30 Eylül 2012 Pazar

Barcelona ile Son 10 Dakika


Barcelona son iki haftadır maçları daha da zevkli hale getirmeye başladı. bunu rakipleri ilk yirmi dakikada üç'e dört'e bağlayarak değil, son on dakikaya yenik durumda girip, maçı çevirmesiyle yapmakta! Geçtiğimiz hafta Granada duvarını Xavi ile kıran Barça bu akşam ise 2-0 geriye düşmelerine rağmen kilidi Fabregas açtı. Hem farkı bire indiren golü attı hem de İspanyolların klasikleşen kendilerini yere atma geleneğini sürdürerek rakibini on kişi bıraktırdı.

Barcelona'ya karşı on kişi kalınca haliyle maç daha da zor bir hale bürünüyor. Zaten " son on dakika" da bunu gördük. Palop'un koruduğu kalenin önüne set çeken Sevilla'lı oyuncular ile kedi fare oynarcasına pas yaptılar. En sonunda da önce Fabregas, sonrasında da tartışmalı bir hakem kararı sonucu devam eden pozisyonda David Villa maça noktayı koydu. Barça son iki haftadır yenilmez ünvanını kılpayı korumayı başarıyor. Takımda savunma anlamında ciddi sorun olduğunu, bunun da Puyol ve Pique'nin sakatlıkları sonucu olduğunu düşünmekteyim. Çünkü takıma ön libero olarak alınanlar stoper oynamak zorunda kalıyor!

Uzun lafın kısası Barcelona bu sezon " Barcelona maçlarından keyif alma " anlayışını farklı bir boyuta taşımış durumda. Ama takımda İniesta, Pique, Puyol gibi eksiklerin bulunduğunu da dikkate almak gerek. Maç sonlarında ise Granada ve Sevilla'lı futbolcuların üzgün hallerini gördükten sonra şu düşünce içerisindeyim. Açık'ta oynasan kapansan da olmuyor arkadaş!

29 Eylül 2012 Cumartesi

"Paşa Paşa" puan kayıpları



Bir tarafta son birkaç maçtır ciddi bir kaosta bulunan, futbol adına sahaya pek bir şey koyamayan Fenerbahçe, diğer tarafta ise Süper Lig’e yeni yükselmesine rağmen yaptığı şaşırtıcı transferler ve topladığı puanlarla Kasımpaşa. Form durumları her ne kadar böyle olsa da, Fenerbahçe’nin Kasımpaşa’ya 2-0 kaybetmesi (+ Kasımpaşa’nın 2 direği var) kabul edilebilir şey değil, hele ki bu oyunla…


Hadi diyelim ki maçta 10 tane gol pozisyonuna girer atamazsınız, rakibiniz 2 kontrada bulduğu 2 golle kazanır, ona eyvallah, futbol şansıdır, atamayana atarlar prensibidir. Ancak Süper Lig’e yeni yükselmiş rakibinizin kalecisi, maç boyunca neredeyse çimlerle bile buluşamıyorsa, pozisyon bulamıyor, pas yapamıyor, kısaca hiçbir şey yapamıyorsa bu şampiyonluğa oynayan Türkiye’nin 3 büyük takımından birisi, sıkıntı “Kocaman” değil mi sizce de ?! Hele ki 80. dakikalarda Kasımpaşa tribünlerinin, takımları top çevirip oyunun hakimiyken “Oley” çekmeleri, çileden çıkartıyordur Fenerbahçe taraftarını, haklılar da, yazık gerçekten…


Sezon öncesi yaptığı transferler sonrası birçok kesimin düşündüğü, bu sezonki Fenerbahçe’nin, son birkaç yılın kadro olarak en iyi Fenerbahçe’si olduğu idi. Benim de görüşüm bu şekildeydi. Ama gelin görün ki, ilk birkaç hafta Kuyt’ın üstün çabalarının getirdiği puanlar sonrası, ne zaman Kuyt sakatlandı, takke düştü kel göründü misali ardı ardına puan kayıpları başladı. Kimseye tek tek kızamıyoruz aslında, çünkü kimse iyi oynamıyor ki Fenerbahçe’de.. Alex deseniz sahada yok. Stoch deseniz bitmiş sanki. Sow garibim ilerde tek başına çırpınıyor ama nafile. Kadro değeri, dünyaca ünlü “transfermarkt” sitesine göre 156 milyon Euro olan Fenerbahçe takımının bu şekilde oynaması, birkaç oyuncunun formsuzluğundan öte bir şey artık, sistemsizlik mi diyelim, teknik direktör zaafı mı diyelim, oyuncuların inançsızlığı ruhsuzluğu mu diyelim, ben bilemedim, karar sizlerin…


Marsilya maçının ardından bir yorumda bulunmuştum. “Fenerbahçe’nin önünde zorlu bir fikstür var (Ts, Bjk derbileri). Buralarda alınacak kötü sonuçlar, Aykut Kocaman’a sonsuz desteğiyle bilinen Aziz Yıldırım’ı bile zor duruma sokabilir” diye. Bu tepkiler de ne yazık ki oluşmaya başladı artık Fenerbahçe taraftarında. Takım ciddi bir kaosa doğru sürükleniyor. Bu kaostan kurtulabilmeleri için ateşleyici bir unsura ihtiyaçları var, o da iyi futbolla ardı ardına alınacak seri galibiyetler. Ancak şu tablo içerisinde bu nasıl gerçekleşecek ? Zor görünüyor.


Hep Fenerbahçe’yi konuştuk. Ama “yiğidi öldür hakkını yeme” demişler. Kasımpaşa, Süper Lig’e yeni yükselmesine rağmen, seçilen yeni yönetimin sıradan bir Anadolu kulüp yöneticilerine oranla ciddi bir ekonomik güce sahip olması, Ernst-Isaksson-Uche gibi bomba transferler yapmaları, puanları ve göze hoş gelen futbolu da getirdi. Her ne kadar iyi giderken Metin Diyadin ile yolları ayırmaları etik açıdan oldukça tepki çekse de, bir ManU efsanesi Roy Keane ile prensip anlaşmasına vardıkları konuşulmakta şu son günlerde. Enteresan işler oluyor Kasımpaşa’da, ancak Paşa’nın şuana kadar keyfi yerinde.


Dün Orduspor, bugün ise Kasımpaşa. Süper Lig’in flaş Anadolu kulüpleri olarak öne çıktılar bu hafta ve şuana kadar. Bakalım bu ivmeyi ne kadar sürdürebilecekler ?

Cris'te Sıkıntı Var


Ne yazık ki Cris konusunda iyimser değilim. Tamam Şampiyonlar Ligi tecrübesi çok büyük ama ihtiyar sağından soluna dönemiyor. Defansın arkasına gönderilen toplarda reaksiyon vermekte geç kalıyor ve kaçırdığı adama yetişemiyor. Denilebilir ki, bir tek maçla mı böyle oldu. Durum şu ki, bunları söylemek için on maç izlemeye gerek yok.

Bu hafta Orduspor karşısında benim beklentim Dany - Semih tandemiyle Galatasaray'ı izlemekti. Çünkü Dany'nin oynadıkça uyum sağlayacağı ve taktiksel olarak kendini geliştireceği aşikar. Keza sol stoperden sağ beke kadar açılıp bölgesini boşaltmak gibi ciddi taktiksel hatalar yapıyor çılgın çocuk. Ancak Fatih Hoca tercihini Cris'ten yana kullandı. Elbette Cris'i de hazırlamak, onu da kullanabileceği duruma getirmek istiyor ama hele Şampiyonlar Liginde bu kadar ağır bir oyuncudan ne kadar verim alınabileceği soru işareti.

Şöyle bir gerçek de var ki, Cris sol stoperde oynayınca bir anlamda Semih'le olduğu kadar Hakan Balta'yla da partner oluyor. Başlı başına bir kabus diyebiliriz. Hakan'ın da kendi çevresi etrafında bir tam turu yaklaşık iki günde gerçekleştirdiğini düşünürsek sıkıntının büyüklüğünü anlayabiliriz. Keza Terim Şampiyonlar Ligi'nde bu tehlikeyi görerek Antonio Valencia'nın karşısına Balta'nın yanında Dany ile çıkmıştı.

Sözün özü, Cris'in elbette iyi oynayacağı ve defansı toparlayacağı maçlar olacaktır ama Galatasaray'ın sisteminde bu oldukça zor. Çünkü Galatasaray oyunu ileride oynayıp, savunma oyuncularını orta sahaya yakın kullanmak isteyen bir ekip. Böyle bir sistemin riski de rakibin hızlı forvetlerinin ağır savunma oyuncularınızı darmaduman etme şansının olması. Belki kapanarak oynayan bir takımda Cris daha verimli olabilirdi ama bu şablonda işler zor. He bir de savunmayı konuşuyorken eklemeden geçmeyeyim.. Semih Kaya iyi de oynasa, kötü de oynasa Galatasaray'ın en büyük kazancıdır.

27 Eylül 2012 Perşembe

Müzmin Sakat'tan Manchester ve Marsilya Muhabbeti (video)

Cızırtı TV'deki videolarımız uzuncana bir süreden sonra yayına başladı. Avrupa maçları için biraz geç kaldık ama yapmadan geçmeyelim dedik. Önümüzdeki haftadan itibaren daha düzenli bir şekilde karşınızda olacağız. Görüşmek üzere.

http://www.cizirti.tv/2012/09/muzmin-sakat-6-geri-donduk-avrupadaki-ilk-maclarimiz/


Yürüyedur Nuri Şahin


"Bizim çocuk" Nuri Şahin. Mourinho ile görüşmeye gittiğinde "oturduk Mourinho ile çay içtik" diyebilecek kadar içimizden biri. Almanya'nın en iyi genç yeteneklerinden biri olarak gösterilirken, milli takımımızı seçerek de gönüllerimizi fethetmiş bir yıldız Nuri. Hal böyle olunca o dünyanın en büyük futbol arenalarında başarılı olurken, biz de buralardan onunla gurur duyuyoruz.

Nuri sıkıntılı geçen Real Madrid macerasının ardından Liverpool'a geçtiğinde hepimizin keyfi yerine geldi. (Dört gözle takımlarına gelmesini bekleyen Arsenal sempatizanı arkadaşları tenzih ediyorum.) Liverpool formasıyla çıktığı maçların 1-2 tanesini yarım yamalak izleyebildim ve görülen şey çok netti. Nuri'nin tek eksiği tekrardan maç temposu kazanarak formunu yükseltmek ve daha çok sorumluluk almak. Çünkü Nuri çok meziyetli ve kendine çok güvenen bir adam. Dolayısıyla insan ondan daha çok oyunun merkezinde olmasını, takımın orta sahadaki işlemcisi olmasını bekliyor. 

Bu yüzden Nuri'nin dün gece West Bromwich karşısında attığı iki gole çok sevindim. Liverpool yedek oyuncularla kurulmuş bir kadro ile sahadayken, sorumluluk alıp takımını bir üst tura taşımış. İlk golünde 30-35 metrelik bir mesafeden direğin dibine yolluyor topu, ikinci golünde ise arka direğe koşu yapıp kanattan gelen pasta golü yapıyor. İlk golde top ve şut tekniğini, ikinci golde ise pozisyon bilgisini gözler önüne seriyor. Daha da iyi olacağından hiç bir şüphem yok. Ayağına kuvvet.

24 Eylül 2012 Pazartesi

Galatasaray'ın Rotasyon Sınavı ve Burak Yılmaz


Rotasyon yapmak birden çok kulvarda mücadele eden takımlar için olmazsa olmaz. Fakat takımın ritmini bozmadan belli oyuncuları dinlendirerek, yedeklere forma vermek de maharet işi. Galatasaray'ın şansı, rotasyon zamanı geldiğinde kendi evinde kendisinden çok daha hafif siklet bir rakiple karşılaşmış olması. Şampiyonlar Ligi'ne çıkmadan Antalya deplasmanında gelen rahat bir galibiyet, dönünce de Arena'da Akhisar Belediye ile oynamak fikstürün bir cilvesi oldu. Akhisar maçını Aslan'ın rotasyon vizesi olarak değerlendirebiliriz ama vakit ilerleyip final dönemi kapıya dayanınca, Galatasaray'ın rotasyonu asıl sınavını vermek zorunda kalacak.

Esas sıkıntı herkesin gördüğü üzere Melo'da. Onun fark yaratan özelliği, topla beraber hücuma katılabilmesi, oyunun iki yönünde de aktif olabilmesiydi. Bu seneki Melo'nun ileriye katkısı şimdiye kadar çok zayıf. Fiziksel olarak da geçen seneyi mumla aratıyor. İşin aslı Melo'nun yaptığı 2-3 aylık tatili ben bile yapmadım bu yaz. Bu durum da doğal olarak Selçuk'un formunu geri çekiyor. Yine de form durumları ne olursa olsun, bu ikilinin Galatasaray'da alternatifsiz olduğunu düşünüyorum. Yeri gelip bu ikiliden birisinin dinlendirilmesi gerektiğinde Galatasaray'ın nasıl performans vereceği benim için en büyük soru işaretlerinden biri. Malum Selçuk dediğimiz adam da biyonik değil, fiziksel olarak düşeceği zamanlar gelecek. Keza kafa olarak da Selçuk'un milli takım döneminde fazlaca yorulduğunu düşünüyorum, bir gol atması bence kendisini rahatlatacaktır.

Bunun yanında Burak Yılmaz'ın değişimini gözden kaçırmamak lazım. Burak aldığı yoğun eleştirilerin ardından tutumunu değiştirmiş durumda. Geçen hafta Antalya maçında kaleciden temas almasına rağmen kendini bırakmaması da bu hafta karşı karşıya pozisyonda golü Sercan'a attırması da bunun göstergeleri. Burak çok ciddi meziyetlere sahip bir forvet. Hızlı, güçlü ve hepsinden önemlisi topa çok iyi vuruyor. Eğer eleştiri toplayan kendini yere bırakması ve bencillik gibi alanlarını da geliştirirse, değerine değer katar. Ben Terim'in yönetimindeki bir Burak'ın sürekli daha iyiye gideceğini düşünüyorum.

20 Eylül 2012 Perşembe

Kocaman bir YAZIK !



Fenerbahçe, düştüğü dişli sayılabilecek UEFA Avrupa Ligi C Grubunun ilk maçında, kendisi ile birlikte grubun favorilerinden gösterilen Marsilya’yı evinde ağırladı. Maçın son 10 dakikasına dahi 2-0’lık skor avantajıyla girmesine rağmen temsilcimiz, yediği gollerle sahadan 2-2’lik beraberlikle ayrılmak zorunda kalmış oldu.

Evet belki  maçın 3/4lük periyodundaki oyuna bakarsak, 2-0 Fenerbahçe leyhine çok net bir skor gibi görünebilir ancak Marsilya’nın bulduğu pozisyonlar da azımsanacak seviyede değil. Zaten fizik gücü oldukça yüksek, bu sezona fırtına gibi bir giriş yapan Marsilya’dan bahsediyoruz. Yani maç kafa kafaya diyebiliriz o dakikalar için. Ancak, ne olursa olsun, isterseniz sizin 2 şutunuz, rakibin 52 şutu olsun, kendi evinizde son 10 dakikaya 2-0 önde giriyorsanız, bu skoru koruyabilmeniz gerekiyor. Fenerbahçe’nin bu “öne geçtikten sonra otomatik olarak geriye yaslanma ve rakipten baskı yeme” hastalığı son birkaç yıldır devam etmekte. Bu kabul edilemez bir durum benim için. Milyon dolarlık, dünya çapında kulüpsünüz, Avrupa arenasındasınız ancak 5-6 pas yapıp topa sahip olarak oyunu soğutamıyor, hala defansınız baskı yer yemez gelişigüzel ileriye doğru vuruyor, her vurduğu top duvardan döner gibi yeni bir tehlike olarak Fenerbahçe kalesine dönüyorsa, ciddi sıkıntı var yahu !


Ciddi sıkıntı var dedik, asıl sıkıntı tahmin edebileceğiniz üzere Aykut Kocaman… Bence maça isabetli bir kadroyla başladı Aykut Hoca, ancak hep o bahsettiğimiz, o kritik oyunun son bölümlerinde yaptığı değişiklikler ciddi tartışma konusu. Alex iyi oynuyordu eyvallah, ancak orta sahayı daha dirençli hale getirmek için Baroni’nin girmesini anlayabilirim. Ama fizik olarak hala iyi durumda olduğunu düşündüğüm Sow’un yerine, Elazığspor’un forvetine koysanız bile oynayamayacak durumda olan Bienvenü’nün girmesi olacak şey değil. Ki Bienvenü’nün çok etkili bir kontrada müsait pozisyondaki Caner’i göremeyip topu ayağına dolaması, pozisyonu da yüzüne gözüne bulaştırması sonucu dönen topun Marsilya’yı ümitlendiren, skoru 2-1’e taşıyan golü getirdiğini hatırlatalım. Aykut Hoca açıklıyordu, Semih antrenmanlarda çok başarılı, çok iyi çalışıyor diye. Eee, hani nerede Semih, madem Sow çıkacak neden Bienvenü gibi “balon” bir oyuncuya muhtaç kalıyorsun ?

Maçtan çok Aykut Kocaman konuştuk sanırım. Ancak taraftar ile Aykut Kocaman arasındaki zaten gerilmekte olan ilişkilerin iyice inceldiğini görmekteyiz artık. Maç sonunda “Aykut İstifa” sesleri de bunun göstergesi. Önünde seyircisiz Trabzonspor ve Beşiktaş derbileri olan takım için oldukça kritik bir durum. Bu maçlarda alınacak puan kayıpları, Aykut Kocaman’a sonsuz desteği ile bilinen Aziz Yıldırım’ı bile zor durumda bırakabilir benden söylemesi…

O değil de, çok değil birkaç yıl önce Inter’e, Chelsea’ye kafa tutan Fenerbahçe’den, son 9 Avrupa maçında yalnızca tek galibiyet alabilen (o da Vaslui deplasmanında, yani Kadıköy’de 3 puan yok) bir Fenerbahçe’ye. Nereden nereye, üzülüyor insan... Neyse, dileriz ki bu kaybedilen kritik 2 puanı, ilerde aramayız grup maçları süresince, en büyük dileğimiz budur.

Old Trafford'dan Puan Değil Umut Çıktı



Göreve gelirken "Kaybederken bile gurur duyulacak bir takım yaratmak" hedefiyle yola çıkmıştı Fatih Terim. Daha sadece bir sene önce dibe vurmuş bir Galatasaray'ın, bugün Manchester deplasmanında "çatır çatır oynayacak" bir duruma geldiğini görüyoruz. İlk olarak bunu not etmek gerekir. Ondan sonra da şunu söyleyebiliriz ki, yazık oldu. Her ne kadar Manchester United'ın da pozisyonları ve verilmeyen penaltıları olduğu kabul etsem de, maçın başından sonuna kadar kafa kafaya mücadele eden, geri adım atmayan bir takım vardı sahada. İlk dakikada Umut'un, son dakikada Aydın Yılmaz'ın verilmeyen penaltılarından biri çalınsaydı veya Amrabat'ın, Selçuk'un, Hamit'in vuruşlarından biri o üç direğin arasından geçebilseydi çok daha keyifli bir gece olacaktı. Olmadı.. Fakat Manchester'dan diğer ülkelere, "biz yeniden buradayız" mesajını ilettiğimizi düşünüyorum.

Maça beklediğimizden farklı bir 11 ile başladı Fatih Terim. Cris'in yerine Dany'i görmek başta şaşırtsa da, maçın oynandığı tempoyu görünce hak verdim. Tecrübeyi bir kenara bırakarak, hız ve atletizme yönelen Terim, Antonio Valencia'nın Hakan Balta'yı param parça etmesini biraz olsun engellemek istemişti. Dany de fena maç çıkartmadı. Kritik yerlerde doğru hamleler yaptı. Yalnız Dany'nin çok ciddi pozisyon hataları yaptığını gözden kaçırmamak gerekiyor. Taktik anlayışında, pozisyon bilgisinde önemli eksikleri var Kamerunlunun. Yenilen gole de Dany'nin hatasının sebebiyet verdiğini düşünüyorum. Öte yandan biri şu adama topu taca atabileceğini hatırlatsın lütfen. Gereksiz yere zorladığı pozisyonlar, başlı başlına hastalık sebebi.

Hamit ve Melo.. Maçın yıldızı ve maçın hayal kırıklığı. Umarım herkes Hamit'ten neden şüphe edilmemesi gerektiğini görmüştür. Selçuk'un verimli olamadığı, Melo'nun ciğerlerinin dışarı çıktığı bu maçta takımın liderliğini üstlendi Hamit. Buraların oyuncusu olduğunu, neden Bayern'de yıllarca top oynadığı, neden Madrid'in onu istediğini gösterdi. 12 km koşarak maçın en çok koşan oyuncusu da oldu. Daha da iyiye gideceğinden şüphem yok. Madalyonun diğer yüzünde ise istediklerini bir türlü başaramayan bir Melo izledik. Yaptığı hamlelerde topa ulaşamayan, ileri çıkışlarında ise topu verimli kullanamayan bir Melo vardı. Alternatifinin olmaması da böyle bir maçta elimizi, kolumuzu bağlayan durum oldu. Melo'yu kenara alsan, sağ kanat Aydın'a kalıyor işte, ki Şampiyonlar Ligi'nde mücadele ediyorsan çok yetersiz kalıyor.

Semih - Muslera ikilisine de gönülden tebriklerimi iletiyorum. Muslera zaten çok önemli bir kaleci, bunu dünya çapında göstermiş bir adam ama Semih'in bu denli iyi bir maç çıkartması şahsen bir Galatasaraylı olarak beni gururlandırdı. Van Persie'ye kabus gibi çöktü 21 yaşındaki aslan parçası. Ali Dürüst'ün açıklamasına göre Manchester scoutları maç bittikten sonra bu ikilinin bonservislerini sormuşlar. Sorsunlar, güzel bir şey tabi ki ama bu ikili uzun yıllar bizimle kalsın.

Artık önümüzdeki Braga maçına odaklanacağız. Braga'nın Cluj'a yenilmesinin ardından buradaki maç daha da önemli oldu. İçeride bu maçı alarak Braga'yı bir anlamda sonunculuğa demirlemek lazım. Öyle yada böyle ben oynanılan oyundan son derece memnun ve umutluyum. Avrupanın yer tarafından Manchester'a gelen Galatasaray taraftarını da tebrik etmeden geçmemek lazım. He son olarak da, aşağıda paylaştığım fotoğrafı çektiren Manchesterlı biraderlerimiz, muhtemelen Türkiye'de ne ile karşılaşacaklarını bilmiyorlar. Büyüklerine "cehennem nedir" diye sormalarını öneririm.



19 Eylül 2012 Çarşamba

Şampiyonların Düellosunda Kazanan Real Madrid


İspanya şampiyonu Real Madrid ile İngiltere şampiyonu Manchester City'i karşı karşıya getiren güzel bir akşamı geride bıraktık. Liglerine kötü giriş yapan bu iki güç merkezinin Şampiyonlar Ligi'nde ne yapacağı merak konusuydu elbette. İlk yarısı olaysız geçen maçta, aksiyon 69. dakikadan Dzeko'nun golü bulmasıyla başladı. Bundan sonrası karşılıklı gollerle müthiş bir tempoda geçen maçın sonucu 3-2 Real Madrid lehine oldu.

Mourinho lig performansının ardından takımının ruhsuzluğunu eleştirmişti. Jose'nin bugünkü tercihi ise orta sahayı mücadeleci, pres gücü yüksek ve yıpratıcı üç oyuncudan Essien, Xabi Alonso ve Khedira'dan kurmuş. Bunun bir sonucu olarak ilk yarıda top Madrid'in ayağında kalsa da sonuca gidecek işleri yapamadılar. Bunda Manchester City'nin 8 ila 10 kişi arası değişen savunma hattının da etkisi var elbette. Rakibinin kapanacağını ön gören Mourinho, "shoot on sight" emrini vermiş zaten. CR7'nin başını çektiği gördüğün yerden çak taktiği de Joe Hart'ın gününde olması nedeniyle sonuca ulaşmadı. City tarafında ise Yaya Toure'nin uzun mesafeli topla çıkışları elbette bizi mest etti ama son topları atamamak onların da etkisini törpülemiş oldu.

Maçta gol bekleyen milyonlarca gözün aradığı pozisyon 69. dakikada gerçekleşti ve Dzeko reis, City'i öne geçirdi. Bundan sonrası artık Şam'da kayısıydı. Real Madrid sağlı sollu saldırırken skoru yapan sağ plasesiyle Marcelo oldu. Sonrasında Kolarov, Benzema, Ronaldo, noluyoruz ulan derken maç bitti be kardeşim. Maçın geneline yayılmasa da son 30 dakika gerçek bir ziyafet oldu.

Bu galibiyetin önemi Real Madrid için çok büyük. Mourinho'nun Ronaldo'nun golündeki sevinci durumu özetledi zaten. Maçtan sonra yaptığı açıklama; "Takımın DNA'sı geri döndü.". İşte Madrid'in tam da bu reaksiyonu vermesi gerekiyordu. Hem de tam da bu maçta..

17 Eylül 2012 Pazartesi

Manchester United'ın Kolu Bozuk (video)

Muhtemelen Manchester'ın oynadığı kolda bir bozukluk olmuş. Baya baya pres tuşu basılı kalmış gibi bir halleri var. Çarşamba'ya kadar biri yeni kol alsın şu çocuklara...


Heykeli Dikilen Adam de Souza




Türkiye gibi futbolcular için hem cennet hem de cehennem olabilecek bir ülkede, bir yabancı futbolcu gelip 350 civarı maça çıkıyor 170 tane gol atıp 140 civarı asist yapıyorsa, ilk olarak saygı duymak gerekir. Az buz bir olay değil bu. Kellelerin çok kolay bir şekilde alınabildiği bu futbol topraklarında Alex de Souza sekiz senedir üst düzey performans sergiliyor. Hatta Fenerbahçe gibi bir takımı kaç senedir sırtında taşıyor desek, yanlış olmaz. İşte Fenerbahçe’nin gelmiş geçmiş en önemli futbolcularından biri olan bu adam geçtiğimiz günlerde ölümsüzleştirildi. Artık Lefter’e komşu oldu Alex.

Bu heykel mevzusu kimi kesimler tarafından eleştirildi. Yok efendim o kadar ciddi başka şeyler olurken, Alex’in heykeli çok mu gerekliymiş. Alex’in heykelini dikmek ya da dikmemek elbet tartışılabilir. Fakat sapla samanı da karıştırmamak lazım. O zaman futbol da oynamayalım? Nasıl olsa daha önemli başka şeyler var..  Bu heykelin tartışma konusu Alex’in bu mertebede olup olmadığıyla ilgili olabilir. Buna cevabım da şu. Bir gün bizim jenerasyonumuzdan bir Fenerbahçeli, çocuğuyla veya torunuyla dolaşırken ona gençliğinde izlediği Fenerbahçe’yi anlatacak ve adım gibi eminim ki şunu söylemekten büyük bir keyif alacak. “Ben Alex’i canlı izleyebildim.” Ee, daha ne…

İyi futbolcular gelir, iyi futbolcular gider. Büyük futbolcular ender gelir, çoğu fazla kalmaz. İşte o büyük futbolculardan, takım için efsane olanlar samanlıkta iğne aramak gibidir. Bu efsanelerle yolları ayırmak da her zaman çok sancılı olur. Galatasaray’ın Hakan Şükür, Real Madrid’in Raul örneklerini gözümüzün önüne getirelim. Alex artık Fenerbahçe’de futbolcu olarak son yıllarını, muhtemelen de yılını yaşıyor. Alex de Souza ile buruk ayrılmamak lazım. Ona yakışır bir biçimde, takımın da menfaatleri doğrultusunda zamanı geldiğinde vedalaşmayı bilmek lazım. Futbol dünyası küçük, Alex ile Fenerbahçe’nin yolları elbet tekrar kesişir, bunu da unutmamak lazım…

16 Eylül 2012 Pazar

Zavallı Pintos ve "Top toplayıcı Çocuk"



Tarih: 16 Eylül öğleden sonra civarları
Yer: Kasımpaşa Tayyip Erdoğan Stadı

Olay: Maçın son dakikalarında gol atan Kasımpaşalı Pintos gol sevinci sırasında formasını çıkartır.. Bunu gören kimilerine göre "top toplayıcı çocuk" kimilerine göre ise "bir taraftar" kod adlı şahıs sinsice Pintos'a yaklaşır. Olanca karizması ve artistliğiyle tribünlere hava basan Pintos olan bitenden habersizdir. İşte tam o nahoş anda "top toplayıcı çocuk" veya "bir taraftar" hareketini yapar ve zavallı Pintos'un formasını araklar. Başta Pintos olmak üzere kimse bir süre için ne olduğuna anlam veremez. Bu yarattığı şaşkınlık anından yararlanan "top toplayıcı çocuk" tribünlere doğru koşar ve formayı fırlatır. Zavallı Pintos çıplak kalır.

Vay arkadaş, bunu da gördük.

http://s7.directupload.net/images/120915/p7eefsio.swf

Galatasaray'dan 4 Maçta 10 Puan


Bugünkü Antalyaspor maçıyla ilgili çok detaylı bir yazı yazma gereği görmüyorum. Maç başladı, kısır ve pozisyonsuz geçerken Galatasaray 2 gol bulup maçı rahatlattı, sonra da rakip 10 kişi kalınca zaten iş bitmişti. Galatasaray adına bu maçın rahat geçmiş olması büyük avantaj tabi. Çarşamba günü Manchester United deplasmanına gitmeden önce takım ekstra efor sarf etmeden, ters gelen bir deplasmandan üç puanla evine dönüyor.Öyle ki, bir pozisyonda sert bir darbe alan Hakan'ın yerine Çağlar'ı ve formunu yükseltmeye çalışan Yekta'yı da izleme şansı bulduk.

Maç ile ilgili bana kalırsa en önemli ayrıntı Galatasaray'ın skordan bağımsız olarak golü kovalıyor olması. Amrabat ise çok değerli bir katkı olabileceğinin sinyallerini veriyor. Nazar değmesin topa çok iyi vuruyor ve fiziksel olarak çok kuvvetli. Bunun yanında her boşta kalan topu kovalıyor. Ki bu da bugün Umut'un golünün, Bursaspor karşısında ise Burak'ın golünün baş sebebidir. Öte yandan Selçuk yine birkaç pozisyonda "killer ball" ustası olduğunu gösterdi. Cris sırıtmadı ama ManU maçını bekleyelim yine de.

Benim kısaca değinmek istediğim nokta, Galatasaray'ın çok iyi bir görüntü çizmemesine rağmen zorlu bir süreçten 10 puan çıkartmış olması. Geçtiğimiz sezon yepyeni bir kadroydu ve bu nedenle sezon başında beklenmedik puan kayıpları yaşanmıştı. Sonra takımın yavaş yavaş daha iyiye gidişine tanıklık ettik. Bu sene ise hazır olmamasına rağmen mevcut sistemini bozmayan ve istikrarı sürdüren Galatasaray, gayet iyi bir başlangıç yaptı. Daha da üzerine koyarak devam edeceklerine şüphem yok. O yüzden bu süreçte Kasımpaşa, Beşiktaş, Bursa, Antalyaspor gibi zorlu bir süreçten 10 puan çıkartmak çok önemliydi.

Şimdi hedef Manchester United. Normal şartlarda mağlubiyet beklentisi oluşur herkeste ama Fatih Terim'in yarattığı o enerji ve o inanç herkese yayılmış durumda. Çarşamba günü herkes puan beklentisiyle televizyonlarının, bilgisayarlarının başına geçecek. En önemlisi de bugün Terim'in tekrardan dediği gibi, kaybetmekten korkmayan, Old Trafford'da bile sistemini bozmayan bir Galatasaray'ı izleyecek olmamız büyük keyif.

13 Eylül 2012 Perşembe

Beşiktaş 2012/2013


Yeni yönetim, yepyeni bir ekonomik politika

Beşiktaş, yeni sezonda son birkaç yılın transfer mantalitesine göre tam anlamıyla zıt bir görüntü çizdi. Bunda geçmiş 8 yılın başkanı Yıldırım Demirören’in Beşiktaş başkanlık koltuğundan TFF’ye terfi(!) etmesi, arkasında Fikret Orman başkanlığındaki yeni yönetime ciddi bir enkaz bırakması önemli bir faktör. Öyle ki, geçtiğimiz yıllarda transfere yıllık ortalama 10-12 milyon Euro civarı para harcayan Beşiktaş’ın bu yıl yaptığı transferlerin toplam bonservis maliyeti yalnızca 1 milyon 550bin Euro’da kalmış oldu. Hatırlarsınız, Fikret Orman’ın ilk seçildiği dönemde kullandığı “ekonomik küçülme” politikası, çok ciddi tartışmalara sebep olmuştu. Muhalif kesim, anında goygoylara başlayarak “Beşiktaş küçülemez” tarzı söylemlerle gündemi germişti. Ancak şöyle bir bakıyoruz, transferde yalnızca oyuncu bonservislerine 22 milyon Euro harcandığı 2009-2010 sezonunda 4. olan bir Beşiktaş görmekteyiz. Bakalım 1.5 milyon Euro harcanan bu sezon, har vurup harman savulan ( bknz Tabata 8 milyon € ) o sezondan daha kötü bir Beşiktaş mı izleyeceğiz ? Hiç sanmıyorum…


Yeni teknik direktör ile bambaşka bir Beşiktaş 


Bu yeni yapılanmanın başına getirilen hoca ise Samet Aybaba oldu. İlk geldiği günlerde çok tartışılsa da, gençlere verdiği önemle bilinen Aybaba, eğer Hasan Türk gibi, Oğuzhan Özyakup gibi, Necip Uysal gibi, Muhammed Demirci gibi gençlerin gelişimine katkı sağlar ve cesurca forma verebilirse bu genç oyunculara, büyük bir başarı sağlamış olur. Bir bakıma Beşiktaş’ın asıl transfer politikası, dışarıdan yığınla bonservisle alınan oyuncular değil, kendi altyapı oyuncularını A takıma kazandırmak olmuş oldu bu sezon. Zaten kamuoyunun da Beşiktaşlıların da sezon öncesi oluşan olumsuz atmosfer dolayısıyla şampiyonluk beklentisi yok, “bu sezon geçiş dönemindeyiz, genç oyuncuları kazansak yeter” diye düşünülmekte. Bu bahsettiğimiz şampiyonluk beklentisinin olmaması, belki de Samet Hoca’nın elini güçlendirecek. Aksi takdirde yine büyük yıldızlar transfer edilmiş olsa idi, alınan ilk 2 mağlubiyette çatlak sesler baş gösterecekti. Belki yine de bu çatlak sesler olacak ama dozunun geçtiğimiz yıllara göre daha az olacağı aşikar, mevcut “yıldız”sız kadro ile. Asıl kafamdaki soru işareti ise, Beşiktaş’ın şampiyonluğu kovalayıp kovalayamayacağı değil, Samet Aybaba’nın bu oyuncuların gelişimine bir Fatih Terim misali katkı verip veremeyeceği. Pek ümitli değilim, ancak izleyip göreceğiz, önyargılı yaklaşmamalı asla…

Bu sezonun kadro yapısına bakacak olursak.. 

Genel anlamda kadro yapısında ve oyun anlayışı da geçen yıllara göre tamamen zıt olacak Beşiktaş’ta. Özellikle geçen yıl birçok maçta, at Quaresma’ya, çalımlayıp geçsin pozisyon bulalım, top kaybedip de geri dönmeyince kontra yiyelim mantalitesi kesinlikle yok Beşiktaş’ta. Hep şunu dedim bu sezonun başından beri, geçen sezona göre kadro kalitesi ciddi anlamda tartışmaya açık, hatta bu kadro kalitesi ilk 3ü zorlar mı o bile tartışmaya açık, ancak takım olarak çok koşma ve mücadele etme anlamında çok daha gayretli bir Beşiktaş izleyeceğiz bu sezon. Şimdi gelin, bölge bölge Beşiktaş’ın bu sezon kadrosunu değerlendirelim :

Az gol yemek çok kritik  


Beşiktaşlılar, geldiğinden beri Cenk Gönen’den patlama bekliyorlar. Evet genç ve potansiyelli bir kaleci, ve kaleciler hata yaptıkça gelişirler bu bilinen bir gerçek. Ancak artık birçok kişi, “Cenk olmayacak abi” görüşünde birleşmeye başladılar. Aslında enteresan bir kaleci Cenk, zaman zaman oldukça zor ve yakından gelen topları inanılmaz bir refleksle çıkartabiliyor, ancak bazen yaptığı pozisyon alma ve zamanlama hataları, çok daha basit golleri kalesinde görmesine ve bu sebeple eleştirilmesine sebep oluyor. Maç içerisindeki konsantrasyon problemini geliştirirse çok iyi yerlere gelebilir, ancak şuanki durumda Beşiktaş’taki tek kaleci olması ciddi risk arz etmekteydi ve bu yüzden Glasgow Rangers’dan Allan McGregor bonservisi elinde transfer edildi. Açıkçası İskoçya Ligi’nin çok takip edilen bir lig olmaması dolayısıyla kendisini çok iyi tanımıyoruz, ligdeki ilk 2 maçta da sakatlığı nedeniyle forma giyememiş, Karabük maçında ise nerdeyse kendisine top gelmeden maçı bitirmişti. Ancak yıllardır İskoçya Milli Takım kalesini koruması, tecrübeli kalecinin çok sırıtmayacağını, iş yapacağını göstermekte. Savunma hattına bakacak olursak ise, çok güven vermeyen bir hat olduğunu görmekteyiz. Sağ bekte Hilbert’in yeri garanti iken, sol bekte İsmail’in şanssız ve uzun sakatlığından dolayı Uğur Boral’ı orada izleyeceğiz. Uğur, sol kanat orijinli bir oyuncu, yani asıl bölgesi bek değil. Dolayısıyla her ne kadar hücuma destek verse de, savaşsa da, defansta ciddi zaaf yaratabilecek bir oyuncu, bunu Galatasaray maçında görmüştük. Stoperde ise en büyük kazancın sözleşmesi bittikten 1-2 ay sonra tekrar anlaşılan ve yuvaya dönen Sivok olduğunu düşünüyorum. Egemen’in ayrılışıyla transfer edilen Escude ise yılların tecrübesi, ancak izlediğim kadarıyla ciddi hantallaşmış, kendini toparlamazsa bu haliyle Toraman’ı kesemez. Ersan’a ise üzülmekteyim, art arda geçirdiği 2 ön çapraz bağ sakatlığı, futbolundan çok şey götürmüş. Bu saatten sonra Ersan geri dönebilir mi ? Umuyoruz…

Orta sahada Fernendes ve çetesi


Beşiktaş’ın orta sahasına baktığımızda, mücadele gücünün, rakibe basıp bozmanın üst düzeyde olduğu bir orta saha görmekteyiz. Bu konuda başı çeken oyuncu geçen yılki gibi yetenekleri kısıtlı ancak “ciğersiz” Veli Kavlak olacaktır. Ona, geçen sezona nazaran bu yıla fena başlamayan Necip Uysal ve birkaç ay önce ilk defa adını duyduğumuz, bir anda altyapıdan A takıma fırlayan Hasan Türk eşlik edecektir. Bir diğer merak edilen isim Oğuzhan ise, izlediğimiz kadarıyla oyun görüşü çok iyi, etkili kısa-uzun paslar atabilen bir oyuncu, ancak Türkiye liglerinde oynayabilmesi için fizik gücünü 2 gömlek daha geliştirmesi gerektiği bir gerçek. Gelelim Beşiktaş’ın bu sezonki lideri, en yetenekli oyuncusu Fernandes’e… Asıl Beşiktaş’ın handikapı da aslında bu bölgede. Fernandes tartışmaya açık olmayacak kadar iyi bir orta saha benim gözümde, ancak Fernandes’in sakatlandığı yada cezalı olduğu bir durumda, Beşiktaş’ın çok ciddi sıkıntı yaşayacağını düşünmekteyim. Öyle bir durumda oyunu kim yönlendirecek, merak etmekteyim doğrusu. Çünkü belirttiğim gibi, o bölgede tek bir lider var o da Fernandes, alternatifi yok.

Kanatlar ve forvet hattında alternatif yetersizliği


Kanatlarda ise çok koşan, mücadele eden, beğendiğim Olcay Şahan ve sezona Galatasaray maçıyla iyi bir giriş yapan Filip Holosko’yu görmekteyiz. Alternatifleri ise yine genç bir oyuncu olmasına rağmen izlediğim kadarıyla özgüvenli ve üzerinde durulursa gelecekte iyi olabilecek bir Erkan Kaş ve Beşiktaş için yetersiz bulduğum Mehmet Akyüz var. Şu dar kanat rotasyonunda Burak Kaplan’ın düşünülmeyerek kadro dışı bırakılmasını ise çok ciddi bir hata olarak görmekteyim hemen belirteyim.

Forvet konusuna gelince, bir yazımda da bahsetmiştim. Beşiktaş’ın gündeminde olan ve mutlaka yapması gerektiğini düşündüğüm, bitirici özelliklere sahip bir forvet transferini Beşiktaş yönetiminin bitirememesini, bir nevi yeni yönetimin acemiliği olarak görmekteyim. Sezon başında bile Mustafa,Almeida,Holosko,Batuhan hattı yetersiz bulunurken, Mustafa’nın uzun sakatlığı, Almeida’nın ayrılık istemesi ancak talibinin çıkmaması, kafa olarak oyuncunun kendini bu saatten sonra ne kadar Beşiktaş’a verebileceği, forvet hattına büyükçe bir soru işareti koymamıza neden oluyor. Son gün bombası olan Nene transferini gerçekleştirebilmiş olsaydı Beşiktaş yönetimi, yukarıda uzunca bahsettiğimiz koşan, mücadele eden bir kadroya kaliteli bir gol ayağı katarak büyük iş yapmış olurdu, olamadı, neyse.

Son olarak ;

Dikkat ettiyseniz, yazım boyunca Ricardo Quaresma’dan bahsetmedim. Çünkü bu durum bana kabak tadı vermeyi de geçti, artık hiçbir tat vermiyor. Çok sıktı bu Q7 haberleri, muhabbetleri, bu konunun bir an önce bir sonuca bağlanmasını diliyor ve Beşiktaş’ın bu ilk 3 haftada beklentilerin üzerinde performansının önümüzdeki haftalarda nasıl devam edeceğini merakla bekliyor olacağız…

8 Eylül 2012 Cumartesi

Galatasaray 2012/2013




Atılmış temele binayı inşa etmek...

Galatasaray için önemli ve bir o kadar da riskli bir transfer dönemi geride kaldı. Bir çok takım bu tarz şampiyonluklar ve benzeri başarılardan sonra yaptığı yüklü ve yersiz yatırımların altında ezilmiş ve bir anlamda geleceğini ipotek altına almıştır. İşte doğru işler yapılmazsa Galatasaray için de bu tehlike ufukta baş gösterebilirdi. Fatih Terim'in büyük başarısı sonucunda mevcut kadro şampiyonluğa ulaşsa da ortak ve doğru görüş bu kadronun Şampiyonlar Ligi platformunda başarılı olmak için yetersiz olduğu yönündeydi. Yapılması gereken doğru yabancılarla atılmış olan mevcut temele, doğru malzemeleri ekleyerek binayı inşa etmekti. Bina yaparken ucuza kaçarsanız, kaliteli malzeme kullanmazsanız karşılaştığınız bir depremde (ki o depremle karşılaşılacak) televizyonda ana haberleri süslersiniz. Galatasaray'ın da kaliteli takviyeler yaparak, Türkiye'de tekrardan şampiyonluğa ulaşacak, Avrupa'da ise belli bir noktaya ulaşabilecek bir takım kurmalıydı. Bu bahsettiğim Avrupa hedefini gerçekçi koymak da bir o kadar önemli. Çünkü Galatasaray'ın UEFA başarısı, Türk takımlarında ister istemez bir hedef ilizyonu oluştu. Yıllar boyu Edirne dışına hangi takımımız çıksa "bu sene UEFA'yı alırız" goygoyu döndü. Olmuyor işte, o kadar kolay değil bu iş. Bu tarz başarılara ulaşabilmek için Avrupa deneyimi gerekiyor. Bu yeni oluşturulan Galatasaray'ın da Avrupa'da kalıcı olması için bu yatırımların yapılması gerekiyordu. Bunun gerekliliğini tartışanın vizyonundan şüphe ederim. Esas tartışılması gereken bu yatırımların doğru kişilere yapılıp yapılmadığı. Bu konuda herkesin aynı fikirde olması zaten beklenemez.

Transferlerden sonra oluşan yeni kadro yapısı...

Galatasaray bu sezon transfer döneminde 22 milyon 400 bin avro bonservis bedeli ödedi. Kimi oyuncular beklenilenden pahalıya mal oldu, kimileri ise uygun miktarlara kadroya katıldı. Bu dönemde 8 oyuncu ile yollar ayrılırken, 8 oyuncuyla sözleşme imzalandı. Milan Baros ve Albert Riera başta olmak üzere bazı oyuncular ise alıcıları çıkmadığı (belki de tatmin edici teklifler gelmediği) için kadroda kaldı. Galatasaray geçtiğimiz sezon sıkıntı yaşadığı bölgelerin hemen hemen hepsine gerekli takviyeleri yaptı diyebiliriz. Kimileri tuzlu olmakla beraber, üç kulvarda mücadele edebilmek için bu gediklerin doldurulması son derece önemliydi. Bundan sonra Fatih Terim'in yapması gereken bu yetenekli oyuncu topluluğunu bir arada oynamaya alıştırmak. Keza geçtiğimiz sezon Galatasaray'ın şampiyonluğunun temel nedenidir, takım oyunu oynamak. Bu update edilmiş kadro ile geçen sezonki uyum yakalanabilirse, oldukça iyi bir takım karşımıza çıkacak. O zaman da bu yapılan yatırımların karşılığının alınacağını düşünüyorum. Şimdi kadroyu biraz daha detaylı bir biçimde incelemek gerek.



Başarının olmazsa olmazı, "iyi savunma"...

Sarı Kırmızılıların kalesi uzun zaman için güvende görünüyor. Mondragon'un gidişinden beri yaşanılan kaleci krizine noktayı koydu Muslera. Refleksleriyle, topu oyuna iyi sokmasıyla, sürekli oyunu takip ediyor olmasıyla, ön sezilerinin gücüyle ve hepsi bir yana 1.91 boyuna rağmen sahip olduğu kıvraklıkla son derece üst seviye bir file bekçisi. Muslera tamam ama onun önündeki hat s.o.s veriyor. Galatasaray'ın en sıkıntılı olduğu bölge diyebiliriz. Özellikle de Ujfalusi'den çapraz bağlarının kopması nedeniyle uzun süre faydalanılamayacak olunması, başta Terim olmak üzere herkesi ürkütüyor. Ufja'nın yokluğunda Semih'in partneri ilk etapta Dany oluyor. Dany'nin kötü oynuyor olmasından kaynaklı değil ama bu ikilinin uyumunda sorun var. Dany - Semih tandemi olduğu zaman savunmada Ujfalusi'nin toplayıcılığının eksikliği daha da göze batıyor. Semih'in de Dany'nin de hamle yapmak için ileri çıkması, iki oyuncunun da zaman zaman yerini boşaltmasına ve pozisyon verilmesine sebep oluyor. Bu toplayıcılık görevini özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında sırtlaması için Cris transfer edildi. 35 yaşındaki Brezilyalının bu katkıyı verip veremeyeceği, fiziksel olarak ne durumda olduğuna bağlı. Tecrübe bir yana, Şampiyonlar Ligi'nde ağır kalan stopere cezayı kesmekte gecikmezler. Bu anlamda benim için ciddi soru işaretleri var ama tamamen olumsuz da bakmıyorum. Sağ bekte Eboue'nin, sol bekte Hakan Balta'nın yerleri garanti. Bu iki oyuncudan sürpriz yaşanacağını düşünmüyorum. Geçtiğimiz sezona yakın bir performans ortaya koyacaklardır. Sağ bekte alternatif olarak Sabri ve Hamit kullanılabilir. Yalnız hızlı ve dribblingci kanatlara sahip olan rakiplere karşı Hamit'i bekte kullanmak da bir nevi intihar. Hem takıma, hem Hamit'e yazık. Sol bekte ise alternatif sıkıntısı olduğunu sağır sultan bile duydu. Keza bu bölgeye transfer yapılmak istendi ama olmadı. Elde kalan Riera'nın bu bölgede değerlendirileceğini düşünüyorum. Hakan Balta'nın sakatlanması halinde, tabi ki sıkıntı büyük olacak.



Box to box bir orta saha hattı...

Galatasaray'ın geçen sezon rakiplerine kıyasla en büyük fark yarattığı bölge şüphesiz orta sahaydı. Melo - Selçuk ikilisinin muhteşem uyumu şampiyonluğun çilingiri oldu. Alışılagelmiş tabirle "modern orta saha" dediğimiz bu arkadaşlar, hem savunmada hem hücumda aktif ve üretken olmalı. Bu da Lorik Cana veya Misimovic tarzı oyuncuların daha az rağbet görmesine sebep oluyor. Neyse konumuzdan uzaklaşmayalım. Bu sezon Selçuk'un savunmanın arkasına yollayacağı uzun toplar yine öldürücü olmaya aday. Hem bu sefer iyi anlaştığı Umut ve Burak da onun paslarına hareketlenmek için hazır bekleyecek. Galatasaray geçen sezon Melo - Selçuk ikilisiyle orta sahada iki göbek oyuncusuyla oynuyormuş gibi gözükse de, Engin Baytar ve Emre Çolak'ın bu ikiliye sürekli olarak verdiği desteği gözden kaçırmamamız lazım. Galatasaray bir nevi "kanatsız" şampiyon oldu diyebiliriz. Çolak ve Engin kanattan çok göbek oyuncusuymuş gibi oynadılar. Bu sene bu anlayış değişiyor. Değişmesi de gerekiyordu zaten, keza bu kanatsız oyun Galatasaray'ın hücum üretkenliğini ziyadesiyle baltalıyordu. 2013 model Galatasaray'da sol kanat Amrabat'a, sağ kanat ise Hamit'e teslim edildi. Amrabat oynadığı maçlarda gösterdi ki, ödenen 8.6 milyon avro bonservis bedelinin gölgesini üzerinden atabildiği zaman çok faydalı bir oyuncu olacak. İçe dışa çalım atabilmesi, orta ve şut tekniklerinin oldukça iyi olması bir yana muazzam bir istekle oynuyor Faslı delikanlı. Takımla uyumsuzluğunu ise gerekli gereksiz yaptığı ortalardan pas atması gerektiğinde çektiği şutlardan vb. anlayabiliyoruz. Amrabat zamanla çok daha iyi olacağının sinyallerini verdi. Ters kanatta ise Hamit kötü formuyla biraz göz korkutsa da bence büyük bir kazanç. Versatil kimliğinin yanında Galatasaray'a karakter ve yetenek katacak. Real Madrid'de geçirdiği bomboş sene onu fiziksel ve oyun temposu olarak çok gerilere götürmüş ama bir kaç hafta içerisinde kendisini bulacağını düşünüyorum. Eboue'nin ilk geldiği zamanki formsuzluğuna benzetiyorum biraz.

İlk 11'den gözümüzü ayırıp yedek kulübesine bakarsak orada hevesle oturan ve her geçen ay futboluna bir şeyler katan Emre Çolak'ı göreceğiz. Şimdiye kadar Emre ilk 11'de sahaya çıktı ve son derece de başarılı oldu ama ben Amrabat'ın formayı kendisinden çalacağına inandığım için yedek kulübesine yazdım. Yedek veya ilk 11, Emre Çolak bu sene Galatasaray'ın rotasyonunun çok değerli bir parçası olacak. Engin'in uzun süre olmayacak olması tabi ki ciddi bir kayıp. Malum geçen senenin en önemli parçalarından biriydi. Fakat eldeki oyuncular form tuttukça, Engin'in yokluğunun çok fazla vurmayacağını düşünüyorum. Bu anlamda son dakika transferi Furkan Özçal ve benim artık pek umudumun olmadığı Yekta'nın ne yapacağı da belirleyici olacak. İkisinden en azından birisi iyi oynasa yeter. Fatih Terim ile beraber Dr. Jekyll'den Mr. Hyde'a dönüşen Aydın Yılmaz'ı da hor görmemek lazım. Özellikle ikinci yarılarda girip oyunun anlık olarak temposunu değiştirebilecek bir adam Aydın.



İki formaya beş talip...

Johan Elmander, Umut Bulut, Burak Yılmaz, Milan Baros ve Sercan Yıldırım. Galatasaray'ın elinde son derece zengin ve hatta bence gereksiz kalabalık bir hücum hattı var. Kalabalığı yaratanlar da kutup yıldızı aşikar: Milan Baros ve Sercan Yıldırım. Şahsen Baros ile herhangi bir şekilde yolların ayrılmasını, Sercan'ın ise kiralık gönderilmesini bekliyordum. Bu hamleler yapılabilseydi, bana kalırsa ikisinden de daha verimli olacak olan Necati kadroda kalabilirdi. Neyse yapacak bir şey yok. Baros'un ismi Şampiyonlar Ligi kadrosuna dahil edildi ama hazırlık maçlarına bile çıkartılmıyor, bu da ayrı bir saçmalık. Madem bu adam elde kaldı, gerektiği zaman kullanabilmek için hazır tutulması gerekiyor. Sercan ise kupa maçlarının aranılan adamı olacaktır. Yoğun fikstürde rotasyon yapmak şart, Sercan da bu işi görür.

Neyse gelelim esas çocuklara. Galatasaray'ın ileri ikilisi sezonun büyük bir kısmında  Burak - Elmander ve Umut üçlüsünden oluşacak. Umut müthiş formuyla formasına sıkı sıkıya yapışmış durumda. Yaptığı hücum presle ve sürekli golü aramasıyla formayı giydiği andan itibaren fark yaratmaya başladı Umut. Partnerinin kim olacağı hem rakibe göre hem de anlık form durumlarına göre değişim gösterecektir. Savunmadan top çıkartmakta sıkıntı yaşayan rakiplere karşı Elmander - Umut ikilisinin yaptığı baskı tam anlamıyla bir kabusa dönüşüyor. Bu tabi ki çok önemli bir silah ama madalyonun diğer yüzüne de bakmak gerekiyor. Umut ve Elmander'in bitiricilik sıkıntıları beraber oynadıklarında daha büyük bir sorun haline geliyor. Bu anlamda Burak'ın bir şekilde bu takımda olması gerektiğini söyleyebiliriz. Yalnız Hamit ve Melo'nun şu an için (bence ikisi de toparlanmaya başladı) istenilen düzeyde olmaması, Elmander'e ihtiyacı biraz daha arttırıyor. Elmander'in orta sahaya dönük de oynayabilmesi bu ikilinin fiziksel açıklarını kapatmakta önem arz ediyor. Yine de Burak'ın kısa süre içerisinde formasını kapacağını düşünüyorum. Bitiricilik önemli arkadaş..

Bitirmeden..

Fatih Terim: Adını en tepeye yazmak gerekiyor. Galatasaray'ın tartışmasız en büyük avantajı. Uzun uzadıya Terim'i anlatmaya gerek yok. Elindeki kadrodan yine maksimum verimi çıkartabilirse, Galatasaray'ın önü açık.

Scott Piri: Galatasaray'ın gizli kahramanı. Bütün takım fiziksel gücünü ona borçlu ve geçtiğimiz sezon Galatasaray'ın rakiplerine kıyasla nasıl seviyede pres yaptığını gördük. İşinin erbabı bir performans uzmanı.

Selçuk, Melo ve Muslera: Tabi ki çok önemli başka oyuncular da var ama bu üçlünün performansı Galatasaray için hayati önem taşıyor. Eboue bir kötü oynayabilir, Hamit kötü oynayabilir ama bu üçlüden kötü oynayan olursa telafisi çok zor oluyor. Amaç Şampiyonlar Ligi'nde gruptan çıkmak ise, bu üçlünün rolü çok büyük.

7 Eylül 2012 Cuma

Portakal Soyulur mu?


Şöyle bir geçmiş karnemize bakarsak risk almayan cevabımız, "hayır" olmalı. Fakat doğru bir oyun anlayışıyla çıkarsak puan koparma şansımızın olduğunu düşünüyorum. Bunun da sebepleri var. Öncelikle Hollanda, son Avrupa Şampiyonasında yaşadığı hezimetten sonra oyun anlayışını baştan aşağı değiştiriyor. Hepimizin çok eleştirdiği Bert Van Marwijk yerini, "harbi Hollandalı" Van Gaal'a bıraktı. Bu değişim de Hollanda'nın tekrardan 4-3-3 dizilişiyle saldıran, kanatları fazlasıyla kullanan ve hızlı top oynayan bir ekip olacağı anlamına geliyor. Avantajımız şu ki, bir süredir bambaşka bir oyun oynayan Hollanda bir anda dönüşen sistemde tam performans veremez. Uyum sorunu yaşamaları muhtemel. Kulüp bazında 4-3-3'ün kralını oynamış oyuncular olsa da, milli takımda işler farklı.

Peki biz bu akşam nasıl sahaya çıkmalıyız? Kalede büyük ihtimalle Mert olacak. Genç oyuncu çok iyi maçlar çıkartsa da, kimi maçlarda yaptığı tecrübesizlik hatalarından dolayı pek güven vermiyor. Bu maçta alternatif olarak Tolga'yı değerlendirebileceğimizi düşünüyorum. Sağ bekte Gökhan'ın yeri banko. Sol bekte ise benim tercihim Hasan Ali'nin yerine daha tecrübeli ve savunma yönü daha ağır basan Hakan Balta olur. Göbekte Egemen - Ömer ikilisini izleme ihtimalimiz çok yüksekti ama Egemen sakatlığı nedeniyle oynayamayacakmış. Durum böyle olunca Semih'in sakatlığı yoksa kesin o oynamalı. Gerçi savunmada kim oynarsa oynasın her daim sıkıntı yaşıyoruz zaten ama bütün maç konsantrasyonumuzu üst düzeyde tutmalıyız. Savunmayı sadece defans hattına bırakırsak Hollandalılar bizi darma dağın eder. O neden orta sahanın kurgusu savunma ağırlıklı olmalı. 


Savunmanın önünde kesinlikle Topal - Emre ikilisiyle çıkmalıyız. Bu iki oyuncunun varlığı bizim bir anlamda sigortamız olacak. Yeri gelince Hollanda'nın beyni Sneijder'e yapacakları presle oyun kurmalarını engelleyebiliriz. Topal - Emre tandeminin önünde ise, orta sahada hücumun yönlendiricisi olarak Selçuk İnan olur. Selçuk'un milli takım performansının Galatasaray performansının altında kaldığını düşünüyorum. Bu maç Selçuk'un aktif olması lazım, geçen maçlardaki gibi silik bir görüntü çizerse yine sorun yaşarız. Forvet hattımızın solunda Arda'yı ileride Umut'u kesin görürüz ama sağ açıkta forma henüz belli değil. Oraya benim için iki aday var, Burak Yılmaz ve Sercan Sararer. Hollanda'nın üzerimize saldıracağını ve oyunu bizim yarı sahamıza yıkmaya çalışacağını düşünürsek, savunmalarının arkasına sarkmak bizim baş silahımız. Durum bu olunca Selçuk İnan'ın besleyeceği Burak Yılmaz'ın ismi öne çıkıyor ama sağ açıkta ondan iyi verim alamıyoruz. Sercan da top kullanabiliyor, dribbling üzerinden iyi asist çıkartabiliyor olmasıyla formaya aday. Sanırım ilk tercihim "formdaysa" (nasıl durumda bilmiyoruz) Sercan olur.

İşimiz zor ama puan çıkarmak kesinlikle imkansız da değil. Manu'ya transfer olan Van Persie çok formda, ona özellikle dikkat etmeliyiz. Ancak bizim için kilit nokta, takım olarak yapacağımız pres. Mücadelemizi maç boyunca yüksek tutabilirsek, istediğimizi alıp evimize dönebiliriz. Çünkü onların da savunma zaafları var, biz de pozisyonlara gireceğiz. 2014 Dünya Kupası için ilk adımımızı bugün atmamızı umut ederek, haydi çocuklar bacağınıza kuvvet.

6 Eylül 2012 Perşembe

Beşiktaş'ta transfer beceriksizliği


Transfer döneminin son 1-2 haftasını, özellikle de son gününü oldukça hareketli geçirdi Beşiktaş. Kimlerle anlaşmak üzereyiz demedi ki yöneticiler ? "Lazovic gelmek üzere", "Zarate'de ufak pürüzler kaldı", "Chamakh ile görüşüyoruz", "Drenthe İstanbul uçağına binmek üzere" ve son olarak "Nene ile anlaştık" söylemleri... Gökhan Süzen'in de borsaya  bildirilmesi de cabası olsun. Peki elde ne var ? Sıfır.

Sezon öncesinde bile, Beşiktaş'ın forvet ihtiyacı konuşulmakta idi. Mustafa, Almeida, Holosko ve Batuhan'dan oluşan forvet hattı yeterli değildi (Mehmet Akyüz'ü hiç saymıyorum). Sonrasında Mustafa Pektemek'in yaklaşık 6-7 aylık ciddi sakatlığı, Almeida'nın resmen takımdan ayrılmak istemesi, daha büyük sıkıntıya soktu futbolun bu olmazsa olmaz bölgesi olan forvet hattını.

Evet Almeida satılamadı, takımda kaldı. Ancak bu kafayla ne kadar katkı verir, ciddi soru işareti. Dolayısıyla, ben ne kadar ekonomik sıkıntı içinde olsa da yönetimin, bu adı geçen isimlerden birinin bir şekilde alınması gerektiğini düşünüyordum (bahsedilen isimlerin yıllık kazançlarının da, şuanda düz koşu yapan Quaresma'nın yıllığının yarısından bile az olacağını belirtmek gerekir burada). Zaten takım olarak çok koşan, mücadele eden ancak kalite olarak tartışmaya açık bir kadroya sahip olan Beşiktaş'a katılacak kaliteli bir hücum oyuncusu, ciddi ivme katabilirdi takıma.

Sonuç olarak, şu son günlerde, onca isim geldi geliyor dendi, ancak yönetim transferde bitiricilik konusunda sınıfta kaldı kanımca. Yine de yönetimin en büyük hatasının transferi yapamamaları değil, basına bu kadar konuşmalarını, transfer harekatlarının basınla gereğinden fazla paylaşılması olduğunu düşünüyorum. Belki bu isimler bu kadar fazla gündeme gelmeseydi (yöneticilerin kendi demeçlerinden), eleştiri dozu bir seviye aşağıda olacaktı. Mesela bir son dakika transferi olan Galatasaray'ın Furkan Özçal hamlesini basında duymuş muyduk acaba Nene kadar ?

5 Eylül 2012 Çarşamba

Furkan Özçal Galatasaray'da


Yaptığı önemli transferlere rağmen, orta sahanın ortasında alternatif sıkıntısı yaşayan Galatasaray, Kayserispor'un genç oyuncusu Furkan Özçal ile 4 yıllık anlaşmaya vardı. Melo ve Selçuk İnan'ın yerinin garanti olduğu orta sahada Engin Baytar'ın uzun süreli cezası bu bölgedeki ana rotasyonu sıkıntıya sokmuştu. Yekta'nın beklenilen düzeye ulaşamaması ve Ceyhun Gülselam'ın bir türlü istenilen gelişimi gösterememesi de üç kulvarda yarışacak olan Fatih Terim'in elini sıkıntıya sokacaktı. Bu anlamda genç ve potansiyel vadeden bir oyuncu olan Furkan Özçal güzel bir hamle.

Alman altyapısından yetişen 22 yaşındaki Furkan, Kayserispor'un yolunu 1860 München takımından tutmuştu. Furkan'ın ileriye doğru oynayan ve Alman altyapısı almış olmasından kaynaklı futbolu bilen yapısı Galatasaray'ın aradığı takviye olabilir. Özellikle de Engin Baytar'ın Türkiye sınırları içerisindeki yokluğunda, Furkan onun hücuma verdiği katkının bir seviye düşüğünü verebilecek kapasitede. Sezon öncesi hazırlık kampını Scott Piri ve ekibiyle yapmamış olması, Furkan için bu sezonluk negatif bir durum elbet ama önümüzdeki sezonlarda fiziksel ve mental olarak üzerine koyarak devam edebilirse, Türkiye için büyük bir kazanç olabilir. Zira yaşı ve potansiyeli buna müsait..

Kap açıklaması: Profesyonel futbolcu Furkan Özçal ile 2012-2013 futbol sezonundan itibaren 4 futbol sezonu için anlaşmaya varılmıştır. Buna göre futbolcuya 2012-2013, 2013-2014, 2014-2015 ve 2015-2016 futbol sezonları için sırasıyla 700.000 EUR, 550.000 EUR, 650.000 EUR ve 750.000 EUR sabit transfer ücreti ve 7.000 EUR, 8.000 EUR, 9.000 EUR ve 10.000 EUR maç başı ücreti ödenecektir.

Huzur içinde yat Ediz..


Dün gece Twitter'da dönmeye başlayan bu haberi ilk gördüğümde, "umarım o salak twitter şakalarından, trollemelerinden biridir" diye ümit etmiş olsam da, ne yazık ki çok geçmeden haberin doğru olduğu ortaya çıktı. Eskişehirspor'un henüz 26 yaşındaki oyuncusu Ediz Bahtiyaroğlu, evinde geçirdiği kalp krizi sonucunda yaşamını yitirmiş.

Bakın haftada 5 gün idman 1 maç yapan, 26 yaşındaki fit bir sporcu bile ani bir kalp krizi ile gidiveriyor öbür dünyaya. Hayat böyle bir şey işte. Biz hala birbirimizi yiyelim, hala Burak kendini yere attı, Mehmet Topal elle gol attı, Cüneyt Çakır iğrenç final yönetti falan filan diye...

Müzmin Sakat Blog olarak, tüm futbol camiamız ve Eskişehirspor adına başımız sağolsun ve "Huzur içinde yat Ediz" diyoruz...

4 Eylül 2012 Salı

Meireles Fenerbahçe'nin Çehresini Değiştirir



Fenerbahçe, transferin kapanmasına sayılı saatler kala bombayı patlatarak Chelsea'den Raul Meireles'i kadrosuna kattı. Çeşitli sorular sorulabilir. Bu kadar büyük maliyete değer mi? Meireles, Fenerbahçe'nin tam olarak ihtiyacı olan adam mı? Ancak bence bir tane çıkarım var ki, tartışmaya açık değil. Raul Meireles, Fenerbahçe'nin çehresini büyük ölçüde değiştirecek çok önemli bir transfer. Önce bunu bir kenara yazalım, ondan sonra diğer tartışılması gerekenlere bakalım.

Meireles, çift yönlü bir orta saha oyuncusu. Fakat ne savunmada Melo kadar sivriliyor, ne de hücumda Fernandes kadar. Zaafları çok az olan bir oyuncu desek yanlış olmaz. Oyunu ve ne yapması gerektiğini bilen komple bir oyuncu. Aykut Kocaman'ın esas olarak oynatmak istediği sistemin 4-3-3 olduğunu göz önünde bulundurursak, Meireles'in sistemin merkezinde Baroni ile yakalaması gereken uyumunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Topal - Baroni - Meireles'ten oluşacak bir orta saha genel olarak çok güzel görünüyor. Bu üçlünün tek görünen handikapı, net olarak "oyun kurucu" kimlikli bir oyuncunun olmaması. Bu kimi maçlarda kilitlenen oyunu ve rakip savunmayı açmakta sıkıntı çıkartabilir. O noktalarda devreye girecek oyuncuların kim olacağını merak ediyorum. Fenerbahçe'nin takım halinde hücum yapması ve kişilerin günlük performanslarına bağlı kalmaması çok önemli. Eğer ki Aykut Kocaman bu kadroya efektif bir şekilde dikine pas yapmayı, kanatları doğru kullanmayı ve kolektif bir halde oynamayı aşılayabilirse Fenerbahçe'nin iş yapabilecek önemli silahları var.

Fenerbahçe bu transferle her şeyden önce kalite kattı takıma. Adamı durduk yere Liverpool'da Chelsea'de bilmem kaç maç oynatmazlar. O seviyelerde kendini kabul ettirmiş bir oyuncuyu almak da önemli bir transferdir. Bu seviyede bir transfer yaptığınızda da bunun büyük bir maliyetinin olması çok normal. Meireles için Chelsea'ye 10 milyon avro ödenecek. Elbette 29 yaşındaki bir oyuncu için biraz tuzlu denilebilir ama yapacağı katkı maliyetini arka planda bırakırsa şaşırmamak lazım. Portekizlinin yıllık ücreti ise 3 milyon avro ile başlıyor, 2.5, 2.5 ve 2 milyon olarak devam ediyor. Ortalama 2.5 milyonun makul olduğunu düşünüyorum. Bonservis konusunda bir şey eklemeden de geçmeyeyim. Meireles gibi bir adamı henüz fiziksel olarak düşmemişken, 4-5 milyon avrolara alamazsınız. Siz 7-8 milyonlara çıkabiliyor, Chelsea ise 10'dan aşağı düşmüyorsa, benim için bu transferi bitirmemek vizyonsuzluk olur. Takımın kaderinde direkt etkisi olacak oyuncular için 1-2 milyon avroların gözden çıkartılabileceğini düşünüyorum. Hele ki, bu ülkede kimlere ne paralar akıtıldığını düşünürsek. 

3 Eylül 2012 Pazartesi

Şampiyonlar Ligi Tecrübesi Cris Çıkardı


Cris'in alınışını tamamen buna bağlayabiliriz. Transferin bitmesine bir elin parmakları kadar zaman kalmışken, savunmanın bel kemiği ve komutanı olan Ujfalusi'nin kaybı çok büyük bir şoktu şüphesiz. Bu kısa zamanda yapılması gereken, Şampiyonlar Ligi tecrübesi olan, zor maçlarda savunmanın kumandasını elinde tutabilecek kalbur üstü bir stoper bulmaktı. Maliyetinin düşük olması da tabi ki tercih sebebi, keza son dakika transferlerinin ne kadar riskli olduğunu sokaktan bir çocuk çevirip sorsanız bile söyler. Hal böyle olunca transfer listesinin alt sıralarında yer alan bonservis bedelsiz Cris'te karar kılındı. Doğru mu, yanlış mı..

Son iki günde geçen isimleri düşünürsek, Cris'in imzası hayal kırıklığı. Simon Kjaer ve Kolo Toure ile standart iyice yükselmişti. Bu yükselen beklenti de 35'lik Cris'i hayal kırıklığına çevirdi diyebiliriz. Fakat Cris transferini sadece yaşından dolayı yerden yere vurmak çok yanlış. Keza Ujfalusi'den sadece bir yaş büyük Brezilyalı stoper ve muhtemelen yalnızca bu sene Galatasaray formasını terletecek. Buradaki esas eleştiri kriteri, yavaşlık olmalı. Semih'in yanına bir transfer yapıldığını göz önünde bulundurursak, bu oyuncunun biraz daha hızlı ve top kullanabilen bir isim olması beklenebilirdi. Özellikle Şampiyonlar Ligi seviyesinde Cris - Semih hattı sıkıntı yaratacaktır.

Tecrübe muhabbetine gelirsek. Twitter'da bugün paylaşılmış bir bilgi var. Türk takımları 2004'ten beri toplam 58 maç yaparken, Cris kendi başına 57 maça çıkmış. Galatasaray kadrosunun Şampiyonlar Ligi tecrübesinden yoksun olduğu gerçeği varken, böyle bir isimin takıma mental olarak katabileceği çok önemli şeyler olabilir. Örneğin soğukkanlılık, örneğin maç içinde dağılmamak ve konsantrasyonu yüksek tutmak. Ancak bu katkıyı verebilmesi için Cris'in fiziksel olarak henüz düşmemiş olması lazım. Neredeyse iki senedir hemen hemen hiç doğru düzgün Lyon maçı izlemediğim gerçeği de varken, bu konuda net bir yorum yapamam. 

Olumsuz bir ön yargı ile geliyor Cris, bakalım bir Ujfalusi etkisi yaratabilecek mi.. Sanmıyorum ama umarım yanılırım. Ne olursa olsun, bu kadar az zaman varken yönetimi eleştirmek haksızlık olur. 

2 Eylül 2012 Pazar

Galatasaray ve Fenerbahçe'nin Avrupa Görevi ve Gruplar


Başta Galatasaray ve Fenerbahçe olmak üzere o kadar başarısız bir kaç seneyi geride bıraktık ki, durumun vahametinin şaka kaldırır yanı kalmadı. Ülkeler sıralamasında Güney Kıbrıs'ın bir basamak yukarısında son derece kritik bir eşik olan 12. sıradayız. Eğer Güney Kıbrıs'a da geçilirsek, şampiyonumuz Şampiyonlar Ligi'ne katılabilmek için eleme oynamak zorunda kalacak. Ülkecek elemelerdeki muazzam karnemizi de göz önüne alırsak işimiz iş diyebiliriz. Öte yandan yayın gelirlerinde Almanya ve Fransa ile yarışmaya çalışırken, ülkeler sıralamasında Güney Kıbrıs'a diş geçirmeye çalışmamız ayrı bir ironi.

Hiç bir Galatasaraylı, Fenerbahçe'nin Avrupa'da başarılı olmasından samimi bir şekilde mutlu olup, bayram yapmaz. Aynı şekilde Fenerbahçeliler de Galatasaray başarısız olsun ister. Bunu da yadırgamamak lazım keza bu sporun ana prensibi olan rekabetin ruhunda olan bir şey. Barcelona Şampiyonlar Ligi'ni kazandığı zaman Real Madrid taraftarı seviniyor mu? Ancak mutlu olunsun veya olunmasın hem Galatasaray'ın hem de Fenerbahçe'nin yürümesi lazım. Gidebildikleri kadar ilerlemeleri lazım. Malum bir kaç yıldır çok yattık, kredimizi çok tükettik.


Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi grubu tanıdık takımlardan oluşuyor. Şampiyonlar Ligi'ne hangi Türk takımı girerse girsin 1. Torbadan nasıl oluyorsa Manchester United geliyor. Ancak ManU'lular Galatasaray'ın cehennemini iyi bilir. Daha şimdiden "cehenneme gidiyoruz" psikolojisine girmiş durumdalar. Rio Ferdinand'ın attığı tweetler de bunu kanıtlar nitelikte. Manchester United geçtiğimiz sezon Şampiyonlar Ligi'nde Basel'in ardında kalarak gruplardan elenmişti. Bu sene çok daha dikkatli ve disiplinli olacaklardır. Robin Van Persie ve Kagawa transferleriyle hücum hattını daha da zengin hale getirdiler. Galatasaray'ın özellikle savunmada çok dikkatli olması gerekiyor. Çünkü Manu bulduğunu atacaktır, affetmeyecektir. Özellikle Arena'da çatır çatır mücadele edeceğimizi ve kolay teslim olmayacağımızı düşünüyorum, ancak işimiz de zor.

2. torbadan ise olabilecek en iyi ekiplerden biri geldi, Braga. Portekiz ekibi kesinlikle küçümsenmemesi gereken bir takım. Zira son yıllarda Avrupa kupalarındaki başarılı ve istikrarlı performansları Braga'yı ikinci torbaya taşıdı. Karpaty Lviv'lere Paok'lara elenen takımlar olarak Braga gibi ekipleri küçümsemeye gram hakkımız olduğuna inanmıyorum. Braga sistemini oturtmuş ve düzenli futbol oynayabilen bir takım. Ancak kadro kalitesi olarak kesinlikle Galatasaray'ın altında. Bunu da şöyle kıyaslayabiliriz. Muslera, Burak, Selçuk, Eboue, Melo, Hamit ve benzeri bir sürü ismi almak için Braga'nın ağzının suyu akar ama maddi olarak bu tarz yıldızları finanse edemezler. Kısacası Galatasaray'ın hazır olduğu ve kendi iyi futbolunu oynadığı takdirde Braga'ya üstünlük kuracaktır. Son torbadan da Romanya'dan Cluj gruba dahil oldu. Cluj da kalite olarak kesinlikle rakip olamayacak ama mücadele olarak bizimkilerin üstünde bir seviyesi olan bir takım. İşin kilit noktası bu aslında. Galatasaray rakipleri kadar mücadele ettiği, onlar kadar savaştığı sürece kaliteli ayaklarının öne çıkmasıyla gruptan çıkabilecek güçte.


Fenerbahçe'nin C Grubundaki rakipleri de Fransa'dan Marsilya, Almanya'dan Borussia Mönchengladbach ve belki de en büyük rakibimiz! Güney Kıbrıs'tan AEL Limassol. Şöyle bir baktığımız zaman Fenerbahçe'nin tabiri caizse "pis" bir grupta olduğunu söyleyebiliriz. Marsilya - Fenerbahçe ve M'Gladbach ilk iki için son maça kadar kapışacaktır. Fransız ekibi şu ana kadar ligde 3'te 3 ile sezona mükemmel bir başlangıç yaptı. Kolay gol yemiyorlar ve savunmayı ön planda tutuyorlar. Şimdiden söyleyeyim, özellikle içeride oynanacak olan Marsilya maçı için Alex'in olmazsa olmaz olduğunu düşünüyorum. Fenerbahçe savunmadaki sıkıntılarını çözer, orta sahaya da bir isim getirmeyi başarırsa, benim için Marsilya'nın üstüne çıkmaması için bir sebep kalmaz. Gladbach ise Lucien Favre'nin başa geçmesiyle beraber başlattığı yükselişini sürdürüyor. Takımın en önemli yıldızı ve geçen yıl hücumdaki bir numaralı silahı olan Marco Reus, Dortmund'un yolunu tutsa da, yerine Twente'den Luuk de Jong transfer edildi. Bu tarz takımlarda isimlere çok fazla takılmamak lazım, malum o takım için önemli olan sistemin işlemesi. Sistemler kendi yıldızlarını çıkartıyor. Limassol deplasmanının çok sıkıntılı olacağını söylemeye aslında gerek bile yok. Siyasi unsurlardan dolayı henüz maç başlamadan oldukça gergin bir ortamla karşılaşacağız. Fenerbahçe'nin bu psikolojik savaştan galip çıkması halinde, iki maçta da çok fazla zorlanacağını düşünmüyorum. Limassol'e karşı da Alex çilingir olabilir. Malum, gol yememek için kapanacaklar..

Gruplardaki rakiplerimizi ne küçümsememiz, ne de fazla büyütmememiz gerekiyor. Biz kendi işimize bakalım, daha iyi ve daha hazır olmaya bakalım. O zaman en azından bu gruplarda başarılı olmamamız için hiç bir sebep yok. Bu sene yine hayal kırıklığı yaratmamak zorundayız..