31 Temmuz 2012 Salı

Müzmin Sakat, Televizyonda.. Konu: Galatasaray'ın Transferleri..



Müzmin Sakat ekibi olarak yeni açılan internet televizyonu Cızırtı TV'de haftalık programa başladık. İlk bölümümüz yayında.. Bu bölümde Galatasaray'ın transferleri üzerine muhabbet ettik ve "Sakatlanmayaydı İyiydi" bölümümüzde Harry Kewell'ı konuk aldık. Takiplerinizi, yorumlarınızı bekliyoruz..

>> Müzmin Sakat #1 | Galatasaray'da Transfer Dönemi

28 Temmuz 2012 Cumartesi

Ukrayna'nın Altın Çocuğu Artık Politikacı: Andriy Shevchenko



Andriy Shevchenko.. Milan'ın, Ukrayna milli takımının ve Dinamo Kiev'in efsane santrforu. 90'larda daha çocukken futbol takip etmeye başlayan, benim de dahil olduğum jenerasyonumun istisnasız her mensubunun yakından tanıdığı bir isim. Şampiyonlar Ligi tarihinin en çok gol atan üçüncü futbolcusu. İşte o Sheva artık futbol sahnesinden çekiliyor. Çekilme nedeni ise politikaya konsantre olmak. 35 yaşındaki Shevchenko'yu son olarak Euro2012'de izleme şansı bulmuştuk. Bir anlamda jubilesini bu turnuva ile yapmış oldu.

26 Temmuz 2012 Perşembe

Yeni Keita mıydı Yahu Bu Pino?



Keita’nın 8.5 milyon avro civarına satılması, benim açımdan doğruydu. Aslında Keita, tam benim izlemekten büyük zevk aldığım türde bir kanat oyuncusu. Çok yetenekli olmasının yanında, hem güçlü hem de muazzam bir hıza sahip. Ancak müthiş bir istikrar sorunu vardı. 2 maç ardı ardına şov yapıp (özellikle Sami Yen’de) 3 maç ortalarda görünmeyebiliyordu. Bu istikrarsızlığa “şovmenliğini” ekleyince, böyle büyük bir bonservis bedeli karşılığında satılmasını doğru bulmuştum. Esas yanlış bundan sonra başladı. Sen Keita gibi bir topçuyu yolluyorsan, yine gidip kaliteli bir isim alman lazım. Ucuz etin yahnisine kaçıp, adı sanı duyulmamış Pino’yu getirirsen, risk de büyük olur.

Pino belli bir takım yeteneklere sahip olsa da, futbolu gram olgunlaşmamış bir oyuncu. Nerede ne yapacağını bilmeyip, halı sahada orta sahadan şut çeken bencil çocuklar gibi. Özellikle de Rijkaard gibi bir “sistem” hocasına oldukça ters gelen bir adam. Şimdi hakkını yemeyelim, iyi maçlar da çıkardı genç oyuncu. Özellikle forvette değerlendirildiğinde biraz daha verimli olduğunu gösterdi. Yine de bu haliyle kesinlikle Galatasaray’ın futbolcusu değildi ki, zaten Fatih Terim göreve gelir gelmez Kolombiyalının biletini kesti.

Şimdi o 3 milyon avroya alınan Pino, 100 bin avro bonservis bedeli karşılığında Mersin’in yolunu tuttu. 100 bin demek zaten sembolik bir fiyat demek. Benim beklentim 300 bin avro civarında satılması yönündeydi ama bu kadara layık görülmüş. Aslında çok da normal ki, zaten dengesiz olan Pino geçen sezon ayağını kırdığı için aylarca futbol oynayamadı. Bu transfer Mersin için ucuzluğu açısından çok riskli bir iş değil. Bu deneme tutarsa, kazanç da büyük olur. Benim görüşüm Pino’nun forvette değerlendirilmesinin daha verimli olacağı yönünde. En azından o bölgede oynadığı zaman patlayıcılığını kullanarak bir şeyler üretebiliyor.

24 Temmuz 2012 Salı

Burakspor'dan Trabzonspor'a Geçiş



Trabzonspor'u zor bir sene bekliyor. İki yıl önce kendilerini şampiyonluk mücadelesine taşıyan Türk çekirdeğin belki de son parçası olan Burak da artık takımda yok.Bir önceki sezon bütün takımınızı üzerine inşa ettiğiniz bir oyuncuyu kaybediyorsanız, o oyuncunun yerine başkasını koyarak yola devam etmek yerine yeni bir sistem kurmanız daha doğru olacaktır. Keza "o gitti, bunu koyalım yürür yea" tarzındaki felsefelerin çoğu zaman başarısızlıkla sonuçlandığını görüyoruz. Bu sezon Burakspor'u veya N'doyespor'u değil Trabzonspor'u izlememiz, kendi adlarına daha hayırlı olur diye düşünüyorum.

Şenol Güneş'i geçen sezon oynattığı "tek adamcı" sistem nedeniyle eleştirmiyorum. Çünkü Burak dışında elinde bulunan forvetlerin hiç biri skorer oyuncular değil. Şöyle ki, forvet sayabileceğimiz Halil'in 7 golü, Paulo Henrique'nin 2 golü varken, ofansif orta saha rolündeki Adrian'ın golü yok. Bu Burak'ın üzerine kurulan "tek adamcı" sistemin hem bir sonucu hem de bir nedeni. Bana kalırsa Şenol Güneş'in en büyük şanssızlıklarından biri de Robert Vittek'in geçen sezonun tamamını kaplayan sakatlığı oldu. Şahsen çok beğendiğim ve Trabzonspor için kilit rol oynayabileceğini düşündüğüm beceride bir oyuncu. Bu sezona fiziksel olarak iyi çalışıp, hazır bir şekilde girebilirse, muhtemelen Güneş'in planlarında önemli bir ayırtacaktır kendine. N'doye ile ikisini yan yana izleme olasılığımız hiç de az değil.

Artık orta sahada topla buluşur buluşmaz "yolla Burak'a" stratejisini izlemeyeceğimizi umarsak, takımın benim gözümdeki yıldızı Colman'a çok iş düşecek. Zokora'nın kimi maçlarda çok iyi oynadığını gördüysek de, genellikle hücuma gereken desteği sağlayamayan bir görüntü çizdi. Bu ikilinin önünde oynayan oyuncuların da çoğu zaman yetersiz kalması, Trabzonspor'un iki sene önce Colman - Selçuk - Jaja üçlüsüyle yakaladığı efektifliği yakalamasını engelledi. Nacizane görüşüm buraya bir transfer yapılabileceği yönünde ama Adrian / Henrique ikilisinden biri vites yükseltebilirse bu açığı kapatabilir. Ancak ikisi de benim gözümde şimdiye kadar ciddi hayal kırıklığı.

Trabzon'un benim için olmazsa olmaz transfer yapması gereken bölge savunma. Sol Bamba transferi büyük bir soru işareti ve hayal kırıklığı adayı. Uzun dönem kovalanan Mathijsen gibi bir transferin gelmesi savunmanın sınıf atlması için önemli olur. Yoksa şu anki görüntü s.o.s veriyor. Sanırım Sadri Şener'in başka işlerle uğraşmaktan kendi takımına transfer yapmaya gerekli mesaiyi ayırmaması, transferde pasif kalmalarına ve rakiplerinin ardına düşmelerine neden oldu. Bir an önce Şenol Güneş'in talepleri doğrultusunda yeni oyuncularla anlaşılması lazım diyor ve yazıyı noktalıyorum.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

Burak Yılmaz'a Yer Bulmaca



Aslında o kadar da civcivli bir durum değil. Burak ya en ileride net bir "poacher" görevi üstlenecek, ya da 4-3-3'ün sağ cephesinde "inside forward" görevini. Anca kağıt üzerinde bu kadar kolay olan şeyler, yeşil sahada düşünüldüğü kadar rahat olmuyor. Burak Yılmaz çok önemli meziyetlerinin olmasının yanında, ciddi eksikleri de olan bir oyuncu. 4-4-2'nin ileri ucunda maksimum performans verecektir, o tamam da, peki ya sağ açıkta?

İşte bu, büyük ve gizemli bir soru işareti. Keza Burak bu pozisyon için gerekli olan bir kaç kritik özelliğe sahip değil. Nedir bunlar? En basitinden adam eksiltme ve çift tarafa top sürebilme / çekebilme. Adam eksiltemeyen bir kanat oyuncusu pek işlevli olmuyor. Burak hiç adam geçemiyor değil ama bunu hızıyla yapıyor, tekniğiyle değil. Bu handikapların yanında son yıllarda şut tekniğini gözle görünür bir şekilde geliştirmiş bir Burak izliyoruz. Kaleyi cepheden gördüğünde çok etkili şutlar çıkartabiliyor. Fakat buradaki kritik kelime "cepheden". Sağ açıkta oynarken bu pozisyonları sıklıkla bulabileceğinden şüpheliyim, hem de terse çalım atıp açısını açmada sorun yaşarken. Öte yandan Burak'ın en sivri özellikleri, fiziksel gücü ve sürati. Bu iki unsur, her hangi bir kanat oyuncusu için katma değer yaratacak özellikler. O yüzden bunları da pozitif sütuna ekliyoruz.

Alta alta koyduğumuzda elimizdeki bütün veriler "Burak 4-4-2'nin ideal santrforudur" diye çığlık çığlığa kulağımızı tırmalıyor. Aynı haylaz veriler, "Elmander, Burak'ın ideal partneridir." diye eklemeden geçmiyor. Tabi ki, Umut da bu işlevi görebilir, o ayrı. Haliyle 4-3-3'ün sağ açığında Burak'ı kullanmak, onun verimini en azından bir süre için ciddi ölçüde düşürecektir. Geçen sezonun 35 gollü gol kralını bocalarken görmemiz oldukça muhtemel. Peki, kanatta hiç kullanılmayacak gibi mi? Hayır o da değil. Elbet kullanılabilir, özellikle de Fatih Terim'in antrenörlüğünde kendini o bölgede de geliştirecektir. Ancak elinizde önemli bir oyuncunuz varken, maksimum verimi alacağınız bölgede değerlendirmek daha mantıklı değil mi?

Beşiktaş taraftarı ne kadar FEDAkar?


109 yıllık mazisi olan, Türkiye’nin en köklü kulüplerinden biri olan Beşiktaş, şu sıralar belki de tarihinin ekonomik olarak en sıkıntılı günlerini yaşamakta. Eh kolay değil ; Beşiktaş’ın, hatta biraz daha ileri gideyim, Türk futbolunun son yıllardaki en kötü yöneticilerinden birisi olduğunu düşündüğüm Yıldırım Demirören’in yarattığı çok ciddi bir enkaz tablosu mevcut. Son konuşulan rakamlara göre borç 450-500 milyon TL’lerde. Gelecekteki gelirlere hacizler gelmiş, kulüpte çalışan personel ve futbolcular maaşlarını alamıyor yada uzun gecikmelerle alabiliyorlar. Hatırlayacağımız üzere, son tokat da UEFA’dan gelmiş, Beşiktaş ekonomik sebeplerden Avrupa kupalarından 1 yıl men edilmişti. Özetle, tablo hiç iç açıcı değil.

Bu tabloda, taraftarların projesi ve yeni gelen Fikret Orman yönetiminin de onayıyla, FEDA kampanyası başlatıldı. Bilmeyenler için kısaca açıklayalım. Beşiktaş Futbol Şubesi kurucusu Şeref Bey ciddi hastadır. Doktoru Enver Bey der ki : “ Hastasın, biliyorsun. Yatakta olman gerekirken, hala Beşiktaş, hala Beşiktaş”. Şeref Bey ise ince bir sesle “FEDA” der ama kimseler duymaz... İşte bu hikayedeki FEDA, Beşiktaş taraftarlarının kulübüne destek olmak için başlattığı sosyal sorumluluk projesinin adını almış oldu.

Peki bu kampanya tuttu mu ? Aslında tuttu evet. Ancak… Bu kampanya için belirlenen ilk hedef, altını çizerek söylüyorum bunu, ilk hedef, 200 bin FEDA tişörtü satmaktı. Sonraki hedefler belki de 300 bin hatta 500 bin olacaktı. Ama, bir Beşiktaşlı olarak, üzülerek ve takımdaşlarıma sitemle söylüyorum ki satılan FEDA tişörtü sayısı 100 binlerde seyrediyor hala. Türkiye’nin 4 büyük kulübünden biri olan, milyonlarca taraftara sahip olduğu söylenen Beşiktaş’a bu rakam benim görüşüme göre yakışmıyor. Ki bu 100bin tişörtün içinde, kendisine-eşine-çocuklarına da birden fazla tişört alanların olduğunu düşünürsek, FEDA tişörtü alan Beşiktaşlı sayısı 100 binden çok daha az, belki de ortalama 50binlerde.

Taraftarın, kulübün bu zor gününde maddi manevi her türlü desteği gerekmekte. Geçen yıl satılan kombine bilet sayısı yaklaşık 5000 idi, ki bu rakam da benim gözümde tam bir utanç kaynağı. Büyük takım taraftarının bu denli az kombine alması kabul edilemez. Haydi ekonomik gücümüz yetmiyor kombineye diyebilirsiniz, eyvallah. Ancak FEDA tişörtü için belirlenen 30 TL’de mi çok geliyor ? Bunu çok içtenlikle söylüyorum, Beşiktaş’ın bu zor gününde 1 adet bile FEDA tişörtü almayan, benim gözümde gerçek Beşiktaş taraftarı değildir, hiç kimse kusura bakmasın !


Gidip formasını, kombinesini, FEDAsını almayan, ancak yıldız transferiyle gözü dönmüş ciddi bir taraftar kitlesi mevcut Beşiktaş’ta. Hala Quaresma’yı mevcut Beşiktaş takımının üzerinde tutanlar var. Evet Quaresma inanılmaz yetenekli, bu zaten tartışmaya açık değil. Ancak, ekstra maliyetleriyle beraber yıllığı 5 milyon Euro’yu bulan ve sorumsuz, takım oyunu oynamayan bir futbolcudan bahsediyoruz. Kulübün malzemecisi, personeli asgari ücret maaşlarını alamadığı, ailelerini geçindiremediği bir ortamda, böyle verimsiz bir oyuncunun, taraftarın gözüne hoş gelen 3-5 hareket yapıyor diye illa ki kalmasını istemek, yeni yönetimi bu sebepten topa tutmak bana çok ters geliyor.

İşin özeti, Beşiktaş taraftarları için şunu söyleyebilirim : bu Beşiktaş, sizin gönül verdiğiniz Beşiktaş. Başka bir Beşiktaş yok ! Şu 1-2 yıl ekonomik olarak çok kritik bir dönem, ve taraftarının vereceği katkı çok önemli Beşiktaş için. Dolayısıyla, hala 1 adet bile FEDA tişörtü almamış Beşiktaşlıların vicdanlarının sızlaması ve hemen Kartal Yuvası’na akın etmeleri dileklerimle…

20 Temmuz 2012 Cuma

Tosun Paşa!



Transfer döneminin flaş takımı, Turgay Ciner'in önderliğindeki Kasımpaşa, bomba transferlerine devam ediyor. İsaksson ve Ernst gibi tam performans alınması garanti iki kurtu takıma katan Paşa, son bombasını Kalu Uche ile patlattı. Sürati ve gücüyle hücum hattında patlayıcılık vaat eden Nijeryalı forvet üç senelik kontrata imza attı. Süper transfer.

Bu transferler gerçek anlamda vizyon transferleri. Sonuçta Kasımpaşa'ya getireceğin oyuncu, geleceğin yıl adayı revaçta bir genç futbolcu olamaz. Ancak pili bitmiş yaşlılar yerine, evet tecrübeli ama şarjöründe hala sıkacak kurşunları olan oyuncuları kadrolarına katmayı başardılar. Ernst desen, her zaman belli bir seviyede takımına katkısını verir. Isaksson desen, yılların tecrübesi.. Şimdi de en kritik olan bölgeye bu tarz bir isim geldi. Çünkü gerilere ne kadar iyi adamlar alırsan al, forvete iyi bir adamı getirmek şart. Uche, Kasımpaşa için sadece "iyi"den daha fazlası.

Malaga geçen sene nasıl sükse transferler yapıp La Liga'yı şaşırttıysa, Kasımpaşa da Türkiye'de bu sene o rolü oynuyor. Lig başlamadan bir heyecan yarattıkları kesin. Başarılı olup, olamayacaklarını merakla izleyeceğim kendi adıma. 

18 Temmuz 2012 Çarşamba

Samet Aybaba'nın En Büyük İmtihanı



Beşiktaş üzerinde öyle bir hava yaratıldı ki, sanki takım onunculuğa oynayacak. Medyanın estiği yere yelkenlerini çeviren bir kısım taraftarlar da gereğinden fazla bir umutsuzluğa düşmüş durumdalar. Şu kesin ki, Beşiktaş çok zor bir sürece girdi ve hemen başarıya ulaşmaları zor. Ancak başarının kriteri nedir? Bu iyi belirlenmeli. Benim açımdan Beşiktaş için üçüncülük başarı sayılır, daha aşağısı ise başarısızlık. Üçüncülük de çantada keklik değil ama bir şeyin "başarı" olması için zaten çok kolay olmaması gerekir.

Beşiktaş'ın elindeki kadronun ilk iki sıra için yeterli gözükmüyor ama üçüncülük için kendisini 1 numaralı aday yapmaya yeter bence. Ancak bu üçüncülük yolunda çeşitli boyutlarda engebelerle karşılaşılacaktır. Bu engebeleri gördüğünde takımını ayağa kaldırıp, tökezlemeyi engelleyecek isim; Samet Aybaba. Beşiktaş'ın "gerçek çocuğu" diyebileceğimiz Aybaba'nın bu seneki mücadelede dahili ve harici zorluklarla nasıl baş edeceği bize O'nun teknik direktörlük becerisini de gösterecektir. Belki yaşayacağı en büyük zorluklara, işte demin bahsettiğim "dahili" faktörler neden olacak.

Takım iki maç kötü sonuç alınca "bizden bu sene için zaten bir şey beklenmiyor yea" moduna girmesi çok muhtemel oyuncuları tekrardan hedefe doğrultmak kolay iş değil. Bir geminin fırtınada alabora mı olacağını, yoksa yoluna sapa sağlam devam mı edeceğini kaptanının becerisi ve tecrübeleri belirler. Samet Aybaba da bu sene yuvasına dönerek hem ateşten bir gömlek giydi hem de ulaşması kolay olmayan bir fırsat kazandı. Hoca da bu durumun farkında ve göreve geldiğinden beri tam konsantrasyon işine bakıyor. Ancak bir tek çalışma bu gemiyi üçüncülüğe taşımaya yetmez, beceri ve tecrübelere de ihtiyaç var. Aybaba'nın kariyerinin en büyük mücadelesi başlıyor.

17 Temmuz 2012 Salı

Alman Panzeri Kasımpaşa'da !


Üstün Alman teknolojisi : Fabian Ernst. Mustafa Denizli ile alınan çifte kupalı şampiyonluk sezonunun devre arasında transfer edilen Alman Panzeri, Beşiktaş’ta geçirdiği 3,5 sezonun ardından Kasımpaşa’nın yolunu tutmak üzere…

Geldiği günden bu yana oynadığı futbolla Beşiktaş’ın en istikrarlı isimlerinden olan Ernst, maç boyunca ettiği mücadele ile, o bembeyaz kel kafasının koşturmaktan kızarması ile, tam bir Alman disipliniyle “işini yapması” ile taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanmış, ancak Beşiktaş taraftarlarının gönlünde ayrı bir taht kurmuştu. Öyle ki, genellikle devre arası transferlerinin geldiği sezonda fayda sağlayamayacağını düşünen birisi olarak şunu derim ki, Fabian Ernst, Türkiye’de son 5-6 yılda yapılmış en iyi devre arası transferlerinden biridir, o derece…

Gel zaman git zaman, bu geçen 3,5 yıllık süre sonrasında, artık Ernst de eski fizik gücüne sahip değil. Eskiden izlediğimiz Ernst, hücuma daha çok destek verirdi ancak geçen sezon izlediğimiz Ernst’te bu özelliği pek de fazla göremedik. Eh bir de Samet Aybaba’nın orta sahayı genç ve koşan isimlerden oluşturmak istediğini verdiği röportajlarda söylemesi, Ernst’in de sözleşmesinde yapılması istenen indirime yanaşmaması, Kartal’ın Alman panzeri ile yollarının ayrılmasına sebep oldu doğal olarak. (Not olarak geçeyim, böyle profesyonel bir oyuncunun indirime yanaşmamasına diyebilecek pek bir sözümüz yok, sonuçta aldığı paranın hakkını veren bir oyuncuydu).

Her ne kadar fizik gücü eskisi gibi değil falan desek de, yine de tam bir profesyonel Ernst. Avusturya kampına çağrılmamasına rağmen, Türkiye’ye zamanında gelip, Ümraniye Nevzat Demir Tesisleri’nde tek başına bile olsa antrenmanlarına devam eden, kendini sezona hazırlayan bir oyuncudan bahsediyoruz. Böyle yabancılar ne yazık ki ülkemizde az sayıda. Bu açıdan da, böyle bir oyuncu, lige yeni yükselmiş Kasımpaşa için bulunmaz Hint kumaşı diyebiliriz. Ve Ernst’in, bir diğer yeni transfer Isaksson ile beraber Kasımpaşa’ya inanılmaz katkı vereceğini ve kümede kalma hedeflerinin başrol oyuncuları olacağını düşünmekteyim.

Bu üstün Alman teknolojisine, Beşiktaş açısından verdiği sonsuz hizmetler için teşekkür ediyor ve Kasımpaşa kulübüne hayırlı olsun diyoruz efendim…

16 Temmuz 2012 Pazartesi

Fenerbahçe'nin Manuel Fernandes İhtiyacı




Fenerbahçe transfer döneminin en aktif ve başarılı işler yapan takımlarından biri. Ardı ardına gelen Kuyt, Hasan Ali, Topal ve Egemen transferleriyle erkenden takımın iskeletini büyük ölçüde oluşturdu Sarı-Lacivertliler. Ana hatlarıyla hangi oyuncunun nerede oynayacağını ve O'nu kimlerin yedekleyeceğini tahmin edebiliyoruz. Yalnız elimizi kağıdı kalemi alıp takımı yazdığımızda, yetersiz kalmış olan önemli sadece bir rol var; hücuma dönük bir orta saha oyuncusu.

Bu stereotipe Selçuk İnan da dahil edilebilir ama bana kalırsa Fener'in ihtiyaç duyduğu adamın tam karşılığı Manuel Fernandes. Topla biraz daha önde oynasa da geriden de oyun kuracak, ileri doğru pas trafiğini yönetecek, rakip savunmayı bozacak ara topları atacak bir saha içi lideri. Baroni'nin geçen yıl yaptığı atılımı küçümsemiyor ve çok değerli bir oyuncuya dönüştüğünü kabul ediyorum ama Baroni çok iyi bir "Fernandes" partneri. Yani yanında bu tarz bir oyuncuyla oynaması onun da performansını arttıracaktır. Arkalarında oynayacak olan Mehmet Topal ise bilindiği üzere savunma yönü / kesici yönü kuvvetli bir oyuncu. "Türk Örümcek"in hücuma yaptığı katkı uzaktan çektiği şutlarla sınırlı kalacaktır.

İşte orta sahada görünen bu gediğin doldurulması lazım. Keza Aykut Kocaman'ın ekibi de var gücüyle bu bölgeye iyi bir oyuncu transfer etme çabasında. Tino Costa transferi, Arjantinli'nin Valencia'da kalacağını açıklaması üzerine yattı gibi gözüküyor. Şimdi Fenerbahçe için alternatiflere yoğunlaşma zamanı. Kesin bir şekilde satılmayacağı açıklanan Manuel Fernandes olmasa da, O'nun gibi bir oyuncunun transferi Fenerbahçe'ye çok şey katar.

13 Temmuz 2012 Cuma

Fenerbahçe ve Galatasaray'ın Hücum Hatları



Hem Fenerbahçe hem de Galatasaray transfer döneminde çok yerinde hamleler yaparak yeni seneye hazırlanıyorlar. İki cephe de stratejilerine ve sistemlerine uyacak transferlere imza attılar. Şu an geldiğimiz noktada oluşan tabloda, Süper Lig'in iki favorisinin de 3 forvetli sistemi kullanacağını tahmin edebiliyoruz. Enteresan olan ise kurulan bu hücum hatlarının birbirine ciddi ölçüde benziyor olması.

Alex'in Aykut Kocaman tarafından biraz daha yedekten gelip işi çözecek veya bitirecek adam olarak kullanılması bekleniyor. Bu durumda ileri üçlünün solda Miroslav Stoch, sağda Dirk Kuyt ve en ileride Moussa Sow'dan oluşması çok muhtemel. Şahsi fikrim, birbirlerini çok iyi tamamlayan oyuncular olduğu yönünde. Stoch'un içe dribbling yapabilip şut tehdidi yaratması, Sow'un yırtıcılığıyla sürekli pozisyon kovalayıp bunları değerlendirebilmesi ve Kuyt'ın mücadeleci yapısı bir araya geldiğinde azımsanamayacak bir güç yaratacaklarını düşünüyorum. Aynı zamanda Kuyt / Gökhan ikilisinin çok iyi anlaşacağını tahmin etmek zor değil.

Galatasaray'da oluşan şablon da Fenerbahçe cephesinden çok farklı değil. Sarı-Kırmızılılar'ın hücum üçlüsünün solunda, Stoch'a oyun yapısı itibariyle çok benzeyen Amrabat'ı görüyoruz. Faslı oyuncu da Stoch gibi süratli ve adam ekarte etmekte zorlanmayan bir delikanlı. Diğer iki pozisyonda ise Fenerbahçe'ninkinin tersi bir yerleştirme görüyoruz. Galatasaray'ın hücum presinin kilidi olan mücadeleci hücumcusu Elmander en ileride olacaktır. Sağda ise Burak Yılmaz'ı değerlendirecektir Fatih Terim.

Şablon olarak birbirine yakın sistemleri deneyecek İstanbul'un ezeli rakipleri. Benzer yapıda oyuncuları da sistemlerindeki rollere yerleştirmiş gibiler. Yalnız bu sistemin işlemesi için, ortasahaların sürekli ve çift taraflı olarak içinde olmaları gerekiyor. Fenerbahçe'nin Tino Costa'yı transfer etmek için yoğun çaba harcamasının altındaki neden de bu. Costa olmasa bile oraya bir takviye yapmak gerekiyor. Galatasaray kendi sorununu Hamit transferiyle çözmüş oldu. Bakalım kağıt üzerinde güzel görünen bu taktiksel mücadelenin, lig başlayınca sahaya yansıması nasıl olacak.

Aşk-ı Memnu: Galatasaray ve Burak Yılmaz



Burak Yılmaz'ın Galatasaray'a gitme ihtimali aylardır çok yüksek oldu. Ancak ne Burak başka kulüplerle flört etmekten geri kaldı, ne de Galatasaray başka oyuncularla. Gelinen sonuç kimseyi şaşırtmadı, hem gol kralı Selçuk İnan ve Fatih Terim'le buluşmuş oldu, hem de Galatasaray en azından Türk çileğini bulmuş oldu. Bana kalırsa esas çilek Hamit'tir ama madem çilek forvet olacak..

Öncelikle şunu söyleyeyim; Galatasaray'a kızan Trabzonsporlu arkadaşlar, yanlış yoldasınız. Sizin kızmanız gereken iş bitiremezliği nedeniyle Burak'ı kadroda tutmak için, o 5 milyonluk maddeyi sözleşmeye koyan yönetiminiz. Ya da şöyle söyleyeyim, Trabzonspor'u şampiyonluğa oynatan yerli çekirdeğin her bir bireyini kaybeden Sadri Şener'in yönetimi. Suçlu olan bütün bu futbolcular mı sizce? Senin neredeyse 35 gol atmış "yerli" gol kralının sözleşmesinde 5 milyon euroya serbest kalır maddesi varsa, biri gelir ve O'nu alır. Bu da o kulübü "şerefsiz" yapmaz. Aksine çok iyi bir transfer gerçekleştirmiş bir kulüp yapar.

Burak'ın Galatasaray'a katacağı çok şey var. Özellikle de iyi yerli forvet bulmanın, çölde dondurma aramak gibi olduğu bu jenerasyonda milli takımın tartışmasız 1 numarasını kadroda bulundurmak çok büyük avantaj. Hem de formunun zirvesine çıkmış bir oyuncuyu. Bu noktada taktiksel açıdan da Galatasaray'ın çok ihtiyaç duyduğu bir forvet Burak. Hem halihazırda oynanılan 4-4-2 sisteminde Elmander'in ideal partneri olur, hem de 4-3-3'e dönülmeye karar verilirse üçlü forvetin sağ kanadında iç forvet olarak değerlendirilebilir. Nokta atış diyebiliriz.

Geçen sezonun başında Selçuk İnan ile ilgili yazdığım yazıda bir noktaya değinmiştim. Geçen senenin Selçuk için ne kadar kritik olduğu, iyi bir oyuncudan yıldıza dönüşüp dönüşemeyeceğinin kendisinin belirleyeceğini belirtmiştim. Şimdi de aynı şeyi Burak için söylüyorum. Burak Yılmaz bu sene kariyerinin en önemli senesini oynayacak. 33 gol kaydetmiş bir gol kralı olarak geliyor ama Galatasaray'da bu sayılara ulaşmasını kimse beklemesin. Sistem farklı, anlayış farklı.. Burak bu takım oyunun içinde yoğrulmalı ve yeteneklerini Terim'in istekleri doğrultusunda kanalize etmeli.

Galatasaray içinde bu transferi beğenen kadar, eleştiren de olacaktır. Benim bakış açımdan son derece doğru bir transfer. Hele ki, 2 sene sonra yabancı kontenjanının daha da düşüneceğini göz önünde bulundurursak. Burak - Galatasaray ilişkisi nasıl tepkime verecek önümüzdeki aylarda göreceğiz ama Fatih Terim'in varlığı umutları yeşertiyor.

P$G Çıldırdı Şampiyonluk İstiyor



Katarlıların devreye girmesiyle para musluklarının çılgınca açıldığı Paris Saint Germain, bombalara doymuyor. Milan'dan Zlatan İbrahimovic ve Thiago Silva'yı 65 milyon euro karşılığında renklerine bağladılar. Geçtiğimiz haftalarda Ezequiel Lavezzi'yi de transfer eden PSG, teknik direktörlüğe de Carlo Ancelotti'yi layık görmüştü. Montpellier'ın arkasında kalarak yaptığı yaptırımlara rağmen ikincilikle yetinmeleri baya sıkıntıya sokmuş olacak ki, bu sene hiç şakaları yok.

Muazzam bir hücum hattı oluşturdu Fransızlar. Nene ve Jeremy Menez gibi yaratıcı kanat oyuncularına eşlik edecek iki süper forvet eklendi kadroya. Ki Zlatan ve Lavezzi'den bahsederken Kevin Gameiro'yu da unutmayalım. Kısacası bu sene katılacakları Şampiyonlar Ligi'nde başarılı olmalarını sağlayabilecek bir saldırı makinesi oluşmuş oldu. Diğer hatların bu kadar iddialı olmadığı aşikar ama Thiago Silva gibi bana göre dünyanın en iyi 3 stoperinden birini takıma monte etmek, savunmanın da sınıf atlayacağını gösteriyor. Gerçekten ilgi çekici.

Paris Saint Germain tam anlamıyla bir cazibe merkezine dönüşüyor. Rusya'da veya Arap ülkelerinde de devasa ücretler kazanabiliyor oyuncular ama burası farklı, burası Paris. Her tarafı ayrı tarih kokan, dünyanın sayılır şehirlerinden biri. Böyle bir şehirde yaşamayı kim istemez ki? Bir de üzerine Türk deyimiyle "Faiziyle bütün sülalen yaşar" miktarında paralar kazanacaksın, üstüne üstlük Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edeceksin ve göz önünde olacaksın. Kısacası çoğu oyuncu tahminimce, ikametgahımı seneye Montmarte muhtarlığından alsam diye iç geçiriyordur.

Bundan sonrası Carlo Ancelotti'nin işi. Elinde bulunan Sakho, Pastore ve Gameiro gibi yıldızlara daha parlak olan kuyruklu yıldızlar eklendi. Başarılı olamadığı takdirde, hoşgörü ile yaklaşılmayacağını tahmin etmek çok zor değil. Ancak bence İtalyan teknik adam hala "bir de ortasaha alsak" diye düşünüyordur. İnsan bu sonuçta ne olursa olsun, daha fazlasını canı çekiyor. Haksız mı? I-ıh.

Hamit Altıntop Galatasaray'da !



Uzun süredir konuşulan, bir ara çıkmaza girildi denilen, Fenerbahçe'nin de devreye girdiği söylenen transfer sonunda gerçekleşti ve resmiyete kavuştu. Galatasaray, Hamit Altıntop'a iki senelik 2.9 milyon euro sabit ücret, 20.000 euro maç başı vereceğini açıkladı. 2014 ve 2015 sezonları için ise 2.75m euro ve maç başı 25 bin euroluk ücret verilecekmiş.

Mali açıdan, Hamit gibi bir futbolcuya hak ettiği paranın verildiğini düşünüyorum. Onu Real Madrid'den buraya getirmekte tabii ki en önemli faktör Fatih Terim. Zira Fenerbahçe'nin yollık ücret konusunda daha fazla bir rakam önerdiği söylendi ama o Galatasaray'ı seçti.

Hamit, Galatasaray kadrosunda inanılmaz bir derinlik sağlayacaktır. Kendisi sağ açıkta, göbekte, sağ bekte oynayabilen tam bir joker. Uluslararası deneyimi üst seviyede. Bayern Münih ve Real Madrid gibi takımlarda  ve milli takım seviyesinde neler yapabildiğini hepimiz gördük. Burak Yılmaz'ın da takıma katılmasıyla, yerli rotasyonunda sınıf atlayan bir kadroya sahip oldu Fatih Terim. Ayrıca Ünal Aysal'ın tabiriyle "çilek" gibi bir forvetin ve de Melo'nun kadroya katılma ihtimallerini göz önünde bulundurursak, Galatasaray şampiyonlar ligi'nde başarılı işler yapmak için doğru işler yapmakta diyebiliriz. 


12 Temmuz 2012 Perşembe

"Ulan Yine mi Amrabat!"



Bugün gündeme düşen "malum" haberi gördüğümüzde hangimiz bu tepkiyi vermedik ki. Arkadaş daha yeni şu muhabbetten kurtulduk diyorduk ki, defter yeniden açıldı. Ancak neyse ki, artık bu iş bitecek gibi gözüküyor. Amrabat'ı sürecin başından beri en çok isteyen kişi tartışmasız Fatih Terim'di. Fakat bugün bu iş artık bitme aşamasına geldiyse bunun tek bir nedeni var; Nordin Amrabat.

10 Temmuz 2012 Salı

Pazardan aldık Ospina, eve geldik McGregor !


Haftalardır gerek basında çıkan haberler, gerek yöneticilerin bu haberleri doğrulayan demeçleri sonucunda, Beşiktaş'ın transfer listesinin 1 numarasının Kolombiyalı kaleci David Ospina olduğunu biliyorduk hepimiz. Hatta öyle ki, birkaç gün içinde Ospina'nın imzayı atıp Avusturya kampına katılması bekleniyordu ki, bugün Beşiktaş yönetimi yaptığı açıklamada Alan McGregor ile görüşmelere başlandığını borsaya bildirdi.

Peki neden Ospina olmadı ? Çok net bir sebebi var bunun, o da kulüp ve oyuncunun istediği yüksek maliyet. Bu durumu da oldukça normal karşılıyorum. 23 yaşında, gelişime oldukça açık (bilirsiniz ki kalecilerin en verimli olduğu dönem, futbollarının olgunlaştığı ve tecrübe kazandıkları dönem 30 yaş civarıdır), Kolombiya milli takım kalecisinden bahsediyoruz. Hadi diyelim Ospina yıllık çok birşey istemedi, ancak kulübünün istediği bonservis miktarının 5m €'dan aşağı olmadığını, bu sebeple transferin gerçekleşmediğini tahmin ediyorum.

McGregor ise, Ospina'nın alternatifleri arasında basında adı geçen isimlerden biriydi. İskoç devi Rangers'ın kayyuma devredilmesi ile boşta kalan ve bonservisi elinde olan McGregor hakkında çok net bir izlenime sahip olmamakla beraber, yaptığım bazı araştırmalarda, dağılan Rangers takımının en iyi oyuncularından biri olarak gösterilmekte kendisini tanıyan kişiler tarafından.

Pek çok Beşiktaşlı gibi ben de, genç Ospina'nın alınmasını, kendisinin yeni Oscar Cordoba'mız olmasını dilerdim, ancak bu ekonomik şartlar altında bonservissiz, tecrübeli, kaleciliği belli bir seviyede olan McGregor'un alınmasına da olumsuz yaklaşmıyorum. Geldiği günden beri kendisinden ümitli olduğum ama beni ciddi anlamda hayal kırıklığına uğratmaya devam eden Cenk Gönen'den daha istikrarlı olacaktır muhtemelen İskoç file bekçisi. Tabii ki bu tip yorumlar için henüz erken, izleyelim ve görelim nasıl bir kaleciymiş kendileri...

9 Temmuz 2012 Pazartesi

Kime Niyet Paşa'ya Kısmet: Andreas Isaksson!




Sadece bir kaç sene öncesine kadar Galatasaray başta olmak üzere, büyük kulüplerimizin kalelerini emanet etmeyi düşündükleri isimlerin başında geliyordu Isaksson. İşte o Isaksson'un yolu yıllar sonra sonunda İstanbul'a düştü, ancak bu güzide şehrin kodamanlarının değil Kasımpaşa'nın formasını giymek için.

Hali hazırda (Euro 2012 dahil) hala İsveç milli takımının as kaleciliğini yapan tecrübeli eldiveni kadroya katmak, Kasımpaşa için müthiş bir başarı, orası kesin. PSV'den ayrıldıktan sonra boşta kalan iyi bir kaleciyi bonservissiz olarak transfer etmiş oldular böylelikle. Kümede kalma mücadelesi verecek bir takım için Isaksson'u transfer etmek, benim gözümde Buffon'u almaktan çok farklı değil.

Süper Lig'de ne olursa olsun, arkan sağlam olacak. Bunun ne derece doğru olduğunu defalarca gördük. Bu ligde kalıcı olmak isteyen Kasımpaşa da bu doğrultuda işini sağlama almış oldu böylelikle. 1.99m boyundaki dev kaleci, müthiş tecrübesiyle bu takımın hedeflerine ulaşmasında kilit rol oynayacaktır. Tebrikler Kasımpaşa.

8 Temmuz 2012 Pazar

Uyuşuk Şampiyon Galatasaray




Galatasaray’ın geçen sezonki şampiyonluğu tamamen Fatih Terim’in başarısıdır. Kadrosunda benim açımdan “çok kaliteli” denilecek üç oyuncu vardı: Fernando Muslera, Selçuk İnan ve Felipe Melo. Ancak Galatasaray’ın bu şampiyonluğunun kilidini açan, takımın bir bütün olarak verdiği mücadele oldu. Kadro kalitesine çok yüksek demek kendimizi kandırmak olur. Öyle ki, Elmander’in, Selçuk ve ya Melo’nun, Eboue’nin olmadığı maçlarda sistemin ne kadar büyük hasar aldığı ortada. Bu da şu demek oluyor, Galatasaray bu transfer dönemini iyi geçirmek zorunda.

Kadro derinliği yeterli olmayan Galatasaray için transfer dönemi doğru işler yapılarak başladı. Umut, Elmander’i yedeklemesi ve gerektiği zaman kanatta da kullanılabilecek olmasıyla değerli bir hamleydi. Dany de eleştirilerin hedefi olsa da, ki bazılarına ben de katılıyorum, mantık olarak doğru bir transfer. Ancak bu iki oyuncunun transferinden sonra yaşanan lale devri son derece rahatsız edici. Aslında eleştirmek için biraz daha beklemek lazım ama yöneticilerin yaptığı açıklamalar, rahatsızlık kat sayısını arttırıyor.

Öncelikle Ünal başkanın amatörce hatalar yaptığını belirtmek lazım. Kendinden emin bir şekilde her platformda 25 Hazirana kadar transferi bitirmek istiyoruz diyorsan, en azından genel hatlarıyla bu işi halletmen lazım. 25 Haziran olmadı, “kampın başlayacağı tarih olan 5 Temmuza kadar bitireceğiz” denildi. Sıfıra sıfır elde var sıfır. Bir başkanın güvenilirliği verdiği sözleri yerine getirip getiremediği ile doğru orantılıdır. Göreve geldiğinden beri muazzam işler yaptığına inandığım Ünal Aysal’ın bu transfer döneminde amatörce davrandığını görmek üzücü. Öte yandan sezon öncesi kamplarının bir takımın sezon içindeki kaderine ne büyük etki ettiğini biliyoruz. Kamp dönemini kaçıran transferlerin büyük çoğunlukla hayal kırıklığı olduğunu da defalarca tecrübe ettik. Ancak yönetim kademesi hala ardı ardına “merak etmeyin” demeçleri veriyor. Merak ediyoruz, çünkü kritik bir oyuncuyu 1 milyon Euro farkla kaçırıp 2, 3 katını gereksiz bir adama saymanızdan çekiniyoruz.

Galatasaray'ın kesinlikle kaliteli yerli oyunculara ihtiyacı var. Geride oynayan beş oyuncudan üçünün yabancı kontenjanında olması, diğer pozisyonlar için Terim'in elini sıkıştırıyor. Bu noktada kaliteli yerli kanat oyuncularını ve santrforları kadroya katmak çok kritik. Ancak Gökhan Töre, Sercan Sararer ve Hamit'den ardı ardına gelen olumsuz haberler ister istemez moralleri bozuyor. Son olarak da Burak Yılmaz ihtimalinin zayıfladığı haberleri geliyor, ki 5-6 milyon civarlarında Burak'ı transfer etmek de bence çok doğru bir hamle olurdu.

Kısacası daha fazla tren kaçmadan önce yönetimin vites arttırması gerekiyor. Haftalar önce anlaşılan Oussama Assaidi bile hala takıma katılmış değil. En kötüsü ise Melo'nun durumunun belirsizliği. Terim'in işini rahat ve doğru bir şekilde yapması için gereken koşulların sağlanması lazım. Keza Şampiyonlar Ligi'nde mücadele edecek bir takımın kadroda kritik rol oynayacak oyuncular için maddi olarak çok titiz davranmaması gerektiğini düşünüyorum. Yani demek istediğim şu, x oyuncunun bonservisi 8 milyon euro, sen 6 milyona kadar çıkıp daha fazla yükseltmiyorsun ama daha sonra x'in yarı kalitesinde oyuncu için 3 milyon euro veriyorsan bu strateji yanlış.. 

6 Temmuz 2012 Cuma

Barcelona Özentilerinin Katili: “4-3-3”




Evet dostlar, son yıllarda dünya futbolu ile ilgili en büyük memnuniyetsizliklerimden biri bu konu. Her şey Barcelona’nın yüzünden. Uzun süredir devam eden futbol trendini o kadar derinden değiştirdiler ki, beceren beceremeyen herkesi bir özentilik sardı. Düşe kalka yoluna devam eden takımlar, Barcelona’nın hortlattığı 4-3-3 fetişi nedeniyle daha da sürünmeye başladılar. Ne 4-3-3’ü doğru dürüst gereklilikleriyle uygulayabildiler, ne de başka bir sisteme dönebildiler. Bu zavallı kurbanlara bizim büyük kulüplerimizi de örnek olarak yazmazsak ayıp olur.

4-3-3 dediğimiz sistemden tam anlamıyla verim almak gerçekten çok zor. Oyuncular arası uyumun ve doğru pozisyon almanın nirvanaya ulaşması gereken bir oyun şekli. Öyle ki, göbekte oynayan savunma ve orta saha oyuncularının köprü ve iki yönlü oyun görevleri çok kritik olmakla beraber, kanat oyuncularının koordineli bir şekilde çalışması da olmazsa olmaz. Günümüz futbolunda iyi bek oyuncularının takımlara çok büyük güç kattıklarını görebiliyoruz. Keza yine bugünün trendinde, sıfıra inip orta açma görevleri kanat oyuncularından beklere kaymış durumda. Kanat organizasyonlarında kusursuzluğa, winger dediğimiz arkadaşların topu içeri doğru da sürebilerek şut tehlikesi yaratırken, diğer yandan bindirmeyi yapmış olan bek oyuncusuna da orta açma alanı vermesi ile ulaşılabiliyor. Biraz fazla üzerinde durdum ama 4-3-3’ün kilit noktası ve çoğu takımın katili olan gizli neden aslında bu.

Kanat oyuncularının skorer kimliklerinin olmaması, başka bir değişle “inside forward” görevi görememeleri ve beklerden yeterli desteğin alınamaması 4-3-3’ü tam bir kaos ve verimsizlik sistemine dönüştürüyor. Kağıt üzerinde takım üç forvet olarak görünse de, pratikte yeterli desteği alamadığı için yalnız, mahzun ve kanatları kırılmış bir delikanlı izliyoruz ileride. Başlı başına intihar sebebi, hem oynayan hem izleyen için.

Dertliyim vallahi bu konuda. Kimse kimseyi zorlamıyor ki arkadaş 4-3-3 oynayacaksın diye. Bakın olmuyor, koy ileri çift forvet bütün arkada oynayan oyuncuları rahatlat. Çift forvetle oynayınca kimse aşağılamıyor.

EURO 2012'nin sürprizi : İtalya !



2012 Avrupa Futbol Şampiyonası başlamadan önce, yüksek ihtimalle insanların aklında turnuvaya damga vurabileceğini düşündükleri 3 takım vardı. Bu takımlar İspanya, Almanya ve Hollanda idi. Dürüst olmam gerekirse, ben dahil hiç kimsenin, İtalya'nın turnuva boyunca etkili bir oyun oynayarak finale kadar gelebileceği, aklının ucundan dahi geçmiyordur. Hele ki turnuva öncesi yaşadıklarından sonra...

Düşünün ki, turnuva öncesi milli takım olarak kampa girmişler. Ancak polis, şike soruşturması kapsamında milli takım kampını basarak apar topar kadroda bulunan Criscito'yu göz altına alıyor. Bir oyuncunun milli takımdan çıkarılması evet çok bir şeyi değiştirmeyebilir kağıt üzerinde, ama takımın üzerinde yarattığı psikolojik etki de göz ardı edilemeyecek bir durum. Ne var ki, yaşadıkları bu şok, EURO 2012 süresince etkili bir İtalya izlememize engel olmadı.

Dedim ya, EURO 2012'nin sürprizi İtalya diye. Benim gözümde en büyük sürprizlerden biri ise İtalya'nın açık ve atak bir futbolu tercih etmesi ! Futboldan az çok anlayan kime sorarsanız sorun İtalya'yı, size vereceği ilk cevap "defansif ve katı futbol" olacaktır. Ancak bu anlayışı tepetaklak ettiler, pek de iyi ettiler. Bu başarıda ve atak oyun anlayışında ise aslan payı kesinlikle teknik direktörleri Cesare Prandelli'nindir, tartışmasız ! Yanlış hatırlamıyorsam eğer, turnuvada tek çift forvet oynayan takımdı İtalya.

Finale kadar çok iyi gelen, hatta yarı finalde turnuvanın gözümde en büyük favorisi olan Almanya'yı geçen İtalya'nın gücü, İspanya'ya hiç ama hiç yetmedi ve ikincilikle yetinmek zorunda kaldılar. Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim : Pirlo ve Buffon gibi yaşlı kurtlara, bizlere izlettikleri güzel oyun adına teşekkür ediyoruz. Bu tip profesyonelleri milli takım formasıyla belki de son görüşlerimiz, kıymetlerini bilelim...



4 Temmuz 2012 Çarşamba

5 Milyonluk Fiyascu Orduspor’da




Bogdan Stancu gibi kadersiz oyunculara üzülüyorum. Başkalarının günahlarının cefasını bu kurbanlık koyun gibi gelen delikanlılar çekiyor. Şimdi Stancu’ya 5 milyon euro verilmiş olması, kendi kabahati mi? Hayır, tamamıyla yönetimlerin hatası.  Elbette ben de Galatasaray seviyesinde bir forvet olduğunu düşünmüyorum ama geliş şekli “5 milyon euroluk yıldız” şeklinde değil de “750 bin euroluk genç” şeklinde olsaydı, kredisi daha fazla olurdu.

Stancu’nun Galatasaray forması giydiği maçlarda en net gördüğümüz şey; güvensizlikti. Sürekli “ben bir hata yaparsam, ayvayı yerim.” psikolojisi hissedilebiliyordu. Böylece olduğundan da kötü göründü Rumen oyuncu. Akabinde dibe vurmuş bir oyuncu olarak Orduspor’un yolunu tuttu Stancu. Burada üzerindeki yük kalkmış ve kafası daha rahatlamış bir halde oynama fırsatı bulunca başarılı olduğunun söyleyebiliriz. Biz de görmüş olduk ki, evet Stancu Anadolu kulüpleri için etkili bir oyuncu ve güzel bir alternatif. Onun yeri burası.

Orduspor da istikrarı bozmadı ve Stancu’nun bonservisini 2.5m euroya satın aldı. Bonservis bedeli şüphesiz ki oldukça yüksek. Galatasaray açısından ciddi bir kazanç diyebiliriz, tamamen gözden çıkartılmış bir oyuncudan Eboue’nin bonservis bedelini çıkarttılar. Böyle bakarsak duruma, avantajı daha net görebiliyoruz. Stancu’nun senelik 10-12 gol civarlarındaki performanslarını önümüzdeki sezonlarda da görmeye devam edeceğimizi düşünüyorum. Herkese hayırlı olması dileğiyle.

3 Temmuz 2012 Salı

Egemen Beşiktaş’ın Çocuğu mu, Paranın Çocuğu mu?



Gün futbol dünyasında sıfatlar yapıştırma günü, yaftalamalar üzerinden hareketler saydırma günü. Fanatizm gözümüzü öyle bir kör etti ki, bizden olmayan düşmandır mantalitesi amip misali bölünerek çoğalmış ve her yere sıçramış durumda. İşin enteresan tarafı, yine çıkarcı bir zihniyetin ürünü olarak yalnızca "iyi" olan oyuncular taraftarlarca böylesi sıkı benimseniyor ve "x'in çocuğu" olması bekleniyor. Yani mevzu bahis olan topçu Mehmet Topal veya Egemen Korkmaz ise vakit kaybetmiyor taraftarlar, hemen yapıştırıyorlar "çocuğu". Ancak 10 senedir canını dişine takarak her şeyini veren Sabri Sarıoğlu'nun kulüpten ayrılması herkesi mutlu edecek gibi gözüküyor. Çıkarcıyız arkadaş hepimiz, işimize nereden geliyorsa o perspektiften bakıyoruz bütün olaylara.

Şimdi, Egemen - Beşiktaş ilişkisini objektif değerlendirmek gerekiyor. Olayın özü şu; Beşiktaş, Egemen'den mevcut maaşında indirim yapmasını istedi ve Egemen bu teklifi reddetti. Ardından mevcut sözleşme ile yolların devam edeceği açıklandı ancak üzerinden çok süre geçmeden iki taraf arasındaki ilişki inceldiği yerden koptu. Egemen, Beşiktaş'tan alacaklarına karşılık bonservisini eline aldı. Ben bu konuyu ilk olarak Egemen'in açısından ele almak istiyorum. Bu adam kariyeri boyunca daha yüksek teklif yapana gitmiş, parayı her zaman ön plana koymuş ama nereye giderse gitsin, terinin son damlasına kadar mücadele etmiş bir oyuncudur. Yani kısa açıklamasıyla bir profesyoneldir. Bir futbolcudan beklenecek şey de bu değil mi zaten? Her aldığınız futbolcunun Galatasaraylı, Fenerli veya Beşiktaşlı olmasını bekleyebilir misiniz?

Egemen topu topu Beşiktaş'ta bir sezon oynamış bir oyuncu. Kendisi mi dedi beni "Beşiktaş'ın çocuğu yapın" diye. Egemen parasını alan ve parasının karşılığında mücadelesini veren iyi bir oyuncu sadece. Sen yıllar boyu kulübü rezalet yönet, kasa tam takır kuru bakır kalsın, sonra Egemen maaşını indirmiyor diye sövmeye başla. Ersan Gülüm'ün yaptığı "FEDA" tam anlamıyla şov arkadaşlar. Son iki senede toplam 14 maça çıkmış bir adamın maaşını 800 bin euroya indirmesini fedakarlık olarak görmüyorum ben. Çünkü şu noktada Ersan'ın Beşiktaş'a, kulübün ona olduğundan daha çok ihtiyacı var. Takımda esas fedakarlığı yapan oyuncu İbrahim Toraman. Beşiktaş'ın çocuğu İbrahim Toraman'dır işte. Neredeyse 10 senedir bu takımın formasını terleten, kaptanlık mertebesine ulaşan Toraman. Topu topu bir sene iyi top oynadığı için, taraftar goygoyuyla kulübün çocuğu olan Egemen değildir esas fedakarlık beklenmesi gereken. Ben Arda Turan'ı Messi ile kıyaslayıp, sonra ondan kötü diyerek eleştirenlerle, Egemen'e önce Beşiktaş'ın çocuğu deyip sonra küfür edenler arasında çok bir fark göremiyorum.

Olaya bir de Beşiktaş ve taraftarı açısından bakacak olursak, bence taraftarları asıl sinirlendiren şey, Egemen'in indirime yanaşmaması değil, yönetimle anlaşıp mevcut sözleşme ile yola devam etme kararı aldıktan sonra böyle bir huzursuzluk yaratıp ayrılma kararı almasıdır. Belki bir komplo teorisi olacak ancak, mevcut sözleşme ile devam kararı alan Egemen'e o sıralarda Fenerbahçe tarafından yapılmış olabileceği söylenen cazip sözleşme, bu ayrılığa yol açmış olabilir gibi.

Bütün bunlar bir yana, tabi ki Egemen mevcut maaşında indirime giderek takımda kalsa, Beşiktaş taraftarı için kahraman olurdu. Keşke orta yol bulunsaydı da, böyle kötü bir ayrılık yaşanmasaydı. Ancak şöyle bir bakıyorum da, birkaç gün önce övdüğüm Olcay Şahan'a yıllık 1m, bonservise 800 bin euro verilmeseydi, Egemen takımda tutulabilirdi. Daha mı faydalı olurdu? Bilmem, belki de.

2 Temmuz 2012 Pazartesi

Şampiyonluğun sözlük anlamı : İspanya !


Zevkle izlediğimiz, “keşke milli takımımız da katılmış olsaydı” dediğimiz, ancak yine de akşamlarımızın keyifli geçmesini sağlayan EURO 2012 sona erdi. İspanya, finalde İtalya’yı hiç beklenmedik bir farkla, 4-0’la geçerek rekorlarla dolu bir şampiyonluğa ulaşırken, bu 4 farklı skor, Avrupa Futbol Şampiyonaları tarihinin en farklı final skoru olarak kayıtlara geçti.

İspanya için ne denilebilir ki ? 2008 Avrupa, 2010 Dünya ve şimdi de 2012 Avrupa Şampiyonu ! Dünya futboluna tek kelime ile DAMGA vuruyor İspanyollar. Şuanda dünyanın en iyi 2 kulübü olarak çoğu kişinin rahatlıkla gösterebileceği Barcelona ve Real Madrid, bunun yansıması olarak da milli takımın bu başarısı. 3 şampiyonluk üst üste, gerçekten bu kelimelerle ifade edilemeyecek bir başarı…

İspanya açısından turnuva genelini ve finalini şöyle genel bir pencereden kişisel görüşlerimi de katarak değerlendirmeye çalışacağım. İspanya’nın ve özellikle Barcelona’nın pas oyununa hayran bir insan olmama rağmen, turnuva genelinde oyunlarının bana pek bir sıkıcı geldiğini belirtmek istiyorum İspanyolların, özellikle çeyrek ve yarı final maçlarında. Bu pas trafiğini en üst düzeye taşımak adına tam bir forvetsiz çıkardı Del Bosque takımını sahaya turnuva boyunca. İlerde Fabregas, David Silva ve Iniesta’yı izledik çoğunlukla. Yani İspanya’nın saha dizilişine 4-6-0 desek sanırım yanlış olmaz. Ama öyle ki, o forvetteki “0” rakamı, bi anda “6” da olabiliyor. Barcelona’dan alıştığımız üzere, kimsenin sabit bir pozisyonu yok. Bu duruma en güzel örnek, final maçında sol bek Jordi Alba’nın 60m koşarak aldığı ara pası karşı karşıyada gole çevirmesiydi herhalde.


Turnuva genelinde Boğalar çok fazla pas yaptı her maçta evet, ama ileriye doğru olmadığı zamanlar bu paslar, defansın arkasına ara pas olmayınca gerçekten can sıkabiliyor. Bu konuda eleştirildiler oldukça, bilmiyorum çok mu yüzsüzlük böyle bir takımı eleştirmek, ama bence de biraz hak ettiler eleştiriyi bu konuda. Bu eleştirinin sebebi de kendilerinden beklentinin aşırı yüksek olması ve bunu yapabilecek oyunculara sahip olmaları bence. Ve tam bu bahsettiğim “ileriye doğru paslaşma, defansın arkasına atılan toplar” kısmını final maçında kusursuzun üzerinde başarınca İspanya, rakibiyle adeta dalga geçer gibi şampiyonluğa ulaştı ve bizlere inanılmaz bir futbol izletti, işte bizim beklediğimiz İspanya buydu arkadaş !  

İspanya mental olarak inanılmaz hazırdı, olağanüstü oynadı evet, ama böyle bir skorun gelmesinin, kesinlikle ilk 20 dakikadaki bunaltan baskının meyvesini David Silva’nın golüyle almaları sayesinde olduğu kanaatindeyim. Xavi’nin de maç boyunca İtalya’nın beyni, yaşlı kurt Pirlo’yu başarılı bir şekilde kitlemesi, takım halinde top rakipteyken pas yaptırmamaları, çok iyi baskı kurmaları, İtalya’yı ümitsizce uzun toplarla oyun kurmaya zorladı. Bunların çoğu da top kaybı olunca, hızlı hücuma çıkan İspanyollar, defansın arkasına iyi sarkarak Çizme’nin fişini çekti. Kısaca finali özetlemiş olduk böylece.


Benim gözümde İspanya adına turnuvanın parlayan yıldızı ise tartışmasız Iniesta. Zaten ne kadar üst düzey bir oyuncu olduğunu biliyoruz Barçalı oyuncunun, ancak bu turnuvada belki istatistiksel olarak olmasa da oyun içinde izlerken adeta büyüledi beni birçok maçta Iniesta. Partneri Xavi örneğin oldukça eleştirildi, formsuz olduğu söylendi ancak Iniesta, İspanya adına fark yaratan oyuncu oldu kanaatimce.

Böylece yine bir İspanya şampiyonluğu ile Avrupa Futbol Şampiyonası’nın sonuna geldik. Bu jenerasyon, 2014 Dünya Kupası’nın da en büyük favorisi benden söylemesi. Daha arkadan gelen çok yetenekli gençler de var. Yani İspanyolların birkaç yıl daha dünya futboluna damga vurabileceğini rahatlıkla söyleyebiliriz sanırım. Aaa bir dakika, yoksa diğer finalist, turnuva 2.si İtalya’dan hiç bahsetmeyecek miyim ? Tabii ki bahsedeceğim, ancak bir sonraki yazımda :)

1 Temmuz 2012 Pazar

Ku-yedi yol ayrımında !


Beşiktaş’ta Samet Aybaba döneminin başlaması ve yönetimin ekonomik anlamda radikal kararlar almaya başlaması ile birlikte, takımın Portekizli yıldızı Ricardo Quaresma ile ipler kopma noktasına gelmiş bulunmakta. Aybaba’nın, Quaresma’yı takımında düşünmediğini açıklamasının ardından Portekizli’nin menajeri Ahmet Bulut, oyuncusu için takım bulma çalışmalarına başladığını belirtmişti. Bu demek oluyor ki, bir devir, Q7 devri kapanmak üzere…

Quaresma, Türkiye’ye ilk geldiği gün ortalığın nasıl yıkıldığını, yer yerinden oynadığını daha dün gibi hatırlar gibiyim. Beşiktaş’taki ilk sezonunda da attığı trivela golleri, tartışmaya açık bile olmayan olağanüstü yeteneği ile izleyenleri mest etmekteydi. Gel zaman git zaman, Quaresma’nın defansa sıfır yardıma gelmesi, takımla pek bir alakası olmaması, yalnızca saha içinde keyfine göre “takılır” gibi oynaması, sürekli sakatlanması gibi sebeplerden çok ciddi eleştirilere maruz kaldı bu yıldız oyuncu.

Göze hoş gelen çalımları ve artistik oyun yapısına rağmen, kazandığı para ve istatistiksel olarak verdiği katkı arasında bir uçurum bulunmakta Q7’nin. Öyle ki, yılda 3.750 milyon Euro veriyorsanız bir oyuncuya, ondan Fenerbahçe’nin kaptanı Alex de Souza ya da onun performansına yakın bir şeyler almanız gerekir. Alex, tek başına Fenerbahçe’ye sayısız maç kazandırmıştır, ancak Quaresma’ya bakıyoruz, aklıma tek bir maç gelmiyor, “Obaa, tek başına aldı götürdü maçı !” diyebileceğimiz.

Samet Aybaba da, yeni sezonda takımında bu tip bir oyuncu görmek istemediğini, 11 kişiyle savaşan, mücadele eden bir takım oluşturmayı hedeflediğini söylemişti geçtiğimiz günlerde. Benim bu konudaki kişisel görüşüm ise, bu tip yıldız oyuncuların, takımda maksimum 1 tane olabileceği yönünde. Eğer ki siz Quaresma’yı daha önceden olduğu gibi 4-3-3’ün ileri 3lüsünden birine koyarsanız, o kanattaki bek defansif anlamda tek başına kalacak ve zorluk çekecektir, Beşiktaş’ta da yıllardır olduğu gibi. Ancak Aybaba, dediği gibi savaşan, mücadele eden bir takım oluşturur ve Quaresma gibi bir yeteneği de forvet arkası serbest oynatmayı (bknz Alex) deneyebilirse bence hem Quaresma hayatı boyunca kendisinden beklenen ama hiç beceremediği sistem adamı olmaktan çıkar, hem de kendisinden daha çok fayda alınabilirdi. Aybaba, demek ki oyun planında Quaresma’yı hiç düşünmüyor.

Yanlış anlaşılmalara karşı belirteyim, ben Quaresma’nın takımda kalması ve serbest oynatılması taraftarı olduğumu söyledim, ancak tek bir şartla : Yıllık aldığı 3.750m gibi uçuk rakamı 2-2.5 milyon Euro’lara çekip FEDA ederse… Aksi takdirde bu ücreti alan bir oyuncunun bu kadar ciddi borç batağında olan Beşiktaş’ta oynaması, Kara Kartal için tam anlamıyla intihar olur.

An itibariyle, EURO 2012 kadrosunda bulunan ancak hiç forma şansı bulamayan, bu kadar rahat davranıp bu düzeyde para alan Quaresma’nın Beşiktaş’ta kalmak istemesi kadar doğal bir şey yok. Beşiktaş’ın ise eli kolu bağlanabilir, çünkü bu maaşı alan bir oyuncu kolay kolay satsan satılmaz, tutsan tutulmaz. Beşiktaş’ın tek umudunun, bu maaşları Quaresma’ya verip transfer edebilecek Katar veya Rus kulüpleri olduğunu düşünüyorum. Bakalım Q7, daha ekonomik bir benzinle yoluna Beşiktaş yönünde mi, yoksa beklendiği üzere virajı dönüp başka bir yönde mi devam edecek ?

Tanıyanların Gözünden Oussama Assaidi



Faslı bir futbolsevere ve bir Heerenveen taraftarı hakeme Assaidi'yi sordum. Nasıl bir futbolcu olduğunu, güçlü ve zayıf yanlarını, potansiyelini sordum. Beklediğime yakın cevaplar geldi. Buyrunuz:


Youssef Casa:
- Assaidi çok iyi bir kanat oyuncusu. Çok hızlı ve top sürme yeteneği üst düzey. Tek zayıf noktası biraz fazla kendine oynaması
- Orta açarken iki ayağını da kullanabiliyor ama genel olarak orta açarken şansına güveniyor.
- Assaidi savunmaya yardım etmez, o sadece hücumda var. Galatasaray mutlu olmalı, Assaidi çok iyi ve sadece 23 yaşında.

Ben de Jager:
- İnanılmaz top sürme ve adam geçme yetenekleri var. Asist konusunda da çok iyi.
- Zayıf olduğu noktalar ise gol atmak ve gereğinden fazla zorlamak.
- Potansiyeli ise çok, çok yüksek!

Yorum:
Beklediğimize yakın cevaplar aldık. Assaidi çok net bir şekilde 4-3-3 sisteminin kanat oyuncusu. Stoch ve Amrabatgillerden tabirime uyuyor. Yaptığı bazı önemli işler var ama doğru bir şekilde yönetilmeli ve futbolu yontulup cilalanmalı. Hücum repertuarını geliştirmesi gerekiyor. En iyi yaptığı iş adam geçmek, ancak uzaktan şut çekmeye ve daha kaliteli ortalar çıkarmaya çalışmalı. Eğer ki, eksik yerlerini geliştirebilirse çok değerli bir bir oyuncuya dönüşecek gibi gözüküyor. En azından kendisini bizden daha yakın tanıyanların düşüncesi bu yönde!