat olarak görüyor. İspanya'da ise gol yükünü Barcelona ve Real Madrid alt yapılarının ürünleri olan Jese ve Deulofeu çekti. İki yıldız da Amerika'ya karşı duble yapmayı başardı. 

Genç Millilerimiz de bugün El Salvador'a karşı sahne alacak. Salih'li, Kerim Frei'lı, Okay'lı kadromuza tabi ki güvenimiz tam. Umarız genç yıldızlarımız, kendi ülkemizde gerçekleşen bu büyük organizasyonda büyük başarılar elde edecektir.  

3 Haziran 2013 Pazartesi

Kafanızı Kuma Gömmeyin Beyler



Türkiye tarihi bir dönemden geçiyor. Yakın tarihimizde ardı ardına her kesimde yaşayan travmalar sonucu susmuş ve ürkek bir halka dönüşen Türk Milleti kabuk değiştiriyor. İster destekleyin, ister desteklemeyin ama kabul edin, tarihi günler yaşıyoruz ve değişiyoruz. Bugün Papazın Çayırı'nın Twitter'dan yazdıkları üzerine ben de düşündüklerimi kaleme almaya karar verdim. 

Arkadaşlar, Türkiye'de tribün terörünü bitiren polis terörü olmuştur. Bundan daha bir kaç ay önce kendi stadında biber gazına maruz kalan taraftarlara rakipleri "oh olsun" çekiyordu. Şimdi o gençler, omuz omuza kol kola göğüslüyor o insanlık dışı müdahaleyi. Galatasaraylı Fenerbahçelinin alnındaki kanı siliyor, Beşiktaşlı Fenerbahçeliyi omuzlarına alıyor, Karşıyakalılar Göztepelilerle aynı safta yer alıyor. Biz öğrendik beyler, yan yana gelebilmeyi tekrar öğrendik. Bu demek değil ki birbirimize aşık olup, akşamları saçlarımızı tarıyoruz. Hayır, biz rengimiz ne olursa olsun, tek amaç ile bir araya gelebilmeyi öğrendik. Daha büyük sorunlar baş gösterdiğinde, sırf farklı renkte forma giyiyor diye kan dökmenin gereksizliğini gördük. 

Sıra sizde beyler. Galatasaray yönetimi, Beşiktaş yönetimi, Fenerbahçe yönetimi.. Ne halk, ne tarih bu dönemde kafasını kuma gömenleri affetmeyecek. Fikriniz ne olursa olsun, istediğiniz tarafı tutun, istediğiniz açıklamayı yapın, AMA susmayın beyler. Bu yönetim kademesinde yarattığınız düşmanlığı bitirin. Kafanızı kuma gömmeyin beyler. Sizin yaşınızın yarısından bile genç olan adamların becerebildiğini en azından deneyin.

22 Mayıs 2013 Çarşamba

Alper Potuk Fenerbahçe'de!



Kimisine göre Aziz Yıldırım'ın gündem değiştirme politikası, kimisine göre Galatasaray'a atılmış büyük bir çalım.. Bana göre Fenerbahçe, yetenekli, genç ve yerli bir futbolcuyu kadrosuna katarak iyi bir iş yapmıştır. Alper Potuk, mevcut yerli oyuncu piyasasında en potansiyelli oyunculardan biri olarak göze batıyordu şüphesiz ki. Kim formayı giydirirse de, iyi iş yapacaktı. Bunu yapan Fenerbahçe oldu, tebrik etmek lazım. Psikolojik olarak Galatasaray dominasyonunu kırmak açısından da tabi ki olumlu bir transfer.

Mevcut Fenerbahçe kadrosunda fark yaratacak oyuncu sayısının oldukça az olduğunu ancak bir çok iyi oyuncu olduğunu düşünüyorum. Orta sahaya da baksak, savunmaya da baksak birbirine yakın seviyede, çoğu da milli takım oyuncusu adamlar görüyoruz. Bu oyuncu havuzunda Salih gibi, Alper gibi genç yeteneklere yer açmak gerekiyor. Tabi ki, takımın bütün sorumluluğunu sırtına yükle demiyorum ama bu yaşlarda düzenli forma giymek de önemli. Şahsen benim düşüncem Salih'in Baroni'den çok daha iyi bir futbolcu olma potansiyeli taşıdığı yönünde. Rekabet, forma savaşı oyuncunun gelişimi açısından çok önemlidir ama yeri geldiği zaman da sorumluluğu vermekte çekinmeyeceksin. 

Alper Potuk'un transferi hayırlı olsun. Artık kariyeri daha bir merakla takip edilecek. Benim izlediğim, gördüğüm kadarıyla Alper, şımaracak, hedefinden şaşacak bir adama da benzemiyor. Yolu açık olsun. Çift yönlü bir orta saha olarak kısa zaman içerisinde ,Galatasaray'da olmadı ama,Türkiye Milli Takımında Selçuk'un partneri olacaktır.

2 Mayıs 2013 Perşembe

Premier League'de Yılın Oyuncusu Seçildi..


İngiltere'de sezonun en iyi oyuncusu seçildi: Gareth Bale! 23 yaşındaki sol kanat oyuncusu Avrupa'nın yarışmacılık düzeyi en yüksek liglerinden birinde yılın oyuncusu seçilerek kalitesini bir kez daha kanıtlamış oldu.

Tottenham Hotspur'da bu sezon ligde 29 maçta sahne alan Bale, kaydettiği 19 golü 9 gol pasıyla süslemeyi başardı. Messi ve Ronaldo'yu genel anlamda forvet olarak değerlendirirsek, Galler doğumlu genç yıldız benim için dünyanın en iyi kanat oyuncusu. Oyuncu kalitesi olarak bu ikiliyle ile kıyaslamak için biraz daha beklemek gerekiyor ama potansiyeli çok yüksek. Muhtemelen de parası yetecek bütün takımlar bu yaz yakasına yapışacaklardır.

Yolu açık ve sakatlıktan uzak olsun. Beğenerek izliyoruz.

24 Nisan 2013 Çarşamba

2013 Cermen Devrimi! Bayern Münih & Borussia Dortmund



Bugün itibariyle futbolda İspanyol dominasyonuna güle güle diyerek Alman Panzerlerine selam çakıyoruz. Bundan böyle Avrupa'da lig sıralaması yapıldığı zaman Bundesliga'yı 3. sıraya koymak yürekleri dağlar. Aslında Bayern Münih, Barcelona'nın oynadığı pas futbolunu neredeyse onlar kadar efektif oynayabilirken, çok daha fizikli ve sert bir kimlik ortaya koyuyor. Öte yandan rakip kaleye direkt gitmeyi kendine düstür edinmiş Real Madrid ise karşısında belki de daha da dik gidebilen Borussia Dortmund'u buldu. Şöyle desek bence yanlış olmaz; Almanlar, İspanyolların çizdiği oyun şeklini alıp bir kademe yukarı çıkarttılar ve şu anda onun meyvelerini topluyorlar.

Şimdiden kesin konuşmak belki doğru değil ama finalin adı Bayern Münih - Borussia Dortmund olacak gibi görünüyor. Bir tarafta Barcelona'ya neredeyse pozisyon vermeyen Bayern, diğer tarafta gençlik ateşini üstün yetenekle birleştiren Dortmund. Şahane bir final olmaya aday bir eşleşme. Öte yandan Götze transferiyle tekrardan ateşlenen rekabetin Şampiyonlar Ligi kupası için sahaya yansımasını izlemek muazzam olacak. 

Demek ki sadece milyonlarca avro saçıp yıldız oyuncu almakla iyi takım olunmuyor. Evet, Real Madrid ve Türk takımları sözüm size. Bayern Münih sadece futboldan elde ettiği gelirlerle transferlerini karşılayan bir kulüp, neredeyse borçsuz bir şekilde yıllardır idare ediliyorlar. Dortmund ise tam bir oyuncu fabrikası. Oyuncuyu sadece alt yapıdan çıkartmasıyla değil, oyuncularına değer katmasıyla da özel bir kulüp. Tabi ki bu noktada Jürgen Klopp'a da bir selam çakmaya unutmayalım, çarpılırız.

İspanyol futbolundan, özellikle de Barcelona'nın futbolundan son dönemde oldukça sıkılan biri olarak Almanların yükselişinden son derece mutluyum. Doğruya doğru, oynadıkları futbol da daha çok keyif veriyor. Yolları açık olsun!

23 Nisan 2013 Salı

1994 Dünya Kupası Arjantin'den Mükemmel Gol (video)

1994 Dünya Kupası Arjantin - Yunanistan maçı. Arjantin inanılmaz paslaşmalar sonucu Maradona'nın ayağından golü buluyor.



http://www.youtube.com/watch?v=xfwFg7n92Ck

Cihan Durucasugil'den NBA'de Normal Sezon Ödül Tahminleri

NBA'de normal sezon ödülleri sahiplerini bulmadan tahminlerimi siz okuyucularımızla paylaşmak istedim.




MOST VALUABLE PLAYER ( MVP )

Çok net bir şekilde Lebron James. %56.5 gibi inanılmaz bir şut yüzdesi tutturdu Kral. Bu alanda NBA'de normal sezonu beşinci sırada bitirdi. ( Bu istatistiği daha çekici kılan unsur önündeki dört ismin; geçimlerini tamamen smaç veya pota dibinden buldukları sayılarla sağlayan oyuncular olması. ) 26.8 sayı, 8 ribaunt, 7.3 asist, 1.7 top çalma ve %40 üç sayı yüzdesi. Al baba al senin olsun senden daha çok hak edeni de yok zaten.







ROOKIE OF THE YEAR 

Yılın en iyi çaylağı ödülünü de resimde gördüğünüz delikanlı Damian Lillard'a veriyorum. Brandon Roy ve Greg Oden şanssızlıklarından sonra, çok fazla övüp nazar değdirmek istemiyorum çocuğa. NBA'de en sempati duyduğum takımlardan biri olan Portland'a tekrar hayat verdi bu çocuk. İstatistikler mi ? 19 sayı, 6.5 asist, maç başına 2.3 üçlük isabeti, %43 şut isabeti. Daha ne olsun ?




COACH OF THE YEAR 

Artık bu ödülü verin şu adama ! Bu yılın en iyi koçu ödülü adayım; George Karl. Denver Nuggets'ı, Batı Konferansında üçüncü sıraya taşıdı ve kendi evlerinde yaptıkları 41 maçın 38'ini kazanma başarısını gösterdi. Takımda süperstar bir oyuncu olmamasına rağmen, tam bir kurtlar sofrasına dönen Batı'da büyük işler başardığını düşünüyorum. 




MOST IMPROVED PLAYER

Adayım; James Harden. Çoğunuz bu tercihimi alakasız görebilir çünkü Harden'ı takip edenler az çok ne kadar yetenkli olduğunu fark etmişlerdir. Ama yetenkli olmak başka, bir takımı neredeyse tek başına sırtlayıp playoff'a sokmak ayrı bir şey. Harden'ın bu seneki istatistikleri; 25.9 sayı, 4.9 ribaunt, 5.8 asist, 1.9 top çalma, maç başına 2.3 üçlük isabeti, %43.8 saha içi ve %85 serbest atış isabeti. Geçtiğimiz sene Thunder'da 6.adam rolünü üstlenirken elde ettiği istatistikler ise; 16.1 sayı, 4.1 ribaunt, 3.7 asist, 1 top çalma. Bu iki sezon arasındaki istatistiksel farkın yanına bir de Houston'da gösterdiği liderliği ve takımını playofflara taşımasını eklediğimde bana gayet mantıklı geldi. Ya size ?




DEFENSIVE PLAYER OF THE YEAR

Adayım; Marc Gasol. İstatistikleri tabii ki bir Dwight Howard kıvamında değil ( 14.1 sayı, 7.8 ribaunt, 1.7 blok, 1 top çalma ), ama onun savunmadaki değerini anlamak için reçetenizi hemen yazıyorum. Bir adet Memphis Grizzlies maçı ve bir adet Gasol'süz Memphis Grizzlies maçı. Bu adamın neden Grizzlies savunmasının en önemli adamı olduğunu anlayacaksınız. 





NBA'in En İyi 6.Adam'ı: J.R Smith !




NBA'de normal sezon ödülleri sahiplerini bulmaya başladı. Sezon boyunca gösterdiği performansla çoğu kişiye göre bu ödülün favorisi olan J.R Smith, yılın en iyi 6.adamı seçildi. A.B.D ve Kanada'dan toplam 121 yazar ve yayıncının oy verdiği sistemde Smith, bu oy'ların 72'sinde birinci sırada yer aldı. Jamal Crawford 31 ile ikinci olurken, Jarrett Jack 14 ile üçüncü sırada kaldı. 


J.R Smith, normal sezonu 18.1 sayı, 5.3 ribaunt, 2.7 asist, 1.3 top çalma istatistikleriyle tamamlarken, sezon boyunca yedi kez 30 sayı barajını aşmayı başardı. Aynı zamanda bench'ten gelerek bir ay içerisinde dört defa 30 sayı parajını geçerek, bunu 1990'dan bu yana yapabilen ilk oyuncu oldu.

NBA Playoffları Başladı, Doğu Konferansı Değerlendirmesi


NBA'de Playofflar başladı ve Doğu Konferansında eşleşmeler belli oldu hatta bu yazıyı yazarken ilk maçları favoriler kazanmıştı bile. Eşleşmeleri, bahsi geçen favorileri değerlendirmeye hiç uzatmadan geçelim efendim;


Eşleşmeler;



Miami Heat - Milwaukee Bucks
New York Knicks - Boston Celtics
Indiana Pacers - Atlanta Hawks

Brooklyn Nets - Chicago Bulls

                                       

                                    



Miami Heat - Milwaukee Bucks

( Dağılın Ağır Abiler geliyor )

Sözü fazla uzatmaya gerek yok. Jennings ve Ellis'in kafalarına taş düşmediği sürece, bu Miami karşısında maç kazanma ihtimalleri sıfır. İlk maçı Miami rahat kazandı ve bundan sonraki maçları da aynen bu şekilde kazanmaya devam edeceklerdir. Ersan'da ilk maçta 2 sayı 6 ribaunt ile mücadele etti. Hem sakatlık problemleri yaşaması hem de " of abi bugun ne şut sokuyorum " tribinde olan Jennings-Ellis biraderler ile oynaması onun için en büyük handikap ne yazık ki. Umarım sakatlıklardan tamamen arınır ve en azindan Bradley Center'daki maçlarda Miami'ye ondan beklenen eşleşme problemlerini yaşatır.

( Tahmin: 4-0 Heat )



                                       



New York Knicks - Boston Celtics

( Biri Rekabet Mi Dedi ? )


Doğu Konferansında en izlenesi, en çekici serisi bana göre. Açıkçası yedinci maça gitmesini bekliyorum( istiyorum ) Serinin ilk maçını Knicks kendi evinde kazanarak 1-0 öne geçti. Melo sayı krallığının ve New York medyasının verdiği gazla büyük oynadı. Knicks cephesinde Chandler'ın sakatlıktan dönmüş olmasının etkileri hissedilmekle beraber, Celtics'te de Garnett'in aynı dertten müzdarip oluşu iki takımın pota altını etkilemiş gözüktü. Chandler'ın formsuzluğunu Kenyon Martin müthiş enerjisiyle örtbas ederken, KG maça bir türlü ağırlığını koyamadı. Celtics maç boyunca hep maçı istediği seviyelerde tuttu fakat son periyotta yapılan top kayıpları ve maç boyunca benchten sadece 4 ( yazıyla dört ! ) sayılık bir katkı alabildier ki felaket bir rakam. Boston, New York'un " isolation " bazlı hücum sistemine karşılık verebilecek savunma yapısına sahip. Eğer hücumda biraz daha akıcılık kazanabilirlerse seriyi yedinci maça taşıyabilirler. Tabi bu akıcılık konusunda en önemli detay Garnett'i daha efektif kullanabilmek. 

( Tahmin: 3-4 Celtics )



                                         


Indiana Pacers - Atlanta Hawks

( Miami ile Bir Hesabımız Vardı da )


Serinin ilk maçını kazanan taraf Pacers şu an 1-0 önde. Bu seri başlamadan önce en büyük endişem George Hill'in son zamanlardaki müthiş formsuzluğuydu. Zira karşısında Jeff Teague gibi zıpır bir delikanlı varken ona çok ihtiyaçları olacağını düşünüyordum keza hücumda onun dış şut'una da çok ihtiyaçları vardı. Hill çok iyi ve yüzdeli bir ilk maç oynadı ve Pacers rahat kazandı. Yukarıdaki resimde gördüğünüz beyaz formalı genç, maça damgasını vurdu ve adeta Granger'ın yokluğunda ben bu takımın lideriyim mesajını da verdi. ( Paul George kötü yüzdesine rağmen 23 sayı, 11 rib, 12 asist ile triple double yaptı. ) Atlanta cephesinde ise Horford ve Teague'e gerçekten üzülüyorum. Josh Smith gibi mental eksiklikleri tavan yapmış bir oyuncu ve bence coaching özellikleri vasat olan Larry Drew yüzünden belki de maç kazanamadan tamamlayacaklar seriyi. Açıkçası önümüzdeki sene Smith ve Drew'sız, Horford ve Teague üzerine kurulu bir takım izlemek için sabırsızlanıyorum.


( Tahmin: 4-1 Pacers )





Brooklyn Nets - Chicago Bulls

( Yarı Finalde Miami Gelmese İyiydi. Keyif Alalım Bari )

Seri başlarken tahmin yürütmek benim için zor oldu açıkçası. Bir tarafta imzaladığı büyük kontrat adeta ayaklarına bağlanmışcasına formsuz bir Joe Johnson ve kısıtlı bench katkısı ile Brooklyn, diğer tarafta Joakim Noah'ın seriyi kaçırabileceği söylentileri ve Derrick Rose'un parkelere bu sezon dönüp dönemeyeceği hakkında dönen goygoylar. Ben bu serinin her türlü yedi maça gideceğini ve Noah'ın sağlıklı döneceğini düşünerek Bulls seriyi kazanır tahmini yapmaktaydım. Zira Bulls'un maç seçtiğini ve Noah'tan yoksun şekilde önce Miami sonra da Knicks'in galibiyet serilerine son verdiğini hatırlatalım. ( Knicks maçından önce ve sonra iki tane Raptors mağlubiyeti aldıklarını da not düşelim. ) Serinin ilk maçında Brooklyn, Bulls'u yenerek seride öne geçti. JJ pek ortalıklarda gözükmese de yüzdeli attı ve bench'ten CJ Watson çok önemli katkılar verdi. Yukarıda kendi kafamda kurduğum hipotezlere olumlu yanıt verdi Nets ve doğru işleri yaparak maçı aldılar. Müthiş bir form yakalayan D-Will beşinci viteste devam etti ve Brook Lopez ile birlikte galibiyetin mimarı oldular. Bulls ceğhesinde ise Noah'ın kesinlikle hazır olmadığını ve ikinci periyottaki muazzam! hücum performanslarının doğal olarak maç kazanmaya yetmediğini gördük. Ama Bulls tam bir sistem takımı ve bu serinin hala yedinci maça kadar gideceğini savunuyorum, ama kazanan tarafta ibre benim gözümde biraz Nets'e kaymış gibi.

( Tahmin: 4-3 Nets )
















22 Nisan 2013 Pazartesi

Beşiktaş'ın Önündeki Yol


Sezonun bitmesine 4 maç kaldı ve Beşiktaş'ta tam bir bilinmezlik hakim. Altlardan sezonunun ikinci yarısında depara kalkan Bursaspor puanları eşitledi ve pusuda beklemeye başladı. Haydi üçüncülük veya dördüncülük çok büyük bir fark teşkil etmiyor ama Beşiktaş'ın reaksiyon vermesi gerektiği ve üçüncülüğü koruması gerektiğini düşünüyorum. Tamam belki şu dönemde Galatasaray ve Fenerbahçe'nin hem sportif hem de maddi olarak arkasında kalındı ama yine de yarışılan takımlar bunlar olmalı. Beşiktaş'ın rakibi Galatasaray ve Fenerbahçe olmalı, Kasımpaşa değil. O nedenle bu sezon 3. bitirmek benim adıma önemli. He en kötü ihtimalle de dördüncülüğü korumak şart, onu da eklemeden geçmeyeyim. Üst üste iki sezon Avrupa'nın dışında kalmamak lazım. O tribüne gelen insanlara Avrupa keyfini yaşatmak zorunda Beşiktaş.

Samet Aybaba'nın önünde 4 maç kaldı gibi görünüyor. Ben de Aybaba ile yola devam etmenin yanlış olduğuna katılıyorum. Tamam eldeki malzeme şampiyonluğa yetecek düzeyde değil ama bu kadronun hakkını da vermedi Samet Hoca. Gerek Hugo Almeida'yı sol açıkta kullanmak gibi saçma sapan teknik direktör tercihleri olsun, gerekse takımı ayağa kaldırabilecek potansiyel olan Oğuzhan'ı basın önünde şımarmakla yargılamak gibi yöneticilik hataları olsun, başarısız oldu. Keza Oğuzhan'ı oynatmaya da çok geç başladığını, başka isimlerde gereksiz yere uzun ısrar ettiğini de eklemeyi unutmayayım. Kısacası zor bir göreve soyunan Aybaba belki çok başarısız olmadı ama geçer notun altında kaldı. 

Önümüzdeki sezonun hoca adayları bir bir basında yer almaya başladı. Denilen o ki, Fikret Orman'ın gönlü yabancı bir hocadan yana. Arthur Zico, Christoph Daum, Lucien Favre ve Slaven Bilic isimleri öne çıkmış gibi görünüyor. Eğer ikna edilebiliyorsa benim tercihim tartışmasız Lucien Favre'dan yana olur. Borussia Mönchengladbach ile geçen sezon büyük bir çıkış yapan Favre, Bundesliga'nın en iyi taktisyenlerinden biri. Elindeki kadrodan maksimum verimi alabilen bir isim. Belki de tam anlamıyla Beşiktaş'ın aradığı isim olabilir. Diğer adaylardan Bilic benim için heyecan verici. Bilic gençliği ve hırçınlığı ile Beşiktaş'a arzu ettiği enerjiyi sağlayabilir. Zico haydi neyse de, Daum'u artık istemiyorum abi. Yeter yahu, dönüp dolaşıp Daum.

Tabi ki, yeni gelen hocaya eldeki kadroyla ilgili her türlü insiyatif verilmeli. Ancak benim şu anki düşüncem bütün gereksiz oyuncularla yolların ayrılması yönünde. Escude ve iki Mehmet (Akyüz, Akgün)'i ilk olarak kapının önüne koyardım muhtemelen. Manuel Fernandes'ten emin olamıyorum, malum çok iyi oyuncu ama sezon içerisinde çok fazla iniş çıkış yaşıyor. Beşiktaş'ın belki bir gömlek aşağıda ama daha istikrarlı bir oyuncularla devam etmesi lazım gibi geliyor. Hugo Almeida ise bence gönderilmeli. Hücumda ona sahip olmak takımı rahatlatıyor ama ne kadar sahip olabiliyorsun ki? Bu iki Portekizlinin kalmaya çok hevesli olduklarını sanmıyorum. Belki de o yüzden satış tarafına yakınım. Bakalım gelecek tekliflerle de alakalı tabi ki. İyi bir teklife satılırlarsa, kazanılan para yine transfere harcanmalı, orası kesin.

Son olarak, Beşiktaş'ın maliyeti düşük, faydası yüksek oyunculara yönelmesi lazım. Holmen ile anlaşıldığı söyleniyordu bence yerinde bir takviye olur. İstikrarlı ve faydalı bir oyuncu, bonservisi de elinde. Benim önerim John Utaka. Montpellier forması giyen 31 yaşındaki Nijeryalının da sözleşmesi 2 ay sonra bitiyor ve fiziksel olarak kuvvetli, hızlı bir santrfor. Kalu Uche benzeri bir etki yapabileceğini düşünüyorum. Mustafa Pektemek ile beraber dinamik bir santrfor hattı oluşturabilirler. Ancak unutulmamalı, bu takım 30 maçta 46 gol yemiş bir takım. Bu takıma savunmayı çekip çevirecek 2 oyuncu lazım. Bunlardan banko olanı bir stoper. Tomas Ujfalusi benzeri bir karakter gerekiyor o bölgeye, diğeri için ise iyi dileklerimiz İsmail Köybaşı ile beraber. İnşallah sağlam dönmeyi başarır.

20 Nisan 2013 Cumartesi

Ares ile Ikaros Arasında Bir Adam: Didier Drogba



28 Ocak 2013. Günlerden Pazartesi. Ara transfer döneminin bitmesine iki elin parmaklarından az gün kalmış. Henüz 6 gün önce dünyaca ünlü bir isim, Hollanda'nın son dönemde yetiştirdiği bir numaralı oyun kurucu, Galatasaray'a maceralı bir transfer sürecine son noktayı koyan imzayı atmış. Ülkede yer yerinden oynuyor tabi ki, Sneijder transferinin etkisi geçmemiş. Galatasaraylıların keyfi yerinde. Nasıl olmasın? Daha iki sene önce takımın orta saha hattını oluşturan o meşhur üçlüden biri futbolu bıraktı, diğeri sakat olsa da kadro dışından hallice bir şekilde Karadeniz semalarını izliyor, sonuncusu ve büyük çoğunluk tarafından Juan Pablo Pino'ya ettiği küfürle hatırlanacak olan adam Elazığspor formasıyla kümede kalma savaşı veriyor. Aşağı yukarı iki sene geçmiş ve transfer edilen isim Wesley Sneijder. Tamamdı çoğu kişi için, tatmin olunmuştu. 

Ama gündemde esasen Mısır'daki şiddet olaylarının olduğu o pazartesi günü çok acayip bir şey oldu. İnternet ve sosyal medya karışmıştı. Didier Drogba Galatasaray'da diyordu son dakikalar. Dünya futbolunda "uzun oyuncular kazma olur" gibi bir anlayışı yerle bir eden, futbolda fiziksel güç deyince akıllara gelen ilk isimdi Drogba. İmzasıyla beraber onu anlatan hikayeler her yerde yer almaya başladı. Adam sadece bir futbolcu değildi. Ülkesindeki iç savaşı sona erdirmeyi kendisine görev bilmiş, doğduğu yere hastaneler, okullar yaptıran, her şeyden önce iyi bir insan. Bu sadece uzaktan görebildiğimiz kısmıydı.

Aşağı yukarı 3 aydır en yakından izliyoruz Didier Drogba'yı. Sahada iki kişinin görevini oynuyor. O hem en kralından bir pivot santrfor, hem de üst düzey bir oyun kurucu.  İlk görüldüğünde fiziğiyle insanı şaşırtıyor, sonuçta gladyatör gibi bir şey var karşında, diyor ki "ben forvetim". İşin şaşırtıcı kısmı o üstün fiziğine eş değer de bir zekaya sahip olması. Peki bunlar onu tanımlamaya yetiyor mu? Kesinlikle hayır, o aynı zamanda büyük bir karakter, bir kaptan. Rakibi kim olursa olsun, taşıdığı formaya saygısından dolayı her maça kazanmak için çıkan bir lider. İşte böyle bir kombinasyon Drogba. İstatistik mi istiyorsunuz? Oynadığı, yok yanlış oldu sahne aldığı diyelim, 9 lig maçında 5 gol 6 asist ve Şampiyonlar Liginde 4 maç 1 gol. Bu arada ligde Galatasaray'ın bu sezon ilk kez beş maçlık galibiyet serisini yakalamasının konumuzla alakalı olduğunun farkındayız değil mi?

Artık eminim, o sadece bir futbolcu değil. Muhtemelen birkaç bin sene önce doğmuş olsa bir çeşit mitolojik kahraman olabilirdi. Yunan mitolojisinde savaş tanrısı olarak sembolize edilen Ares ile hedefine ulaşmak için uçmayı başarabilen ilk insan olan Ikaros arasında bir yere yerleştiriyorum ben. Günümüzde ise onun adı Drogba. 

18 Nisan 2013 Perşembe

NBA Playoffları Başlıyor, Batı Konferansı Değerlendirmesi


Dün gece oynanılan maçlarla beraber nba'de normal sezona nokta koyuldu. Sıra geldi "Adamlarla çocukların ayrıldığı yere". Her zaman olduğu gibi sandalye kapmaca şeklinde geçen son iki haftanın ardından eşleşmeler kanlı canlı karşımızda duruyor.

BATI
Oklahoma City Thunder -  Houston Rockets
Los Angeles Clippers - Memphis Grizzlies
San Antonio Spurs - Los Angeles Lakers
Denver Nuggets - Golden State Warriors

DOĞU
Miami Heat - Milwaukee Bucks
Brooklyn Nets - Chicago Bulls
New York Knicks - Boston Celtics
Indiana Pacers - Atlanta Hawks



Oklahoma City Thunder - Houston Rockets                        

Seyir zevki olarak çok keyifli geçmeye aday bir seri. Texas'ın çılgın çocukları'nın Lakers'a son gece mağlup olarak kendini 8. sırada bulmasıyla beraber Kevin Durant ve Saz Arkadaşları'nın karşısına çıkmaya hak kazandı. Houston ligin en eğlenceli basketbollarından birini oynuyor olsa da henüz kurulum aşamasında olan bir ekip olduğunu unutmamak lazım. Tamam, James Harden - Ömer Aşık - Chandler Parsons ve Jeremy Lin dörtlüsüyle yetenekli ve genç bir çekirdek oluşturdular ama takımın toplam potansiyeli bu seviyeler için henüz yeterli değil. Hele ki karşılarında Batı birincisi vahşi Oklahoma City varken işleri doğal olarak çok zor. Öte yandan Kevin Durant inanılmaz bir normal sezon performansıyla playoff'a giriyor. Artık "eski" sayı kralı  olan Durant, %51 saha içi isabeti, %41 üç sayılık ve %90'lık serbest atış yüzdesiyle ürettiği 28 sayı ile tarihe geçti. Bu seride de bu yüksek performansını sürdürmesi üst tura çıkmak için yeterli olacak zaten. Unutmadan, müthiş bir çıkış yapan James Harden'ı eski takımına karşı playoffta izlemek çok güzel olacak. Sonuç olarak Rockets'ın büyük bir istekle oynayıp seriye tutunmaya çalışacağını düşünüyorum ama savunma serviyesini yükseltip hücumda Rockets'ın temposuna ayak uyduracak olan bir Thunder'ın seriyi 5 maçta bitireceğini düşünüyorum. (Tahmin: 4-1 Thunder)



Los Angeles Clippers - Memphis Grizzlies

İşte burası kemik seslerinin geleceği, gözlerin hırsla çakmak çakmak parlayacağı yer. Playoff ağacının en denk eşleşmesi olarak göze batıyor. Geçen sezon da bu iki delikanlı playoff'un ilk turunda birbirlerini yemişler, 7. maça uzayan seride ipi göğüsleyen Clippers olmuştu. Bu sezon da benzer bir seri yaşayacağımızı  tahmin ediyorum ama bu sefer 7. maça gidilmesi şaşırtıcı olur. Bu sezon geçen seneye kıyasla Clippers'ın bir seviye yukarıya da çıktığını görüyoruz. Öte yandan Grizzlies'in Rudy Gay'in takımdan gitmesiyle beraber daha kompakt ve kendi sistemine daha uygun bir takıma evrildiğini izliyoruz ama iş playoff'a geldiği zaman üst limitlerinin ne olduğunu merak ediyorum. Normal sezonda yaptıkları üst düzey savunmayla fark yaratan Memphis, bu sefer karşısında da savunma yapan dişli rakipler görecek. Penetreci ve istikrarlı üçlükçü eksikliğinin sorun yaratacağını ve dolayısıyla hücumda Memphis'in zorlanacağını düşünüyorum. CP3 ve Bıdıkları'nın üst tura çıkması normal sonuç olur. (Tahmin: 4-2 Clippers)



San Antonio Spurs - Los Angeles Lakers 

Tim Duncan ve Tony Parker'ın şahane performansları ile sezon içerisinde dönem dönem durdurulamaz bir basketbol oynayan Spurs bir köşede, sezon boyunca takımını sırtına alıp koca bir tepeyi tek başına aşmaya çalışan Kobe Bryant'tan yoksun ama Pau Gasol'ü tekrar kazanmış bir Lakers diğer köşede. Batı'nın bu iki kodamanı 2000'li yılların en başarılı takımları olarak 10 seneyi aşkın süredir bizlere unutulmaz anlar yaşattılar. Ancak ne yazık ki bu sezon çok enteresan bir seri yaşayacağımıza inanmıyorum. Keşke ama keşke tarihin gördüğü en büyük karakterlerden biri olan Kobe'yi de parkede görebilseydik ama kısmet değilmiş. Lakers pota altı yıldızlarıyla bir şeyler üretmeye çalışacak olsa da rotasyon çok dar ve alternatifsiz. Spurs ise son dönemde sendelemesine rağmen çok geniş bir kadro ile mücadele edip her oyuncudan benzer performanslar alabiliyor. Popovich ve İki Usta'yı konferans yarı finaline bekliyoruz. (Tahmin 4-1 Spurs)



Denver Nuggets - Golden State Warriors

Tempo olsun tempo. Golden State belki öyle geçtiğimiz sezonlardaki kadar hızlı oynamıyor ama karşılarında Nba'in en atletik takımı olacak. Gallinari'nin ardından Kenneth Faried'in tam playoff arifesinde sakatlanması George Karl'ın içine bir sıkıntı serpmiştir ama genç oyuncunun kısa sürede dönebileceği konuşuluyor. Denver Nuggets'ın ev sahibi olma avantajını elinde bulundurması kendileri adına büyük bir avantaj keza Rocky Mountains'da rakip kim olursa olsun afallıyor. Sezon boyunca istikrarsız bir görüntü çizen Golden State'in Denver'ın temposuna ne tepki vereceği merak konusu. Utanmasa MVP adayı olacak olan Stephen Curry'nin önderliğinde ellerinden geleni yapacak olsalar da, Denver'ın ağır bastığı kesin. 
(Tahmin: hmm, 4-2 Nuggets)

15 Mart 2013 Cuma

İmkansızı Zorlama Zamanı, Rakip Real Madrid!



İki takımımızın Avrupa'nın iki kupasında çeyrek finale çıkmasının keyfi hemen kendini kura heyecanına bırakıvermişti dün akşam. Galatasaray için Malaga ve Paris Saint Germain duaları edilirken, Juventus'a da fit'iz diyorduk. Sabah bu heyecanla uyandık, ben ve benim gibi milyonlarca kişi. Kafaların futbolda olması gerçeğiyle standardın biraz dışında bir iş günü geçirirken bir şekilde saati 12 yaptık ve yemeğe indik. Yemekhanemizin yanındaki kafeteryaya kızlı erkekli kurulmamızla beraber muhabbet tekrar körüklendi. En sonunda futbol dünyasının ünlü kellerinden Mr.Infantino ekranda belirdi ve bir süre sonra Steve McManaman 'ın ellerinde Galatasaray'ın rakibi olarak kupanın büyük favorilerinden Real Madrid'i gördük. Kafeteryanın bir kısmından üzüntü tepkileri gelirken, diğer kısmı alkış tuttu ve goygoy başladı. Kısa bir hayal kırıklığının ardından, "ulan neyse" dedim, şampiyonlar ligi çeyrek finalinden bahsediyoruz zaten, kim çıkacaktı ki? Ya da şöyle söyleyeyim Malaga çıksa çok da tatmin olmayacaktım, tekrar edelim; şampiyonlar ligi çeyrek finali yahu bu.

Tabi ki turu geçmek imkansızdan hallice. Tek maç olsaydı, haydi belki de rövanşlı elemede o iş yaş. Fakat bu eşleşme kendi içerisinde güzel hikayeler barındırıyor. Transfer döneminde Didier Drogba ve Wesley Sneijder'in Galatasaray'a gelmesinde pay sahibi olan, Fatih Terim'in yakın dostu Jose Mourinho ile karşı karşıya geliyoruz. Öte yandan Sneijder ile Hamit de eski takımlarına karşı mücadele verirken Cristiano Ronaldo ile ikinci el versiyonu Burak Yılmaz da karşılaşacaklar. Öyle ya da böyle güzel ve eğlence seviyesi yüksek iki maç izleyeceğimizden hiç bir şüphem yok. Tabi ki, bu konuda Fatih Terim'e olan güvenim de çok büyük.

Bu eşleşme öyle bir eşleşme ki, hiç bir teknik taktik mevzuya girmeye gerek yok. Ronaldo diye bir topçu var, ona dikkat etmek lazım desek bebekler bile anlamasa da tebessüm eder. Galatasaray omuzlarında hiç bir yük olmadan sahaya çıkacaklar ve eminim ki kazanmak için oynayacaklar. Çünkü bilecekler ki kendilerini tüm dünyadaki futbol severler merakla izleyecek. Bu da bize bu sezon henüz göremediğimiz bir şeyi gösterecek; bu takımın gerçek potansiyeli. İşte bu son derece merakla beklediğim bir konu. 

Real Madrid cephesi de Galatasaray'a saygı duyuyor. Kuranın bitimiyle beraber Jose Mourinho'nun takımın yıldızlarını ve Fatih Terim'i öven sözleri ile Karanka'nın açıklamaları bunu net bir şekilde gösteriyor. Yani Mourinho'nun da işi şansa bırakıp, herhangi bir sürprize açık kapı bırakmaya niyeti yok. Zaten öte yandan adınız Sergio Ramos veya Pepe bile olsa, üzerinize doğru koşarak gelen bir Drogba olsa, hafiften kıllanırsınız. En azından Real Madrid ile bile eşleşmiş olsak, böyle bir cümle kurabiliyoruz. Ona da şükür.

Bu tip durumlarda her zaman önemli olan imkansızı başarmak değildir. Bazen esas gereken imkansızı zorlayabilmektir. Bugünün imkansızının yarın imkanlı olabileceğini hissettirebilmektir. Yenilgiyi kabul etmeyip, mağlup olunsa bile karakter gösterebilmektir. Fatih Terim ve Aslanlarının elinde böyle bir fırsat var işte. Futbol sahnelerinin belki de en görkemlisi Santiago Bernabeu'da başlama düdüğü çaldığında görmek istediğim bu.