15 Aralık 2011 Perşembe
Trabzonspor duvara çarptı..
2011’de son haftaya kadar kovalanan şampiyonluğun ardından çok ama çok önemli oyuncularını kaybeden Trabzonspor ile ilgili sene başındaki temel düşüncem ciddi bir düşüş yaşayacakları yönündeydi. Şöyle bir hatırlayacak olursak; Selçuk İnan, Egemen Korkmaz, Umut Bulut, Engin Baytar, Jaja… diye devam eden uzun bir liste. Olabildiğince uygun adayları bulup bu gidenleri telafi etmeye çalışsalar da gelenlerin gidenleri arattığını söyleyebiliriz. Ancak şuan mücadele eden kadro lig 10. olacak bir kadro mu? Kesinlikle değil. Peki neden 15. Hafta sonunda durum böyle?
Bu sorunun cevabı da gayet kolay; mevcut kadro kalitesinin hem Şampiyonlar Ligi’ni hem de “sıkıştırılmış” Süper Lig’i beraber götürebilecek düzeyde olmaması. Aynı zamanda yeni transferlerin bazılarından beklenilen performansın alınamaması da kötü sonuca çanak tuttu. Trabzonspor’un Avrupa’daki maçlarında muazzam mücadele ettiğini söyleyebilirim. Ancak Avni Aker’deki İnter maçı haricinde çok da iyi oynadığını söyleyemeyiz. Keza Şampiyonlar Ligi düzeyinde futbol oynamak kolay iş değil. Bursaspor’un şampiyon olduktan sonra aynı ligde nasıl rezil olduğunu görmüştük. Trabzonspor böyle olmayı bırakın, futbol tabiriyle “ters” bir takım oldu. Yanlış anlaşılmasın bunu oynadıkları oyun açısından söylemiyorum, aksine kendinden güçlü rakiplere çelme takan bir takım imajı kazandıkları için söylüyorum. Hani İnter’e (ne kadar İnter çok kötü durumda da olsa) iki maçta yenilmeyen bir takımı kimse kolay kolay rakip olarak karşısında istemez. Bu imaj da Trabzonspor’un takım savunması ve Tolga Zengin’in muazzam performansıyla kazanıldı.
Bunlar takımın güzel tarafları, ancak bir de madalyonun öteki yüzü var. Bu yüz ise hücumun %85’inin Burak Yılmaz olması. Sene başında muhteşem bir formla oynadığı her maçta en az bir gol atan Burak’ın gollerinin susmasıyla Trabzonspor ciddi bir güç kaybetti. Biz de şunu görmüş olduk ki; takımın Burak dışında hücumda ön plana çıkabilecek ikinci bir oyuncusu yok. Ayağına top alan her kimse “yolla Burak’a koşsun! modunda. Bu konuda hayal kırıklığı yaşatanlar benim için Adrian ve Paolo Henrique (biraz da Volkan Şen). Aslında o kadar kötü oyuncular olduklarını düşünmüyorum ama (he Adrian’a 5 milyon Euro bonservis vermek çüş! ama neyse) takımın hücumunu taşıyabilecek oyuncular değil. Ki şu veri de bunu kanıtlıyor; Henrique’nin ligde 1 golü var, Adrian’ın ise golü yok. Trabzonspor’un en büyük şanssızlığının Robert Vittek’in uzun dönemli sakatlığı olduğunu düşünüyorum. Gayet kaliteli ama sakatlıklarla başı her zaman dertte olan Slovak golcü sakatlanmamış olsa Trabzon’un eli ofansif anlamda çok daha rahat olurdu.
Ee bundan sonra? Aslında hiç de umutsuzluğa kapılınacak bir durum yok. Şampiyonlar Ligi’nde Lille’i altına alıp, son haftada bir üst tura çıkmayı kaçırmak bence başarısızlık değil, net bir başarıdır. Gruplar çekildikten sonra “Trabzon bu gruptan rahat çıkar yeaa” demiş olabilecek kişi zaten futboldan anlamıyordur. Uefa’da iş zor olacak çünkü City ve Porto gibi “saçma sapan” rakipler var. Neyse bu muhabbete eşleşmeler belli olunca devam ederiz. Türkiye’de ise puan durumunda 10. sırada olsa da 5. Manisaspor’dan sadece 3 puan geride bordo mavililer. Devre arasında eğer yapılabilirse mantıklı 1-2 takviyeyi (çift forvet olacaksa kesinlikle bir forvet) ve Şampiyonlar Ligi temposunun olmayacağını hesaba katacak olursak çok kolay kapanacak bir fark. Hem de efsanevi playoff sistemimizin olduğu şu ortamda umutsuzluğa düşmek saçmalık.
Kesin olan bir şey var ki, Trabzonspor’a bir an önce devre arası gerekiyor. Takviyelerden de önemlisi, tekrar konsantrasyonu sağlayabilmek için kafalara bir reset atmak gerekiyor. O zamana kadar taraftarların rahat rahat maç izleyebileceğini pek sanmıyorum.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder