Fakat tüm bu maçın ötesine geçen bir gol var ki... O da "uzaylı" Lionel Messi'nin 81. dakikadaki olağanüstü frikik golü. Kaleci henüz barajı kurdururken Messi'nin attığı bu olağanüstü gol etik mi ? Hayır değil. Fakat topa öyle bir yükseklik ve falso vermiş ki ! Kelimelerle bu golü tarif etmek doğru olmaz. Dolayısıyla buyrunuz...
27 Şubat 2012 Pazartesi
İnsan değilsin Messi !
Fakat tüm bu maçın ötesine geçen bir gol var ki... O da "uzaylı" Lionel Messi'nin 81. dakikadaki olağanüstü frikik golü. Kaleci henüz barajı kurdururken Messi'nin attığı bu olağanüstü gol etik mi ? Hayır değil. Fakat topa öyle bir yükseklik ve falso vermiş ki ! Kelimelerle bu golü tarif etmek doğru olmaz. Dolayısıyla buyrunuz...
Milli Takım’da Avcı devrimi
Euro 2008’de gördüğümüz tavandan sonra takım olarak futbol arenasında “av” olduk. Çitalardan ve diğer yırtıcılardan kaçmaya çalışan ceylan misali gücümüzün bizi götürdüğü yere kadar koştuk. Ancak birkaç taş yolumuza çıkınca geldi Bosna Hersek yolladı oku kalbimize. 2010 Dünya Kupası’na gitme şansımızı işte böyle yitirdik. “Eyvallah” dedik, “hatalarımızdan ders aldık”. Getirdik takımımızın başına dünyanın sayılı adamlarından birini. “Bizi av statüsünden çıkart, ileriye yönelik bir takım kur” dedik. Ancak yine ürkek ceylanı oynadık ve nefesimizin ulaştırdığı son geçitte Hırvatistan dişlisi çıktı karşımıza, sonuç paramparça. 2008’de yarattığımız avcı kimliğimiz birkaç yıl içinde darmadağın olmuştu. Hatırlayın şöyle bir 2008’deki turnuvayı.. Muazzam bir futbol mu oynuyorduk? Hayır. Ancak futbolda en önemli sıfatlardan biri olan “ters takım” kimliğinin dünyadaki en büyük temsilcisi olmuştuk. Kısmet bu ya turnuvadaki en iyi topumuzu oynadığımız maçın sonucunda da kupadan elendik. Hangimizin içinde kalmadı ki o Hakan Balta ve Mehmet Topal’ın stoperde oynadığı muhteşem Almanya maçı. O zaman da konuştuk bu başarının tescillenmesi için istikrar ve süreklilik şart diye. İstikrar demek her turnuvada yarı final oyna demek değil, her turnuvaya katıl en azından çıkabiliyorsan gruptan çık demek. Ne yazık ki yapamadık.. 2012’yi de kaybettikten sonra yapılacak şey aslında çok net bir şekilde önümüzde duruyordu. Milli takımımızın iskeletinin büyük bir bölümünü değiştirmek, başa istikrarlı bir şekilde başarıya götürebilecek bir teknik adam getirmek ve içi geçmiş ismi kalmış oyuncuları kesip atmak. Bu bağlamda Mehmet Ali Aydınlar yönetimi belki de yönetim süreçleri boyunca en doğru kararı alıp Türk futbolunu sorunlarıyla avantajlarıyla en iyi şekilde tanıyan adamlardan biri olan Abdullah Avcı’yı uzun vadeli bir imza ile takımın başına koydu. O dönemde bu kararı desteklemiştik, olması gereken buydu demiştik. Bu günlerde de Avcı’nın kadrosu bize umduğumuz ve özlediğimiz kimliği arz etmenin sinyallerini veriyor.
Birkaç yıldır karşımıza konulan ve bizi bir yere vardırmayacak olan o etkisiz kadro görünen o ki çok ciddi bir gençlik değişikliğiyle paramparça oluyor. Avcı milli formamızı taşımanın gururunu hak eden yeni yüzleri kadroya çağırmaktan çekinmemiş. Keza hedefimizin futbolun mabedi Brezilya’da oynanacak olan 2014 Dünya Kupası’na gitmek olduğunu düşünürsek, bu kabuk değiştirme sürecine bir an önce başlaması son derece iyi oldu. Bu kırmızı-beyaz gururla formayı taşıyacak olan yeni yüzlerin bazıları direkt olarak oynayabilecek oyuncular (Bknz. Olcan Adın), bir kısmı ise geleceğimizi sağlamlaştırmak adına başlanan projeler (Bknz. Necip Uysal). Tabi ki bu açıklanmış kadroya önümüzdeki süreçte katılan tecrübeli oyuncularımız da olacaktır, ki Hamit Altıntop’un en azından karakteriyle bu takıma mental liderlik eden oyunculardan biri olduğunu düşünüyorum.
Esas iki kelâm etmemizi gerektiren konulardan biri de takımızın iskeletinin nasıl oluşacağı ve nasıl oluşması gerektiği. Teknik direktörümüz İstanbul Büyükşehir Belediyespor’da uzun süre 4-3-3 sistemiyle oynadı. Milli takıma da bu anlayışı mı taşır yoksa çift forvetli bir sistem düşünür mü şuan için bilmiyoruz. O yüzden taktik üzerinden ziyade oyuncu havuzu üzerinden yorum yapmak daha doğru olur. Şu sıralar kaleci havuzumuz normalde alışık olduğumuzdan daha geniş. Yalnız bu kadroda yer bulamamış olsa da hala birinci kalecimizin saha içi meziyetleri kıyaslaması yapıyorsak Volkan Demirel olması gerektiğini düşünüyorum. Keza Onur Kıvrak’ın formasını Tolga’ya kaptırması, Sinan Bolat’ın en azından bana fazla güven vermemesi ve Cenk Gönen’in fazlasıyla saç baş yoldurması bu düşüncemi destekliyor. Sanıyorum son yıllarda en büyük deprem savunma hattımızda yaşandı. Sonunda üzerini örtemediğimiz bir fay hattı oluştu ve bu süreçte ciddi hasarlar aldık. Ancak şimdi görüyoruz ki bu ucu görünmeyen fay hattının failleri, sahte mühendisleri bu kendi yarattıkları fay hattına düşmüşler. Servet Çetin, Gökhan Zan, Hakan Balta ve Sabri Sarıoğlu başta olmak üzere devasa bir değişiklik yapıyoruz savunma hattımızda. %99 hayırlı olacaktır diye düşünüyorum, ulan Galatasaray bu 4’lünün üçünü değiştirdi şampiyonluğa koşuyor baksanıza. Yeni nesil savunma hattımızda yerini banko olarak gördüğüm tek isim Gökhan Gönül. Sol bekte Hasan Ali Kaldırım’ı İsmail Köybaşı’nın önünde görüyorum ama forma rekabeti yoğun olacaktır. Göbekte ise kullanabileceğimiz gayet kaliteli genç oyuncular karşımıza çıkıyor. Ömer Toprak, Serdar Kesimal, Serdar Aziz ve Semih Kaya. Bu mahşerin dört atlısından iki tanesini seçmek zor, muhtemelen form durumlarına göre teknik direktörümüz tercih yapacaktır. Orta Saha ise bence en güçlü olduğumuz hat. 3 tane Avrupa standartlarında üst düzey oyuncumuz var. Mehmet Topal gibi bir dinamo, Selçuk İnan gibi bir hem mücadeleci hem maestro ve Nuri Şahin gibi bir oyun kurucu. Bu oyuncuların yeni jenerasyon milli takımızın yapı taşları olmasını bekliyorum. Tabi ki sistem veya formsuzluk nedeniyle oynamadıkları zamanlar olacaktır ama genel yapının inşa edileceği sağlam taşlar bu adamlar. Bu üçlünün yanında ise Alper Potuk, Necip Uysal ve Mehmet Ekici gibi gençlere yatırım yapıyor Abdullah Avcı. Bence mükemmel bir kombinasyon. Gelelim kanat ve hücum hattına. Kanatlarımızda yer vermemiz gereken isimler bana göre Olcan Adın ve Arda Turan. Zira Olcan son birkaç aydır oynadığı futbolla bu formayı sonuna kadar haketti. Yine bir genç yetenek Olcay Şahan ve Caner Erkin de bu ikiliyi yedekleyecek kozlarımız. Santrfor olarak tartışılmaz konuma yükselmiş bir yıldızımız var artık; Burak Yılmaz. Umuyorum ki, sakatlık veya başka sebeplerle formu düşüşe geçmez. Çünkü kendisine çok ihtiyacımız var. Burak’ın bir numaralı yedeği ise benim bakış açıma göre Mustafa Pektemek. Beşiktaş’a geldiğinden beri daha çok göz önünde olan Mustafa futboluyla herkesin beğenisini kazanıyor. Gelişimine devam ederse milli takımımız için de Beşiktaş için de önemli bir kazanç olacaktır. Yıllardan beri beklenilen patlamayı bir türlü yapamamış olan Mevlüt ve “belli bir standardın futbolcusu olarak gördüğüm” Umut Bulut da rotasyon forvetlerimiz..
Alt alta üst üste koyduğumuz vakit en güçlü bölgemizi orta saha en zayıf bölgemizi ise kanat hattı olarak görüyorum. Savunma oyuncularımızın potansiyelli ve kumaşı iyi oyunculardan kurulu olması gelecek için ümit verse de kısa vadeli olarak sıkıntı yaşamamıza sebep olabilir. Hızlı ve top kontrolü yüksek kanat oyuncularının yetişmesi ve ileride forma giymesi elimizdeki kozları arttıracaktır. Gökhan Töre benim bu pozisyon için bir numaralı “potansiyel” adayım. Mustafa’nın yükselen formu forvet krizimizi bir nebze dindirse de 1-2 yırtıcı forvetimizin yükselmesi gerekiyor.
Artık milli takım olarak bir yola girdik.. Uzun ve son yıllara kıyasla çok daha parlak olabilecek bir yol. Teknik ekibimiz de yoğun bir şekilde çalışıyor ve olabilecek en iyi takımı yaratmanın yollarını arıyor. Arkalarında durmak ve destek olmak da taraftarlara düşüyor. Umarım yeni federasyon başkanımız, vizyonuyla yedi cihana nam salmış, başarının sözlük karşılığı ve aynı zamanda küçük tüplerin büyük yaratıcısı Yıldırım Demirören de gerektiği zaman teknik direktörümüzün yanında durmayı başarabilir. Çünkü bu takımın yeniden avcı olma vakti geldi.
26 Şubat 2012 Pazar
Galatasaray koptu gidiyor
21 Şubat 2012 Salı
NBA’in gelecekteki yıldızları v.1; Andre Drummond!
İsim: Andre Drummond
Takımı: UConn (Connecticut/NCAA)
Boy: 2,11m
Kilo: 125kg
Pozisyon: Pivot
Doğum Tarihi: 10 Ağustos 1993 (18)
Nba karşılaştırması: Amare Stoudemire / Dwight Howard
Karşınızda ilk 2012 NBA draftı raporum Andre Drummond.. Geleceği ve gelişimi büyük bir merak konusu olan, NBA’e getirecekleriyle şimdiden insanları heyecanlandıran genç bir süper yıldız adayı. Andre görkemli bir lise kariyerinin ardından bu sene kolej basketboluyla tanıştı ve NCAA’deki ilk senesini yaşıyor. Peki, Andre Drummond nasıl bir oyuncu? Buyursunlar;
İlk olarak göze çarpan (hatta göze direkt olarak giren) özelliği çılgın atletizmi. Drummond tek kelimeyle muazzam fiziksel özelliklere sahip. 2,11’lik boyuyla, 125 kiloluk gücüyle ve NBA çapında da üst düzey sayılacak kanat genişliğiyle yaşına göre elit ve zor bulunan bir vücut yapısı var. Aynı zamanda müthiş bir zıplama kabiliyetine de sahip bu genç adam. Keza Drummond’ın kendisine idol olarak seçtiği isim “bizim köyün canavarı” Dwight Howard desem pek şaşırtıcı olmaz herhalde. Nba scoutlarına göre de bana göre de çok iyi bir reboundcu. Bahsettiğim fiziksel üstünlüklerini rebound mücadelelerinde avantaja dönüştürmesini iyi biliyor. Ancak benim merak ettiğim nokta NBA’de de bu şekilde avantajları kullanabilecek mi? Kendisiyle fiziksel olarak veya tecrübe + basketbol zekâsı olarak kafa tutabilecek rakiplere karşı sıkıntı yaşayabilir. Keza sıkıntı yaşamak ve daha çok çalışmak da oyununu ileri taşımasında etken olacaktır.
Şimdi de hücum diyelim.. Andre Drummond’ın bir maç içinde hiçbir katkı vermese bile %95 oranında 2 tane falan yapacağı bir şey var; takip smacı. Bu konuda bizlere çok spektaküler hareketler sunacaktır. Takip sayılarının yanında hücumda en çok verimli olduğu pozisyonlar yüzü potaya dönük olarak topla buluştuğu pozisyonlar. Böylelikle çabuk 1-2 adım atıp potaya saldırabiliyor. O zaman da ya sayıyı buluyor, ya da faul aldırıyor. Amare Stoudemire misali diyebiliriz.. Yalnız serbest atışları kısa açıklamayla rezalet. Kesinlikle serbest atışlarına bolca zaman ayırıp daha iyi hale getirmeli. Hücumda yarım daire civarında topla buluşup yükselme fırsatını bulursa, savunmacısını da topla beraber çemberden geçirebiliyor. Boyalı alandan bitiriciliği geliştirilebilir ama şuanda da hiç fena değil. Sırtı dönük hücum etmeyi ise genelde tercih etmiyor. Keza Drummond bu alanda oldukça zayıf. Alçak post hareketlerini geliştirmeli ve bu silahı da repertuarına eklemeli. Şu anki haliyle kendi şutunu yaratabilen üretken bir oyuncu değil. “Şutları nasıldır?” derseniz cevabım “sınırlı” olur. Aynı yaş grubundan olan 2012 draftının muhtemel 1 numarası Anthony Davis’in sahip olduğu şut menziline ve tehdidine sahip değil. Bana sorarsanız Dwight Howard olmak istiyorsa bu menzil çok da mühim değil, yok eğer Amare gibi olucam diyorsa o zaman bir an önce oturup çalışmaya başlaması gerekiyor. Farz-ı misal bu sene koçu Jim Calhoun tarafından az da olsa 4 numara olarak deneniyor ama şut tehdidinin zayıf olması efektif bir 4 numara olmasına engel teşkil ediyor. Benim Andre Drummond ile ilgili sevdiğim unsurlardan biri de pas yeteneği ve top kontrolü. Böylesi atletik meziyetlere sahip olan oyuncularda hiç alışık olmadığımız bir el hakimiyeti var Andre’nin. Tabi ki bir gard düzeyinde değil ama son derece etkili paslar çıkartabilme potansiyeli var. Bu sayede de maruz kaldığı ikili sıkıştırmalarda diğer bir sürü uzun oyuncu kadar çaresiz kalmıyor.
Sıra geldi savunmaya. Benim izlediğim Andre Drummond öyle çok düzey bir savunmacı değil. Ancak kötü de denemez. Örneğin saf güç kullanarak üzerine gelen oyunculara karşı sağlam durabiliyor ve rakibinin istediğini kolay kolay yapmasına fırsat vermiyor. Ancak NBA seviyesinde sıkıntı yaşayacağını düşünüyorum. İyi bir savunmacının maç içinde aldığı en tatlı ödül bloktur muhtemelen. Drummond da atletizmini bloğa taşımasını iyi biliyor. Yalnız atletik yetenekler bir oyuncuyu direkt olarak iyi bir blokçu yapmaz, iyi bir blokçu adayı yapar. O yetenekleri konsantrasyon ve önsezi gibi olmazsa olmaz parçalarla birleştirirseniz başarılı bir kolaj elde edersiniz. Yoksa patır patır faulleri kapıp, kenarda oturursunuz. Ben Andre Drummond’ın çok iyi bir blokçu adayı olduğunu düşünüyorum. Kimileri lisede ortaladığı maç başına 7 bloğu göz önünde bulundurup sınırsız bir goygoylamanın içine giriyorlar. Bu son derece saçma bir değerlendirme. Malum fiziksel gelişimini genç yaşlarda ilerletmiş oyuncuların lise seviyesinde fark yaratması çok normal. (Bir diğeri için bknz. Enes Kanter!). İki oyuncu da lisede neredeyse kendilerinin beline gelen oyuncularla “ilkokul maçına gelmiş liseli abi” kıvamında mücadele ettiler (ter attılar).
Gelelim madalyonun diğer negatif yönlerin yazıldığı yüzüne. Yeteneklerini tartışmak gereksiz ama Drummond’ın mental olarak eksikleri olduğunu not almış NBA Scoutları ve takipçileri. Maçın içinde kalamaması ve konsantrasyonunu çabuk kaybetmesinden fazlasıyla dem vuruluyor. Bu yaşadığı sıkıntıyı, oldukça rahat bir şekilde geçirdiği lise yıllarının ardından bu sene daha ciddi rakipleri karşısında bulmasına bağlıyorum. Kolej kariyerinin başlangıcında biraz sert bir kayaya çarptı diyelim..
ESPN (Mayıs 2011): Hangi drafta girerse girsin #1 seçilebilir.
NBA draftlarında genellikle oyuncuların yetenekleri ve potansiyelleri (gelecek vaat etmeleri) göz önüne alındığı için, ESPN doğru söylüyor. Ancak yetenekli olmak sporcuları bir yere kadar taşıyabiliyor. Bu seviyenin üzerine koymak ve bir “beklenti”den çıkıp “büyük oyuncu”ya dönüşmek oyuncunun karakterine ve çok çalışmasına bağlı. Genç ve bu denli yetenekli olan oyuncuların en büyük düşmanı genellikle omuzlarına binen beklenti baskısı ve şöhretle tanışıp spora gereken özeni göstermemeleri oluyor. Biliyoruz ki basınç dediğimiz güç; kömürü kullanılmaz hale de getirebilir, eşsiz bir elmasa da dönüştürebilir. Ancak bu güçle baş etmek de hiç kolay değil ve çok sağlam bir kişiliği gerektirir. Demin bahsettiğim “genç yaşta şöhretle tanışmak” da genellikle kişiliği tam oturmamış oyuncuları (İngiliz tenisçi sendromu) şımartıyor. Neyse, konuyu dağıtmadan Andre Drummond özeline geri döneyim. Andre de beklentilerin çok büyük olduğu bir oyuncu olduğu için fazlasıyla eleştiriliyor. Bu seneki NCAA istatistikleri şu sıralar 27,5 dakikada 10 sayı 7,5 rebound civarlarında. Lisede yarattığı büyük beklentiden sonra bu sene istatistiklerinin vites düşürmüş olması başta NBA scoutları olmak üzere birçok kişiyi hayal kırıklığına uğratmış. Çeşitli forumlarda iyi savunmacılara karşı çok sönük ve yumuşak kalmış olması da büyük tartışma konusu. Ancak bu sene Andre’nin burnunun kırıldığını da göz önünde bulundurmakta fayda var. Performansını direkt olarak etkileyen bir durumu vardı yani genç oyuncunun. İyileşmesinin ardından şu sıralar performansında istikrarlı bir yükseliş var. Ancak bu eleştirilerin gerçeklik payının da bulunduğunu ve kesinlikle dikkate alınması gerektiğini de not etmek lazım.
En son gelen haberler Drummond’ın bir sene daha Uconn’da kalarak 2013 draftına girmeyi düşündüğü yönünde. Küçük bir bilgi olarak veriyim; genç oyuncunun 2011’de verdiği bir röportajda “tabii ki bir an önce Nba’e gitmek istiyorum, para orada!” açıklaması var. Bu fikrini değiştirmesini ( ya da değiştirmeyi düşünmesinin) iki ana nedenle ilişkilendiriyorum. İlk neden; birinci senesini yaşadığı ve çok memnun olduğu üniversite hayatının bu kadar çabuk sona ermesini istemiyordur. Diğer ve esas önemli olan neden ise; bence kendisine fiziksel olarak rakip olabilecek oyuncularla mücadele ettikçe NBA seviyesine hazır olmak için kendisini ne kadar çok geliştirmesi gerektiğinin farkına vardı. Bu bağlamda bir sezon daha tecrübe kazanıp, oyunundaki boşlukları doldurmasının oldukça verimli olacağını düşünüyorum. Yalnız ne yazık ki, NCAA koçları çoğunlukla (tabii ki istisnalar bulunuyor) oyuncuların kişisel gelişimlerine yardım etmek yerine hemen sonuç almaya odaklı oldukları için kolejde geçirilecek ekstra bir senenin mundar olma ihtimali de var. Hele ki uzun oyuncuların %90’ının kolej kariyerlerinde kendilerine çok az şey katabildiğini de düşünecek olursak ciddi bir risk diyebiliriz. Ancak hem Andre’nin kendisinin hem de oyununun bir sene daha olgunlaşıp, o şekilde NBA şovuna çıkması bana hemen bu sene girmesine kıyasla daha iyi sonuç verebilir gibi geliyor.
Gelecekte NBA’in franchise yüzlerinden biri olma potansiyeli taşıyan Andre Drummond kesinlikle takip edilmesi gereken bir oyuncu. Bundan 4-5 sene sonra All-star seçildiğinde “ben bu çocuğu daha kolejdeyken takip ediyordum” demenin keyfi başka olacak diye düşünüyorum. Oyuncunun yapabileceklerini kağıt üzerinde anlatmaya çalıştım ama tabi ki izlemesi daha keyifli. Karşınızda Andre Drummond! (Lütfen 1.36'ya ve 2.02'ye özel olarak dikkat..)
20 Şubat 2012 Pazartesi
Hele şükür, 3 puan !
Karşınızda "Ersanity Reboundova"!
18 Şubat 2012 Cumartesi
Şampiyon Beşiktaş Milangaz
16 Şubat 2012 Perşembe
3 sayı ve smaç yarışması katılımcıları belli oldu
All-Star kadrolarının açıklanmasından sonra, gözler yetenek yarışmalarında boy gösterecek çevrilmişti. Dün 3 sayı yarışması ve bugün smaç yarışmasına katılacak oyuncular açıklandı. Öncelikle 3 sayı yarışmasından başlamak istiyorum. Yarışmacılar şu şekilde: geçen senenin şampiyonu Miami Heat oyuncusu James Jones, Atlanda Hawks’tan Joe Johnson, New Jersey Nets’ten Anthony Morrow, Minnesota Timberwolves’tan Kevin Love, Orlando Magic’ten Ryan Anderson ve yine Miami Heat’ten Mario Chalmers.
Bu seneki yarışmada NBA’de an itibariyle 3 sayı yüzdesinde ilk 5 te olan isimlerden sadece Mario Chalmers yarışmada yer alacak. Birinci sırada bulunan Brandon Rush, ikinci sıradaki Mike Miller, üçüncü sıradaki Ray Allen ve dördüncü sıradaki çaylak Klay Thompson yarışmaya çağrılmadılar. Öncelikle şahsi görüşümü belirtmek istiyorum. Yarışmaya katılan oyuncu sayısı çok az. Ayrıca bu oyuncuları neye göre kategorize ediyorlar bilmiyorum. Eğer yüzdeye bakıyorlar ise Chalmers 5, Ryan Anderson 16, Anthony Morrow 28, Kevin Love 64, Joe Johnson 69. sırada. James Jones zaten takımında yeteri kadar süre almadığı için ilk 100 içerisinde değil. Belli ki yüzdeye göre almıyorlar zira Joe Johnson’a gelene kadar Kyle Korver’lar, Steve Novak’lar, Ray Allen’lar, Jodie Meeks’ler var. Hatta Hidayet bile 48. Sırada. Yüzdeler tabiki pek sağlıklı rakamlar değil zira Mehmet Okur’da ilk 100 içerisinde gözüküyor ama oynadığı maç sayısı sadece 17.
NBA’de “pure shooter” olarak bilinen oyuncular vardır. Geçmişten Larry Bird, Craig Hodges, Peja Stojakovic, Mark Price, Reggie Miller akla gelen ilk isimler. 3 sayı yarışmalarında bu gibi isimleri izlemek bence daha keyifli. Bu benim kendi görüşüm. Bu yarışma Antoine Walker faciası da gördü. Günümüzde ise Kyle Korver, Ray Allen, Steve Novak, Jason Kapono, JJ Redick gibi isimler var. Bence yüzdeleri ne durumda olursa olsun bu gibi isimler çağrılmalı yanına da o sene gösterdiği performansla yarışmaya katılmayı hak edenler ve geçen senenin şampiyonu eklenmeli bence. ( Mario Chalmers ve James Jones gibi ) Dediğim gibi yarışmacı sayısı bence çok az ve bu yüzden Jodie Meeks, Korver, Allen gibi isimler es geçildi bu sene. ( bunlara Brandon Jennings’i de ekleyebiliriz. )
Smaç yarışmasına gelirsek. Her sene LeBron James adı geçiyor ama adam bir türlü katılmıyor. Sebeplerini bilmiyoruz. Geçmişte daha çaylak dönemlerinde olsalar bile Allen Iverson, Kobe Bryant ve Tracy McGrady çağrılmış ( Iverson sakatlığından dolayı katılmamıştı ) Vince Carter, Blake Griffin, Jason Richardson gibi atletik yetenekleri muazzam oyuncular boy göstermişti. ( sadece birkaç örnek verdim daha birçok zamanında süperstar kategorisinde olan oyuncular da katıldı ) Bu sene Blake Griffin'in de katılmayacağını açıklayarak herkesi üzdüğünü düşünüyorum. Eminim ki hayranları ve sponsorlar çok ısrar etmişlerdir ama sonuçta Griffin bu sene şampiyonluk ünvanını korumayı tercih etmedi. Diğer katılımcılar ise süper atlet Paul George, en az onun kadar atlet çaylak Derrick Williams ve NBA’de o kadar adam varken niye çağrıldıklarını anlamadığım Iman Shumpert ve Chase Budinger. Özellikle Chase Budinger ismi beni çok şaşırttı. Budinger NBA’e girdiği günden beri smaçlarıyla mı yoksa 3 sayılık atışlarıyla mı üne kavuştu ?. Yukarıda bahsettiğim “pure shooter” kıvamında bir oyuncu ve niye 3 sayı yarışmasına çağrılmayıp, smaç yarışmasına çağrıldı anlam veremiyorum. 3 sayı yarışmasında dert yandığım, yarışmacı sayısı konusunu burada da gündeme getirmek istiyorum. Eskiden daha çok yarışmacı çağrılırdı bu yarışmaya. Vince Carter’ın efsaneleştiği yarışmada; T-Mac, Vince, Steve Francis, Jerry Stackhouse gibi isimler bir arada yarışmıştı. Hakikaten smaç yarışmaları artık öyle bir düzeye geldi ki yaratıcılık daha da önemli bir unsur haline geldi. Şu yarışmada Jeremy Evans, DeAndre Jordan, David Lee gibi daha birçok oyuncu Budinger ve Shumpert’tan daha çok hakkediyor diye düşünüyorum.
“Sistem”in başarısı; Galatasaray Medical Park
Dillere pelesenk olmuş bir spor terimi artık “sistem”. Hep yerleştirilmesi ve oturtulması gerektiğinden bahsedilir. Sistem dediğimiz şeyin en zor aşaması da bu yerleştirme ve uyumlu bir şekilde işlemesini sağlama sürecidir. Birçok takımın olumlu sonuç alamamasının temelinde de bu süreçte kaybedilenleri hazmedemeyip vazgeçmeleri yatar. Galatasaray’ın en büyük şansı ve Oktay Mahmuti’nin en büyük başarısı da bu sürecin çok kısa sürede sona ermesidir. Takım bu oturtulmak istenen sisteme beklenildiğinden çok daha rahat uyum sağlayınca, hiçbir şey (başta zaman) kaybedilmeden başarıya doğru giden yola girilmiş oldu.
Geçtiğimiz sene kurulmuş olan sistemin ve oyun anlayışının ikinci ve geliştirme yılı bu sene. Bu anlamda oynanmak istenen oyuna %100 ulaşılmış değil. Zaten 1-2 senede her sistem otursaydı, spor organizasyonlarını ve takımlarını yönetmek çok daha kolay olurdu. Ancak bu sene kadro kalitesinin geliştirilmesi, oyuncuların birbirlerine ve oyun anlayışına daha çok alışmasıyla beraber takımın performansında ciddi bir yükselme var.
Ben genel olarak Galatasaray’ı Türkiye’nin Philadelphia 76’ers’ına benzetiyorum. Sağlam ve baskılı savunma, fast/breakler, her top için savaş (ecnebicede “hustle” diye geçen ve tam karşılığı olmayan) ve hücumda hızlı ve etkili top paylaşımı. Galatasaray’ın en yoğun sıkıntı yaşadığı nokta da son bahsettiğim top paylaşımı konusuydu. Çünkü top paylaşımını esas efektif hale getiren öğe dribbling/pas sistemidir. Rakibi ekarte edip doğru pası çıkarttığınız zaman hücumun %60’ını bitirirsiniz. Bu geçen sene bir türlü çözülemeyen hastalığın panzehirini Jamon Lucas Gordon ile buldu Galatasaray M.P. Hem potaya gidebilen ve gittiğinde bitirebilen, hem de oyun kurup pas dağıtımını “istikrarlı” olarak iyi yapan bir adam Gordon. Hatta bunların yanında potaya sırtı dönük oynayıp sayı üretebilmesi de tatlının üzerindeki kaymak gibi. Kısacası takımın hücum repertuarını tek başına bile bir kademe yükseltiyor.
Galatasaray sezona, hazırlık dönemine çok erken başlamasının etkisiyle çatır çatır girdi. Bu durumun bir nedeni aslında rakiplerinin onlar kadar hazır olmamasıydı. Çünkü aslına bakacak olursak takım içi roller tam olarak belirlenmiş ve oturmuş değildi. Neyse gel zaman git zaman bu sefer sezonu erken açmanın handikapı etkisini gösterdi ve yorgunlukla beraber takım düşüşe geçti. Çok normal bir süreç. Yalnız bu performans düşüklüğü esnasında demin bahsettiğim sezon içi belirlenememiş bazı dinamikler daha keskin bir hale geldi. Örneğin savunmada ciddi şekilde aksayan, reboundlarda fazla bir varlık gösteremeyen (hele ki Andric ile yan yana oynadıklarında ciddi bir zaaf ortaya çıkıyordu), hücumda ise istikrarlı bir katkı veremeyen Darius Songaila ile yollar ayrıldı. Geç kalınmış bir hareket olarak da görülüp değerlendirilebilir. Keza ben de öyle düşünüyorum. Litvanya’lı oyuncunun yerine Hemofarm’dan Boris Savoviç alınsa da dakikaları kapan ve iyi değerlendiren adam Cevher Özer oldu. Cevher’in sezon içerisinde özellikle de Euroleague maçlarında gördüğümüz özgüven sıkıntısı bu gelişmeyle beraber minimize edildi. Keza şu dönemde çok ciddi ve ihtiyaç duyulan bir katkı veriyor Cevher. Dış şut istikrarını koruyabilirse, rotasyonun kesinlikle değişilmez oyuncularından biri olabilir. Yalnız 4 numaralardan bahsetmişken, Oktay Mahmuti’ye az sayıda yönelttiğim eleştirilerimden birine de yer vermem gerekiyor. Ne yazık ki, koçun 4 numara rotasyonuyla ilgili ciddi bir “oyuncuyu unutma” sıkıntısı var. Örneğin maçlara Savoviç başlıyor ve normal rotasyonunda oyundan alınıyor. Ancak çok iyi bir başlangıç yaptıktan sonra (ki çok da sık olmuyor), en az 10 dakika hiç oyuna girmiyor. Böylelikle soğuyor ve girdiğinde kaldığı yerden devam edemiyor. Aynı sıkıntıyı Songaila da uzun süre yaşadı.
Ancak takım çarkının dişlileri arasında çıtırt diye yerine oturan en önemli değişiklik Lakovic özelinde oldu. “Takımın lideri” rolü için transfer edilen Lakovic 1-2 ay boyunca bu konuda çok ciddi sıkıntı yaşadı. Elinden gelen her şeyi yapsa da fiziksel olarak üst düzey olmaması, onun takımı taşımasına engel oldu. Galatasaray’ın ve Mahmuti’nin Lakovic’ten bu yapamadığı liderlikte ısrar etmeyerek “takımın bir parçası”na dönüştürmesi çok önemli bir gelişme oldu. Bu değişimi yukarıda Galatasaray’a benzettiğim Philadelphia 76’ers’da çok verimli bir şekilde Andre Iguodala’da uyguladı. Bu anlamda da benzeştirebiliriz iki takımı. Ancak Galatasaray’da şu an bu saha içi liderlik rolüne Lucas Gordon soyunmuş durumda ve şimdiye kadar da çok başarılı bir şekilde bu işini yürütüyor.
Takım savunması Galatasaray’ın kilit noktası, olmazsa olmazı. O yüzden ne olursa olsun savunma direncini ve topa baskıyı üst düzeyde tutmak zorunda Mahmuti’nin öğrencileri. Josh Shipp (takımın görünmez kahramanı) ve Jamon Lucas Gordon aynı anda sahada olduğu zaman gözle görülür bir fark oluyor savunma hattında. Ancak yepyeni bir savunma gücü ortaya çıktı bu sene. 21 yaşındaki alt yapı ürünü Hüseyin Göksenin Köksal.. Savunduğu oyuncunun üzerine adeta kâbus gibi çöküyor ve kim olursa olsun rahat adım attırmıyor. Hücumunun da üzerine koyarak devam edebilirse, ki her geçen maç daha iyiye gittiğini düşünüyorum, son derece değerli bir oyuncu olabilir.
Şahsi olarak Boris Savoviç’in geldiğinden beri ortaya koyduğu oyundan çok tatmin olmuş değilim. Ancak kendisini çok fazla gösteremedi henüz. Bu anlamda erken bir yargıya varmak istemem ama şu haliyle üst düzey bir "Euroleague serüveninin oyuncusu" gömleğinin kendisine büyük geldiğini düşünüyorum. Cevher’in şu sıralar yakaladığı form grafiğinin yüksek olması 4 numarada sorun olmadığı anlamına gelmiyor. Özellikle de Preston Shumpert serbest düşüşe geçmiş durumdayken. Gerçekten hiç ama hiç iyi bir durumda değil. Hâlbuki geçtiğimiz sezon ligde şampiyonluk mücadelesi veren takımın baş skoreriydi. Halide Edip Adıvar’ın çok önemli bir sözü vardır; “Gecenin en karanlık olduğu an, gün doğuşunun en yakın olduğu zamandır” der, Shumpert özelinde söylemek için büyük bir söz oldu ama kısacası performansını yukarılara çekmesi gerekiyor.
Biraz da Galatasaray’ın başarıyı kalıcı hale getirme amaçlı yaptığı gençlik yatırımlarından bahsedelim. Furkan’ı artık yakından tanıyoruz ve biliyoruz. Çok detaylı bahsetmesem de, mutlaka ve mutlaka çember çevresindeki bitiriciliğini geliştirmek zorunda olduğunu söyleyelim. Reboundlarda çok başarılı ve özverili ancak kendisini bir üst seviyenin oyuncusu yapacak olan şey hücum gücü. Çok genç ve potansiyelli bir isim, bu nedenle boyalı alan hücumunu geliştireceğine şüphem yok. Bir diğer heyecan verici genç oyuncu ise Karşıyaka’da kiralık forma giyen İlkan Karaman. Türk oyuncuların muhtemelen %95’inde görmediğimiz bir atletik yapıya sahip. Reboundların peşini bırakmayan, hareketli ve dinamik bir oyuncu. Orta mesafe şutuna biraz daha özen gösterirse önümüzdeki sene Sarı-Kırmızılılarda değerli bir yere sahip olacaktır. İlkan konusu açılmışken, sistemi ve hedefi olan takımlarda kiralık olarak süre almanın genç oyuncularda ne denli bir bulunmaz nimet olduğunun altını çizmemiz gerekiyor. Şimdiye kadar görünen o ki, İlkan bu şansı son derece iyi kullanıyor. Bir diğer kiralık verilmiş oyuncu ise Antalya’da forma giyen Melih. Melih ile ilgili düşüncem İlkan kadar pozitif değil. Sadece dış şut çekmeye konsantre olmak diğer yönlerini geliştirmesine engel oldu. Onun şimdiki görünümünün üzerine koymaması durumunda önümüzdeki sezon da kiralık verilmesi benim açımdan sürpriz olmaz.
Galatasaray’ın bütün saha içi eforlarının yanında aldığı inanılmaz da bir taraftar desteği var. Hani bir laf vardır; “iyi savunma iyi hücumu da beraberinde getirir” diye. İyi ve sağlam bir takım da aynı karakterdeki taraftarı beraberinde getirir. Özellikle Euroleague maçlarında yaratılan atmosfer ve takıma sağlanan itici güç muazzam. Çeşitli görsel şovlarla da bu atmosferleri şahlandırıyorlar. Oktay Mahmuti’nin de birçok demecinde bahsettiği gibi taraftar artık bu takımın bir parçası. Beraberce başarıya yürüyorlar ve “son topa kadar” savaşlarını sürdürüyorlar. Bize de takdir ve tebrik etmek düşüyor.
Uzuncana ve detaylıca bir değerlendirme oldu bu sefer. Dilim döndüğünce düşündüklerimi aktarmaya çalıştım ki yine de unuttuğum bazı noktalar vardır. Doğru yönetilen bir spor branşı bulmanın zor olduğu günlerde Hakan Üstünberk'in fitilini ateşlediği Galatasaray Medical Park basketbol takımı saygı duyulmayı hakediyor. Yolun açık olsun Galatasaray ve Oktay Mahmuti..
15 Şubat 2012 Çarşamba
Sevgililer günü hediyesi
Enteresan bir oyuncu; Iman Shumpert
Shumpert bu senenin en dikkat çeken çaylaklarından bir tanesi. New York'un acınası olan kadro derinliğini düşünecek olursak, draft gerilerden seçilmiş bir Iman Shumpert çölde bir vaha gibi kalıyor. Çünkü benchte yanında oturan isimler Jared Jeffries kıvamında. Yalnız Shumpert şu görüntüsüyle tabi ki üst düzey bir oyuncu falan değil ama benim bakış açıma göre potansiyeli yüksek bir genç adam. Yalnız üst düzey bir oyuncu olması için kendisine doğru bir yol çizmeli ve sıkı bir çalışma programıyla eksik yönlerini geliştirmeli. Eğer ki bunları yaparsa gayet değerli bir oyuncu olacağını düşünüyorum. Özellikle de dış savunmacı olarak Nba'in sayılı isimlerinden biri haline gelebilir. Keza dış savunmanın bire bir ölçütü olmasa da top çalma istatistikleri bunu kulağımıza fısıldayan bir ver. Çünkü eşleşmelerine göre genellikle muazzam bir fizik avantajı var. Hele ki 1 numara oynadığı zaman bu fizik farkı uçuruma dönüşüyor ama onu 1 numarada kullanmak oyunun diğer yönü olan hücumda kendi takımı için tam bir terör oluyor. Ne üstün bir pas yeteneği var ne de "oyun kuruculuğun" o'sundan anlıyor. Tam karın ağrısı yani, çekilecek dert değil.
Birçok diğer müthiş atlette olduğu gibi Iman Shumpert'ın şutları da gayet zayıf. Ziyadesiyle yüzdesiz atıyor ve oldukça da fazla top kullanıyor. Aslında Shumpert yedeğe çekilip ve Lin yükselişine başlayınca Iman'ın dakikaları törpülenmiş oldu ve bu istatistikleri azaldı ama sonuçta nasıl bir oyuncu olduğunu görme fırsatını biz yakaladık. Bu fazla top kullanma merakı Shumpert'ın özgüveninin tavanda olmasından kaynaklanıyor. Çoğu zaman şutu kaldırırken hiç tereddüt etmeden potaya yolluyor ama isabetsiz olunca ne fayda. Bu kadar yüksek özgüven çift tarafı keskin bıçak gibi. Sizin de elinizi kesebilir, rakibinizin de bir yerlerini parçalayabilir. Şuana kadar Iman'ın getirdikleri ve götürdükleri ortada diyebiliriz. Bu ibreyi pozitif yöne çekmek için deli gibi şut çalışması yapması lazım. Boşluğu bulduğu zaman o şutu sokan bir oyuncu olursa çok ciddi bir sınıf atlar. Çünkü potaya gitme konusunda hiç fena değil. Bu konuda da üst düzey diyemem ama fena değil, yolunu buluyor.
Önümüzdeki süreçte ve yıllarda da New York'un yedeklerinin birden bire sınıf atlamayacağını varsayarsak Iman Shumpert azımsanamayacak düzeyde süre alacaktır. Biraz daha aklıyla oynarsa, çok çalışırsa ilk 5'e de girebileceğini düşünüyorum. Daha şimdiden Knicks taraftarının ve New York medyasının çok sevdiği bir isim Shumpert. Biz de şöyle goygoylayalım o zaman, Inan Shumpert kendine Inan!
13 Şubat 2012 Pazartesi
Nba'in TOP 15 transfer kazığı!
Benim şahsen çok taktığım bir konudur bu. Hak etmeyen oyunculara abartılı maaşlarla büyük kontratlar imzalayıp sonra oturup hayıflanan sevgili takım sahipleri, sonra “kâr edemiyoruz biz!” diye mızmızlanıyorlar. Gerçekten de bazı takımlar çok kötü yönetiliyor. Bir kısmı böyle gelmiş böyle gider, diğeri ise iyi gitmelerine rağmen mantıksız hamlelerle organizasyonu ipotek altına alıyorlar (Bknz. Detroit Pistons). Ben de HoopsHype sitesinden maaş verilerini alarak aktif oynayan oyuncular içinde bana göre patlayan top 15 kontratı listeledim. Tabi bu kontratların patlamalarının sakatlık, takım içi sorunlar, beklenmedik takaslar, yaşlılık gibi sebepleri de var. Ancak oyuncuya bakıyorum, verdiği performansa bakıyorum, yanında yazan bol sıfırlı dolarlara bakıyorum, daha da bakmıyorum zaten. Kimi sağlam kazıklar da bu sezon başında çıkan amnesty sayesinde temizlendi, onu da unutmayalım. Bunlar “kalan sağlar”..
1- Rashard Lewis / Washington Wizards: 22,152,000$
2- Elton Brand / Philadelphia 76ers: 17,059,729$
3- Antawn Jamison / Cleveland Cavaliers: 15,076,715$
4- Chris Kaman / New Orleans Hornets: 14,030,000$
5- Ben Gordon / Detroit Pistons: 11,600,000$
6- Hidayet Türkoğlu / Orlando Magic: 10,600,000$
7- Andris Biedrins / Golden State Warriors: 9,000,000$
8- Carl Landry / New Orleans Hornets: 9,000,000$
9- Leandro Barbosa / Toronto Raptors: 7,600,000$
10- Charlie Villanueava / Detroit Pistons: 7,540,000$
11- Kwame Brown / Golden State Warriors: 7,000,000$
12- DeSagana Diop / Charlotte Bobcats: 6,925,400$
13- Metta World Peace / Los Angeles Lakers: 6,790,640$
14- Jermaine O’neal / Boston Celtics: 6,220,000$
15- Luke Walton / Los Angeles Lakers: 5,680,000$
12 Şubat 2012 Pazar
Deplasman Fobik Fenerbahçe
Nba’in son Fetişi: Jeremy Lin!
Tartışmasız şu sıralar hem Amerika’daki hem de bütün dünyadaki NBA fanlarının ağzından düşmeyen tek isim; Jeremy Lin. Kimdir peki bu sakızdan çıkan ve çöküşe girmiş bir takımın umudu olan Çin asıllı genç adam? Başka bir yerden okuyup, bilgi alıp kendi yazımmış gibi yazmayı sevmem; o yüzden genç NBA’in şu sıralar reyting rekorları kıran bu genç yıldızının detaylı hayatını öğrenmek isteyenler buraya http://www.yazihaneden.com/?p=392 buyursun.. Ben şimdi hayatından çok Knicks ve saha içi perspektiflerinden bakıyorum.
Öncelikle şurası kesin ki, New York’un en büyük saha içi sorunlarından birine ilaç oldu Lin. Hem de ne ilaç.. Sene başından beri mobil kullanabileceği uzunları varken Pick&Roll hücumunun “Pi”sini bile oynayamayan Knicks bir anda, uzunlarını içeri devirir oldu. Knicks’in şu son iki maçını sırf Lin odaklı izledim ve şunları not aldım kendime. Bu genç adamın doğuştan gelen bir saha görüşü var. Ancak bu saha görüşünü kullanmak yanında 2 özelliği daha gerektirir; Zekâ ve pas yeteneği. İşte bu tehlikeyi doğuran üçlüye bir arada sahip Jeremy. Zeki basketbolcuları zaten her zaman sevmişimdir. Keza sürekli aynı şeyi yapsalar bile onu yaparken çıkabilecek engellere anlık çözüm üretebilirler. Lin’de de bu değerli özellik mevcut. Kısacası bu saydıklarım aslında “iyi bir oyun kurucu”nun temel katmanları. Keza bu üçü olmadan değerli bir oyun kurucu olamazsınız, bu üçlüyü temel alıp üzerine koymak ise yine sizin elinizde.
Lin’in enteresan yanlarından biri demin saydıklarım da dahil olmak üzere hiçbir özelliğinin mükemmel olmaması. Ne muhteşem bir pasör, ne çok iyi bir şutör ya da Derrick Rose kıvamında dribblingleri var. Ancak hepsini de yapabiliyor. Pas yeteneğini iyi görmeme rağmen paslarını daha iyi yapan şeyin zekâsı olduğunu düşünüyorum. İzleyince ışıltılı ve sihir kokan paslarını bulmak zor ama her zaman doğru kişiyi topla buluşturma çabası ve düzgün pasları onu etkileyici bir asist kaynağına dönüştürüyor.
Genç oyuncu çok hızlı bir ilk adıma sahip ki bu da onu savunulması zor bir oyuncu yapıyor. Müthiş süratli bir oyuncu diyemeyiz, örneğin bir John Wall kıyaslaması olmaz. Ancak hızlanma ve kısa sürede potaya gitme konusunda üst düzey bir adam. Potaya giderken de “kanalları bulma”da çok ama çok başarılı. Yani beklenmedik bir anda beklenmedik bir hamle yapıp yolunu bulabiliyor. İstikrarlı bir dış şutu yok, hatta üçlük çizgisinin gerisinden kötü diyebiliriz ama orta mesafeden boş bırakılmaması gereken bir isim. Boş şutu bulunca tereddüt etmeden kaldırıp isabeti bulabiliyor. Oynadığı ve şov yaptığı her maçın ardından kendine güveni biraz daha artıyor ama ben bu skorer kimliğinin çok uzun süreceği kanaatinde değilim. Şut şansı da şu sıralar genç oyuncunun yanında. Keza Knicks’in Lin’den bekleyeceği esas katkı da skor üretmesi değil normal şartlarda; oyunu yönetmesi ve uzunları verimli kullanması. Ancak Amare ve Melo’nun yokluğunda skor yükünü taşıyabilmiş olması da tabi ki kendisi açısından önemli bir veri.
Jeremy Lin aynı zamanda alışılagelmişin dışında bir genç adam. Lakers’la oynadıkları maça fantastik bir başlangıç yapmasına rağmen, takımını doğru kullanamadığını düşündüğü için, devre arasında oturup ilk yarının kasetini izlemiş ve nerelerde ne yapması gerektiğini tartışmış. Bir oyuncunun, hadi bir oyuncu demeyelim şöyle anlatalım; hemen hemen bütün dünyadaki NBA takipçilerinin gözünün üzerinde olduğu bir oyuncunun bu denli alçak gönüllü ve şımarmamış olması kişilik envanteri açısından çok belirleyici. Düşünüyorum da John Wall, DeMarcus Cousins falan böyle bir ilgi görse.. Aman yarabbi, neyse ikisi de Washington’da oynuyor zaten.
Şimdi de gelelim işin goygoylama kısmına. İlk olarak şunu fark etmek gerekiyor; şapkadan bir Allstar çıkmadı. Geçen gün twitter’da “Kobe maç sonunda Lin’in imzalı fotoğrafını istemeliydi” tarzında bir şey okudum ki, insanın şöyle sıkı bir “oha” çekesi geliyor. Biraz yavaş olun be arkadaş. Ancak çok da şaşırmamak lazım, çünkü bu çocuk Knicks’te parladı ve belki de açık ara NBA’in en goygoycu medyasının olduğu şehir. Az biraz biri parlasa hemen boynuna sarılıp “aslanım, koçum, en iyisi bu çocuk en iyisi!” moduna girdiklerini biliyoruz (bknz. Landry Fields, Iman Shumpert). Tabi ki, ortaya koyduğu performans katiyen azımsanacak ve göz ardı edilecek bir düzeyde değil. Bu ışıltıyı şu günlerde hak ediyor da zaten. Ancak bu ilginin 2 boyutu daha da var. Jeremy Lin gerçek anlamda bir başarı öyküsü. Amerika da bayılır böyle başarı hikayelerini parlatıp sunmayı. O yüzden şu an bulunmaz hint kumaşı Çin asıllı Kaliforniya doğumlu genç gard. Diğer bir reyting ise Lin’in Çin asıllı olmasından kaynaklanıyor. Yao Ming’den sonra NBA’in ilk uzak doğulu yıldızı/reyting kaynağı oldu Jeremy. Bu durumun sonucu olarak Amerika’da yaşayan ve ırkçılıkla mücadele eden ezilmiş uzak doğulu göçmenlerin kahramanı oldu bu genç.
10 Şubat 2012 Cuma
Xherdan Shaqiri Bayern Münih’te!
Galatasaray’ın sene başında nabız yokladığı, devre arasında ise neredeyse 1 ay peşinde koştuğu İsviçre’li genç yıldız Xherdan Shaqiri Bayern Münih’te. Kendisi bu transfer dönemine kadar ismine çok aşina olmadığımız bir oyuncu olsa da bu dönemle beraber hepimiz adını ezberledik ve yakından tanır olduk. Galatasaray’ın ihtiyacı olan bir oyuncuydu kendisi ve uzun yıllardır Türkiye’de görmediğimiz türden bir transfer olacaktı eğer gerçekleşseydi. Bana kalırsa yazık oldu alınamaması ama en azından Galatasaray yönetiminin bu transfer için elinden gelen her şeyi yaptığını biliyoruz.
Xherdan Shaqiri – Bayern Münih ikilisinin bir araya gelmesinin bedeli 12 milyon euroymuş. Açıkçası bu bedeli öğrenince “ulan Basel sen ne çakalsın” diyesi geliyor insanın. Çünkü Galatasaray’ın da teklifi bu miktarlar civarındaydı ve Basel 15 milyon Euro civarlarında diretmişti. Demek ki, “tamam biz bu adamı satacağız ve Galatasaray da şiddetle istiyor, ne koparsak kardır” düşüncesini gütmüşler. Aslında tok satıcıyı oynamalarını görüşmeler sırasında da anlayabiliyorduk ama yine aynı fiyata gidip Shaqiri’yi vermelerini beklemiyordum. Tahminimce Basel bir yaban çakallığı yaparak, gelecekte Bayern’den kiralayabileceği oyuncuları düşünüp iyi ilişkiler kurmak istemiş olabilir. Bir diğer etken de, Bayern’in sene sonu alacak olması, Galatasaray’ın hemen istemesi olabilir.
Bayern Münih’in bu transferi bitirmesi, daha önce bahsettiğimiz “Galatasaray için vizyon transferi olurdu” düşüncemizi destekliyor. Shaqiri’nin transferi Avrupa bazında ses getirecek ve önümüzdeki seneler için temel oluşturacak kadroyu destekleyecek bir gelişme olacaktı. Eh Sarı-Kırmızılılar için kısmet böyleymiş diyelim.
Bayern için ise bence güzel bir hamle oldu bu iş. Arjen Robben ve Frank Ribery gibi iki muhteşem dribblingciye sahip olan Almanlar bir üçüncüsünü kadrosuna kattı böylece. Üstelik hem Robben hem Ribery sakatlıklarıyla ün yapmış yetenekler. Bu delikanlıların olası sakatlıklarında onları yedekleyebilecek aynı tarz bir oyuncu Shaqiri. Kısacası iyi iş.
Charlotte Bobcats Değerlendirmesi
Ve evet bu kadar heyecan duyduğum, uykusuz kaldığım, deli gibi takip ettiğim şu basketbol organizasyonunda, yazmak veya değerlendirmek istemediğim tek takımda sıra. Charlotte Bobcats. Şu takımın sahibin Micheal Jordan gibi bir efsane olmasa, azıcık duyduğum saygıyı hiç duymam ya neyse. Ama işin bir de şu gerçeği var. Bu takımda yakın zamanda Gerald Wallace, Stephen Jackson, Tyson Chandler, Raymond Felton, Emeka Okafor gibi oyuncular kadrodaydı. Ama şimdi hiçbiri kadroda yok. Kadroda yıldız olarak görünen oyuncu Corey Maggette !? . Ve şu anki kadronun en çok kazanan oyuncusu Desagana Diop !? .Ve bu para da öyle böyle değil belirtmek isterim. Bu paranın karşılığı da 1.1 sayı 3.5 rebound. Hiç mi iyi bir şey yok takımda? Diye soracak olursanız. Tabii ki var. Bi kere bu sezon performansını arttıran birçok oyuncu var. DJ.Agustin ve Gerald Henderson. Sezon başında, Charlotte’un aldığı ( zaten 3 galibiyet alabildiler ve son 12 maçını kaybetti bu takım ) birkaç galibiyette bu 2 elemanın payı büyüktü. Şu anda 12 maçtır süren bir yenilgi serisi içerisindeler ve baya farkla kaybediyorlar. Ama sezon başında sakatlık sorunları yokken en azından mücadele edip maçları bırakmıyorlardı. Ama sakatlık sorunları baş gösterdi bu takımda. Corey Maggette bu sezon sadece 6 maçta oynayabildi ve istatistikleri 12.2 sayı 6.2 rebound. Ve yüzde otuz şut isabeti. Tyrus Thomas, bu takımın pota altında blok yapabilmesi ve atletizmiyle çok şey beklediği oyuncusu ise sezon öncesi hazırlık maçında sakatlandı ve sezonun ilk maçlarını kaçırdı. O da 18 maçta forma giyebildi ve 7.2 sayı 5.3 ribaund 1.4 blok. Bu kadar iistatistik veriyorum çünkü takımda umut bağlanan oyuncuların aslında, bu kadar umut bağlanmaması gereken kişiler olduğunu söylemeye çalışıyorum. Zira bu takımda tabii ki ilk 5 standartlarında olmayan ama çok iyi bench katkısı sağlayan Byron Mullens, Derrick Brown ve DJ White gibi isimler var. Bu arkadaşlar sezon içerisinde bazı maçlar 20 li sayıların üstüne çıkmayı becerdiler. Hatta Charlotte’un son maçında Brown 10-10 şut isabetiyle 20 sayı attı. Buna benzer bir performansı sezon başında DJ White da yapmıştı. Ama tamamen dengesiz bir takımlar. Kimin ne kadar süre aldığı her gece değişebiliyor. Bryon Mullens bi bakıyorsunuz ilk 5 başlamış, 3 maç sonra bi bakmışsınız çaylak Bismarck Biyombo ilk 5’e yerleşmiş Bryon Mullens benchten gelerek 15 dakika süre alabilmiş. Tamam takım kötü ve çok net pota altında rezalet durumdalar. Bu konu hakkındaki fikirlerini sezon öncesi gazetecilerle paylaşan koç Paul Silas, şunları demişti. “Boris Diaw’ı pivot pozisyonunda başlatmayı düşünüyoruz. Böylece daha kısa bir ilk 5’imiz olacak ama daha tempolu oynayabileceğiz.” Bunu ilk duyduğumda hemen aklıma Orlando’nun, Miami’nin, Lakers’ın ve daha bir çok pota altı kuvvetli takımın Charlotte’la oynayacağı maçlar geldi. Boris Diaw’ın pivot pozisyonunda başladığı bir maçta istediğiniz kadar hızlı hücum yapın, ama reboundları alamazsanız hızlı hücum’a nasıl çıkacak ki takım ? Zaten sezonun 1/3’lük bölümünü geride bıraktık NBA’in en kötü takımı konumundalar. Yani bu planın pek tutmadığını sırf biz değil bütün herkes gördü.
Bu takımını potansiyeli hakkında beni heyecanlandıran tek bir konu var. O da bu sezonun çaylağı Kemba Walker. Charlotte’ta iyi işler yapacağını düşündüğüm bir winner oyuncu. ( NCAA’de ki son sezonunda Connecticut üniversitesinde, takımını şampiyonluğa taşıdı. ). Takımının oynadığı 25 maçın hepsinde sahaya çıktı ve 12.4 sayı 4.1 ribaunt 3.5 assist ve 1.0 top çalma ortalamalarını tutturdu. Özellikle DJ.Augustin sakatlandıktan sonra ilk 5’e yerleşti ve gayette iyi bir performans gösteriyor. Ama Charlotte kadrosunda Raymond Felton varken, DJ.Augustin’i draft ettiler. Şimdi de DJ.Augustin takımın dümenini ele geçirmişken sanki kadronun en zayıf yeri oyun kurucu mevkiisiymiş gibi Kemba’yı seçtiler. Tamam belki bu draft ağırlıklı olarak oyun kurucu içeriyordu ama bir sign&trade ile bir uzun alınabilirdi. Kendimi Micheal Jordan’ın yerine koyarsam ( çok radikal bir empati olsa da ) bu sezonun bitiminde yani 2012 draftının 83’, 96’ ve 2003 senelerinde ki gibi efsane olacağı söyleniyor. Eğer hakikaten öyleyse sezonu son sırada bitirmek için hele ki takım bu konumdayken ve birkaç tane de yan roller için iyi parçalar varken hiç düşünmeden dibe oynamayı tercih ederim.
Nba Allstar kadroları açıklandı..
All-star ilk 5'leri daha önce öğrenmiştik, bu akşam da yedekleri öğrenmemizle beraber kadroları tamamlamış olduk. Doğu ilk 5'i zaten tartışmaya mahal vermiyor, Batı ile ilgili ise uzunlar konusunda biraz farklı düşünceler olabilir. Esas olarak yedeklere ve tam kadroya bakmak bence daha doğru.
Doğu All-Star İlk 5'i:
Derrick Rose, Dwyane Wade, Carmelo Anthony, LeBron James, Dwight Howard.
Doğu Yedekleri:
Deron Williams, Joe Johnson, L.Deng, A.Iguodala, P.Pierce, C.Bosh, Roy Hibbert
Batı All-Star ilk 5'i:
Chris Paul, Kobe Bryant, Kevin Durant, Blake Griffin, Andrew Bynum.
Batı Yedekleri:
Steve Nash, Tony Parker, Russell Westbrook, LaMarcus Aldridge, Dirk Nowitzki, Kevin Love, Marc Gasol
Batı yakasına bakınca Nowitzki ve Nash gibi yaşlı kurtların yanında Tony Parker gibi veteran sayılabilecek bir adamı "abiler" olarak görebiliyoruz. Bu üç ismin içinde Tony Parker ve Steve Nash'in bu onuru sonuna kadar hakettiğini düşünüyorum. Ancak Dirk Nowitzki (saygımız büyük olsa da) konusunda pek öyle düşünmüyorum. Bu sene biraz da sakınılarak kullanılmasından kaynaklı çok büyük bir performansını görmedik. Yerine uzun olarak; Paul Millsap veya Marcin Gortat bana kalırsa daha doğru tercihler olabilirdi. Ancak tabi ki Nowitzki, Nowitzkidir.. LaMarcus Aldridge, Kevin Love ve Marc Gasol performanslarıyla zaten bu organizasyonda bulunmayı dibine kadar hakeden oyuncular. Love'ın iki senedir yaptığı istatistikler zaten çıldırtıcı düzeyde iken, Aldridge ve Gasol özellikle bu sene oyunlarını birer basamak yukarı taşıyarak elit oyuncular düzeyine yükseldiler. Aynı şekilde üçü de ilk 5'te bile başlayabilecek isimler bana göre. Russell Westbrook'un Allstar'lığı da gayet beklenilesi ve normal olan bir durum.
Gelelim Doğu'nun delikanlılarına.. Burada karşımıza çıkan isimler enteresan. Deron Williams ve Chris Bosh özellikle banko kuponlarımızda yer alacak isimler olduğu için onları yorumlamaya pek gerek yok. Joe Johnson ve Paul Pierce da bana göre hakkıyla formayı giyecek oyuncular. Kötü geçirdiği geçen sezonun ardından bu sene taş gibi top oynuyor JJ. Pierce ise bol sakatlı takımını Garnett ile beraber almış sırtına taşıyor. Haketmedi diyen halt eder. Muhtemelen en tartışılacak isim Andre Iguodala olacaktır, onu az sonra tartışırız biz de. Benim en çok ilgimi çeken isimler Luol Deng ve Roy Hibbert oldu. Hibbert'ın (dolasıyla Pacers'ın) bu sene hemen hemen bütün maçlarını izlediğim için kat ettiği yolu çok net görebiliyorum. Ciddi bir sınıf atlattı oyununa genç pivot. Bunun karşılığını da Allstar seçilerek almış. He bu noktada sorulacak soru; Greg Monroe mu seçilmeliydi, Roy Hibbert mi? Zor bir tercih aslında. Luol Deng ise bir başka performansı ödüllendirilen oyuncu. Onun seçilmesi de bir Deng sempatizanı olarak beni mutlu etti. Iguodala'nın tartışması ise Josh Smith ile ilgili olacaktır, ki twitterda bu tartışma başladı bile. Smith bence de olmalıydı.
9 Şubat 2012 Perşembe
Türkiye sizinle gurur duyuyor! Helal olsun Galatasaray!
Abdi İpekçi'de tarihi bir gece! Avrupa basketbolunun tartışmasız bir numarası, en büyük gücü ve Euroleague şampiyonluğunun en büyük adayı olan CSKA Moskova Galatasaray'a boyun eğdi. Yaklaşık 20 maçtır hiç bir takıma yenilmeyen rus temsilcisi sadece bizim elimizden kurtulamadı. Muhteşem bir taraftar ve takımın ortaya koyduğu muhteşem efor bu galibiyeti getiren baş etkenlerdi. Oysa ki, maç başlarken ne CSKA kaybedeceğini ne de belki biz temsilcimizin kazanacağını tahmin ediyorduk ama neredeyse imkansızı başardık! Yıldızlar karması CSKA Moskova'ya alınabilecek tüm önlemleri aldı Galatasaray ve maç boyunca her topun kıymetini bildi. Muhtemelen CSKA da bu denli yüksek konsantrasyonlu ve arzulu bir takım beklemiyordu. Böyle taraftara, böyle güzel atmosfere bu büyük galibiyet muazzam oldu. Emeği geçen herkesi tek tek bulup tebrik etmek lazım. CSKA Moskova gibi tecrübeli bir takım bile, bugün bu inanılmaz atmosfere üstün gelemedi.
Koç Mahmuti'nin öğrencileri belki de fiziksel olarak çok dezavantajlıydılar (düşünün Kirilenko 2.13 ve 3 numara oynuyor) bugün ama maçın dengede gitmesini sağlayan temel faktör demin de bahsettiğim gibi sahada olan her oyuncunun (Shumpert hariç) muazzam bir konsantrasyon ile mücadele etmesiydi. Tekli performans olarak öne fırlayan oyuncularımız başta Shipp ve Andric oldu. Her topu kovalayan her rebound'u takip eden ve Shipp bence yine ve yine takımın çarklarının dönmesini sağladı. CSKA'nın üstün savunmasına rağmen hücumda hemen hemen bütün maç çok doğru oynadık. Shipp'in ve Jamon Gordon'ın her eline aldıkları topta potayı düşünmeleri Rus ekibinin dengesini bozdu ve bu şekilde dribbling-pas hücumu üzerinden çok doğru atışlar bulduk. Yine Jamon ve Ender Arslan'ın Andric'i çok iyi beslemesiyle pota altını verimli kullanabildik. Andric'in pota altındaki bitiriciliği son derece kritikti bugün temsilcimiz adına. Kötü bir performans ortaya koyan Furkan da ona eşlik edebilseydi belki daha da güzel olabilirdi. Bir kaç satır da genç Göksenin Köksal için! Olympiakos maçında Spanoulis, CSKA maçında Teodosic.. Avrupa'nın en elit oyuncularına parkeyi zindan ediyor bu genç yürek. Tecrübesizliğinin verdiği bazı faulleri kıstığı ve gelişimine devam ettiği sürece çok önemli bir oyuncuya dönüşebileceğini göreceğiz.
Anadolu Efes ile çok üzüldük ama bugün Galatasaray ile çok sevindik. Galatasaray bu galibiyetle beraber 2 galibiyet 2 mağlubiyet derecesiyle Olympiakos'un ardından 3. sırada. Haftaya Anadolu Efes ile İstanbul'da mücadele ettikten sonra en kritik maç olan Yunanistan deplasmanına gidecekler. Gönül isterdi bu gruptan (tabi ki imkansızdı o başka) Anadolu Efes ve Galatasaray Çeyrek Final'e gitsin. Ancak şu anki tabloda Türk takımları arasında üst tur için (Fenerbahçe Ülker de an itibariyle Pana'ya deplasmanda yeniliyor) en şanslı olan ekip Galatasaray. Bu takımın Euroleague'e elemelerden katıldığını unutmayalım. Taraflı, tarafsız çok büyük saygıyı hakediyorlar. Bu gece CSKA'yı ilk defa yenen takım bir Türk takımı oldu. Türkiye sizinle gurur duyuyor çocuklar, yürüyedurun..
8 Şubat 2012 Çarşamba
Boston Celtics Değerlendirmesi
NBA’de takım analizlerini yapmaya kaldığımız yerden devam ediyoruz. Sıradaki takımımız Boston Celtics. Boston an itibariyle doğu konferansında yedinci sırada. 14 galibiyet, 10 mağlubiyet ile. Özellikle son 10 maç performansına bakarsak NBA’in şu anda en formda ekibi konumunda yoncalar. Paul Pierce’ın sezona sakat girmesi ve ilk üç maçı kaçırması, ve sakatlıktan döndükten sonra takımın yavaş yavaş toparlanması ve eskisi kadar olmasa da yine sert savunma takım hüviyetlerine kavuşmaları ile son on maçta 9 galibiyet 1 mağlubiyet aldılar. Tabii ki doğu konferansında şampiyonluk adayları arasında aşağı sıradalar zira ortada Chicago ve Miami gerçeği var. Bu on maçlık maratonda Rajon Rondo’nun yokluğuna rağmen özellikle Paul Pierce ve Kevin Garnett’in birer vites yükseltip adeta takımı taşıdılar. Sezon başladıktan sonra takıma kattıkları Mickael Pietrus’un beklenenden daha iyi bir performans gösterdiğini düşünüyorum. Rondo2nun yokluğunda yedek oyun kurucular Avery Bradley ve çaylak E’Twaun Moore’un çok önemli katkılar vererek gerektiğinde faydalı olabileceklerini gösterdiler. Ama pota altında hala sıkıntı yaşıyorlar. Jermaine O’Neal ‘ın zaten bitik dizleri 25 dakikadan fazlasını kaldıracak vaziyette değil. Kevin Garnett de yaşlandı. Gerekli sertliği sağlayacak yegane isim Brandon Bass. O da bir sakatlık yaşadı ama dün gece oynanan Charlotte maçında sahalara döndü ve gayet te iyi bir performans gösterdi. Boston’ın belli bir çekirdek kadrosu var. KG,PP34, Ray Allen ve Rajon Rondo. Bu 4’lünün dakikalarını 33-36 dakika civarında tutmaya çalışıyor koç Doc Rivers. Tabi maçın gidişatına göre daha da az olabiliyor bu dakikalar. Bu sene normal sıralamada birinci, ikinci olma gibi bir niyetleri yok. Onlar Play-off’ta eşleşecekleri takımı kendileri seçmek için sezon sonuna doğru bilerek maç kaybedeceklerini düşünüyorum. Sezon sonunda büyük bir aksilik olmazsa, doğu konferansının birinci ve ikinci sırasını Chicago ve Miami alacak. Boston bu takımlardan herhangi biriyle oynamamak için ilk amaçları sezonu 6. Sıra veya üstünde bitirmek olacak. Çünkü artık kadroları iyice yaşlandı ve böyle kurnaz taktiklere ihtiyaçları var. Çünkü hala 20’lik potansiyelli gençlere taş çıkartıyorlar ve kariyerlerinin son demlerinde bir şampiyonluk daha için depolarında fazla benzin kalmadı.
3 Şubat 2012 Cuma
Olcan Adın eklenmiş Trabzonspor geliyor..
Benim transfer döneminde özel olarak üzerinde durduğum oyuncuların başında Olcan Adın geliyordu. Alacak olan takımın önemli bir iş yapacağını ve pozitif etkinin direkt olarak görülebileceğinin bir çok kez üzerinde durmaya çalışmıştım. Aynı şekilde Trabzonspor ile ilgili de takım 10. sıralardayken panik yapılmaması gerektiğini ve 1-2 nokta transferle takımın yukarıya hızlıca tırmanabileceğini düşünüyordum. Bu iki ayrı değişkenin bir araya gelmesinden sonra geçen sürecin ardından yanılmamış olmak beni mutlu etti. Trabzonspor'lu olmadığımı da ekleyeyim tam buraya.
Versatil bir oyuncu olan Olcan ciddi bir akıcılık sıkıntısı yaşayan Trabzonspor hücum hattına çeşitlilik getirdi. Olcan'ın hemen hemen hiç bir özelliğine çok zayıf diyemeyiz ama benim bakış açıma göre verdiği en değerli iki katkı var; "topla beraber hızlı olmak" ve "kanat olmaya rağmen oyun kurabilmek". Bu iki saha içi katkıyı direkt olarak alan Trabzonspor, bu sayede "at topu Burak'a" fıtığından biraz uzaklaşmaya başladı. Hala daha ideal oyun üretimi sağlanmış olmasa da ilk yarıda yaşanan sorunlar bazılarının üzerini çizebiliyoruz. Örneğin; yine daha önce defalarca bahsetmeye çalıştığım "Halil'in sol açık oynamasından kaynaklı bu bölgenin verimli kullanılamaması sorunu" tamamen bitmiş durumda.
Burak Yılmaz için defalarca ayın lafları tekrarlamaya gerek yok. Gerçekten muazzam bir form düzeyi tutturdu ve bu şekilde devam ediyor. 35 gol civarında sezonu bitirmesi çok muhtemel. Şu sıralar aldığı en büyük eleştiri fazla bencil olduğu yönünde. Ben de bu eleştiriye katılmakla beraber bu kadar yüksek bir seviye tutturmuş golcülerin hepsinde bu bencilliğin olduğunu da unutmamak lazım diyorum. Kısacası bu kadar gol atmanın tabi ki bir dikeni de olacak. Yani bazı maçlarda Burak'ın pas atmak yerine kaleye salladığı toplar o maçlar için puan kaybına sebep oluyor. Ancak Cristiano Ronaldo'yu izlerken de ne denli kolay pasları atmadığına defalarca şahit olduk. Yani bir seviyeye kadar tolore etmek gerektiği kanısındayım.
Afrika Kupasından dönecek olan Zokora ve Mart ayında sahaya dönmesi beklenilen Robert Vittek'in yapacakları katkılar oldukça önemli. Zokora'nın ve Vittek'in iyi dönüşler yapmaları Trabzonspor'un playofftaki şansını 1-2 gömlek arttıracak.