30 Kasım 2011 Çarşamba

Nba’de transfer dedikoduları.. Rondo, Dwight, Hido ve dahası..



Lokavt’ın bitmesi ile beraber takımların ihtiyaç duydukları bölgelere transfer çabalarının başlaması fazla uzun sürmedi. Dedikodulara göre önemli ve büyük takasların olması muhtemel gözüküyor.

Yahoo Sports’tan Adrian Wojnarovski’nin haberine göre Boston Celtics genel menajeri Danny Aigne yıldız oyun kurucuları Rajon Rondo’yu takasta kullanmak için yoğun bir çaba içine girmiş. Aigne’nin bu hamlesinin altında yatan ise dünyanın en iyi oyun kurucusu diye tabir edebileceğimiz Chris Paul’e yeşil-beyaz formayı giydirme isteği yatıyor. Bu amaç için de Rondo’yu, Paul takasının gerekli parçalarını elde etmek adına kullanabilecekleri belirtiliyor. Yalnız Paul’ün oldukça zor bir ihtimal olduğunu düşünüyorum. Hele de kapısında yatan New York Knicks vb. rakipler de varken. Ayrıca Rondo’yu elden çıkartmanın da doğru bir hamle olacağından emin değilim. Malum yaşlılığı dillere destan olan Boston Celtics kadrosunun en genç ve dinamik (ve son yıllarda oyununu 2 kademe yukarılara çıkartmış olan) oyuncusunu kaybetmek yanlış geliyor. Keza Chris Paul’ün alınamaması durumunda zarar büyük olur. Öte yandan Rondo’yu kadrosunda görmek isteyen takımların başında Indiana Pacers geliyor. Hatta iki takımın yöneticilerinin temasa geçtiği ve bu takasın gerçekleşebil.me yollarının arandığını belirtiyor Yahoo Sports. Muhtemel olan bir durum ise 3’lü takasa gidilmesi olabilir. Çünkü Pacers’ın Rondo karşılığında masaya koyabileceği seçeneklerin Boston’ı tatmin etmesi zor.

Gelelim bir diğer doğu takımı süper yıldızının New York Post'ta çıkan dedikodusuna. Dwight Howard.. Zaten biz bu konuya gelsek de, gelmesek de önümüzdeki 1, 2 yıllık süreçte Nba dünyasının en çok konuşacağı isimlerden biri olacak Süpermen. En başta gelen talibi ise kısa bir süre Beşiktaş’ta oynayıp forması emekliye ayrılan Deron Williams’ın yanına bir büyük yıldız daha getirmek isteyen New Jersey Nets. Ekonomik olarak da bu güçlerinin mevcut olduğunu görüyoruz. Seneye uzun zamandır taşınmayı bekledikleri Brooklyn’e geçecek olan Nets bu olası takas için pivot Brook Lopez ve iki adet gelecek 1. tur haklarını gözden çıkartmış durumda. Dwight Howard – Deron Williams ikilisiyle tarihlerinde yeni ve başarılarla dolu bir sayfa açmak isteyen Nets’in en büyük kozu maddi rahatlığı. Olur da Dwight kadroya katmayı başarabilirlerse, bu yaratılmış ikili ve yanına gelecek parçalarla oluşacak takımın da önümüzdeki yılların şampiyonluk adaylarından biri olacağı kesin.

Son haber de Hido ile ilgili. Nets amnesty’i (genel af) kullanarak Travis Outlaw ile yollarını ayırabilir. Böyle bir durumda da 3 yıllık 35 milyon dolar değerinde kontratı bulunan Hidayet Türkoğlu New Jersey’nin yolunu tutabilir.

Bugün ile beraber gayri resmi transfer döneminin başladığını (ya da en azından daha aktif hale geldiğini) söyleyelim ve beraber önümüzdeki günlerdeki gelişmeleri bekleyelim.

28 Kasım 2011 Pazartesi

Turkish Airlines Euroleague’de ayın MVP’si Nenad Krstic!



Nenad Krstic’in Turkish Airlines Euroleague’de “ayın en değerli oyuncusu” seçilmesiyle beraber, 8 yıldan beridir ilk kez bu değerli ödül iki ay üst üste aynı takımdan oyunculara (CSKA Moskova) gitmiş oldu. CSKA Moskova’nın bu sezon kurulan müthiş kadrosuyla beraber geride kalan 6 haftada yenilgi yüzü görmeyen iki takımdan birisi olmasında Nenad Krstic’in katkısı da oldukça fazla.

28 yaşındaki pota altı oyuncusunun performansı geçen her ay ile beraber daha da yükseliyor. Takımın büyük yıldızı Andrei Kirilenko’nun da sakatlanmasıyla beraber takım içindeki rolü daha da önemli hale gelen Sırp oyuncu, oynanmış olan maçlarda bu kilit görevin üzerinden başarıyla geldi. Pota altında üst düzey hücum yeteneklerini düzenli ve istikrarlı olarak skora yansıtan Krstic’in istatistikleri de bahsettiğimiz katkısını belgeliyor.

Kasım ayının da sona ermesiyle beraber bütün Euroleague oyuncuları arasında Krstic 21.7′lik performans puanıyla 4. sırada, 15,2 sayı ortalamasıyla bu klasmanda 13. sırada, 6,7′lik rebound ortalamasıyla 10. sırada ve aynı zamanda 4 hücum rebounduyla beraber bu kategoride 2. sırada bulunuyor.

27 Kasım 2011 Pazar

Bir Necip Uysal beklentisi..



Kartal’ın gelecek seneler için belki de en fazla şey beklediği oyunculardan biri Necip Uysal.. Bu beklentiyi de hem potansiyeli ve hem de yaşına göre gayet iyi olan fiziğiyle hak ediyor. Kişilik olarak ise yine “efendi” görüntüsü ve saha içindeki mücadeleci yapısıyla Beşiktaş taraftarının kalbinde özel bir yer edinmiş durumda. Necip’in şansı (ve işin güzel tarafı) Beşiktaş A takımı ile çıktığı 3. sezon olmasına rağmen hala 20 yaşında olması. Bu tarz kişilikli genç oyuncular her geçen sezon kendilerine saha içi ve mental olarak bir şeyler katarak ilerler. Bu bahsettiğime yurt içinden Mehmet Topal, Arda Turan gibi oyuncuları örnek gösterebiliriz. Keza ortak bir yanları da Avrupa sahnesine açılmış olmaları. Bir de kendisine bir şey katamayan oyuncular var ki onların örnekleri sürüsüne bereket.. Sercan Yıldırım, Batuhan Karadeniz.. Necip’in de örnek alması gereken oyuncunun ilk gruptan Mehmet Topal olduğunu düşünüyorum. Kıyaslarsak Topal biraz daha defansif yönleri ağır basan bir oyuncu ama fiziksel olarak ve karakter olarak bir birine yakın oyuncular. Necip’in ideal karışımı “iki Mehmet” Topal ve Topuz’dan oluşabilir ancak tabi biraz zor bir karışım yarattık.

Necip’in ilerleyen yıllarda ortaya koyması gereken futbol rolü çift yönlü orta saha. Teknik ve fizik yapısı da bu role elveriş tanıyor. Ancak kesinlikle kolay değil. Çünkü henüz bu yolun başlarında. Daha çok top kullanmalı ve pas trafiğinde daha efektif bir yer edinmeli. Bu becerisini geliştirdikçe özgüveni de daha yükselecektir. Keza yaşına göre özgüveni de hiç fena değil. Top sürme becerisini de biraz geliştirirse kendisine ekstra bir önemli silah edinmiş olur fakat bu Necip’in sonraki aşamaların işi. Top sürmeye gelene kadar biraz daha şutunu geliştirmesi gerekiyor. Şöyle bir bakacak olursak 3 sezonda çıktığı 44 maçta sadece 1 golü ve 1 asisti var. Necip sıradanlıktan sıyrılmak adına daha önce bahsettiğim gibi hücum özelliklerini daha yukarılara çıkartmalı ve belki de şut tehdidini geliştirmeli.

Aslında Necip de tecrübelendikçe daha çok ileriye oynamaya çalışıyor. Bu sene her ne kadar form grafiği düşük de olsa, denemesi ve çabalaması bile güzel gelişmeler. Avrupa’nın önemli kulüpleri bu tarz genç oyuncuları her zaman takip eder. Necip de bence takip edildiğinin ve kendisini geliştirmenin yine kendisini nelere taşıyabileceğinin farkında olmalı. Çünkü bu potansiyelinin hakkını vermezse yine en çok kendisine yazık eder.

Karadeniz'de Kartal uçtu

Hafta içinde Şampiyonlar Ligi’nde Inter’e karşı iyi bir oyun sergileyip berabere kalan Trabzonspor, Süper Lig’de haftanın en kritik maçında Beşiktaş’a evinde 1-0 mağlup olmaktan kurtulamadı. Lig ve Avrupa maçları yüzünden en sıkışık fikstüre sahip olan 2 takımın birçok pozisyona sahne alan bu tempolu maçı, bizlere seyir zevki yüksek bir futbol izletti.

Beşiktaş’ta teknik direktör Carlos Carvalhal’ın maça başladığı 11 çok tartışılabilir. Öyle ki 4 defansa ek olarak orta sahada İbrahim Toraman, Ernst gibi 2 defansif isim ve kanatta defansif özellikleri ön planda bir Ekrem Dağ ile başladı maça. Fakat bu defansif kadro büyük ölçüde Trabzonspor’u ve özellikle Burak Yılmaz’ı birkaç pozisyon dışında kilitlemeyi başardı. Maçın son çeyreğinde de Trabzon’un Şampiyonlar Ligi maçı yorgunluğunu göz önünde bulundurarak yaptığı Ekrem-Mustafa Pektemek değişikliği sonrası Mustafa’nın takipçiliğini göstererek takımına penaltı kazandırması ve rakibi 10 kişi bırakması, takıma galibiyeti getirdi. Dolayısıyla Beşiktaş’ın hocası, maç öncesi ne planladıysa, neyi amaçladıysa (ilk amacı gol yememek, rakibin fizik gücü düşünce de gol bulmak) bunu sahada başarmış oldu.

Ayrıca Beşiktaş’ta bireysel performansına değinmek istediğim 2 futbolcu var. Bunlardan ilki Ekrem Dağ. Sağ açıkta oynayan Ekrem Dağ’ın, takımına hücumsal anlamda bir katkı vermesi çok zordu, keza oyunda kaldığı süre içerisinde birçok top kaybı yaptı. Diğer oyuncuya ise olumlu yorum yapalım : Ricardo Quaresma. Bu sezon çok eleştirilen Quaresma, son haftalardaki en etkili performansını ortaya koydu ve gol orucunu bozarak takımına galibiyeti getiren isim oldu.

Trabzonspor ise, maça Inter maçında iyi oynayan kadroyla başladı. Beklendiği gibi ilk yarıda daha baskılı oynayan Bordo-mavililer, ikinci yarı kondisyonunun düşmesiyle oyunun hakimiyetini çoğunlukla Beşiktaş’a teslim etti. Trabzon’un gol yükünü tek başına sırtlayan Burak Yılmaz’ın da Beşiktaş stoperleri arasında istediği pozisyonları pek bulamaması, takımın gol atamamasındaki başlıca sebepti. Şenol Güneş’in katkılarıyla Türkiye’deki takımlar arasında en sistemli futbolu oynadığını düşündüğüm Trabzonspor, bu mağlubiyetle liderin 5 puan gerisine düşmüş oldu, ancak yine de Trabzon’un zirveye oynayacağını ve play-off’un önemli adaylarından biri olduğunu düşünüyorum.

Yazımı bitirirken maç boyunca özellikle Trabzonsporlu taraftarların aşırı derecede tepkisini çeken hakem Fırat Aydınus’tan bahsetmek istiyorum. Maçın temposunu düşürmeyerek avantaj kuralını maç içinde çok iyi uyguladığını ve ufak 1-2 hata dışında maçı mükemmele yakın yönettiğini düşünüyorum. Burak Yılmaz’ın el beklediği pozisyonda (ki bence uzaktan yakından alakası yok), yaptığı fauller sonrası seyirciyi tahrik edici tepkiler göstermesi, Trabzon taraftarını da galeyana getirdi. Hakemlerimizin bir kısmı evet formsuz olabilir, fakat iyi maç yönettikleri zaman bile tepki göstermeye başladık kendilerine. Bu gidişat hiç de iyiye alamet değil…

Bir Selçuk İnan yorumu



Son 3-4 senede Türkiye’de orta sahada en çok dikkat çeken oyuncu kimdir desek, şüphesiz ki çoğumuzun diyeceği isimler arasında Selçuk İnan da yer alır. Kariyeri adına Manisaspor’dan Trabzonspor’a geçişi çok önemli bir dönüm noktası. Manisaspor’da Ersun Yanal ile çalışan (Arda Turan ile de birlikte oynadılar), sonra da Trabzonspor’da Şenol Güneş ile çalışan Selçuk her geçen sezon oynadığı futbolun üzerine koyarak devam etti. Şimdi de Galatasaray forması altında Fatih Terim ile çalışıyor. Kariyerinde bu tarz teknik adamlarla beraber olmak Selçuk için çok önemli bir şans. Ancak bana göre Selçuk adına içinde bulunduğumuz sezon son derece önemli ve kritik. Çünkü artık oynadığı başarılı futbolu bir üst düzeye çıkarabilip çıkaramayacağı sorusu var karşımızda. Eğer ki çıkarabilirse, hem Türk futbolu adına hem de Galatasaray adına belki seviye atlatmayacak ama önemli fark yaratabilecek bir oyuncu kazanılmış olur. Peki Selçuk futbolunu nasıl daha yukarı taşıyabilir?

Her oyuncunun yapabildiği pozitif şeyler olduğu gibi, yetersiz kalan yerleri de vardır. Bu yetersiz özellikleri geliştirmek de (yetenek varsa) oyuncunun elinde. Selçuk’un en iyi yaptığı işler; müthiş isabetli uzun toplar atabilmek, kaleyi karşısına alınca çok etkili vuruşlar çıkartabilmek ve etkili duran toplar kullanabilmek (cepheden, yandan) diyebiliriz. Bu özellikleri zaten oldukça üst düzey, daha da yukarı taşıyabilirse eyvallah ama bu şekilde de mesuduz. Peki eksik kalan yönleri neler? Daha üst düzey bir orta saha oyuncusu olmak isteniyorsa, kesinlikle top sürüşünü (dribbling) ini geliştirmesi gerekiyor. Pek hızlı ve çabuk bir oyuncu olmaması bu alanda kendisine dezavantaj yaratıyor. Ancak yine de savunma hattından pas alındıktan sonra veya orta sahada top tıkanınca bir 20 metre topla beraber koşu yapabilmeli diye düşünüyorum. Bir başka geliştirebileceği özellik ara paslar. Kesinlikle kötü ara pas atıyor demiyorum, ancak daha istikrarlı bir şekilde “öldürücü pasları” atabileceğini düşünüyorum. Keza bu yetenek de, saha görüşü de kendisinde mevcut.

Selçuk İnan artık gerek Galatasaray, gerek milli takım olsun daha fazla göz önünde. Ancak kendisi adına bir şans olan ise Galatasaray’ın yeni bir yapı oluşturduğu için biraz toleranslı olması. Yani daha çok risk alıp, daha çok zorlayabilir. Bakalım Alex’in “Türkiye Ligi’ndeki en beğendiğim oyuncu” dediği Selçuk, Avrupa’da üst düzey denebilecek bir orta saha oyuncusuna dönüşebilecek mi?

Pota'da kadınların derbi günü



Sezon öncesi Cumhurbaşkanlığı Kupasında karşı karşıya gelen iki ezeli rakip, bugün saat 16.00′da Caferağa Spor Salonu’nda bir kez daha mücadele edecek. Derbi’ye geçmiş yıllarda olduğu gibi yine konuk taraftar alınmayacak. Bir köşede iyiden iyiye form tutan ve morali yüksek ev sahibi Fenerbahçe, diğer köşede müthiş form grafiğini Ros Casares maçında moral bozucu bir mağlubiyetle sekteye uğratan Galatasaray Medical Park.

Ligde geride kalan 5 hafta sonunda mağlubiyet yüzü görmeyen Galatasaray, bugün de galip gelip en büyük rakibini kendine yaklaştırmamaya çalışacak. Fenerbahçe ise herkesi şaşırtan bir biçimde evinde TED Ankara’ya mağlup olarak geri düştüğü rakibini yakalamaya çalışacak. Bu heyecan verici karşılaşmada gözler Fenerbahçe adına skorer Angel’da, Sarı-Kırmızılılarda ise sezon öncesi karşılaşmasında pota altına tek başına hükmeden Tina Charles’da ve tabi ki geçen sezon olaylı ayrıldığı eski takımına karşı mücadele edecek olan Diana Taurasi’de olacak. Alba Torrens’in yokluğunda performans olarak oldukça geriye düşen Galatasaray’ın güçlü rakibine üstünlük kurabilmesi için bu iki oyuncunun ekstra performans göstermesi şart gibi gözüküyor.

Barça da yenilirmiş...

La Liga’nın şu ana kadar namağlup tek takımı olan Barcelona, deplasmanda ligin zayıf ekiplerinden Getafe’ye 1-0 mağlup olarak taraftarlarını şok etti. Barça’nın bu mağlubiyeti, tabii ki aralarındaki puan farkını 6’ya çıkaran Real Madrid’in ekmeğine yağ sürmüş oldu.

Barcelona’yı haftalardır bu kadar etkisiz futbol oynarken görmemiştik. Belki haftaiçi oynadıkları Milan maçının yorgunluğundan, belki Getafe sahasının Barça’nın pas trafiğine çok da elverişli olmayan zemininden kaynaklandı bu durum. Biraz da şanssızlığından bahsedebiliriz Barça’nın bu mağlubiyeti için. 90+1 de çok tartışmalı bir ofsayt pozisyonu ve sayılmayan golleri, 90+3’te Messi’nin topu direğe nişanlaması, Getafe’nin maç boyunca atağı olmadan, bir duran top pozisyonundan golü bulması… Ama bunlar Barcelona gibi dev bir kulüp için bahane olmamalı tabii ki.

Udinese’de oynadığı zamanlar bireysel olarak çok beğendiğim bir oyuncu olan Alexis Sanchez, Barcelona’ya transfer olduğunda takımı daha üst seviyeye çıkaracağını düşünüyordum. Fakat şuana kadar fazlasıyla yanılmış olduğumu gördüm. Belki konuşmak için biraz erken fakat Alexis, Barça’nın pas trafiğinde sürekli aksıyor, sık sık pas hatası yapıyor. Anlaşılan henüz İspanyol futboluna ve Barcelona’ya adapte olamamış Şili’li yıldız.

Sezona aslında hiç de iyi başlamayan Getafe, bu maça kadar 12 maçta 10 puan toplamıştı. Fakat Messi’ye her top geldiğinde 2-3 kişiyle basıp onu çok iyi kilitleyince, şansları da maç içinde yaver gidince altın değerinde bir üç puan koparmayı başardılar Barcelona’dan. Ve bir Madrid şehri takımı olan Getafe, şehrin diğer bir takımı Real Madrid’e büyük bir kıyak geçmiş oldu böylece.

Lokavt biter..Zaza gider..Sertaç döner..



Galatasaray’ın lokavt boyunca takımına dahil ettiği oyuncu Zaza Pachulia önümüzdeki günlerde Amerika’ya geri dönecek. Bu durumda Zaza’nın gelişiyle Tofaş’a kiralanan Sertaç Şanlı da takıma tekrar katılacak.

Galatasaray’da aldığından daha çok süre alması muhtemel olduğu için Tofaş’a gönderilen ve burada kendini geliştirmesi beklenen Sertaç’ın kendisine bu süreçte neler kattığı ise soru işareti. Özellikle faul problemine sıkça girmesi ve boy avantajını oyunun iki tarafında gerektiği kadar kullanamaması genç oyuncunun henüz düzeltemediği dezavantajları. Keza Tofaş’ta daha fazla süre alması beklenen Sertaç’ın, bu eksikleri nedeniyle yeni takımında da yeteri kadar süre alamaması kendi adına olumsuz bir durum. Ancak yaptığı açıklamalarda kişisel idmanlarına ağırlık verdiği ve kendini geliştirmeye çalıştığını belirtiyor. Yalnız dış oyununu geliştirmeye çalışmak yerine 2.14′lük boyunu daha verimli kullanabileceği pota altı özelliklerine konsantre olmak kendi kariyeri için daha makul olacaktır.

26 Kasım 2011 Cumartesi

Galatasaray demek sancısız maç yoktur demek.



Galatasaray - Sivasspor maçının Galatasaray için özeti işte bu.. 2-1 (Engin,Baros-Erman Kılıç) biten maçın başından itibaren dominant olan taraf kesinlikle Galatasaray'dı. Maça istekli başlayan Fatih Terim'in takımı topun kontrolünü erkenden ele geçirdi ve ilk yarıda Sivasspor'a karşı oldukça üstün bir oyun sergiledi. İleride basarak Sivasspor'un iyi oynamasına da engel oldular. Ancak Sivas'ın da bugün iyi oynayacak bir hali de yoktu sanki.

Şöyle kısa bir değerlendirme yapmak gerekirse, Galatasaray'ın çift forvet ile daha iyi olduğu aşikar. Ancak yine de yaratıcı oyuncu sıkıntısı büyük. %68 topla oynadığı ilk yarıda yaratıcılığıyla ön plana çıkacak bir oyuncusu olsa Galatasaray'ın, skor bence farklı olurdu. Çünkü topla oynanıyor ancak verimli ve efektif yapılan pas sayısı düşük. Bugün için olumlu olan gelişmelerden biri Riera'nın iyi oyunuydu. Kazım tarafından felç edilen sağ kanatın verimsizliğini soldan iyi katkı vererek örttü Riera. Kazım aynı zamanda bence Eboue'yi de topallaştırıyor. Önünde daha etkili bir kanat oyuncusu olsa Eboue'nin yaptığı çıkışlar da daha etkili olacaktır. Eboue'nin Galatasaray adına günün en iyi ismi olduğunu düşünüyorum. Özellikle defansta Grosicki'yi hemen hemen her pozisyonda duman etti. Son haftaların parlak ismi Semih Kaya ise bugün kötü bir performans çizdi. Birkaç kritik hatası oldu ancak bu hataların %90 tecrübesizlik temelli olduğunu görebiliyoruz. Kısacası Galatasaray bugün 1-2 oyuncu hariç iyi bir görüntü çizdi.

Şimdi gelelim işin başlığımızı oluşturan kısmına.. Engin Baytar efendi.. Gerçekten bu adamın yaptığı eylemlerin bazılarına anlam yüklemeye çalışmamak gerekiyor. Yeni takımına geldiğinden beri pek bir vukuatı olmasa da, bugün kişilik damarı kendini gösterdi. Engin belki de bugün takımın en iyi adamlarından biriydi. Orta sahada en çok top kapan, hücümda en üretken gözüken oyuncu rolündeydi. Golünü de attı, sonra da gidip kaleciye kafa attı. Yahu anlaşılır gibi değil. Böyle giden bir maçta neden durduk yere atılırsın ve maçı tehlikeye atarsın. Bir de üzerine önümüzdeki maçlarda cezalı olacak. Bence bu disiplinsizliğe önemli bir para cezası verilmesi gerekiyor. Bu tarz eylemlerin hoş karşılanmayacağını oyunculara net olarak hissettirecek, ibretlik bir ceza bence makul olur. Elmander'in pozisyonu ise benim bakış açıma göre talihsizlik. Net kırmızı kart o başka, ancak kasıtlı bir müdahale olmadığını düşünüyorum. Keza görüntüler izlendikten sonra cezasının 1 maç olmasının daha uygun olduğunu düşünüyorum.

Madrid derbisinde gülen taraf Real !

La Liga’da haftanın merakla beklenen maçında, Madrid derbisinde, gülen taraf 4-1 lik skorla 9 kişi kalan Atletico’yu deviren evsahibi Real Madrid oldu.

Lider Real, doğal olarak maçın favorisiydi ama maç hiç de istedikleri gibi başlamadı ve Atletico Madrid, Adrian ile öne geçti. Fakat maçın kırılma noktasının, 22. dakikada Atletico’nun genç kalecisi Courtois’nın yaptığı penaltı ve gördüğü kırmızı kart olduğunu düşünüyorum. Bu dakikadan itibaren Real tam anlamıyla kontrolü eline aldı. Zaten dünyanın en iyi takımlarından birine karşı deplasmanda oynuyorsanız, bir de ilk yarının ortalarında 10 kişi, maç sonuna doğru da 9 kişi kalıyorsanız maçtan puan koparma işiniz mucizelere kalır demektir. Özellikle 2. yarının nerdeyse tamamı boyunca Real Madrid, Atletico’ya kontra şansı bile vermedi, maç tamamıyla Atletico’nun yarı sahasında oynandı diyebiliriz. Bunda Atletico’lu oyuncuların eksik kalmalarından dolayı yorulmalarını da göz önünde bulundurmak gerekir. Bütün bu faktörler, maçın 4-1 bitmesine sebep oldu sonuçta.

Atletico, bu sezon istikrarsız sonuçlar aldığı için eleştiriliyor, fakat bence bu maç bu konuda kıstas kabul edilemez. Neden mi böyle düşünüyorum ? Kalecilerinin maçın başlarında kırmızı kart görmesi, hücumda takımın etkili isimlerinden Diego’nun bu yüzden mecburi oyuncu değişikliği, yedikleri 2 penaltı golü ve Real Madrid gibi çok zor bir deplasman maçı, bu mağlubiyeti kabul edilebilir bir hale getiriyor.

Real Madrid ise sezon başından beri bildiğimiz Real… Maç başına 3,5-4 gol atan, rahat maç kazanan bir takım görüntüsündeler. Geçen yıl da olduğu gibi, La Liga da lideri muhtemelen El Classico’ların sonuçları belirleyecek büyük ölçüde.

Peki Madrid’deki Türk oyuncularımız bu akşam ne yaptı ? Bildiğimiz üzere Real Madrid’de Mesut Özil, Nuri Şahin ve Hamit Altıntop, Atletico Madrid’de ise Arda Turan forma giymekte. Dilerdik ki bu akşam bütün oyuncularımız sahada olsun, ama yalnızca Arda Turan ve Mesut Özil maçta forma giydiler. 2 oyuncu da sahada kaldığı yaklaşık 78 dakika içinde iyi mücadele ettiler ama çok da ön plana çıkmadılar takımları adına.

Sonuç olarak Real, bir haftayı daha kayıpsız atlattı ve liderliğini korudu. Bakalım gecenin diğer maçında şampiyonluğun diğer adayı Barcelona ne yapacak…

The day that never comes! Lokavt bitiyor!



Şöyle sağlam bir oooh bee çekmenin günü geldi arkadaşlar! Nba'de lokavt sona eriyor! Yine 16 saat süren bir toplantının ardından takım sahiplerinin ve oyuncular birliği sendikasının bir anlaşmaya vardığı haberi geldi. Sonra da beklenen resmi açıklama geldi.. NBA Başkanı David Stern, ”Oyuncular Birliği ile sözlü bir anlaşmaya vardık. Sezonun 25 Aralık’ta başlamasını bekliyoruz.”. İyi de oldu, keza ziyadesiyle özlemiştik..

Şimdi geriye kalan tek şey resmi imzaların da atılması. Bu sürecin de 10-12 gün süreceği konuşuluyor. 9 Aralıkta başlaması beklenen hazırlık sürecinin ardından da ilk maç 25 Aralıkta güzel bir şovla oynanılacak.

Şu an için anlaşmanın detayları ile ilgili bir bilgim yok ama bir an önce bu haberi gelişmeyi paylaşmak istedim. Detayları ile ilgili bir yazı da olaylar şekillenince gelir elbette. Tabi Avrupa'ya gelmiş olan Nba oyuncularının da 10-12 gün içerisinde Amerika'ya dönmek zorunda olduklarını hatırlatalım. Ancak Krstic, Vujacic ve Weems gibi senelik imza atan oyuncular hariç..

25 Kasım 2011 Cuma

Başkent’ten gol sesi çıkmadı


Süper Lig’in mevcut lideri Fenerbahçe, haftanın açılış maçında deplasmanda Gençlerbirliği ile 0-0 berabere kaldı. Maçın genelinde 2 takımın da mücadele gücü yüksekti fakat pozisyon açısından kıt bir maç izlediğimizi söyleyebiliriz. Bu açıdan da skora bakarsak, maçın hakkının zaten beraberlik olduğunu düşünmekteyim.

Fenerbahçe ligin geride kalan 12 haftası içinde kaç maç iyi futbol oynamış diye baksak, bu sayı çok sınırlıdır. Fakat Fenerbahçe ligde lider. Bu durum Fenerbahçe’nin iyi oynamadığı haftalarda da sahadan 3 puanla ayrılmayı çok iyi başardığının bir göstergesi. Bunda da Alex de Souza’nın maçın bir anında ön plana çıkıp yarattığı yada attığı gollerin payı çok büyüktür. Fakat bu haftaki Gençlerbirliği maçında ne Alex, ne de takım arkadaşları hücumsal anlamda istediklerini sahaya bir türlü yansıtamadılar ve ortaya bu beraberlik çıktı.

Peki sadece Fenerbahçe etkisiz olduğu için mi berabere kaldı ? Tabi ki hayır, bu konuda Gençlerbirliği’li oyuncuların hakkını yemememiz lazım. Maç boyunca çok iyi kapandılar, orta sahada hızlı pas yaparak etkili kontratağa çıktılar. Hatta çok az bir farkla da olsa galibiyete daha yakın tarafın Gençlerbirliği olduğunu söyleyebiliriz. Önceki yazılarımdan birinde (Beşiktaş-Gençlerbirliği maçı ile ilgili) Gençlerbirliği’nin üstüne koyması gereken birçok şey olduğunu belirtmiştim. O günden bu yana daha oturaklı, daha sistemli bir takım olmuş Fuat Çapa’nın öğrencileri. İç sahada bu sezon hiç maç kaybetmeyen Gençler, bu şekilde devam ederse şampiyonluk adaylarının korktuğu bir deplasman haline gelebilir gerçekten.

Maç için bireysel performans olarak öne çıkan, değerlendirilebilecek kimseyi göremiyorum açıkçası. Fakat Sarı-Lacivertlilerin sezon başında kadrosuna kattığı Henri Bienvenu hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Bence Bienvenu kesinlikle ama kesinlikle Fenerbahçe’nin kalibresinde bir forvet değil, çok yetersiz kalıyor. Hücuma çıkarken sırtı dönük top tutamıyor, çok pas hatası yapıyor, gol pozisyonlarına giremiyor. Gelen gideni aratır derler ya, şuana kadar Bienvenu, Niang’ı mumla arattı dersek yanlış bir ifade kullanmış olmayız herhalde. Buna ek olarak Semih Şentürk’ün de sonradan oyuna girdiğinde takıma en ufak katkı veremeyecek kadar formsuz olması, Fenerbahçe’nin devre arasında bir forvet transfer etmesinin kaçınılmaz olduğunu göstermekte.

Sonuç olarak, devre arasına 5 hafta kala Fenerbahçe, mümkün olduğunca az puan kaybedip devre arasında ekonomik güçlerinin elverdiği kadarıyla transfer yapacaktır, aksi takdirde bu kadroyla, bu şekilde iyi oynamadan ne kadar liderliği koruyabilirler bilemiyoruz. Bakalım önümüzdeki haftalarda nasıl bir Fenerbahçe izleyeceğiz…

Semih Kaya'dan 5 senelik imza



Beklenen bir gelişmeydi ve artık resmileşti. 1991 doğumlu Semih Kaya 5 senelik sözleşmeye imzasını attı. Semih'in yıllık alacağı garanti maaşlar sırasıyla; 355.000 TL, 450.000 TL,530.000 TL, 600.000 TL ve 660.000 TL ve bu ücretlere ek olarak alınacak maç başına ücretler var.

Son dönemde herhalde Galatasaray adına en heyecan verici gelişmelerden biri Semih Kaya'nın yükselişidir. Yıllardır alt yapıdan oyuncu çıkartıp ilk 11 düzeyinde düzenli forma veremeyen Galatasaray için bu genç stoperin performansı bu açıdan da önemli. İşin soru işareti kısmı; eğer ki Servet ve Gökhan o maç cezalı/sakat olmasaydı Semih Kaya formayı giyebilecek miydi? Bence hayır. Ancak yine de aldığın şansı iyi kullanmak genç oyuncu için şarttır. Semih de bu şansı mükemmel kullandı ve bundan sonra da formayı bırakacak gibi gözükmüyor. Fatih Hoca'nın da bu tarz oyuncuların büyük destekçisi olduğu bilinir.

Semih'in bana göre 3 tane en önemli özelliği var. Nedir bunlar? Atletizm, Soğukkanlılık ve Mücadele. Günümüz stoperleri için çabuk olmak atlet olmak oldukça önemli. Semih'in bu konuda çok avantajlı olduğunu söyleyebiliriz. Özellikle inanılmaz bir zıplama kabiliyeti var. Çok hızlı olmasa da gayet çabuk bir oyuncu olduğunu da söyleyebiliriz. Gelelim soğukkanlılığa. 20 yaşındaki bir oyuncunun bu olgunlukta oynaması çok sık rast gelinen bir durum değil. Bu biraz kişilikle alakalı bir şey. Yani bir Sabri'nin oyununa bir Semih'in oyununa bakarsanız dediğim daha net ortaya çıkar. Genç oyuncunun mücadelesi ise alışık olmadığımız cinsten. Şöyle ki, genelde takımın en mücadeleci oyuncuları rakipler için antipatik olur. Semih Kaya'da bu özellik pek yok. Yani hem hırslı ve mücadeleci hem de soğukkanlı ve profesyonel. Enteresan bir karışım yani.

Lamar Odom Beşiktaş Milangaz'da!


Eveet, Deron Williams'dan sonra bir NBA yıldızı daha İstanbul'un yolunu tutuyor. Los Angeles Lakers'ın 3/4/5 numara oynayabilen 4 numara orjinli oyuncusu Lamar Odom lokavt bitene kadar siyah beyazlı formayı giyecek. Bu transferin gerçekleşmesinde Deron Williams'ın varlığının da önemli etkisinin olduğunu düşünüyorum. Çünkü Odom'un maaşı da çok yüksek değil. Sanıyorum ki aylık 180 bin dolara anlaşıldı.

Odom'un kalitesini tartışmaya gerçekten hiç gerek yok. Direkt olarak da katkı yapabilecek bir oyuncu ve takımın bu takviyeye ihtiyacı da vardı. Euroleague'de olsa fantasy challenge takımları için de önemli bir gelir kaynağı olurdu.

Tabi ki soru işaretleri değişmedi. Ya lokavt biterse? Ancak bu konuda Beşiktaş'ın bu sene şansı yaver gidiyor. Sezon başında bu zamana kadar lokavtın bitmesi bekleniyordu, en azından lig başlamasa bile anlaşmanın sağlanması bekleniyordu. Şu an ise bulunduğumuz durumda oyuncuların bu meseleyi mahkemeye taşıma çabası ve diğer tarafta NBA'in olası bir yeni teklifi var. Bu süreç uzadıkça (yani Beşiktaş bu kadroyu koruyabildikçe) siyah beyazlılar oynadığı kupalar için şampiyonluğun en önemli adaylarından.

Hepimizin "yakından tanıdığı" sosyetik isim Kim Kardashian'ın kardeşi Khloe ise Lamar Odom ile beraber. Yani Maria Sharapova'dan sonra bir ünlü bayan daha basketbol vasıtasıyla Türkiye'ye gelecek. Ancak Khloe Kardashian'ın da bir Alex olmadığını belirtelim.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Merhaba Futbol ben Türkiye!



Başlık sanırım yaşamamız gereken sürecin ve dönüşümün özetini yansıtıyor. Euro 2012 şansımızı mazide bıraktıktan sonra Guus Hiddink ile yolları ayırıp Abdullah Avcı’yı milli takımın başına getirerek bu süreci başlatmış olduk. Ancak bu sürecin gerekli olan değişimin sadece bir parçası olduğunu bilmeli ve sanki sürecin sonucuymuş gibi bir algı oluşturmamalıyız. Futbol krizimizi kafalarda milli takımımızla kısıtlarsak yine sıkıntıyı çözemeyiz. Takım düzeyinde de son yıllarda serbest düşüşteyiz ve bu durumun da temel nedeni kesinlikle ama kesinlikle kötü yönetmek ve yönetilmek. Kısacası futbolun bütün organlarıyla bir gelişim sürecine girmek zorundayız. Peki bu süreç nasıl olmalı?

1 – Günü kurtarmak yarını ipotek altına almaktır.

Günü kurtarmak.. Ne yazık ki Türk insanları olarak karakteristik özelliğimiz. Hayatlarımızda nasıl bugün kendimizi zorlamamak için yapmadığımız ve ertelediğimiz şeylerin zararını zaman geçtikte anlıyorsak, futbolda da durum çok farklı değil. Hem Milli Takım, hem de Kulüp bazında.. Aslında “günü kurtarmak” kağıt üzerinde çok klişe gözükse de belki de en ama en büyük problemimiz. Bunun önüne geçmek için kesinlikle ve kesinlikle alt yapı eğitimini geliştirmemiz gerekiyor. Genç milli takımlarımızın turnuvalarda devamlı başarılarının olup, aynı çocukların 20 yaşına geldiğinde gram ilerleyememiş olmalarının iki nedeni var. Ancak bu nedenler de birbirine geçmiş durumda. İlki; bu çocuklar kesinlikle üst düzey “temel futbol eğitimi” almıyor. Yani fundamental olarak eksik kalmış oyuncular yetişiyor. 13/18 yaş aralığı bence futbolun öğrenim sürecinin makul aralığı. İkincisi; gelecek vadeden oyuncuların çoğuna da yeterli şans verilmiyor. Şans verilmemesinin sebebi de hem yeniden başlığımızda dediğimiz gibi günü kurtarmak hem de bu oyuncuların çoğunun yaşları ilerleyince yetersiz kalması.

Altyapı kalitemizin yükselmesi geleceğimizin de temelini oluşturacak. Avrupa’nın üst düzey kulüplerinde oyuncular 21 yaşına geldiğinde “genç oyuncu” dan çok “olmuş oyuncu” düzeyinde top oynuyor. Bizim gençlik potansiyelimizin ne kadar büyük olduğunu düşünürsek, sağlam bir altyapının bize neler katabileceğini daha da net görmüş oluruz. Almanya’da yaşayan 3 milyon Türk’ten dünya yıldızları çıkarken 75 milyonluk Türkiye’den neden çıkmasın. Bu arada genç yaşta keşfedilmiş bu gençlere özel okulların burs imkanları sunmasını ve genç oyuncuların gelecek kaygılarını bir nevi hafifletmeleri de güzel bir destek olabilir diye düşünüyorum.

2 – Doğru sistemi ve rol modelimizi seçmek.

Günümüz futbolunda kullanılabilecek değişik sistemler var. Biz hem kulüp hem de milli takım olarak son yıllarda Barcelona’yı görüp gaza geldik ve bize en uymayacak sistemi seçtik. Evet 4-3-3 tabi ki. 4-3-3 dediğimiz sistemin seçilebilecek en zor sistemlerden biri olduğu kesin. Neden? Çünkü en geri hattan en ilerdeki oyuncuya kadar hem savunmayı hem hücumu tam anlamıyla kolektif olarak yapmak gerekiyor. Şöyle bir düşünecek olursak Türkiye’de hangi savunma oyuncusunun hücuma düzenli katkı verdiğini gördük ki. Belki birdir ikidir. 4-3-3’te savunma oyuncusu hem atik olmalı (çünkü savunma hattı kolektif oyun icabı ileride kurulur) hem de pas yapabilmeli. Orta saha oyuncuları ise çift yönlü olmalı ki bu da çok zor ve taşıması yorucu bir yük. Ancak orta sahamızın bölge bölge bakarsak en kalitesi yüksek hattımız olduğunu düşünüyorum. Onu da geçersek kanat oyuncuları kesinlikle skorer ve en ilerideki oyuncuya sürekli katkı veren oyuncular olmalı. Ki bu bölgede de Türkiye olarak büyük bir kriz yaşadığımızı söyleyebiliriz. Kanatların forvet özellikli olması da direkt olarak beklerin önemini arttırıyor. Orta sahada zayıf kalınmaması için beklerin hücumdayken pas oyununun içinde olması lazım. Sonuç olarak kesinlikle bu sistem bizim sistemimiz değil. En azından hali hazırdaki oyuncularla 4-3-3 zor.

Kendimize rol model olarak İspanya’yı seçmeyi bırakmalıyız. Almanya’nın birkaç senedir oynadığı futbol bence bizim için daha makul. Klasik özellikleri olan oyunu son ana kadar bırakmamak ve oyun disiplininden kopmamanın yanına teknik olarak da kabiliyetli oyuncuları koyan Almanlar mükemmele yakın bir karışım yakalamış durumdalar. 4-2-3-1 ‘le oynuyorlar ve o forvet arkasında oynayan oyuncunun Mesut olması yaratıcılığa önemli katkı yapıyor. Biz de bu bölgede Nuri’yi kanatta Arda’yı kullanırsak yaratıcılık olarak çok tıkanmayız diye düşünüyorum. Şöyle bir düşünürsek; Kaleci-Sol bek- Ömer Toprak- Serdar Kesimal (Aziz)- Gökhan Gönül hattının önünde Mehmet Topal- Selçuk İnan’ı koyarsak önüne de Arda-Nuri-Sağ Kanat(Töre) ve Burak Yılmaz tarzı bir kadronun önümüzdeki yılların omurgasını oluşturabileceğini söyleyebiliriz.

3 - Doğru teknik direktörü seçmek sistemin olmazsa olmazıdır.

Şüphesiz ki sportif başarıda teknik direktörün ve ya koçun payı büyüktür. Ne hikmetse Türkiye’de de en çok bu adamlar eleştirilir. Futbol bazında düşünecek olursak, teknik direktör olarak ayırmamız gereken üç tane adam var; Fatih Terim, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş. Yine bu üç adamın Futbol arenamızdaki eleştirilere en çok maruz kalan aktörler olduğunu söyleyebiliriz. Yanlış anlaşılmasın eleştiri başka bir şey, hakaret ve aşağılamak başka şeyler. Eğer ki Mustafa Denizli’ye futbolu bilmiyor, Fatih Terim’in başarıları şanstır, Şenol Güneş şöyledir böyledir diyorsak tek kelimeyle ayıp ediyoruz. Fatih Terim ile ilgili çok güzel bir söz vardır, unutmamak lazım; “Milan’dan kovulmak için önce Milan’a gitmek gerekir.”.

Yeni jenerasyonda ise öne çıkan iki üç teknik adamımız var. Ertuğrul Sağlam ve Abdullah Avcı’yı direkt söyleyebiliriz ve belki Tolunay Kafkas’ı da ekleyebiliriz. TFF’de milli takımı emanet etmek için Abdullah Avcı’yı seçti. Doğru mu yaptı, bence kesinlikle doğru yaptı. Ancak Abdullah Avcı’nın görevi oldukça zor. Çünkü her an eleştiriler başlayabilir. Umarım geçmiş hatalarımızdan ders almışızdır ve teknik direktörümüze yapıcı eleştiriler yapmayı öğrenmişizdir. Milli takımı çalıştıran teknik direktörün oyuncularını çok iyi tanıması lazım. Bunun için de Avcı’dan daha iyi bir alternatif zor bulunur sanki. En büyük riski ise sürekli göz önünde bulunacak olmasından dolayı demin belirttiğim gibi haklı haksız çok eleştirilecek olması. Yeni yapılanmaların meyvelerini toplamak için ne yazık ki sadece doğru sistem, doğru hoca yetmiyor. Sabır göstermek gerekiyor. Çünkü sadece Aragones’i, Rijkaard’ı, Schuster’i ve Hiddink’i getirerek ne yazık ki Barcelona olunmuyor. Bu konuda şunu da eklemek istiyorum; genellikle hocaların sistemleri bellidir. Örneğin Rijkaard pas futbolu oynatır. Bu adama Servet ve Gökhan’ı verirsen istediğini alamazsın. Kısacası getirdiğin hocanın da kuracağın sistemle uyumlu olması zaruridir.

4 – Sabırrrr…

“Doğru sistem ve doğru anlayışla oluşturulmuş bir yapılanmaya” sabır göstermek farz. Bu da ne yazık ki karakteristik özelliklerimize ters düşüyor. Millet olarak her istediğimiz hemen olsun isteriz fakat tabi ki genelde bu iş böyle yürümez. Futbolda ise belki artık bu anlayışın ötesine geçmişizdir diye düşünüyorum. Çünkü bu sabırsızlıktan çok çektik. Bakalım Abdullah Avcı hak ettiği sabrı görecek mi. Bu konuda medyaya düşen pay da oldukça büyük. Çünkü insanları gelayana getirmekte üstlerine yok.


İşte durumumuz bu. Yapmamız gerekenler aslında ortada. Futbol dünyasını kasıp kavuran Barcelona’nın 2005’ten önce sadece bir 2005’ten sonra üç şampiyonlar ligi şampiyonluğu olduğunu biliyor muydunuz? Doğru bir yapılanmayla nerelere geldiler. Tabi ki biz ne kulüp ne de milli takım bazında öyle bir futbol beklemiyoruz ancak şu anda olduğumuz yerden çok daha yukarılara çıkabiliriz. Yeter ki bilinçlenmiş olalım.

16 Kasım 2011 Çarşamba

Elveda Guti Hernandez

Jose Maria Gutierrez Hernandez, yani kısaca Guti, hatırlayacağımız gibi 2010-2011 sezonu öncesi, Yıldırım Demirören’in taraftarlarla barışma projesi adı altında transfer edilen 2 yıldız futbolcudan birisiydi (diğeri ise Quaresma’dır). Bu denli tanınmış bir oyuncunun transferi, Beşiktaş’ı reklam anlamında ileri taşımış olabilir belki ama sportif başarı konusunda Guti’den istediği verimi özellikle son dönemlerde bir türlü alamadılar ve gitti-gidecek derken sonunda resmi açıklama geldi ve Guti’nin sözleşmesi karşılıklı olarak feshedildi geçtiğimiz günlerde.

Peki, kısaca kimdir Guti ? Kariyerinde Beşiktaş öncesi sadece bir takım bulunur: Real Madrid. Altyapısı dahil 26 yıl boyunca Real Madrid formasını 600 maçtan çok giyen, Real kaptanlığına yükselmiş, takımıyla 5 La Liga şampiyonluğu, 3 UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu, 4 İspanya Kral Kupası kazanmış bir isimdi Guti.

Fakat bu denli kariyerli ve başarılı bir Guti, neden Beşiktaş’ta tutunamadı ve istenilen verimi veremedi ? Bunun başlıca sebebi, Guti zaten Beşiktaş’a geldiğinde 34 yaşındaydı. Hepimizin bildiği üzere İspanya’da Türkiye’ye oranla daha az fiziksel mücadele ve daha teknik bir oyun anlayışı var. 34 yaşında, fizik olarak düşüşe geçmiş, kariyeri boyunca İspanya dışında futbol oynamamış bir yıldızın Türkiye’deki sert futbola ve fizik mücadeleye ayak uydurabilmesi zaten sürpriz olurdu. Bir de şu açıdan bakmak lazım; Guti, attığı ara paslar, öldürücü toplar, oyunu okuyabilme yeteneği ile ön plana çıkan bir oyuncu. Fakat bazen o kadar sistemsiz oynuyor ki Beşiktaş, top almaya boşa kaçan, topsuz oyunda hareketli olan kimseyi göremiyoruz sahada, ee Guti bu durumda kime ara pas atabilirdi ki diye sorabiliriz…

Guti’nin aslında Beşiktaş performansına bakacak olursak, Beşiktaş’ın son 1,5 yılda çalıştığı 3 teknik direktörün periyotlarına bölmemiz gerekir. Guti’nin en efektif performansını, 2010-2011 sezonunun ilk yarısında, Berndt Schuster yönetiminde verdiğini görebiliyoruz. Schuster’in istifasından sonra takımın başına geçen Tayfur Havutçu ile beraber, Tayfur Hoca’nın koşan mücadele eden bir takım yaratma düşüncesi ile yavaşça yedek kulübesine çekilmeye başlanıyor Guti. Ve son dönem, Carlos Carvalhal döneminde iyice futbolcu olmaktan çıkıyor diyebiliriz. Carvalhal ile bir türlü yıldızı barışmayan Guti, çoğu maçta 18 kişilik kadroya giremeyen, sürekli magazin haberlerinin gündeminde olan, geceleri mekanlardan sarhoş bir şekilde çıkmasına alıştığımız, izin almadan ülkesine dönen, bazı antrenmanları kaçıran bir oyuncu konumuna geliyor, bunda da Carvalhal’in kendisini küstürdüğünü öne sürüyor. Carvalhal Guti’yi küstürdü diye mi böyle oldu, yoksa Guti böyle olduğu için mi Carvalhal Guti’yi kadro dışı bırakıyordu, onu bilemiyoruz tabii ki.

Sonuç olarak, bence Guti’nin bu saatten sonra Beşiktaş’a, Beşiktaş’ın da Guti’ye hiçbir faydası olmayacaktı ve en doğru karar alınarak sözleşme dostça karşılıklı olarak feshedildi. Guti’ye, Türkiye’nin ve özellikle Beşiktaş’ın isminin İspanyol medyasında daha sık geçmesini sağladığı için teşekkür ediyoruz ve eğer futbol hayatına devam etmeyi düşünüyorsa gelecek takımında başarılar diliyoruz kendisine. Adios GUTİ ..!

12 Kasım 2011 Cumartesi

YA SAKATLANMASAYDI !




Ve evet. Uzun bir aradan sonra “ Ya sakatlanmasaydı? “ yazısı yazmak istedim. Bu kadar gündemi meşgul eden konular mevcut iken biraz nostalji olsun hem de biraz kafalar dağılsın istedim. Bu sefer konuğumuz çok uzaklardan. Bütün basketbol dünyasının görüp görebileceği en yumuşak bileklere sahip pivotu. 2.29’luk dev Yao Ming.

Yao Ming, Çin’de Shangai Sharks takımında oynadıktan sonra 2002 NBA Draft’ında Houston Rockets tarafından 1.sırada seçildi. O sene takımın yıldızları Steve Francis ve Cuttino Mobley idi. Bu kadar topu paylaşmaktan yoksun iki adamla geçirdi ilk iki sezonunu Yao. İlk sezonunda 82 maçın tamamında oynamış ve bunların 72’sinde ilk beş çıkmıştı. Çaylak sezonunda 13.5 sayı 8.2 ribaunt 1.8 blok ortalamalarını tutturmasına rağmen yılın çaylağı ödülünü Amar’e Stoudemire’a kaptırdı. 03-04 sezonunda ilk 5’e tamamen yerleşen Yao, Houston’ın play-off’lara katılmasında büyük rol oynadı. Lakabı “ the dynasty “ olan bu dev için Houston Rockets formasını amblemini satış stratejilerini değiştirdi. Takımın amblemi ve forması Çin esintilerini taşıyor dersek yanılmış sayılmayız. Fakat ikinci sezonunu başarılı bir şekilde tamamladıktan sonra, onun kariyerini çok etkileyecek sakatlık sorunları baş göstermeye başlamıştı. 04-05’te 2, 05-06’ta 25, 06-07’de 34, 07-08’de 27, 08-09’da 5 maç kaçırdı çeşitli sakatlıklardan dolayı. Fakat asıl problem 08-09 sezonunun sonunda yaşadığı ciddi sakatlıkla başladı. Sol ayağındaki stres kırığı sebebiyle sahalardan uzun süre uzak kaldı dev pivot. 09-10 sezonunun tamamını kaçırdı.10-11 sezonunda ise geri döndü 18 maçta forma giydi fakat sakatlığı tekrarladı ve sezonu yine kapattı. 2011 yılının Temmuz ayında bir basın toplantısıyla basketbol kariyierini noktaladığını açıklayarak sevenlerini üzdü Yao Ming.

2002’den bu yana 476’sı ilk beş olmak üzere 486 maça çıkan, 6 kez All-Star heyecanını yaşayan ve sakatlığından ötürü oynayamadığı maçlar dahil hepsinde All-Star oylamasında birinci oldu. 9247 sayı attı ve 4494 ribaunt aldı ve kariyerini 19.2 sayı ve 9.2 ribaunt ortalamalarıyla noktaladı.

Peki Yao 4 ay önce noktaladığı basketbol kariyerinin dışında neler yapıyor? Öncelikle “ Yao Foundation “ adlı multi-milyonerlik bir yardım kuruluşunun başkanlığını yapıyor. Ayrıca Çin Basketbol Ligi takımlarından ve NBA’e gitmeden oynadığı takım olan Shanghai Sharks’ı satın aldı. Ve üniversiteye başladı. 30 yaşında olmasına rağmen, NBA için okulu erken bırakmasından dolayı tekrar üniversiteye dönme kararı aldığını açıklayan Yao, matemeatik, İngilizce ve modern Çin tarihi derslerini almakta.

Yazımı noktalamadan önce Yao Ming’le ilgili son bir olayı anlatmak istiyorum. Charles Barkley’i çoğunuz biliyorsunuzdur. Kariyerinin başlarında, Barkley bir iddia atmıştı ortaya. Eğer Yao bir maçta 19 sayının üstüne çıkarsa herkesin önünde bir eşşeğin k*çını öpeceğini söylemişti. Bu açıklamadan hemen 3 gün sonra oynadığı maçta 22dk’da 9/9 şut isabetiyle 20 sayı bularak Barkley’i tüm dünyaya rezil kepaze etmiştir.

David Stern’ün de söylediği gibi NBA ile Çin arasında kurulan köprünün temeli olduğunu ve NBA’in globalleşmesine, sevecen tavırlarıyla büyük yardım sağlayan, sakatlıklar izin verseydi eğer Hall of Fame’e kesin girebilecek olan bu Çinli dev pivotu parkelerde çok arayacağız gibi gözüküyor.


Yazıklar Olsun !


A Milli Futbol Takımımız, bugün büyük ümitlerle çıktığı EURO 2012 play-off ilk maçında Hırvatların bize verdiği futbol dersiyle sahadan 3-0 mağlup ayrıldı. Bu soğuk gecede gelen mağlubiyet, eminim ki hepimize soğuk birer duş etkisi yapmıştır.

Öncelikle şunu belirtmek istiyorum ki Milli Takım’ın bu durumlara düşeceği grup maçlarından belliydi. Kimse birbirini kandırmasın, Rıdvan Dilmen de “Biz bu değiliz” diyip şirin gözükmeye çalışmasın hiç maç boyunca ! Biz öyle bir takımız ki, deplasmandaki Azerbaycan maçını kaybetmiş, içerdeki maçı (Azeriler sağolsun ki) 1-0 gibi zar zor bir skorla geçebilmiş, evimizde oynadığımız Kazakistan maçında 90+5’te kullanılan serbest vuruşta rakibe çarparak gol atıp maç kazanabilen bir ekibiz.

Peki yaklaşık 5 milyon nüfuslu Hırvatistan, 12 milyon nüfuslu İstanbul deplasmanına gelip 75 milyonluk Türk Milli Takımı’nı sürklase edebiliyor ?! Bu soru için birçok cevap verilebilir ama ben en önemli faktörün futbolumuzdaki sistemsizlik ve rezalet altyapı eğitimi olduğunu düşünüyorum. Yoksa 75 milyon nüfustan ,ki futbol aşığı bir ülkeyiz, yetenekli futbolcu çıkmaması olanaksız. Ama gelin görün ki, şöyle bir milli takımın potansiyelli genç futbolcularına bakacak olursak; Gökhan Töre, Nuri Şahin, Ömer Toprak, Mehmet Ekici.. Hepsi Almanya doğumlu ve altyapı eğitimlerini orada almışlar. Almanya’da yaşayan az sayıda Türkten bu kadar yetenekli oyuncu çıkıyorsa 75 milyon nüfuslu ülkemizden çıkmaması gerçekten çok acı değil mi ? Neden yöneticilerimiz bu gerçeği görüp altyapıya yatırım yapmak yerine günü kurtarma uğruna saçma sapan yabancı futbolculara dünyanın parasını verir, Türk futbolunu yerin dibine batırırlar, söyleyecek bir şey bulamıyorum !

Gelelim maçın değerlendirmesine. Bu rezaletin değerlendirmesini yapmak gerçekten zor fakat elimden geldiğince yazayım bakalım birşeyler. Bugün maç öncesinde kağıt üzerinde baktığımızda Hırvatistan’la kafa kafaya, dengeli bir kadromuz olduğunu düşünüyordu çoğu kişi. Fakat oynadığımız futbol bir Lihtenştayn, bir San Marino ayarındaydı neredeyse. Ben uzun zamandır bu kadar organize olamayan, bu kadar aciz bir Milli Takım izlememiştim. Yanlış hatırlamıyorsam maç sonundaki şut sayımız 3, kaleyi bulan şut sayımız 0 dı! Kanatlardan ya tutarsa niyetinde açılan her orta, uzun Hırvat savunmasından geri döndü doğal olarak. Yüzde bakımından topla daha çok oynadı milli takım fakat üretkenlik konusunda bırakın “sınıfta kalmayı”, “okuldan atıldı” dersek yanlış bir şey söylemiş olmayız.

Tartışılan Guus Hiddink konusuna da değinmeden geçmeyelim. Oyuncu tercihleri bence oldukça kötüydü. Özellikle defans hattına bakarsak, sağ bekte hayatımda izlediğim en formsuz en kötü Gökhan Gönül, sol bekte takımına da kendine de hiçbir faydası olmayan formunun dibinde Hakan Balta, ilk defa milli formayı bu denli önemli bir maçta giyen stoper Giray Kaçar… Yükselen form grafikleri olan İsmail Köybaşı ve Mehmet Topuz 18 kişilik kadroda bile yoktular, Caner Erkin de maçta yedek soyundu. Ayrıca hem Galatasaray’ın hem Milli takımın hala neden Sabri Sarıoğlu tercihinde ısrar ettiğini anlamıyorum. İnternette “modern futbola tepki olarak doğan Sabri” gibi çok fazla geyiğini biliriz Sabri’nin, bu maçta bu söylemleri hak etti gerçekten ! Teknik direktörlük konusunda istikrardan yana bir tavrım olmasına rağmen, Guus Hiddink’in milli takıma şuana kadar ne katkısı ne artısı olmuş diye sormadan edemiyorum kendime (ve tabii ki Oğuz Çetin’in !)

Yazımı sonlandırmadan son olarak Volkan Demirel ve taraftar arasında yaşanan gerginliğe değinmek istiyorum. Taraftar açısından bakarsak, soğuk ve yağmurlu hava demeden bilet alıp maça gelmiş, büyük beklentisi olan taraftar, böyle bir futbol ve sonuç görünce oyunculara tepki göstermeleri çok normal bir durum. Fakat bu tepkinin özellikle Volkan Demirel üzerine yoğunlaşması bence hatalı. Tamam 2. golde çok büyük hatası vardı, ancak maç boyunca tel tel dökülen Hakan Balta, Sabri Sarıoğlu gibi oyuncular (Galatasaraylı oldukları için) ıslıklanmıyorsa, Volkan yuhalanıyorsa bu işte bir sorun var demektir. Maalesef milli takım taraftarlığı kültürü, en güzel örneği Hollanda’dır, bizde bir türlü oluşamadı. Hala maça giden taraftarlar Galatasaraylı gözüyle bakıyorlar maça ve oyunculara (maç TT Arena da oynandığı için böyle söylüyorum). Tabii olayın bir de Volkan açısından değerlendirmesi var. Volkan gibi yıllardır milli takımın kalesini koruyan bir kalecinin taraftarla diyaloğa girmesi doğru değil. Taraftar kızgın olmakta sonuna kadar haklı ve tepki gösterebilirler, fakat Volkan’ın hepimizin televizyondan izlerken dudaklarından okuyabildiğimiz, ağzından çıkan o çirkin küfürler de Volkan’ın ne denli ahlaklı(!) bir futbolcu olduğunu gözler önüne seriyor. Ne demiş Mustafa Kemal Atatürk : “Ben sporcunun zeki,çevik ve ahlaklı olanını severim”

Sonuçta, bu sonuçla milli takım, EURO 2012’ye katılma şansını rövanş maçındaki mucizelere bıraktı. Zaten katılmayı hak ediyor muyduk? Bence kesinlikle etmiyorduk. Gerçekten ülkemizi bu tip turnuvalarda izlemeyi özler olduk. Böyle devam ederse futbolumuz, bu hasret uzun süre devam edecek gibi…

10 Kasım 2011 Perşembe

Galatasaray ve Fenerbahçe'den Deplasman Zaferleri

Değerlendirme yazımda iki temsilcimiz içinde dün geceki maçların gruptaki gelecekleri açısından çok önemli olduğunu belirtmiştim. Takımlarımız da bunun farkında olacak ki Slovenya ve İspanya deplasmanlarından galibiyetlerle dönmeyi başardılar. Özellikle Galatasaray Medical Park'ın 4.'lük hedefine çok yaklaştığını söyleyebiliriz.


Galatasaray maça 9-0'lık bir seriyle başladı (Yayıncılar sağolsun izleyemedik!) ki maçın sonuna kadar da karşılıklı seri savaşları devam etti. Gerektiği zamanlarda Galatasaray'ın savunmayı yükseltebildiği seviye kendileri adına sevindirici. Jamon Gordon'ın takım bu savunma performansında çok önemli bir yeri var. Maça Furkan ve Ender'in çok iyi oyunuyla, sonra 2. çeyrekte Schumpert'ın devreye girmesiyle, 3. çeyrekte Songaila'nın sırtı dönük oynadığı hücumlarla ve son çeyrekte yeniden Furkan sayesinde Galatasaray; rakibi ne zaman dibine kadar gelse geriye itme başarısını gösterdi. Ancak maçtan önce de belirtmiştim rakibi dibine kadar getirtmeden ve belli farkı koruyabilmek için Lakovic olayı eline almalı. İlk yarıda kendine yapılan baskıyı iyi değerlendirip boş arkadaşlarını rahat pozisyonlara soktu ancak, 4. çeyrekte sazı eline alması Galatasaray için çok önemli. Yoksa her Avrupa Ligi maçında bu maçı koruyamama sıkıntısı baş gösterecek. Dünkü maç diyorsak Furkan Aldemir demeliyiz. 20 yaşındaki oyuncunun dünkü performansı muazzamdı. "Büyük" oynadı diyebiliriz. 7/9 ikilik, 4/7 serbest atış isabetiyle 18 sayı üreten Furkan yanına da 4'ü hücum olmak üzere 11 rebound çekti. Defansif eforları da cabası. Avrupa Ligi'nde bu seviyelere çıkabiliyorsa Furkan, önümüzdeki yıllarda mükemmele yakın bir pota altı oyuncusuna dönüşebilir. Son olarak da Songaila'nın sırtı dönük oyununun (takımda Schumpert ve Jamon'la beraber post-up oynayabilen az oyuncudan biri) hücum çeşitliliği açısından önemli bir katkı olabileceğini ekliyorum.


Fenerbahçe ise gerçek anlamda çok zor bir deplasman yaşadı. Salonu tıklım tıklım dolduran İspanyollar boğucu bir atmosfer yarattılar. Maçın hep içindeydiler ve yeri geldiğinde hakemi de etkileri altına aldılar. Fenerbahçe'deki kimya eksikliği ne yazık ki sürüyor. Dünkü maçta da Preldzic ve Jerrels (yanlış olabilir)'ın tartışmasına şahit olduk. Geçen seneki o kenetlenmiş ekip bu sene yok. Belki sakatlıkların etkisi belki de yeni transferler takımı biraz bozmuşa benziyor. Dün özelinde bakarsak Bojan Bogdanovic'in 19 sayı 4 reboundluk katkısı kendi açısından da takımı için de oldukça değerli. Curtis Jerrels da dünün başka bir başarılı ismiydi ama ben onunla ilgili düşüncemde değişmedim. Fenerbahçe Ülker'in oyun kurucusu olduğunu düşünmüyorum, keza geldiğinden beri de belki ilk defa dün iyi oynadı. Roko Ukic'in de yetersizliği(formsuzluğu) Fenerbahçe'nin genel durumunda etkili oluyor. Ancak bu galibiyet takımın toplanmasında bir mihenk taşı olabilir. Bu zorlu deplasmandan sonra belki takım daha iyiye doğru reaksiyon verebilir.

9 Kasım 2011 Çarşamba

Avrupa Ligi'nde takımlarımızın maçları



Avrupa Ligi'ndeki takımlarımız Anadolu Efes, Fenerbahçe Ülker ve Galatasaray Medical Park bugün ve yarın gruplarındaki 4. maçlara çıkacaklar. Sırasıyla kısa kısa bu maçlara göz atalım.

Anadolu Efes - Maccabi Electra

Çok zorlu grubuna rağmen şimdiye kadar Avrupa Ligi'nde en başarılı Türk takımı olan Anadolu Efes evinde bir başka zorlu konuğu ağırlayacak. Hiç beklenmedik bir şekilde evinde Spirou'ya yenilen Anadolu Efes, sonrasında deplasmanda Milano'yu yenerek önemli bir galibiyet aldı. Şimdi sıra Maccabi Electra'da. Ancak oldukça zor bir karşılaşmanın bizi beklediğini söyleyelim. Kariyerinde Efes Pilsen koçluğu da bulunan David Blatt'ın çalıştırdığı Maccabi'nin geçen sezon final-four yaptığını da hatırlatalım. Kadrosunda Jordan Farmar ve Schortsianitis gibi çok önemli oyuncular bulunduran Maccabi de temsilcimiz gibi 2-1'lik durumda. Yıldızlarımızdan Sasha Vujacic de rakibin önemli oyuncularından Eliyahu da maçtan önce verdikleri açıklamalarda Sinan Erdem'de olacak olan taraftar etkisinden ve maçın ne kadar zor geçeceğinden bahsediyor. Gerçekten de taraftar desteğine oldukça ihtiyacımız olan bir maç. Ancak kadro kalitesi olarak da rakibimizden geride kaldığımızı söyleyemeyiz. Yani temkinli olmamız ancak korkmamıza da gerek olmayan bir maç. Tarence Kinsey'nin sakatlık probleminin olması bizim için bir dezavantaj, çünkü belki de takımın en formda oyuncusuydu. Sasha Vujacic'in bu maçta biraz daha vitesi arttırıp "takımın yıldızı" gibi bir performans sergilemesi gerekiyor. Ancak Anadolu Efes adına en önemli parametre savunma sertliği. Çünkü kazandığımız iki maçta da savunma performansımızın ön plana çıktığını görebiliriz. Özellikle de Emporio Armani Milano gibi bir takımı 54 sayıda tutabilmek (hem de deplasmanda) çok önemli.

Olympija Ljubliana - Galatasaray Medical Park

Galatasaray için kendi evinde kaybettiği Unics Kazan maçının telafisi niteliğinde olan bir karşılaşma. Zaten Galatasaray'ın kuralar çekilir çekilmez gözüne kestirdiği iki takım Olympija Ljubliana ve Asseco Prokom'du. İlkini deplasmanda yenmeyi başaran Galatasaray bu maçı da alırsa gruptan çıkmak için ihtiyacı olan bir maçı da kapatmış olacak. Keza takım kaliteleri açısından bakarsak da Sloven ekibine üstünlük kurduğumuzu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak tedbiri elden bırakmamak gerektiğini (Siena hariç) her Avrupa Ligi maçında bir kez daha öğreniyoruz. Bu müsabakada da daha maçın başından itibaren sert savunmayı başlatıp hücumda da sürekli olarak yumruklarla rakibin gardını zorlamamız gerekiyor. Oktay Mahmuti gibi tecrübeli bir koç da muhakkak takımını bu konuda uyaracaktır. Temsilcimizin sloveni Jaka Lakovic'in bu maçta skor yükünü taşıması işi kolaylaştıracaktır. Çünkü Galatasaray'ın hücumda Avrupa Ligi seviyesindeki savunmalara karşı zorlanabildiğini görüyoruz. Bunun temel sebebini de Türk oyun kurucuların yeterli olmamasına ve pivotların sayı üretmek için ikili oyunlara muhtaç olmasına bağlıyorum. Songaila'nın form tutması çeşitlilik ve bitiricilik açısından çok önemli olduğunu düşünüyorum ancak henüz bu formu yakalamış değil. Bakalım beklentilerimize paralel bir maç izleyecekmiyiz.

Bilbao Basket - Fenerbahçe Ülker

Şimdiye kadar Türk takımları arasında beklentiyi karşılayamayan takımımız Fenerbahçe Ülker. 3 maçın sonun 2 mağlubiyet (formsuz Olympiakos ve içeride Caja Laboral), 1 galibiyet (Nancy) alındı. Gruptaki geleceğini daha zora sokmamak için temsilcimizin bu maçı kazanması gerekiyor. Keza kadroları kıyaslamak bile yanlış olacaktır. Daha bundan 3-4 sene öncesine kadar çok zayıf bir takım olan Bilbao Basket'in Avrupa Ligi seviyesine kadar yükselmesi de ayrı bir başarı öyküsü. Temsilcimizden Neven Spahija ve Ömer Onan da maç öncesi açıklamalarında bu maçın ne kadar önemli olduğunun farkında olduklarını belirttiler. İki ekibin kıyaslamalarında 3'lük ve 2'lik yüzdelerinin birbirine çok yakın olması dikkat çekiyor. Bilbao Basket 2'liklerde %57, Fenerbahçe %56 ile isabet buluyor, 3'lüklerde ise bu oranlar %29'a %26. Evinde oynayacağı bu maçta takım kimyası bu denli yüksek olan bir takım elbette maçı hiç bırakmadan sonuna kadar mücadele etmeye çalışacaktır. Fenerbahçe'nin değişik nedenlerden kaynaklanan formsuzluğu ise düşündürücü bir durum. Ancak ne olursa olsun bu maçı kazanmak sarı-lacivertliler için son derece önemli.

8 Kasım 2011 Salı

Trabzon'un gol makinası - Burak Yılmaz


Türkiye’de bu sezonun en formda oyuncusu kimdir diye sorsak kendimize, herhalde hepimizin vereceği cevap aynı kişiyi işaret eder : Trabzonspor’dan Burak Yilmaz.

Burak şu dönemde o kadar formda ki, kendisi dünyanın en iyi futbolcusu olarak gösterilen Cristiano Ronaldo, bu dünyadan bile olmadığı düşünülen Lionel Messi ve B.Münih’in leblebi gibi gol atan forveti Mario Gomez ile istatistiksel olarak yarışıyor. Nasıl mı ? Gelin detaylıca bakalım.

Avrupa liglerinde en çok gol atan oyuncular sıralamasında Lionel Messi 14 golle lider bulunurken, Cristiano Ronaldo,Mario Gomez ve Burak Yılmaz 13’er golle 2.liği paylaşmaktalar. Fakat Burak 13 golü ligde oynadığı sadece 8 maçta atmış, (Messi, Ronaldo ve Gomez 11 maç) dolayısıyla maç başına 1.63 gol ortalamasıyla bu alanda Avrupa’nın zirvesine yerleşmiş durumda. Gerçekten Trabzonsporlular açısından gurur verici. Öyle ki, ne zaman Trabzonspor’un galip geldiğini duysam, Burak Yılmaz’ın mutlaka golü vardır diye düşünmeye başladım ister istemez şu aşamada.

Peki Beşiktaş ve Fenerbahçe’de yetersiz görülen, adeta istenmeyen adam haline gelen Burak Yılmaz nasıl oldu da böyle bir patlama yaptı ? Bunun 2 cevabı olduğunu düşünmekteyim. İlki Şenol Güneş. Gerçekten Şenol Hoca bence en iyi Türk teknik direktörlerden biri ve Burak Yılmaz da Şenol Güneş’in Trabzon’a gelişiyle kendini buldu diyebiliriz.

İkinci cevap ise Selçuk İnan. Burak Yılmaz oyununu Selçuk sayesinde, Selçuk da oyununu Burak sayesinde geliştirdi dersem herhalde yanlış bir şey söylemiş olmam. Selçuk’un en iyi yaptığı şey, rakip defansın arkasına attığı isabetli uzun toplardır. Burak Yılmaz da bu uzun toplara yaptığı koşuları (off the ball) çok iyi geliştirdi, zaten bu 2linin gollerini geçen sezon Trabzonspor’da, bu yıl da milli takımda sık sık görmeye alıştık.

Son olarak, Türk futbolunda bildiğimiz üzere fizik güç çok önemli bir faktör. Burak Yılmaz da fizik gücüne ek olarak hızını da geliştirince, Selçuk’la şuan farklı takımlarda oynamalarına rağmen, ortaya bu müthiş performansı çıkardı. Dileriz Trabzonspor forması altında 189 gündür çıktığı her maç gol atan Burak, aynı formunu Cuma günkü Türkiye - Hırvatistan EURO 2012 playoff maçında da gösterir ve bizleri sevince boğar…

7 Kasım 2011 Pazartesi

Avrupa Liglerinde son durumlar (Premier League)



Göz açıp kapayıncaya kadar futbol sezonlarının aşağı yukarı 3'te 1'lik bölümünü geride bıraktık. Türkiye'deki durumu zaten herkes aykından takip ediyor ve biliyor, peki Avrupa'nın önde gelen liglerinde 10-11 maç sonunda durum nasıl diye merak ediyorsanız, doğru yerdesiniz!

İngiltere Premier Ligi

Açıkçası üst sıralar olarak Newcastle haricinde sezon başındaki tahminlerimizi yanıltmayan bir tablo var karşımızda. Gerçi İngiltere'de ilk 6 için tahmin yapmak zaten bir olay değil. Premier Lig'de şu an için liderimiz Manchester City. Şu an için diyorum ama görünen sene sonunda da bu koltuğun sahibi City olabilir. Abartılı bir hücum hattına sahip olan Manchester'ın Clippers'ı 11 maçta 39 gol atıp, yalnızca 1 beraberlik aldılar. Birkaç hafta tempo olarak düşseler de genel görüntüde ortaya koydukları performans müthiş. David Silva'nın futbolunu bir kademe yükseltip her geçen gün 'elit' oyuncuların yanına daha çok yaklaşmasının da bu başarıda önemli bir yeri var.

City'yi takip edenler Manchester'ın Lakers'ı ve senenin sürpriz takımı Newcastle United. Newcastle'ın başarı formülü City'nin ters istikametinde. Ligin en az gol yiyen takımı durumdadalar. Hücumda da yeni transfer (bedelsiz) Demba Ba'nın 8 golüyle ligde 3.lüğe kuruldular. Tabi ki bu tarz takımlar için takım savunması bence her taktiğin önünde. Eğer ki kendinden daha iyilere karşı mücadele edecek kadro kaliten yoksa, çok iyi mücadele etmeli ve çok iyi 'takım' savunması yapmalısın. Heyhat hayat da böyle değil midir zaten! Manchester United ise gençleştirilmiş takımıyla City'i 5 puan arkadan takip ediyor. Ben United'ın kadrosunun Rooney, Evra, Vidic (hadi bir de Nani tamam) haricinde aslında Manchester United hedeflerinin kadrosu olduğunu düşünmüyorum. Ancak şöyle de bir şey var ki takım kimyası dediğimiz şey Kırmızı Şeytanlar'da en üst düzeyde. Altyapıdan çıkan her çocuk sanki 3-5 yıldır A takım oyuncusuymuş gibi oynayabiliyor. Bu oldukça değerli bir meziyet. Yaşlanmaya başlayan takımların yapmak zorunda olduğu değişikliği Manchester bu sene yapıyor. Bu değişim sürecini de bence gayet başarılı atlatmaktalar.

Bu yukarıdaki üçlüyü Chelsea, Tottenham ve Liverpool takip ediyor. Chelsea'de sıkıntı var. En basitinden bu kadar kaliteli hücum oyuncularının olduğu bir takımda en golcü oyuncu 33 yaşındaki Frank Lampard olmamalı bence. Nerede bunun Torres'i, Anelka'sı, Lukaku'su.. Villas-Boas'ın bu oyunculardan yeterli verimi alamadığını düşünüyorum. Torres ise üzücü bir vaka. Chelsea'ye geldiği andan beri bildiğimiz Fernando Torres değil. Onunla ilgili Hıncal Uluç'un haklı çıkması mide ağrılarına sebep oluyor. Hıncal transferinin olduğu gün 'bu günden itibaren Torres bir daha iyi top falan oynayamaz, göreceksiniz çöküşe geçecek' tarzı birşey yazmıştı. Neyse, Chelsea'de sorun aslında biraz genel. Yani oyunu henüz istedikleri gibi oynamıyorlar. Tahminimce ocak transferinde Villas-Boas'ın isteğiyle takımda birkaç değişiklik olacaktır.

Tottenham da seneye kötü başlayanlardandı. Ancak Adebayor ve Scott Parker transferleriyle takım kendini buldu ve gayet iyi bir şekilde yoluna devam ediyor. Bu iki isim nokta transferler oldu diyebiliriz. Adebayor o Van der Vaart, Modric, Bale gibi isimlmerin besleyeceği güçlü ve yırtıcı forvet eksiğini kapattı. Scott Parker ise sezon başında Tottenham için en aksayan bölge olan orta sahanın göbeğine cuk diye oturdu. Sezon sonuna kadar bu civarlarda tutunacaklar ve ilk 3ü de zorlayacaklardır.

Gelelim Liverpool'a. Liverpool'da da kendini bulma çabası devam ediyor. Gerrard'ın "müzmin sakat" olması ciddi bir handikap. Orta sahada onun gibi bir yıldızın eksikliği belli oluyor. Zaten kadroyu şöyle bir karşımıza alıp baktığımızda Newcastle hariç demin saydığımız bütün takımların 1 gömlek altında. Hele ki bir de 'spor dallarında son yıllarda atılmış en büyük kazık nedir' sorusunun canlı karşılığı da orda duruyor. 35 milyon pound..41 milyon euro.. ANDY CARROLL. 10 maçta 2 golü var aslında parasının karşılığını veriyor diyebiliriz(!). Neyse, şu durumda Liverpool'un daha yukarılara çıkması biraz zor görünüyor ama ben Liverpool'u severim keşke çıksalar o ayrı.

Ve son kodaman Arsenal.. Sezona sözlük anlamıyla kabus gibi başladı Arsenal. Bunun da reaksiyonu olarak genel takım stratejisine ters olarak can havliyle 3-4 oyuncu transfer ettiler. Ancak haklarını yemeyelim bu transferler sonrası takım toplanmış durumda. Büyük krizden çıkmasını bildiler. Chelsea deplasmanındaki 5-3'lük galibiyet de 'biz hala Arsenal'iz' der gibiydi. Robin van Persie almış skor yükünü omuzlarına takımı taşıyor. Ancak bence yeterli bir yedeği yok. Olası bir sakatlık halinde Arsenal'in skor üretmede sorun yaşaması çok yüksek ihtimal.

İngiltere'de ilk 7 bu şekilde.. Ligin koca oğlanları beklenileceği gibi üst sıralara kurulmuş durumda. Alt sıralardaki takımları çok fazla takip etmediğim için onlarla ilgili detaylı bilgi veremeyeceğim ne yazıkki. Diğer ligler ile ilgili yazılar da ardı ardına gelecek. Şimdilik herkese iyi bayramlar..

6 Kasım 2011 Pazar

Beşiktaş ikinci yarı "Kurban"ı oldu

Son 15 günde 4. maçını Gençlerbirliği’ne karşı oynayan Beşiktaş sahadan 4-2 mağlup ayrıldı. Aslına bakarsanız Gençlerbirliği’nin iç saha performansının yüksek olması, Beşiktaş’ın zorlu bir Avrupa maçından çıkmış olması, Beşiktaş’ın bu maçta puan kaybedebileceğini akıllara getiriyordu, fakat ilk yarısını 2-0 önde kapattığı maçı 4-2 vereceğine rüyamızda görsek inanmazdık herhalde !

Kara Kartallar’ın son birkaç yıldır skor olarak rahat bir maç izlettirdiği çok ama çok nadirdir, taraftarı illa bir karın ağrısı çeker maç boyunca. Fakat bu maçta dakikalar henüz 24’ü gösterdiğinde Beşiktaş 2-0 öndeydi. Kendime o soruyu sormadan edemezdim, acaba Beşiktaş sonunda bizlere rahat bir maç izletebilecek mi diye... 2.yarının başlamasıyla bu sorum dramatik bir cevapla, yenilen 4 golle son buldu. Bu arada, maçtaki 6 golün de aynı kaleye, hem de aşağı yukarı aynı bölgelerden atılmış olduğunu da ilginç bir istatistik olarak ekleyelim.

Beşiktaş adına değerlendirme yapacak olursam, Dinamo Kiev karşısında izlediğimiz takım ile bu takım arasında dağlar kadar fark var gerçekten. Takım oyunu, mücadele ve üretkenlik konusunda, kısacası nerdeyse her anlamda, sınıfta kaldı bu maç Beşiktaş. Atılan 2 gol de Gençler defansının anlık uyumalarından geldi zaten. Bireysel olarak bakacak olursak ise, Hilbert’in çok fazla top kaybı yaptığını, Quaresma’nın (her zamanki gibi!) çok fazla top öldürdüğünü, ortasaha 3lüsünün yine iyi mücadele ettiğini ama yeterli olmadığını söyleyebiliriz. Ayrıca D.Kiev maçının kahramanı Egemen’in de kendi kalesine gol attığını (ki o ana kadar başarılıydı) belirtelim.

Gençlerbirliği adına bir şeyler söylemek gerekirse, ben açıkçası Gençlerbirliği takımını 4-2 kazanmalarına rağmen pek beğenmedim bu maçta. Eğer ligde orta sıralara oynamak istiyorlarsa bence geliştirmeleri gereken birçok şey var. Fakat şunu belirtmem gerekir ki Hurşut Meriç, Gençlerbirliği kanadında çoğu atağı yönlendiren, etkili dribbling özelliğine sahip bir oyuncu, gerçekten Gençler’e çok şey katıyor.

Sonuç olarak Beşiktaş, Fenerbahçe’nin yenildiği, Galatasaray’ın berabere kaldığı haftayı karlı kapatma şansını tepmiş oldu. Böylece haftanın en karlı takımı, Kayserispor’u yenen Trabzonspor oldu. Bu haftanın sonlanmasından sonra sırada milli takımımız açısından çok kritik bir Hırvatistan maçı var. Bakalım bu maç bize neler getirecek…

Yazımı sonlandırmadan, hepinize sağlıklı, mutlu nice bayramlar diliyorum.

Potada ilk derbi Beşiktaş Milangaz'ın!



Beko Basketbol Ligi'nde ilk derbi maçı bugün Sinan Erdem'de oynandı. Taraftarının yoğun ilgisi ve desteğiyle de güç bulan Beşiktaş Fenerbahçe'yi 83-78'le geçti. Gecenin yıldızı doğal olarak yine süperstar Deron Williams oldu. Fenerbahçe'de ise Emir Preldzic öne çıksa da yeterli olamadı.

Maçı genel olarak üstün götüren taraf Beşiktaş oldu. Özellikle ilk yarıda Deron Williams'ın da önderliğiyle çok iyi ve etkili bir takım vardı. Yine ilk yarıda savunmada topa iyi baskı yapmasının yanında hücumda da yüzdeli dış atışlarla farkı çift hanelere oturttu bu dönemde Beşiktaş. İkinci yarıda Deron'ın da faul problemine girmesi ve belki de biraz yorulmasıyla Fenerbahçe ön plana çıktı. Preldzic ve Ukic'in performansları bu bölümde Fenerbahçe adına skoru ve takımı taşıyan isimler oldu. Özellikle Ukic ve Deron Williams'ın bir üçlük düellosu vardı ki, izlemesi gerçekten büyük keyifti. Başka bir büyük keyif de maçın içinde yaşanan blok kapışmalarıydı. Hele hele Semih Erden'in James Gist'e yaptığı blok oturduğun yerden kaldıracak cinstendi. Sonuç olarak sarı-lacivertliler son periyotta farkı 2 sayıya kadar indirse de maçı kazanmaya yetmedi bu çaba.

Takımlara ayrı ayrı bakıp Beşiktaş'tan başlarsak benim adıma bu sezonun en konsantrasyonu yüksek maçını oynadılar. Özellikle ilk yarıda oyunun iki tarafında iyiydiler. Deron Williams'ın topu kullanmadığı posizyonlarda verdiği ilk paslar bile takım için çok önemli. Yani asist olmasa, kendisi sayı üretmese bile varlığıyla takımı çok doğru yönetiyor. Erceg'in de performansının artması ve Marcellus Kemp'in çılgın skorer oyunlarıyla beraber hücumda durdurulması oldukça zor bir takım Beşiktaş. Esas soru tabi ki, "Lokavt bitince ne olacak?". Bunun cevabı da Beşiktaş adına bence yok.

Gelelim Fenerbahçe'ye. Geçen sene yakaladıkları sinerjiyi kaybetmiş gözüküyorlar. Kağıt üzerinde geçen sezondan daha da güçlü bir takıma sahip olan Spahija'nın performansı da bence sorgulanmalı. Ama bütün suçu Spahija'ya yüklemek de haksızlık olur çünkü oyuncular da performans olarak çok zayıf şu ana kadar. Preldzic ve Oğuz Savaş'ın dışında bu adam formda diyebileceğimiz pek isim yok. Özellikle de Bojan Bogdanovic büyük bir hayal kırıklığı. Kaliteli bir oyuncu ama ancak bu kadar formsuz olunabilir. Geçen sene Avrupa Ligi'nde 18 sayı ortalamış bir skorerin bu kadar düşük yüzdeli atması enteresan. Ömer Onan da bana göre geçen sezon kariyerinin zirve sezonunu yaşadıktan sonra düşüşe geçmiş durumda. Kısacası bireysel olarak da takım olarak da Fenerbahçe beklentilerin çok uzağında. Takım sinerjisinde de bence sorunları var. Top paylaşımını ve saha içi yardımlaşmayı yeterli görmüyorum. Bu noktadan takımını tekrar üst düzey performansa taşımak Spahija'nın elinde, bakalım başarılı olabilecek mi.

5 Kasım 2011 Cumartesi

Arena da yetmedi



Fenerbahçe’nin Sivasspor’a puan kaybetmesinden sonra Galatasaray bugün evinde Mersin’i mutlaka yenmeliydi. Ancak belli başlı sorunların saha içinde baş göstermesi ve biraz da Elmander’in şanssız (beceriksiz) gününde olması 33 bin taraftarının önünde Arena’da bu amaca ulaşılmasını engelledi. Sakat oyuncularını bugün çok aradı Galatasaray.

Sarı-kırmızıların Engin Baytar’ın eksikliğini şiddetli bir şekilde hissettiğini söyleyebiliriz. Orta sahada oyun kuracak ve bitirici pasları atacak “o” oyuncunun olmaması hücumda sıkıntı yaratıyor. Ancak bundan da önemlisi kanatlar neredeyse hiç çalışmıyor. Özellikle de Riera’nın kanadı. Doğrusunu söylemek gerekirse şu ana kadar tam bir fiyasko. Aslında kalite olarak belli bir seviyesi olduğu benim için tartışılmaz ama fiziksel olarak bitmiş, mental olarak da çok zayıf durumda. Önümüzdeki dönemde ne olur bilinmez ama pek ışık görünmüyor Riera için. Bonservisinin 3m, yıllık maaşının da bir o kadar olduğunu düşünecek olursak ekonomik olarak da çok sıkıntılı bir transfer olarak görünüyor. Sağ kanada bakacak olursak da Kazım’ı görüyoruz ki, görmesek de bir şey kaybetmeyiz. Hemen hemen hiç bir katkısı olduğunu düşünmüyorum. Zaten ben top süren ve hızlı olan kanat oyuncularını seviyorum. Mesela Keita, mesela Dia, mesela Giovanni Dos Santos.. Durağan oynayan kanat oyuncuları oyunu yavaşlatıyor.

Diğer bir taraftan Galatasaray için sevindirici olan bir gelişme yaşanıyor. 2 haftadır ortaya koyduğu performans ile Semih Kaya şimdiden izleyenlerin gözüne girmiş durumda. Gökhan Zan ve Servet gibi iki pek de güvenilmeyecek oyuncu varken, genç bir savunmacının yükselmesi hem Galatasaray hem de Türk futbolu açısından sevindirici bir durum olur. Defans hattından bahsetmişken, Eboue’ye de değinmek istiyorum. Orta saha ve sağ kanatta beklenen performansın çok altında kalmasına rağmen sağ bekte oldukça iyi katkı veriyor. Ancak önündeki ve orta sahanın sağ içinde oynayan oyuncu (SABRİ) ile anlaşamaması bir sorun yaratıyor.

Devrede yapılan Sercan ve Ayhan değişikliklerinin takıma olumlu yansıdığını söyleyebiliriz. Çok kötü olan Riera ve orta sahada kötünün kötüsü olan Sabri’nin çıkmasıyla biraz daha tempo yakalansa da bir kişinin daha oyunda olması gerekiyordu bugün Galatasaray’da. Milan Baros.. Elmander ne kadar yararlı bir forvet de olsa son vuruşlarda bir Baros değil. Keza bu maçta 60. Dakikalarda girecek bir Milan Baros %90 skoru değiştirecekti. Olmayanlardan bahsetmişken Yekta’yı analım. Onun varlığı da bugün Galatasaray orta sahasında pozitif anlamda önemli bir değişiklik yaratabilirdi. Ancak ne yazık ki form tutmak üzereyken uzun sürecek bir sakatlık yaşıyor.

Kısacası Galatasaray rakibinin puan kaybettiği bu haftada yakaladığı şansı değerlendiremedi. Tabi ki bu kayıp ilerleyen haftalarda çok aranacak. Bakalım Beşiktaş ve Trabzon bu haftaya ne reaksiyon verecek.

4 Kasım 2011 Cuma

Süper Lig'in yeni "renk"i Mor-Beyaz



Geçen sezon Karabükspor'un lige getirdiği rengi bu sene de bir başka Karadeniz ekibinden görüyoruz. Hatta bence Karabükspor'dan daha da keyifli bir şekilde. Orduspor 9 maçta topladığı 16 puanla şu an puan tablosunda 6. sırada. Ancak ikinci Galatasaray ile aralarındaki puan farkının 1 olması, belki de 30 yıla yakındır ilk defa Süper Lig'de oynayan bir takımın başarısını özetliyor. Peki bu başarının sebebi nedir?

Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki lige yeni yükselen bir takım için ilk transfer dönemi çok kritiktir. Bu dönemde yapılacak birkaç nokta atış çoğu zaman bu takımları yukarılara taşıyabiliyor. Orduspor için de gayet başarılı bir transfer dönemi gördük. En iyi transfer olarak öne çıkan isim takımın saha içi lideri Emmanuel Culio. Ancak Culio'nun daha efektif olmasını sağlayan durum Stancu, Dalmat ve Gosso gibi transferlerle desteklenmiş olması. Yerli transferlere bakacak olursak da, tecrübeli isimlerin kadroya katıldığını görüyoruz. Yalçın gibi Abdurrahman gibi aslında kalibre olarak yüksek olmasa da 10 senedir bu ligde oynayan oyuncular bu ligin acemisi bir takım için iyidir. Fatih Tekke ise ayrıca güzel bir katkı (Uefa kupası kaldırmış bir oyuncuyu diğer yerlilerden farklı bir yerde tutalım.).

Metin Diyadin'in de Orduspor'un başarındaki katkısı önemli. Her şeyden önce başardığı şey "dengeli bir takım" oluşturmak. Oyunun hem savunma hem de hücum bölgesinde bir birine yakın mücadele eden bir ekip Orduspor. Bu takım olabilme olgusu da başarının temel nedenlerinden biri.

Süper Lig'e yükselmenin ardından Orduspor başkanı Nedim Türkmen yaptığı açıklamada öncelikle kulübü iyi yönetmeyi hedeflediklerini söylemişti. Model olarak da Fenerbahçe'yi örnek aldıklarını belirtmişti. Eğer hedefledikleri gibi iyi yönetilirse Orduspor önümüzdeki süreçte ligin keyif veren takımlarının arasında kalıcı bir yere sahip olabilir.

3 Kasım 2011 Perşembe

Mutlu Yıllar Egemen Korkmaz !

Ülkemizi UEFA Avrupa Ligi’nde temsil eden Beşiktaş, sahasında Dinamo Kiev’i 1-0 la geçerek çok kritik 3 puanı hanesine yazdırmış oldu. Neden çok kritik diyorum, çünkü bu maçta kaybedilecek puan yada puanlar, Beşiktaş’ın gruptaki işini oldukça zora sokacaktı.

Maça gelirsek, Beşiktaş’ın sadece bu maçta değil diğer maçlarda da görülen pozisyona girme kısırlığı var. Bunun başlıca nedeni, orta saha 3lüsünde oynayan oyuncuların oyun kurucu özelliklerine sahip olmaması. O tip oyunu oynayabilecek kadroda 2 oyuncu sayabiliriz, biri Guti diğeri ise Manuel Fernandes, fakat iki oyuncu da son 3-4 maçtır 18 kişilik maç kadrosuna bile giremeyecek kadar formsuz durumdalar. Bu görevi maç içinde Veli üstlenmeye çalışıyor. Açıkça söylemek gerekirse Veli’yi birkaç maçtır çok beğeniyorum, çok koşuyor çok mücadele ediyor ama o öldürücü pasları atabilecek yeteneğe pek sahip olduğunu düşünmüyorum. Bu sebeple hücumlar doğal olarak kanatlardan geliştirilmeye çalışılıyor. Bu da bir yere kadar.

Beşiktaş’ın, ve özellikle Quaresma’nın, Avrupa Ligi’ndeki maçlarda Sportoto Süper Lig maçlarına oranla çok daha istekli olduğunu gözlemliyoruz. Bu belki Türkiye’de yaygın olan “top oynamayıp rakibi oynatmama” anlayışından, belki de oyuncuların kendini Avrupa arenasında kanıtlama çabasından kaynaklanıyor. Öyle ki, rakip ceza sahası çizgisi üzerinde kullanılan serbest vuruşu günün kahramanı olma çabasıyla Quaresma’nın kullandığını düşünüyorum. O nokta tam olarak Simao’nun noktasıydı, ve bu tercih bana göre yanlış bir tercihti, Simao kullansa daha tehlikeli olabilirdi.

Bugün Almeida biraz daha becerikli olsa, maç 2-0 hatta 3-0’a bile gelebilirdi. Ama bu kadar yoğun maç trafiğinde (7 günde 3 maç yapar hale geldi takım) alınan 1-0’lık zor galibiyet bile bizi mutlu etmeye yetti açıkçası. Şike olaylarıyla büyük bir kaosa doğru sürüklenen Türk futbolu için Beşiktaş’ın Avrupa Ligi’nde başarılı olması ve ülke puanı kazandırması gerçekten çok kritik.

Yazımı 2 oyuncuya parantez açarak bitirmek istiyorum. Birincisi günün kahramanlarından Cenk Gönen. Beşiktaş, hatırlayacağımız üzere Kiev deplasmanındaki maçta 90+3’te kornerden gelen golle mağlup olmuştu. Benzer şekilde Fenerbahçe derbisinde 88’de serbest vuruştan gelen golle 1 puana razı olmuştu. Bu son dakika kabuslarından birini de az kalsın bugünkü maçta da yaşayacaktık. Yine bir köşe vuruşu, ceza sahasında karamboller ve Cenk’in çıkardığı inanılmaz toplar sayesinde ucuz atlatıldı. Tebrikler Cenk !

Bir diğer maçın kahramanı ise kuşkusuz Egemen Korkmaz. Gerek defansta yaptığı kritik müdahelelerle, gerek muhteşem yükselerek yaptığı kafa vuruşuyla takımının galibiyet golünü atmasıyla maça damgasını vurdu. Bugün Egemen’in aynı zamanda doğumgünü. Kendisinin kazandırdığı bu maç, sanırım en güzel doğumgünü hediyelerinden biri olmuştur.

2 Kasım 2011 Çarşamba

Galatasaray'dan acı Çizme tecrübesi



Maç ile ilgili temsilcimizden beklentimiz zaten Siena deplasmanından galip gelmek değil en azından takımın karakterine yakışacak bir mücadele sahaya yansıtmaktı. Peki Galatasaray MP bunu yapabildi mi? Açıkçası ben daha iyi bir performans bekliyordum, ancak çok da acımasız olmamak lazım çünkü bu sene oynanan bu tarz maçlar gelecek için çok önemli tecrübeler. Bu takımın ilk defa bu seviyelerde mücadele etmeye çalıştığını düşünürsek de hayal kırıklığımızın seviyesini biraz daha düşük tutabiliriz.

Maç boyunca oyunun tek hakimi Montepaschi Siena’ydı. Özellikle devre başlarında Galatasaray savunmasını tam anlamıyla dağıttılar. Bu performanslarında başrolü ise süper yıldızları Bo McCaleb oynadı. Topu her eline aldığında karşısına gelene tozunu yutturdu, ki bu da aslında beklenilebilecek bir durum. Ender/Lakovic/Tutku üçlüsünden her hangi birisinin McCaleb’i yavaşlatması zaten zordu ama Jamon Gordon’la ilgili bir umut da taşımıyor değildik. Günün öne çıkan başka bir durumu ise Siena’nın şut yüzdesi. Özellikle buldukları ceza şutlarında muazzam bir yüzde yakaladılar. Bunu oluşturan temel sebep de top dolaşımını ve boş koşuları müthiş bir silah olarak kullanabilmeleri. Pota altı oyuncularının da orta ve uzun mesafeli şutlarda istikrarlı olmaları bu sistemin işlemesi için önemli bir etken.

Galatasaray adına belki de tek sevindirici durum 1. çeyrekte tabiri caizse o kadar "yumruk yedikten" sonra 2. çeyrekte oyundan kopmamamız oldu. Bu dönemde iyi bir performans sergilesek de, kalite ve siklet farkı oyunun devamında kendini tekrar gösterdi. Zaza Pachulia kadroda olsaydı belki pota altında biraz daha sert durulabilirdi ancak bu maçın esas sıkıntısı pota altında değil kısa ve dış oyuncu savunmasında oldu. Keza Kaukenas da bu zaafımızı maç boyunca işleyerek yıldızlaşan ikinci isim oldu.

Hücumda da daha iyi top çevirmemiz ve doğru şutu daha sabırlı bir şekilde aramamız gerektiği aşikar. Lakovic’in bu kritik zamanlarda takıma iyi liderlik edemediğini söyleyebiliriz ancak esas olarak Ender/Tutku ikilisinin takımı yönetmede ciddi zaafları var. Avrupa Ligi seviyesinde bu iki Türk oyun kurucunun zayıf kalması Galatasaray’ı geriye çekiyor. Shipp’in yedeğinin olmaması da bir ayrı sorun. Bu bölgeye yine Avrupa Ligi seviyesinden bahsediyorsak takviye şart. Ne yazık ki yedekten gelip orayı dolduracak bir oyuncu yok. Pota altımız ise bu maçta pek şaşırtmadı. Andric ve Furkan bildiğimiz gibi. Bu ikili yeterli mi? Değil. Ancak sonuçta bu seneki hedef de Avrupa şampiyonluğu değildi. Bu bölgede esas sıkıntı Songaila’yla ilgili. Ne yazık ki ısrarla kendisinden beklenilen performansı sergileyemiyor ve yaşı itibariyle "gelişime açık, uzun vadeli bir planın oyuncusu" falan diyemiyoruz.

Sonuç olarak bu maç zaten fikstürü elimize aldığımızda mağlubiyet yazdığımız bir maçtı. O bakımdan gruptaki geleceğimiz için kaybedilmiş bir şey yok. Olympia ve Prokom’u altımıza aldığımız sürece başka maçlar sonuç açısından çok da önemli değil.